RSS

Etiket arşivi: sinop bilke

ESKİ TÜRKÇE KAÇAN VE ZAMAN

14.04.2024-A. Yaşar SARIKAYA

Zaman, felsefecileri bilim insanlarını tarih boyu ilgilendirmiş ve ilgilendirmeye devam etmektedir. Son yıllarda, anı yaşamak, anda kalmak yaşam koçları ve psikologların önerdiği yaşam biçimi olmuştur. İMDİ sözcüğü, an olarak Kaşgarlı Mahmut’un DLT eserinde karşımıza çıkar. İmdi, günlük kullanımda ŞİMDİ olarak kullandığımız bir sözcük ve “an” karşılığındadır. TÜN, KÜN, BILDIR ve daha bir çok sözcük eski dilden günümüze değin yaşamaktadır.

Aynı sözlükte KAÇAN sözünün, zaman olarak kullanıldığını görmek, maddenin 4. hali- kara delik- ak delikleri, proton ve nötronun parçalanarak birbirinden kaçma eylemini anımsattı. Zamanı hangimiz tutabiliyoruz ki, onu yaşıyor ve kaçırıyoruz. Atalarımız, bu gerçeği ayırt ederek KAÇAN sözüne eskimeyen bir anlam yüklediler diye düşünüyor insan. Yine günümüzde kullandığımız HAÇAN sözü, KAÇAN yerini almış olabilir de. Ezel, ebed, sonsuzluk, geniş zaman, gelecek, şimdiki zaman sözcüklerinin tümünün anlamlarını KAÇAN sözcüğünde buluyor olabilir miyiz?

KAÇAN sözü DLT: Ne vakit, vaktaki, ne zaman (Atalay IV 2006)

KAÇAN DLT: Ne zaman, eğer, ne zaman ki (Ercilasun- Akkoyunlu 2014)

Nişanyan sözlük: Eski Türkçe Kacan ne zaman, nasıl(soru zarfı) sözcüğünden evrilmiştir. Eski Türkçe KAÇ soru sıfatı sözcüğünden “an” ekiyle türetilmiştir diyor.

Zaman konusunda, dünya dilleri arasında sürdürülen KAÇAN eylemini anlatan başka söz olabilir belki. Yine de dilimizin ince ustalıklarına hayran olmamak elde değil.

İnsan kendi iç dünyasını bilmeden, dış dünyayı ezberler, karmaşık çokluğun gölgesinde yaşarsa kendine yararı olur mu? Dilimizi doğru kullanarak çağdaş yaşam ortamına taşıyabiliriz. Ne Ortadoğulu olmak ne de başka özentilere gerek kalmaz.

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

fink nedir bilir misiniz?

13.04.2024-Mine Dönmez ÖLÇER

1950’lerin başıydı. Anamur’un dağ köylerinde ormanlardan geçimini sağlayan köylülere yasaklar getirilmişti. Orman alanı ve köylülerin kullanım alanları arasında belirsiz bir sınır vardı. Yıllardır geçimini orman ekonomisine bağlayan köylüler, artık keçilerini ormana sokamıyor, kıraç topraklarda tarıma zorlanıyordu.

Not: Aşağıdaki resim Fikret Otyam’ın Kara Çukur köyünde 1966 baharında çektiği bir fotoğraftır.

Ama onlara verilen topraklarda ne buğday, ne de arpa ekimi yapılabiliyordu.

Bu topraklarda sadece fink denilen yabanıl bir bitki ekilebiliyor, köylüler bolca bulunan bu ekini, hem kendileri hem de hayvanları için kullanıyorlardı.

Aç kalmamak için yıllarca topraklarına fink ekmek zorunda kaldılar. Aslında fink, öldürmeyen ama sakat bırakan siyah bir tohumdu. Ancak hayatta kalmak için insanlarının fink ile beslenmekten başka çareleri yoktu.

Fink ayak damarlarında çekilmeye, zaman içinde ayaklarda deformasyon ve sakatlanmalara yol açıyordu. Köylerde zamanla sakatlar çoğaldı ve topalların çoğunlukta olduğu köyler oluştu. Finkin etkisi genellikle kadınlarda görülmüyordu. Bu nedenle yıllarca kadınlar finkli yemekler pişirdi, erkekler de bu yemekleri yedi.

Sonraları insanlar finkin farkına vardı. Kadınlar yemek yaparken finki yemeklere sakatlık dozunu ayarlayarak daha az katmaya başladılar ama dozlar gene tutturulamadı, sakatlar çoğaldı. Hem hayvanlar hem de insanlar sakat kalıyordu.

İnsanlar finkle yaşamaya alışmış, zaman içinde kaderlerine boyun eğmişlerdi. Kendilerince faydalı bir yönünü de bulmuşlardı, sakat kalan erkekler iki yıllık askerlik görevine çürük çıkıp gitmiyor böylelikle köyde kalıyorlardı.

Finke direnenler içinse tek çare Anamur’a gidip zor şartlarda yeni bir hayat kurmak, ya da alınan fitrelerle geçinmeye çalışmaktı.

Bu durum ta ki, bir gazetecinin (Fikret Otyam) 1966 yılında Kara Çukur köyüne gelip, köylülerle ilgili bir yazı dizisi yapana dek devam etti.

Bazen insanlar içinde yaşadıkları duruma alışırlar ve onu hayatın vazgeçilmez bir parçası olarak kabul edip, onunla yaşamaya devam ederler.

