RSS

Etiket arşivi: y. sarıkaya tiyatro

BABAMIN ANILARI

CAFER SARIKAYA ANILAR 20.10.2020-

Dilekçemi daktiloda kendim yazdım ve Recep Bey’e verdim. Çünkü gece uyumuyor, daktilo çalışıyordum. Bana “seni çok takdir ediyorum, çünkü memurlarıma karşı benim yüzümü kara çıkarmadın. Gel seni gece bekçiliğine alayım ve daha sonra santraldaki arkadaş da çok becerikli, orada sana uygun bir iş çıkar.  İşi askerde öğrenmişsin zaten, santralda kalırsın. İstediğin kadroya gelince, Kastamonulu zabıt katibi geliyor. Onun atamasını genel müdür yapmış” dedi. 

Ben de bekçiliği istemedim, santraldaki görevim devam ederken bir gece Gerze cayır cayır yanıyor diye duyduk. Acaba oradaki durum nasıl diye merak ediyorduk. Dışarı çıkıp baktığımızda gökyüzü kızarıyordu. Sonradan duyduk, Gerze yanmış, kül olmuş. Devlet ihaleyi müteahhite vermiş. Gelen haberler de çalışana ihtiyaç var para bol diyorlar. Ben de Recep Bey’e haber vermeden doğruca Gerze’ye gitmek niyetindeyim. İyi para kazanabilirsem çocuklarıma aileme faydalı olabilirim hevesi ile Sinop’a geldim.

Kaldığım handa öğrendim ki radara Amerikalılar adam alıyormuş. Hemen gittim kahvehanenin önüne  3-5 tane Amerikan cemseleri adamları radara götürüyor. Ben de binmek istedim, görevli Türk olmaz diyor ben ısrar ediyorum, o olmaz diye diretiyor, ben dinlemeyip ısrar ediyorum. Zayıf ve çelimsizim. Beni güçsüz diye tercih etmiyorlar. Ben dinlemedim atladım cemseye, çıktık radara. Herkesi dizdiler kuyruğa, meğerse onlar da işe girecek kişilermiş. İsimleri yazan üsteğmen biraz da Türkçe biliyor,  geçtim öne bağırıp çağırıyorum.  “Beni de yaz, beni de yaz” diye. Adamcağız gayretimi görünce yazdı. Oh be hele şükür dedim.

Böylece yeni inşa edilen Amerikan radarı inşaat işlerinde çalışmaya başladım. Bu benim düğünüm bayramımdı, ne de olsa gençlik var. 1956 yılı 25- 26 yaşlarındayım.  Beton harcını teskereye doldurduğumuzda, yeminle söylesem başım ağrımaz, hep teskerenin kollarını kırardık. Çünkü sevincimize diyecek yoktu, artık gündüz çalışıp yevmiyemizi iş paydosunda alıyorduk. Yanlış bir iş yapmadıktan sonra buradaki işin ömrü uzun görünüyor. Bunun için gözümü daldan budaktan sakınmıyorum. Göze girmeye çalışıyorum.

Burada da ileri bir mesafe almaya başladım. Bir gün askerin biri, kuyruktaki işçilere işaretle adam gelsin dedi. Ben hemen kuyruktan fırladım, askerin yanına gittim. Ve bu askerde su işlerine bakan birisi. Radara her şey yeni tesis ediliyor.  Hem askerin, ve de askerlerin lisanında anlaşamasak da işaretle anlaşıyoruz.  Sonuçta asker beni, ben de askeri sevip kaynaşıyoruz. Bu ara ben anladım ki burada en önemli ihtiyaç lisan bilmek. Ve ben bunu destur edip lisanı öğrenmeye çalıştım.  Ben artık çat pat az da olsa, az çok evet hayır gb.  Günlük ihtiyaç olan kelimeleri ezberlemeye çalışıyorum.

Bir gün ilk kez beni işe alan teğmen bana yarı lisan yarı işaretle sen gelsene dedi. Bana yükseğe asılacak bir tel dolap asmamı söyledi. Hal buysa, yanımdaki ve bana yardım edecek kişi usta işte bu Amerikalılar böyle, birileri. Ben itiraz etmedim, ustanın yardımı ile dolabı gösterdiği yere astım.  Yaptığım işten memnun kaldı. Öyleydi böyleydi derken, ben hep ilerisini düşünüyorum. Daldan dala atlayan kuş misali yağlı boya badana derken yanında çalıştığım asker “sen dışarıda çalışmayı bırak, çadırda bizim işleri yap hem parası fazladır hem de başın kurulukta olur” dedi. Tabi ben ona da hemen peki dedim. 3 çadırda yeni bir işe başladım. Ben onlardan onlar da benden memnundu.

