16.05.2021- Ayşe Yaşar SARIKAYA
Kız çocukları hanım, hanım evde oturmalı, ailenin hizmetini görmeli anlayışının yaygın olduğu yıllardı. Kız kısmı, hiç sanat ve müzikle ilgilenir miydi, amannnn ne kadar ayıp bir şeydi bu. Oysa insanın içindeki potansiyelin gücünü kim durdurabilir, buna kimin gücü yeterdi.

10- 12 yaşlarında idim. Rüyalarımda, kendimi hep keman ya da piyano çalarken bulurdum. Babam her hafta sonu ailece bizi sinemaya götürürdü. Yazlık, kışlık sinemalarda, her film değişiminde ailece yeni film izlerdik.
Enstrümanları, sinemada izlediğim filmlerde görmüştüm. Bir müzik aletini elime alıp çalmak, aşktan da öte bir şeydi benim için. Sokakta yürürken bir müzik sesi duysam, ayaklarım gayri ihtiyari yan piri yan piri sese doğru yönelirdi. Yanımda kim varsa, bana “doğru yürüsene” derdi.
İçimdeki aşk susmuyor, dışarı çıkmak görünmek istiyordu. Bir gün bahçemizdeki tahtalar arasından 20 cm eninde bir metre boyunda tahta seçtim. Yaşım küçük, tahtayı temizlemeye çalışıyorum. Kimse bana karışmadan;
“gene ne icat çıkarıyorsun bırak” demeden tamamlamak için uğraşıyorum. Kalbim hızlı hızlı atıyor, aklımda tasarladığım müzik aleti, onu yapmaya çalışıyorum.
Babamın zımparalarından alıp zımparaladım tahtayı. Parmaklarım acıdı ve yoruldum ama vazgeçmedim. Kimse engel olmadan, yarım kalmadan bitirmeliydim. Her an birisi gelmeden, bırak şu işi demeden bitirmeliydim. Annem,
“kızım ne yapıyorsun gel” diye seslendi, ama iç sesimden başka her şeye kapatmıştım kendimi. Konuşulanları duymadım, yapmaya çalıştığımı da anlatmadım.
Tahtayı zımparaladıktan sonra, yirmi santimetre karesini işaretledim. 20×20 gövde olacaktı. Sap olacak kısmını da çizdim. Sıra kesmeye gelmişti. Testere kullanmayı becerecek yaşta değildim. Ne babam verirdi, ne de ellerim kavrardı. Çaktırmadan mutfaktan bıçak aldım ve sırtına taş parçası ile vura vura tahtanın sap ve gövde kısmını çizdiğim yerlerden ayırmaya çalıştım. Kafamdaki sap ve gövde oluşmuştu.
Şimdi bu tahtaya ses vermeye gelmişti sıra. Babamın malzemeleri arasından cam çivileri buldum. Onları tahtanın üst ve alt ucuna belli aralıklarla çaktım. Ağabeyimin balık oltalarındaki misinaları, çaktığım çivilere bağlamaya çalıştım. Ellerim kesildi, misinaları gerdikçe kesilen yarıklardan içeri giriyor, yaralar daha da açılıyor ve kanıyordu. Acıya aldırmadan devam ettim. Fazla geremediğim için teller gevşekti. Çalmayı deneyeceğim için nasıl heyecanlanıyordum, kalbim öyle hızlı atıyordu ki, sanki yerinden fırlayacak gibiydi. Önce okul parçalarını çalmaya başladım, sonra günün sevilen şarkı ve türkülerini. Çalıyordum, çalıyordum hem de söyleyerek eşlik ediyordum.
Annem gördü,
“ hiç arkadaşların arasında senin gibi birisi var mı, herkesin kızı hanım hanım el işi yapar, bizim kız DIM DIM peşinde; Deli kız Allah işini mi kurutttu” dedi.
Benim yaptığım sazın adı da o günden sonra DIM DIMI oldu. Ağabeyim de dım dımının gövdesine ses yayılsın diye o zamanın VİTA tenekesinden gövde yaptı. Artık çalıyor söylüyordum. canım babam, orta 2. sınıfa geçtiğimde, benim tutkumu görünce bir akşam eve CURA BAĞLAMA ile geldi. artık dünyalar benim olmuştu.

1500 yıllık mağarada bulunan saz, benim dımdımının şimdi fotoğrafı da yok kendisi de.