Çevrelerine olağanüstü kötü şeyler oluyordur ama kanıksadıklarından farkına bile varmazlar. Tepki gösterenleri zorla sustururlar. Önce alay ederler, sonra kızarlar, sonra da gerekirse cezalandırırlar.

Durumun farkında olanlar için iki yol vardır. Birincisi çekip gitmek, tıpkı Kara Çukur köylüleri gibi başka yurtlarda dilenmek ve mutsuz yaşamlar edinmek, ikincisi ise kalıp mücadele etmek.

Ta ki diğerlerinin de yaşadıklarının kaderleri olmadığına inandırana dek.

Mine Dönmez Ölçer

 
Yorum yapın

Yazan: 13 Nisan 2024 in Bilinmeyenler, Haberler

 

Etiketler: , , , , , , ,

FİZİKTEKİ TEMEL BÜYÜKLÜKLER: EVRENİN DUYGUSAL PUSULASI

15.03.2024- Prof. Dr. Cem Cüneyt ERSANLI -Sinop Pusulası Köşe Yazısı

Evren, sonsuz bir hikâye anlatıcısıdır ve bu hikâye, fizikteki temel büyüklüklerin anlam dolu bir yolculuğunu içerir. Bilim, teknoloji, ticaret ve mühendislik alanlarındaki talepler üzerine 1960 yılında Paris’te düzenlenen “Ağırlıklar ve Ölçümler” konferansında, Uluslararası Birim Sistemi tanıtılarak buna resmi bir statü eklendi. İşte bu kapsamda; uzunluk, kütle, zaman, akım şiddeti, sıcaklık, ışık şiddeti ve madde miktarı olmak üzere fizikte yedi tane temel büyüklük belirlendi. Şimdi bu temel büyüklüklerin neler olduğunu gelin hep birlikte evrenin duygusal pusulasıyla ele alalım.

Uzunluk, evrenin sonsuzluğunu ölçen bir cetveldir; her bir mesafe, bir hikâyenin başlangıcıdır.”

Fizikte sadece temel bir büyüklük olmanın ötesinde, uzunluk yaşamın kendisinin bir yansımasıdır. Uzunluk, sadece bedensel bir boyut değil, aynı zamanda zamanın ve anıların izini süren bir iz düşümdür. Bir çocuğun ilk adımlarıyla başlar uzunluk. Küçük ayaklar, büyük bir dünyayı keşfetmeye açılır. Her adım, bir öncekine uzanan bir geçmişi temsil eder. Uzunluk, geçmişin ve geleceğin bir bağlantısıdır; bir hikâyenin başlangıcı, bir maceranın izidir. Uzunluk, bazen zamanın acımasız yüzünü de yansıtabilir. Bir ayrılık, bir veda, bir bekleyiş… Tüm bu durumlar, uzunluğun hissedilen bir derinliğini taşır. Belki de zamanın ne kadar uzun hissedebileceğini sadece kalpten gelen hislerle anlayabiliriz. Belki de en anlamlı uzunluk, sevdiklerimizle geçirdiğimiz zamanın uzunluğudur.

Kütle, maddenin taşıdığı bir yük değil, aynı zamanda insanın duygusal derinliklerini de yansıtan bir aynadır.”

Kütle, bir cismin içindeki atomların, moleküllerin ve parçacıkların toplam miktarını temsil eder. Kütle, hayatın her anında bize eşlik eder. Bebeklikten yaşlılığa kadar, büyüme sürecimizdeki değişimleri kütlede buluruz. Bu, sadece fiziksel bir büyüme değil, aynı zamanda yaşamın içsel bir evrimidir. Bir şeyin kütle kaybetmesi, bazen duygusal bir hüznü beraberinde getirir; ancak aynı zamanda, bir şeyin kütle kazanması, yeni başlangıçları ve büyümeyi simgeler. Kütle, yaşamın sonsuz döngüsünün bir parçasıdır ve bu döngüde duygusal anlamlar bulur.

Zaman, geçmişin yükünü taşırken geleceğin umutlarını da barındırır; her bir an, bir sonsuzluğun parçasıdır.”

Doğarız, büyürüz, yaşlanırız, ancak zamanın ne kadar hızlı geçtiğini fark edemeyiz. Bir an zamanın kollarında kayboluruz. Bazen zamanın acımasız bir öğretmen olduğunu da düşünürüz. Geçmiş hatalar, gelecekteki kararlar üzerinde bir gölge gibi durur. Ancak aynı zamanda, zamanın iyileştirici bir güç olduğunu da unutmamalıyız. Zaman, yaraları sarar, öğretilerle dolu bir ömür bırakır ardında. Bir gün geri dönüp baktığımızda, zamanın hikâyelerini görebiliriz. Belki de bu nedenle, zamanın derinliklerinde kaybolmak yerine, her anın kıymetini bilmeli, sevdiklerimize zaman ayırmalıyız. Zaman, yaşamın en değerli hazinesidir ve duygu dolu bir yaşamın da anahtarıdır.

Akım şiddeti, elektronların çığlığına karışan evrenin ezgilerini taşır; bir enerji akışının melodisidir.”