Ailemi getirdim, daha fazla para kazanmam lazım. Onun için evde çamaşır yıkamaya başladık. Velhasıl günden güne işler ileri gidiyor. Tabi bu ara lisanımda da ilerleme var. Bazı kurumlara ufak ufak tercümanlık da yapabiliyordum.  Çamaşır işi devam ederken kola da yapmamı istediler.  O zamanlar  kuru temizleme kola işlerini Sinop’ta yapacak kimse yok. Olsa da olmasa da o işleri de yapmaya kalkıştık. Ama canımız da çıkacak. Gece gündüz ütü kola iflahımız kesiliyor. Bazen servis cemselerini kaçırıyorum, bu sefer de yaya olarak tırman bakalım adaya. Cafer elde kolalı elbiseler, omuzda koca çuval çamaşır torbası bu işi daha da büyüttüm. Başka koğuşların çamaşırlarını da aldım.

İş büyüdükçe ev işimize el vermiyor. Evi değiştirelim dedim. İstediğim fiyatta yeni bir ev kiraladım. Bu ev görünüşte çok iyi, çünkü yakınımızda köyden tanıdıklarımız gel git derken sohbetler ilerledi sık sık görüşmeler velhasıl bu dostluklar devam ederken kadınlar kocaları için radardan iş dediler keza ev sahibi de aynı teklifi yaptı. Hepsini de işe aldırdım. Ev iş için sahibi hem kendisi hem de 2 kişi daha getirmiş. Bunların durumları da iyi değil. Adamları işe aldık. Herkes çalışıyor ve herkes hayatından memnun. Çamaşır işinden çok yoruluyoruz, yanımıza yardımcı arıyorum. Dost sandığımız ailenin karısı çalışmaya elverişli, güçlü kuvvetli ve istekli. Ben de ona “çalışır mısın” dedim. “Memnuniyetle” dedi.

Fakat benim hanım buna itiraz etti, ilerisini düşündü. Düşündüklerinde haklı olabilirdi.  Kadın pek sağlam biri değildi. Kocası ile hiç mi hiç arası yoktu. Kadın bizim bildiğimiz kadınlardan da farklıydı. Elinden dilinden her şey geliyordu. Kocası ise ver yiyeyim, getir yiyeyim cinsindendi. Ben kocasını radara işe yerleştirdim, 3-5 gün sonra adam hırsızlık yaptı bakır çalmak, büyük araba motorlarını ve lastiklerini çalmak ve götürüp satmak suçundan  yakalandı ve kovuldular.

Bu adam daha sonra gelip beni buldu “ben bu Sinop’ta barınamayacağım, eğer bildiğin birileri var ise şu benim köyü onlara satıp İstanbul’a gideceğim” dedi. Yaşım genç, arkamda kimse yok, sorumluluğum çok. İki çocuğum eşim var, ev yok, babadan hiç kimseden para desteği yok. Kimseyi tanımıyorum.

Gel zaman git zaman, aradan epeyce zaman geçti. Derken adama “senin köyün ne durumda diye” sordum. Ona kalırsa hudutları geniş, büyük meşelik ormanı evi ve samanlığı var. Tapulu arazisi var, ayrıca orada da yerim var” dedi. Sinop’a çok yakın o yere hodul diyorlar. “E gidip şu senin anlattıklarını yakından görelim” dedim ve birlikte gittik. Eğer söyledikleri doğru ise pazarlık etmek benim de işime geliyor. Çünkü radarda işim iyi, iyi kazanıyorum. Benim de böyle bir köy veya toprak alma niyetim var. Çok iyi olacak. Çünkü biz köylüyüz, durumunu biliriz. Deyip almaya karar verdik. Elimdeki hazır parayı ona vereceğim, o da İstanbul a gidip kendine bir geçim yolu arayacak.

Geri kalan para da hisseli tapu olduğu için, kardeşleri ile anlaşıp bize tapuyu verecek kalan parayı o zaman alacak. Ovadaki yer de ekili içindeki mısırı biz alacağız ve böylece anlaştık. Anlaştık da biz ovadaki yer tapusuz olduğu için ben hisseme düşen parayı vereceğim ama korkuyorum, ya tarlayı vermezse diye. Bunun için ben parayı hazırladım, noter tasdikli senet aldım. Parayı da yaşlı ve de zengin diye itimat ettiğim karşı komşumuzun dükkanında sayıp teslim ettim.

