RSS

Aylık arşivler: Nisan 2024

DESTAN KAHRAMANLARI VE ANTİK DÖNEM TANRILARI

03.04.2024- Dr. İbrahim ONAY

TÜRK KÜLTÜR TARİHİ BAKIMINDAN OĞUZ KAĞAN DESTANI VE ÖNEMİ

ÖZET
Türk kültür tarihi bakımından Oğuz Kağan Destanı önemli bir yere sahiptir.
Zira Oğuz Kağan, cihan hâkimiyeti fikrinin ortaya konulması ve bunun gerçekleştirilmesi
noktasında bir takım kurallar ve gereklilikler ortaya koymuştur.
Oğuz Kağan’ın tarihi kişiliği ve kimliği noktasında temel iki görüş bulunmaktadır.
Bunlardan birincisi Büyük Hun Hakanı Mete olduğuna dair görüştür. İkincisi destanda anlatılan fetih hareketlerinden yola çıkarak, daha eski bir döneme yani İskitler dönemine ait olduğu düşüncesidir. Kanaatimizce Uygurca Oğuz Kağan destanı, içerisinde bir takım tarihi katmanlar barındırmaktadır ve başlangıç dönemi olarak Hun döneminden daha eski bir tarihi dönemi işaret eder.
Bu dönem büyük Türk fatihi Alp Er Tunga’nın, İranlıların tabiriyle Afrasyab’ın yaşadığı dönemlere tekabül etmektedir. Bu nedenle Türk düşünce hayatında ve Türk devlet geleneğinde Oğuz Kağan ile Alp Er Tunga arasında bir ilişki kurulabilmiştir.

Oğuz Kağan Destanını Anlatan Kaynaklar
Oğuz Kağan destanını anlatan başlıca iki kaynak bulunmaktadır. Bunlardan birincisi yazarı bilinmeyen ve bir Uygur tarafından yazıldığı anlaşılan Uygurca Oğuz Kağan destanıdır. Uygurca yazılmış olan bu eser W.Bang ve G.R. Arat tarafından 1936 yılında Türkçeye çevrilmiştir. Uygurca eserin tam olarak
ne zaman yazıldığı bilinmemektedir. Pelliot yaptığı araştırmalar sonucu vardığı kanaatle eserin 1300 yıllarına doğru Turfan‘da kaleme alındığını ve bu metnin XV. yüzyılda bir Kırgız bölgesinde hemen hemen hiç değiştirilmeden yeniden düzenlendiği sonucuna varmaktadır. (Pelliot, 1995: 103). İlk bölümü eksik olan
bu eser bugün Paris Milli kütüphanesinde bulunmaktadır. Diğer kaynak ise XIV. yüzyılın başlarında İlhanlı sarayında yaşamış Reşideddin’in yazıya geçirdiği eserdir. XV. yüzyılda yaşamış Yazıcıoğlu ve XVII. yüzyılda yaşamış Ebu-l Gazi Bahadır Han, Reşideddin’in rivayetlerini Batı ve Doğu Türkçesine çevirmişlerdir.
Faruk Sümer, Reşideddin’in bu rivayetleri doğrudan doğruya sözlü kaynaklardan aldığını söylediği halde Zeki Velidi Togan, Reşideddin’in yazılı kaynaklardan faydalandığını söyler. (Kaplan, 2006: 110-111). Kaplan’a göre; Reşideddin, Uygurca Oğuz Kağan destanından istifade etmemiştir. Zira ikisi arasında büyük
farklar vardır. (Kaplan 2006: 110-111). Uygurca Oğuz Kağan Destanını, Reşideddin ve Ebu-l Gazi’nin eserleriyle mukayese eden Pelliot ise ikisi arasındaki temel farklara işaret eder; Uygurca metinde ne İslam dinine, ne de Budizm, Nasturilik, Manicilik gibi başka bir dine ait bir unsur bulunmadığını, destanın
eski Türk dinine ve Türk niteliklerine daha uygun olduğunu bu nedenle daha eski olduğunu belirtir. Ayrıca Türklerin ve Moğolların kökeniyle ilgili en eski metinlerde birinci derecede önemi olan “boz kurt” öyküsü de aynı şekilde bir eskilik kanıtıdır, ama ne Reşideddin, ne de Ebulgazi, Oğuz’la ilgili olarak
bundan bahsetmemektedir. (Pelliot, 1995: 95). Gömeç de Oğuznameler değerlendirilirken
İslam öncesi unsurları bünyesinde barındıran Uygur Türkçesiyle yazılmış nüshanın esas alınması gerektiği kanaatindedir.( Gömeç, 2004: 121)
Oğuz Kağan destanının dini hayata dair öğeler barındırması, Oğuz Kağan’ın
misyonuyla ilgili farklı düşüncelerinde ortaya çıkmasına neden olmuştur. Bu konuyla ilgili görüşünü belirten Gömeç: “Tarihte, Oguz adıyla gelen bir peygamber ve onun dinini yaymak için üyesi olduğu milletle beraber yapmış olduğu mücadele, belki de zamanla bir kahramanlık destanına da dönmüş olabilir!
Nasıl ki, Hz. Muhammed’in İslamiyeti yayarken yapmış olduğu savaşlar ve başından geçen hadiseler, kahramanlık hikâyeleri şeklinde süslenerek aktarılıyor ise, Oguz için de aynı şeyleri neden düşünmeyelim?” (Gömeç, 2004: 116) görüşündedir.