Akım şiddeti, elektrik yüklerinin dans ettiği evrenin görünmez bir melodisi gibidir. Lambaların parıltısı, elektrikli araçların sessiz ilerleyişi… Hepsi, akım şiddetinin birer yansımasıdır. Bu akış, sadece teknolojinin gelişimini değil, aynı zamanda insanlığın da evrimsel bir adımını temsil eder. İnsanlar arasındaki bağlar, elektrik devrelerinin birleşim noktalarına benzer. İki insan arasındaki etkileşim, bir elektronun bir yükten diğerine geçişi gibi bir enerji akışını içerir. Elektriğin bir ampulü aydınlatması gibi, duygular da insanın içinde bir ışık kaynağıdır. Belki de en önemlisi, bu akımın insan hayatında bir yankı bırakmasıdır.

Her bir sıcaklık, bir duygunun izini taşır; her bir ısı, bir anın sonsuzluğunu yansıtır.”

Her mevsimin kendi sıcaklığı vardır; ilkbaharın hafif esintisi, yazın kavurucu sıcağı, sonbaharın hüzün dolu serinliği ve kışın beyaz örtüsü altında gizlenmiş soğuk. Bu sıcaklık değişimleri, doğanın yaşam döngüsünü ritmik bir dansa dönüştürür. Sıcaklık, mevsimlerin müziğini çalan bir orkestra şefi gibidir, her bir notayı titizlikle belirler. Fizikte sıcaklık, moleküler düzeyde titreşen parçacıkların enerji seviyelerini belirtir. Ancak bu soyut terim, günlük yaşamımızda anlam kazanır. Bir yaz günü güneşin sıcağından keyif alırken, kışın soğuk rüzgarları arasında sıkıca sarılırız. Sıcaklık, yaşamın renk paletini oluşturan bir fırça gibi, her anı renklendirir. Belki de en önemlisi, sıcaklık insanlığın dayanışma duygusunu etkiler.

Işık şiddeti, duyguların renkli paletini resmeden evrenin sanat eseridir.”

Güneşin sıcak ışıkları cildimize değdiğinde, yağmurla birleşen gökkuşağının renk cümbüşü, ışığın gizemine dair anlamı derinleştirir. Güneşin doğuşu, yeni bir umudu; gün batımı, bir vedanın hüznünü simgeler. Bu doğal ışık oyunları, insanların iç dünyasında duygu fırtınalarını tetikler. Belki de bu yüzden, ressamlar ve şairler, ışığın çeşitli tonları arasında dolaşıp duygu dolu eserler ortaya koyarlar. Işığın şiddeti, sadece evrenin yasalarını değil, aynı zamanda insanlığın duygusal manevralarını da yönlendirir. Bu yüzden, hayatın karmaşıklığında, ışığın izini sürmek, içsel bir keşfe davet eder.

Her zerrenin bir önemi vardır; madde miktarı, evrenin her bir köşesine bir anlam yükler.”

Madde miktarı, atomik düzeydeki parçacıkların toplam sayısını ifade eder; ancak bu terim, yaşamın anlamını ve insan deneyimini de şekillendirir. Madde miktarı, günlük yaşamımızın içinde sessizce var olan bir gerçekliktir. Bir kahve fincanının içindeki kahve tanecikleri, bir bahçenin toprak miktarı veya atmosferdeki gazların miktarı… Hepsi, madde miktarının çeşitli yönlerini temsil eder. İnsanlar arasındaki bağlar, duygusal madde miktarının bir yansımasıdır. Bir ailede paylaşılan anılar, bir arkadaşlıkta hissedilen samimiyet; hepsi, insan ilişkilerindeki madde miktarının birer örneğidir. Bu madde, sevgi, güven ve anlayışın dokusunu oluşturur. Her bir parçacığın, her bir duygunun ve her bir düşüncenin arkasında bir miktar madde vardır. Bu madde miktarı, evrenin ve insanlığın dokusunu birleştiren görünmez bir iplik gibidir. Bu iplik, sadece fiziksel bir ölçüm değil, aynı zamanda insanlığın hikâyesinin özüdür.

Fizikteki bu temel büyüklüklerden her biri, evrenin karmaşıklığına katkıda bulunur ve kendi benzersiz hikâyesini anlatır. Bu hikâyeler, sadece evrenin yasalarını değil, aynı zamanda insan duygularını, ilişkilerini ve anlam arayışını da içerir. Bu temel büyüklükler, evrenin dokusundaki her bir ipliği birleştirir; insanın bilgiye, duygulara ve evrenin gizemine açılan kapıları aralar.

Kalın sağlıcakla.

 

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

KALDIM SIFIR NOKTASINDA

13.03.2024- Ayşe Yaşar SARIKAYA

Etkisiz ve yetkisizce bir noktada çakılıp kalır mı insan?

Dört yıl önce, uzak bir köyde evi tamamen yanan aileye ev eşyası götürmüştük. İşimiz bitince, oraya yakın köylerde eğitim desteği verdiğimiz öğrencilerimizi de ziyaret ettik. Bir yıl önce, Köy Atölyesi Etkinliğimizde cıvıl, cıvıl pırıl, pırıl olan kızımızı, aşırı kilo almış ve yaşam enerjisi sönmüş gördük.

Aileye halı sözüm vardı. Halımızı ve diğer ev eşyalarını birlikte eve taşıdık. Evlerinin arkadan görüntüsünü aldım. Yan tarafta inşaat halinde yeni ev yapıyorlardı. Paraya ihtiyaçları vardı.