Ama öyle oldu ki mısır hasat zamanı geldi.  Yer sahibi beni daha borç bitmedi diye tarlanın mısırını alıp eve götürmüş. Ben kendisini buldum, “yahu böyle mi anlaştık seninle” dedim. “Sen bana tapuyu getireceksin ben kalan parayı sana öyle vereceğim” dedim. Adamın umurunda değil, nasılsa peşin parayı aldı sen borçlusun demez mi? İleri geri münakaşa ettik. Aldığı paranın üstüne oturdu adam. Ben o parayı nasıl kazandım, her bir kuruşunda alın terim var.

Sonra ekim zamanı geldi, adam gene beni borçlu gösterip tarlayı ekti. Ben bu sefer onu men müdafaa asliye hukukta mahkeme açtım. Adamın hiç umurunda değil. O yana baş vur, bu yana baş vur, yorulmaktan başka elimden bir şey gelmiyor. Tekrar tarlayı ekim zamanı geldi, bu sefer parayla adam tuttum, 1-2 çift koşu buldum.  Gittik tarlayı sürmeye.

Biz tarlayı sürüyoruz. Adam duymuş geldi, borcunu öde tarlayı öyle sür demez mi. Ölür müsün öldürür müsün. Ben gene yaya olarak geldim şehre Eve uğrayıp mahkeme ilamı ile doğru savcılığa,  savcı da beni başka türlü oyalıyor. Yer hisseli, uzun işlemi varmış meğer. Adam sormuş soruşturmuş, mahkemeyi de beni de takmıyor. Ücretle tuttuğum koşumları bıraktırdık. Savcılıktan da elim boş döndüm. Hem benden istenilen para çok değil ama, ödemek hakkım değil, adam senet vermiyor, tapu yok. Adam bunu da biliyor, bile bile parayı kaynatıyor. Ben bu sefer oranın muhtarını ele aldım, yedirdim içirdim ama işin içinde o da varmış. Gene bir yolunu bulamadım.  Didinip duruyorum. Üzüntüden hastalandım, midem kanıyor, Samsun’a tedaviye gidiyorum. Yok mide ağrısı yok uzamış, yok gastrit, yılar yılı git gel Samsun’a.

Bu hal devam ederken hiç beklemediğim bir anda Allah’ın yardımı olacak ya, hiç tanımadığım bir adam kahveye geldi beni buldu ve yanıma oturdu. Çay söyledim “merhaba nasılsın” falan filandan sonra adam bu davalı yerin hikayesini duymuş, bana direk kendisinin de bizim köylü olduğunu söyledi. Fakat çok eskiden babası Osmaniye köyüne gelmiş yerleşmiş. Beni dinledikten sonra “o seni süründüren gelsin de adamsa benim karşıma çıksın” demez mi? “Sen şimdi eve git, mahkeme ilamını ve noter senedini getir bana ve beni kahvede bekle” dedi. Garibin işini Allah yapacak diye düşünüyorum. Bu ara işimi de düşünüyorum. Postaneden iş yerine telefon edip çok önemli bir işim olduğunu söyledim.

Ben adamın istediği ilam ve senedi adama verdim okudu inceledi. Bana dönüp “sen de benimle gel deyip o şimdi gördü gününü” dedi. Biz doğruca gittik karakola. Baş çavuş, bu adamın çok iyi görüştüğü biriymiş. Verdi evrakları, baş çavuş okudu, bu böyle mi deyip peşinen küfür etti. Adama “ulan bu senin zulmün dağ başını aştı” deyip bana döndü “sen bu adamı ve muhtarı bana hemen şimdi getir” dedi. Tesadüfen köylüler tütün satışı için şimdi halk eğitimin olduğu yer yer o zaman tütün deposu idi. Yeri teslim etmeyen kaba dayıyı getirmeleri için benim yanıma 2 asker kattı. Onları bulup getirin diye. Biz askerlerle geldik, tütün deposuna. Benim başımı dolaştıran muhtar ve ilgili  kardeşine asker “karakola baş çavuşum sizi istiyor” dedi. Muhtar işi anladı, ve ağırdan almak istedi askerler muhtara hadi yürü bekletmeyelim baş çavuşumu deyip iteledi. Tabi öbüründe ise gık yok.   Çavuş bunlar niye geciktiler diye 2 asker daha postalamaz mı, ben şimdi ey Allah’ım sen neye kadirsin diye şükrediyorum.