Öğrenci, “size özel bir şey anlatmam gerek” dedi.

“Hocam kanser oldum, benim 3 böbreğim varmış. Doktor birini ameliyatla alacak. İlaç tedavisi verdi, ilaçlar kilo aldırdı”

Kız, lise birinci sınıf öğrencisi, henüz çocuk, kıyamam. Şaşırdım, başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Boğazım düğüm oldu, bir güç gittikçe artarak sıkıyor da sıkıyor boğazımı.

” Kızım, doktor ve hastane adını verebilir misin? Ben de görüşür, detayları öğrenirim” dedim.

Birden panik oldu;

” Doktor adını veremem, kimseye adımı vermeyin” dedi. Doktor akrabamız, özel hastanede parasız yapacak, çok iyiliksever.”

“Kızım yakın akraban mı, bu köyden mi? Tahlillerini görebilir miyim? Onları tanıdık doktorlara gösteririm yavrum” dedim. Akraba olmadığı açıkça anlaşılıyordu.

Israrla” hocam, doktorumuz çok iyi, benim için çok uğraştı adını veremem” dedi.

Anne ve baba ile ayrıca görüştüm, onlar da takılmış plak gibi aynısını söylediler. Hiç birini ikna edemedim ve döndük. Kafam karmakarışıktı. Eşi üroloji profesörü olan eğitim gönüllümüzü aradım. Her hastanede böbrek alınamaz, Hastane adını öğrenelim dedi. Öğrenciyi aradım açmadı. Babayı aradım açmadı. Yılmadım, günlerce aradım, açmadılar. Elim kolum bağlı kalakaldım sıfır noktasında. Hangi adımı atarsam, aileye dokunacaktı. Olumsuzluklar ard arda gelecekti.

Aydınlanma kırsallara ulaşmadıkça, yüzümüz gülmeyecek. En uzak köylerde okul açılmadıkça eğitim dengesi sağlanmayacak.

Güçlüyü daha güçlü, zengini daha zengin, zayıfı daha zayıf, fakiri daha fakir yapan sistem, yerini Köy Enstitüsü Modelini çağa uyarladığımız EĞİTİM SEFERBERLİĞİNE bıraksın diliyoruz. İstiyor ve bekliyoruz.

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

NİŞANYAN SÖZLÜK

03.03.2024-A. Yaşar SARIKAYA

Türkçenin söz varlığı konusunda yetersiz dil diyenden tutun da felsefeye uygun dil olmadığına kadar gereksiz yakıştırmalar yapılıyor. Atatürk’ün 1930’lu yıllarda Türk Dili için yaptığı çalışmaları unutmak vefasızlık olur. Halkın kullandığı orijinal sözcükler üzerinde çalışma yaptırmıştır. Harf devriminden sonra da TDK kurulmuştur. 15 Eylül 1928 tarihinde Sinop’a gelişinde, M.Şakir ÜLKÜTAŞIR ile görüşmüştür. Ülkütaşır’ın Sinop Halk Kültürü konusunda yaptığı çalışmaları beğenmiş ve onu TDK’ da görevlendirmiştir.

Severek çalışanlar, emek verenler bir araya getirilmiş ve aynı amaç için zaman harcamış, çok çalışmışlardır. Açıkta saklı gerçekleri görmüyoruz yine de. TDK çalışmaları, yeterli mi, tartışılır. Kurumsal çalışma dışında günümüze yakışır geniş kapsamlı dilbilimci insanlarımızın hazırladığı bir sözlüğümüz var mıdır? Bu da ayrı bir tartışma konusudur. Çalışma yapmadan, bu halkın dilini küçültmek doğru olmaz. Siyaset de, dil bilimi de, diğer kültürlerimiz de halka inmeden yapılınca olmuyor. Halkın söz varlığını değersizleştirme konusunda ısrarcı olanların, bu toprağa ve insanlarına borcu vardır. Ölü sözcüklerimiz, unutulanlar ortaya çıkarılmalıdır. Kök hecelerimizin, eklemeli sözcük üretmenin, halkın dil üretmede doğurgan söz dağarcığının değerini örselemek yakışık almaz.

Türkçe Sözlük araması yaptığımızda, karşımıza NİŞANYAN SÖZLÜĞÜ çıkar. Nişanyan Sözlük Sevan Nişanyan’ın bireysel çalışmasıdır. Hiçbir özel ya da kamu kurumundan destek almamıştır. İlk kez 2002’de Sözlerin Soyağacı adıyla yayınlanan sözlüğün gözden geçirilmiş ve genişletilmiş sekizinci basımı 2020’de gerçekleştirilmiştir.

NİŞANYAN SİTESİNDEN ALINTI :

Sözlüğün amacı standart güncel yazı dilindeki Türkçe sözcüklerin

a) kökenlerini ve

b) tarihi evrimini belgelemektir. Sözcüklerin güncel tanımını vermek amacı güdülmemiştir.

Kelime seçimi

1. Özel adlara (gerçek ve hayali kişi adlarına, yer adlarına, kavim ve aşiret adlarına, cins adı niteliğini kazanmamış ticari markalara) yer verilmemiştir. Az sayıdaki istisna (Allah, Türk, İstanbul, Yunan) kuraldışıdır. Türkiye yer adları için www.nisanyanyeradlari.com adresindeki Nişanyan Yeradları siteme, Türkiye kişi adları için www.nisanyanadlar.com adresindeki Nişanyan Adlar siteme bakınız.