Böylece biz karakola geldik. Biz içeri girer girmez baş çavuş hemen muhtarın 2 yakasından yapıştı. Biraz iteleyip döndü öbürüne, bu garibin söyledikleri doğru mu. Doğru efendim dediler. Onlara bağırdı çağırdı. Bizim köylü hasan da bacak bacak üstüne atmış kahvesini höpürdetiyor. Onlar da değirmenci Hasan’a karşı çavuşun her söylediğine “olur efendim doğru söylüyorsunuz kumandan” gibi sözlerle tasdik ediyorlar. Daha sonra ben Hasan ağabeye ve kumandana çok teşekkür ettim.  Huzurdan ayrıldık, Hasan ağabey beni öyle bir beladan kurtardı ki ona minnet borçluydum. O, hali vakti yerinde Osmaniye köyünün hem muhtarıydı hem de sözü geçen biriydi. Daha sonra beni dolandırmak isteyen adamın başka yanlış işleri olduğunu da öğrendik.

Çavuş ve Hasan ağabey akraba imiş. Benim yer kabadayısı da Hasan ağabeyin aleyhinde bulunurmuş. Kendi ağırlığını tanıtmak isteyen Hasan Ağabey de beni bulmuş. Ama gösterdi kendisini hem de tam gösterdi. Neredeyse dolandırılmak üzereydim. Beni zor durumdan kurtardı. Daha sonra çift zamanı geldi, ve Hasan ağabey tarlaya geldi. “Gelsin senin yer kabadayısı bakalım şimdi dayılığını göstersin” dedi. Adam bal gibi yerin sürüldüğünden ve Hasan’ın da orada kendisini beklediğinden haberi vardı. Ama korkudan gelemedi. Bu yıllar yılı çektiğim beladan Hasan ağabey sayesinde kurtuldum. Daha sonra Hassan ağabeye vefa borcumu ben de fazlasıyla ödemiş oldum. Birbirimizden çok memnunduk.

 
 

Etiketler: , , , ,

BİZİM TİYATRO BİZİM DEĞERLERİMİZ

1993 TİYATRO AFİŞİ- 13.10.2010-BİLKE

Yeni şeyler keşfetmeden, yanlışlardan doğruları seçmeden, sanatla ilgilenmeden, okumadan, yazmadan hayatta nasıl vakit geçer? Bitki her an yenilenirken, toprak her an yeni renklere bürünürken, insan olduğu yerde saymalı mı ne dersiniz?

Sevgili tiyatro kadromuz, eskileri karıştırırken bu afişi buldum. Eski gözümde canlanıverdi, O zaman da hayata bakışım aynıydı. Sanat, her kesime ulaşmalı diyerek, tiyatro kadrosunda sizi topladım. Uzun ve zorlu bir çalışma temposu geçirdik. Müzikalin dans bölümleri vardı. Hatırlayacaksınız, bana ” erkek balerin gibi dans eder mi hiç demiştiniz. Müzik- ritm- estetik konusunda ciddiyetimi hep eleştirmiştiniz. Sıkı çalışmıştık ve ortaya iyi bir iş çıkmıştı. İlçelere turneler de yapmıştık.

O zaman da hedef,  değerlerimizi korumak, kıymetini bilmek ve kendimizi keşfetmekti.  Masallarımız, hikayelerimiz içindeki önermelerin zenginliği sizleri de hayrete düşürmüyor mu? İçinde kafaya mıh çakar gibi bir ders, kimseye dayanmadan ayakları üstünde durmayı öğreten bir öğretmen var gibi sanki.

Okumalı, sanatla ilgilenmeli, yaratıcı çalışmalar ve spor gibi etkinliklerde   bulunmalıyız. Zamanı kaliteli geçirir, önümüzü görür, kendimizi ve toplumu tanır, toplumdaki yerimizin farkında oluruz. Ne birinin alkış tutanı, ne de bir odağın kölesi oluruz. Tiyatro oyunumuz sizlere faydalı olmuştur umarım.

Yaşar SARIKAYA

 

 
Yorum yapın

Yazan: 13 Ekim 2019 in Haberler

 

Etiketler: , ,