2. Sadece 1960’tan bu yana Türkçe yazılı kaynaklarda yeterli sıklıkta rastlanan sözcüklere yer verilmiştir. Google aramasında Türkçe metinlerde az sonuç veren sözcükler elenmiştir. Bu kuralın doğal sonucu olarak, eskiden Türkçede var olduğu halde son 60 yılda kullanımdan düşmüş olan (amramak, mülabeset), veya yerel ağızlarda kullanıldığı halde genel yazı diline yansımamış olan (kendürük, üyülmek) kelimelere yer verilmemiştir.

3. Çeşitli uzmanlık alanlarına ait teknik terminolojiyi eksiksiz olarak yansıtma amacı güdülmemiştir.

4. Yabancı kökenli sözcükler, Türkçe metinlerde yaygın olarak ve tırnak işareti olmaksızın kullanıldıkları takdirde sözlüğe alınmıştır (e-mail, waffle, upload).

5. Sözlükte maddebaşı olan bir kelimeden Türkçede yaygın kullanıma sahip yapım ekleriyle yapılan türevler (sözlük, senevî, biyolojik) ve maddebaşı olan kelimelerden yapılan bileşikler (maddebaşı, talimatname, seksolog) ayrı madde olarak gösterilmemiştir. Ancak bu tür sözcükler mümkün mertebe ilgili madde(ler) altında listelenmiş ve gerekirse Türkçe ilk kullanımları örneklenmiştir.

6. “Tarihçe” başlığı altında, bir sözcüğün çeşitli formlarda ve çeşitli anlamlarda Türkçede tespit edebildiğim en erken örnekleri gösterilmiştir. Doğal olarak, daha erken örnekler bulundukça kayıtlar güncellenmektedir.

7. Türk Dil Kurumu Yazım Kılavuzu’nda bulunan sözcükler Yazım Kılavuzu’na uygun olarak yazılmıştır. Bulunmayanlarda, günümüz Türk basınında daha yaygın olan yazım biçimi tercih edilmiştir.

8. Sözlük, 1995 yılından bu yana aralıksız sürdürülen bir emeğin ürünüdür. Hemen hemen her gün düzeltme ve eklemeler yapılmaktadır. Her maddeye ilişkin son güncelleme tarihi, maddenin sağ altında görülebilir. (17.06.2011’den eski işlemler kaydedilmemiştir.)Sevan Nişanyan

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , ,

DEKANIMIZLA PROJE TOPLANTISI

21.02.2024- A.Yaşar SARIKAYA

Sinop Üniversitesi – Turizm Fakültesi Dekanı Sayın Prof. Dr. Cem Cüneyt ERSANLI ve Dekan Yardımcısı Sayın Doç. Dr. Olca SEZEN DOĞANCILI, bu gün derneğimize geldiler. Birlikte yürütmeyi planladığımız projenin aşamaları konuşuldu.

BİLKE Dernek Başkanı, Yönetim ve Denetleme kurulundan arkadaşların katılımıyla toplantı devam etti. Sayın Dekan Ve Dekan Yardımcısı, Üniversitenin projeye katkıları hakkında bilgiler verdiler. Y.SARIKAYA, derneğin proje içinde alacağı rollerde neler yapabileceklerini sundu.

Çalışma takvimi hazırlandı, Mayıs ayında sunum ve tanıtım için yer ve zaman kararlaştırıldı. Yarışma içeriği, dikkat edilecek ayrıntılar konusunda ortak görüşe varıldı.

Sinop için olumlu sonuçlar getirmesi hedeflenen projenin, hayırlı olması dileğiyle toplantıya son verildi.

 
 

Etiketler: , , , , , , ,

İSKİT APİ SÖZÜ

25.01.2024

kaynak:

APİ – İskit tanrılar panteonunun tanrıçası. Herodot onu Yunan Gaia ile özdeşleştirir. Api adı doğrudan Türk “apai” – anne, ana ile ilişkilidir (Api, Tr. Ebi/Ebe, doğuran, Havva’nın öncüsü ve İncil’deki “adam” = Tr. man kelimesinin mükemmel bir tamamlayıcısıdır. Api’nin diyalektik bir varyasyonu, b/m değişimi yoluyla Ami olacaktır, bu da onu İskit Api’sinin tam eşleşmesi olan Tr. Tengrian tanrısı Umai ile ilişkilendirir. Yunan analoğu Gea bir primowomb, Zeus’un büyükannesidir; İskit Api’si ve Türk Umai’si de öyle (OTD 611).
Umai’nin akrabaları “umai” = rahim, “um” = mide, “uma” = annedir. Diğer Tr. soydaşlar “api/abi/aby/avy/apa/abba/aba/apai” = sırasıyla anne/büyük kız kardeş/annenin kız kardeşi/babanın büyük kız kardeşi/babanın annesi/”madam”/kocanın kız kardeşi/kadın.
Anlamsal olarak Api, anneliğin ve kadınlığın zirvesidir. İran etimolojisi için V.Abaev, Özbekçe ve Tacikçe “apa” = anne, büyük kız kardeş, tüm IE dilleri arasında sadece modern Tacikler bu eski Türk Apa unvanını benimsemiştir). Herodot IV 59.

 
Yorum yapın

Yazan: 25 Ocak 2024 in Uncategorized

 

Etiketler: , , ,

KILIÇLI KÖYÜNDE ABD VİRGİNİA ÜNİVERSİTESİ MEZUNU KOOPERATİF KURDU

12.12.2023- A. Yaşa SARIKAYA

Büyük emeklerle var edilen Kılıçlı Köyü SİNABELİ KOOPERATİFİ atölyesini, 11. 12. 2023 günü ziyaret ettik. Denetleme Kurulu Başkanı Günsel DİRİ, Yönetim Kurulu Başkanı Y. SARIKAYA ve üyesi Ayfer SALCIER derneğimizin ödüllerini sunmak üzere atölyeye geldik.

Açılış konuşmam : Köylerde KADIN HAREKETİ ve İSTİHDAMI konusunda bu güzel proje model olmalıdır. Kadınlarımız, anaçtır, üretendir, atalar sözünün dediği gibi, ” yuvayı kuran dişi kuştur”. Tüketim toplumu olmak yerine, üretim toplumu olmamız için atılan her adım kıymetlidir. Halk kültürümüzün aynası olan bu projeyi başından beri destekliyoruz. İlk aşamalardan beri karşılaşılan zorluklara, engellere, nasıl göğüs gerdiklerine dernek olarak tanığız.

Ödeneksiz, desteksiz, katkısız bu atölyeyi kuran ve kotaran köy kadınlarımızı yürekten kutluyoruz. Onlara öncülük eden Aylin ve Yücel DEMİRHAN’ın diğer köylerimizdeki kadınlara öncü olmasını diliyoruz” .

Ödül töreninde, her dokumacıya derneğimizin teşekkür belgelerini sunduk. Önce kurucu olarak çok emek veren Y. DEMİRHAN ve ABD Virginia Üniversitesi İspanyol Dili ve Edebiyatı, Ekonomi çift ana dal mezunu olan ve Kılıclı Köyü Sinabeli Kooperatifi Baskanlığını yürüten Aylin Demirhan’a belgesini takdim ettik.

2023 Bilke Halk Kültürü Ödülünü sunduk. Ayrica İspanya Madrid Complutense Üniversitesi, İspanyolca ögretmenliği master programıni da tamamlayan Aylin Demirhan’ı, bu birikimi ile gençlere örnek olduğu ve Köyde Kadın Üretim Hareketini başlattığı için kutluyoruz.

Kurucu Başkan Yücel Demirhan Konuştu:

Yürekli, yılmayan, azimli kadınlara ihtiyacımız var. Dokuma tezgahlarında ritim tutarak Sinop türküsü söyledik birlikte. Türkü dinletisi ardından, her tezgahta dokunan örnekleri inceledik ve kendilerine başarılar diledik.

PROJENİN HİKAYESİ:

PROJE 1. AŞAMA: Aylin DEMİRHAN kolej öğrenci velileri, öğretmenleri ve köylü halk ile birlikte eski okul binası restore edildi.  Kütüphane kuruldu, bilgisayar alındı. SEV Koleji öğretmen ve öğrencileri köyde kamp yaptı köy yaşamını gördü.  Kamp boyunca öğrenciler, öğretmenleri Aylin Demirhan, Rachel Litwak, Mehmet Cemil ve James Farley liderliğinde etkinliklere katıldı.

Grup tarlada çalıştı, inek sağdı, ormanda yürüyüş yaptı. Köy çocuklarıyla tanışıldı oyunlar oynandı, sohbet edildi, okul binasının restorasyonunda çalışıldı. Tarladan sebze toplandı, yemekler pişirildi; armut toplayıp pekmez yapıldı, hamur açıldı mantı yapıldı, kümesten yumurta alıp haşlandı, sofralar kuruldu, toplandı, bulaşıklar yıkandı. Bazı öğrenciler toprağı sürdü, diğerleri doğal tarım amaçlandığı için ilaçlama yapılmadığından otları temizledi, kimisi karık açtı, kimi ekti, kimi de fidelere can suyu verdi.

Tarla aletleri kullanıldı, çiftlik hayvanları tanındı, köydeki börtü böcekle yaşama deneyimlendi. Organik atıklar toprağa geri kazandırıldı.  Yıldızların yoğunluğu, gecelerin sessizliği yaşandı. Güneşin doğuşuyla kalkıldı, batışıyla tavuklar kümese kondu, öğrenciler Karadeniz’in yeşiline, Sinop şivesine ayak uydurdu.

PROJE 2. AŞAMA: Yücel DEMİRHAN, Kılıçlı Köyü Kültür Merkezine dokuma atölyesi kurdu. Köylüden geleneksel dokuma tezgahı buldu, Halk Eğitimi Merkezi ile işbirliği yapıldı. Köydeki genç ev hanımlarına el dokuma kurs açıldı. Kurs belgesi alanların, öğrendikleri sanat ve dokuma kurs belgesi ile istihdamları hedeflendi.

Kursiyerler kursta dokuma eğitimi alırken, çocukların başıboş olmaması için, merkezde Halk Eğitimi Merkezi ve Akşam Sanat Okulu işbirliği ile ana sınıfı açıldı. Kültür Merkezine Ana sınıfı öğretmeni ve geleneksel dokuma öğretmeni atandı.

PROJE 3. AŞAMA: KOOPERATİF kuruldu, adı SİNABELİ oldu ve başkan Aylin DEMİRHAN ile birlikte, üretim ve pazarlama adımlarına geçtiler.

KOOPERATİF Sinop LAVERDA FESTİVALİNDE

Dokumacı kadınlar ödül aldılar:

 
Yorum yapın

Yazan: 12 Aralık 2023 in Etkinlik, Genel Kültür

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

TASI TARAĞI TOPLAMAK DEYİMİNİN ANLAMI

10.10.2023- BİLKE-ALINTI

İlk efsanemiz şöyle. Vaktiyle seyyar berberlerin yasak edildiği bir dönem varmış…

Bu dönemlerde belediye zabıtasını gören berberler sürekli kaçış halindedir. O yasak döneminde berberlerin tek ekipmanı olan tas ve tarağı toplayıp kaçışı bugüne ‘tası tarağı toplama’ olarak geçmiş.

Bağdat’ta Abbas Oş adında meşhur bir dilenci varmış. Mevsimine göre ya cerre çıkmak (yardım toplamak) yahut dilencilik yapmak suretiyle zengin olmuş. Bütün Bağdat’ın tanıdığı bu adamın şöhretinden istifade etmek isteyen bir sefil, Abbas’ı kollamaya başlamış.

Nihayet bir Ramazan gecesinde hamama girdiğini görüp, ardınca içeri dalmış ve kurna başında yanına yaklaşıp şöyle demiş:

Efendim! Bendeniz dilenciliğe başlamaya karar verdim.

Umarım ki bu asil sanatın inceliklerini bu kulunuzdan esirgemezsiniz. Ne türlü usul ve kaidesi var ise bilcümle öğrenmek isterim. Şu mübarek geceler hürmetine lütfediniz.

Bir, her nerede olursa olsun istemeli.

İki, her kimden olursa olsun istemeli.

Üç, her ne olursa olsun istemeli. 

Yeni dilencimiz bu kuralları duyunca hemen Abbas’ın elini öpmüş ve ‘Ben fakirim, bir şeyler ver bana?’ demiş.

Abbas şaşırmış, kendisinin de onun kadar fakir bir dilenci olduğunu hatırlatmış.

Yeni dilenci ikinci kuralı hatırlatmış, herkesten dilenebileceğini söylemiş. Abbas artık diyecek bir şey bulamamış ve ‘Bu kurna başında ben şimdi sana ne verebilirim be adam? Elbisem dışarıda, paralarım evde. İşte ortada bir tasım, bir tarağım var!’

Dilencimiz üçüncü kuralı hatırlatmış, “Her ne olursa olsun istemeli, ben tasa tarağa da razıyım.”

Abbas’ın dili tutulmuş, tasını tarağını alıp hamamdan çıkıp gitmiş. O günden sonra dilenciliğe tövbe eden Abbas neden bu yoldan ayrıldığını soranlara ‘Tası tarağı toplattık, bu işler bizden geçmiş…’ dermiş.onedio.com

Mehmet Kadir KOCABAŞ: Osmanlı İstanbul’unda elit kesimin gittiği meyhanelere “Gedikli” denirdi. Bunlar loncaya bağlı legal yerlerdi. Orta sınıfın müdavim olduğu illegal meyhaneler ise “Koltuklu” idi.

19. Asrın ortalarında sadece Istanbulda 80 gedikli vardı. Koltuklularla birlikte sayının 1000 olduğu tahmin ediliyor. Alt gelir gruptakilerine hizmet eden seyyar meyhaneciler ise “Ayaklı” diye anılırdı.

Sayıları 800’ü geçen ayaklılar, başlarında şerbetiye denen bir başlık ve omuzlarında peşkir ile gezinirlerdi. Bu onların tanınma alametleriydi. Bellerinde koyun bağırsağına doldurulmuş rakı ve kaftanlarının içinde ise kadehler bulunurdu. Bu kadehlere rakı tası anlamında “tas-ı arak” adı verilirdi. Zabıta baskını söz konusu olunca tas-ı arağını gizleyerek kaçmaları gerekiyordu. Bugün kullandığımız “tası tarağı toplamak” deyimindeki tarak, bilindiğiniz saç tarağından değil rakı anlamındaki “arak” tan gelmektedir.(Taner Iriz’den alıntı).

 
Yorum yapın

Yazan: 10 Ekim 2023 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , ,

BAŞSIZ UZAY ADAMI VAKASI

01.10.2023- Mehmet MOLLAOSMANOĞLU- Dünya Uygarlıkları

1973 yılında Van’da Urartulardan kalma olduğu düşünülen bir heykel ele geçirilir ve İstanbul Arkeoloji Müzesine teslim edilir. Fakat her nedense eser sergileneceğine, tam tersi kadife bezlerle sarılıp sarmalanıp kaldırılır. O zaman Türkiye’de yayımlanan ‘Bilinmeyen’ dergisi bu durumu konu eder. Çünkü bir roket içindeki başsız astronot heykelidir sözkonusu olan. Olay Alman dergilerine de yansıyınca dünyanın en tanınmış Sümeroglarından Zecharia Sitchin’in ilgisini çeker. Bu esnada ünlü Alman dergisi Magazin 2000, İstanbul Arkeoloji Müzesi’ne bu eserin neden sergilenmediğini sorar. Gelen yanıt şöyledir:

“Heykel, ait olduğu dönemin tarzını yansıtmıyor, bir uzay kapsülünü andırıyor olsa da elbette o zaman böyle şeyler yoktu. Dolaysıyla heykelin sahte olduğunu düşünüyoruz.”

Dergiye verilen bu yanıtla daha da meraklanan Zecharia Sitchin, sırf bu heykeli görmek için İstanbul’a gelir. O zamanın Arkeoloji Müzesi Müdürü Dr. Alpay Pasinli ile görüşür. Müdür heykelin sahte olduğunda ısrar eder hatta alçı kalıba dökülmüş olabileceğinden bahseder. Bilim adamının ısrarıyla heykel getirilir. Sitchin evirir çevirir ve sorar, “Alçı kalıba dökülmüş sahte diyorsunuz da alçı kalıpların birleşim yeri çizgisi olur hani nerede?” Müdür, malzemenin hafif olmasını örnek gösterekek bu başsız astronot heykelinin alçı ile mermer tozu karışımından yapılma ihtimalinin yüksek olduğunu ve muhtemelen bir şakacının işi olduğunu söyler. Sitchin küçük heykelciklerin yumuşak kayalardan yapılmasının normal olduğunu, sert taştan küçük heykel yapılmasının imkansız olduğunu iddia ederek karşı çıkar. Devamında Z. Sitchin, tarihçi ve Sümerolog olduğu için buna benzer yüzlerce heykel gördüğünü iddia etse de müdür, bu işin sorumluluğu gereği dünyada benzer başka örnekler olduğunu görmeden sergilemeyeceğini söyler… Sitchin’de bir örneğin Meksika’da olduğunu ve resimlerini göndereceğini ilave eder.

Sitchin müzeden ayrılırken uyarmadan duramaz, “Elinizde Giza Piramitlerinden bile değerli bir nesne var, bunu görmek için yüz binlerce insan İstanbul’a gelirdi, siz saklıyorsunuz…” der.

Zecharia Sitchin ziyaretinin ardından müzeye toparladığı dokümanları gönderir, Meksika’daki bir heykelle olan benzerlikleri gösteren belgeler ekler… Arkeoloji Müzesi’nin müdürü Dr. Pasinler ikna olur veya inisiyatifini kullanır ve Ekim 1977 tarihinden itibaren heykel müzede sergilenmeye başlar. Fakat bu durum uzun sürmez, Dr. Pasinler’den sonra gelen müdür heykeli sergiden kaldırır ve kadife kutuların içindeki karanlık yuvasına geri yollar. Çünkü Urartular zamanında astronot olamayacağına göre heykel kesinlikle sahtedir. (Neden konuya açıklık getirecek karbon testi veya benzeri testler yapılmaz ya da özellikle mi yaptırılmaz, bu da benim merakım! Bir de, 2003 yılında Zaman gazetesinde çıkan bir haber yukarıdaki gelişmeleri haberleştirerek aslında heykelin 25 yıllık olduğunu müze müdürünün ağzından söyler ama bunu ispat edecek bir belge ortaya koymaz.Zaman gazetesinin bu haberi bir kaç blok sitesinde tekrarlanır ama dediğim gibi kuru bir iddiadan öteye gidemez hatta yasak savar bir hali vardır.)

Dünyanın pek çok yerinde tarih öncesi devirlerden kalma ve günümüze kadar ulaşmış, uçak-helikopter-uzay adamı heykelleri bulunur ve bunları sergileyen müzeler para basmaktadırlar. Bu gerçeğe vurgu yapan Zecharia Sitchin hayretler içerindedir ve tanık olduğu bu garip olayı ‘The Earth Chronicles Expeditions’ adlı kitabında anlatır. (Türkçe çevirisi de var: Dünya Tarihçesi-Ruh ve Madde Yayınları)

Z. Sitchin’in söz konusu kitabında dikkatimi çeken bir detayı paylaşmak istiyorum (Her ne kadar direk bu konuyla alakalı olmasa da…): Sitchin kitabının başında “…Müttefiklerin saldırılarını savuşturmayı başaran Türk General Mustafa Kemal Atatürk, modern Türkiye’yi kurarak yirminci yüzyıla taşıdı…” der. Daha sonraki bir paragrafta buna rağmen ülkede hâlâ yirminci yüzyıla entegre olamamış zihniyetlerin bulunduğunu ve bunların Atatürk’ten hazzetmediğini anlatır. Ve konuyu bu heykel meselesine getirir…

Mehmet Mollaosmanoğlu- ALINTI

BİLKE YORUM: Gizem, insanı etkileyen, kendine mıknatıs gibi çeken güce sahip diyebilir miyiz ne dersiniz? Konunun gerçekliği zamanla mutlaka bilim insanları tarafından aydınlatılacaktır. Göbeklitepe de gizem doluydu, şimdi dünya tarihine ışık tuttu.

İnsanlık, dinsel, mitolojik, spritüal yaklaşımlara tarih boyu hep ilgi duymuştur. Esas olan, önce kendini keşfetmeli, bilişsel yolculuğuna AKIL ve HİS eşliğinde VİCDAN sahibi olduğunun bilinciyle çıkmalı. Her yerde böyle yolculuk yapalım ve yapanlarla karşılaşalım dileklerimizle.

 
Yorum yapın

Yazan: 01 Ekim 2023 in Haberler

 

Etiketler: , , , , , , , ,