TAMAMI:

https://dergipark.org.tr/tr/pub/tsadergisi/issue/21497/230487

BİLKE YORUM: Mitolojide, tanrılar ve tanrıçaların hikayeleri vardır. Bu mitolojik hikayeler, evrenin yaratılması, tanrılar ve kahramanların yaşadıkları olayları aktaran öykülerden oluşur. Bizim de destanlarımız vardır. M.Ö. var olan destanlar da mitolojik hikayelerle doludur. Kültürel zenginliğimizdir.

“ÇULLU GÖRDÜN DEĞİRMENCİ Mİ SANDIN” atasözü Anadolu’da yaygındır. Atalar neden söyler bu sözü?. Giyimi kuşamı, makamı ve zenginliği ile yükseklerde uçan ve kendini yüksek görenlere söyler. Göçer kültürünün, sebep ve sonuçları anlaşılmalı, uyumlanma sorunları irdelenmelidir. Türk Kültürünü taşıyan bu insanların diline, kültür değerlerine aşağılayıcı bakışlar sorgulanmalıdır.

 

Etiketler: , , , , , , , ,

SİNOP SERAMİK ÇAMURU VE AMFORALAR

02.04.2024- Ayşe Yaşar SARIKAYA

Korucuk, Ordu köyü sahili ve denizin içinde yumuşak, yapışkan bir toprak vardır. 1993 yılında Halk Eğitimi Merkezinde çalışırken, valimiz Sayın Adil Yazar’ın gayretleri ile müdürlüğümüze seramik fırını kuruldu. O zaman bu çamuru şekillendirip seramik fırınında denedik. İlk denemelerimizde, ürün fırından çıkınca çatladı. Daha sonra çamurdan güzel sonuçlar aldık. Ürünler fırından çıktığında, kiremit ve tuğla renginde idi. Boyabat’ta tuğla, kiremit yapımında kullanılan toprakla benzeşiyordu.

FOTOĞRAF: 2008- Y. SARIKAYA- Fen Lisesi öğrencileri ile Sinop toprağı araştırması yaparken

Sinop toprağı eskiden de, amforalarda kullanılmıştır. Hem toprak özelliğinden, hem de limandan Avrupa’ya kolay sevk edildiğinden dünyaca ünlüdür. Arkeolojik kazılarda bulunan seramik fırınları ve amforalar bilgilerimizi doğrulamaktadır.

1993 yılında Türk ve Fransızlardan kurulan arkeoloji ekibi, Sinop’ta amfora atölyeleri araştırması yapmıştır. Ekip, Sinop ve çevresinde 20 km çapındaki bir arazide yaptığı bir haftalık çalışma ile 8 atölyenin yerini tespit etmiştir. Boztepe Yarımadasında yapılan kazılarda, Helen Dönemine ait 3 atölye bulunmuştur. Bu örnekler arasında,  kulpunda çömlekçinin veya şehrin hakiminin adını taşıyan damgalı amforalar ve paralarda görülen “yunus üzerinde kartal” sembolü vardır. Demirci limanında M.Ö.3.yy’ dan, 7.yy’ a kadar faaliyette olduğu tahmin edilen büyük bir atölye bulunmuştur. Pek çok amfora çeşidi bu çalışmalardan sonra Sinop yapımı diye ayırt edilebilmektedir. “havuç amfora” olarak adlandırılan kırmızı kilden yapılmış, uzun boyunlu, ince gövdeli, minik kulplu amforalar bu örneklerdendir.[1]

Sn. Ersin Döğer, “Antik Çağda Amforalar” adlı kitabında batıdaki birçok merkezde, mühürlü 20.000 Sinop amforasının bulunduğunu belirtir.

Sinop’un tarih ve kültür sayfalarını çevirdikçe, karşımıza ne güzellikler çıkıyor ve daha neler de çıkacak.  Bu şehir, uygarlıkların gözdesi olma özelliğini, sahip olduğu bu zenginliklerden alıyor. Toprağımızın bir de boya özelliği vardır. Strabon, Sinop toprağından elde edilen boya hakkında, iki bin yıl önce şunları anlatıyor:” Kapadokya’da Sinopeli olarak adlandırılan bir aşı boyası yapılır. İberyalılar bununla rekabet ettikleri halde, bunlarınki dünyadakilerin en iyisidir. Sinopeli olarak adlandırılmasının nedeni,  Ephesosluların ticareti Kapadokya halkına ulaşıncaya kadar, buralı tüccarların onu Sinope’den sevk etmeyi adet edinmelerindendir.[2]


[1] Arkeolog Dr. Selin Tezgör, 1998/ Skylife Dergisi

[2] Strabon Coğrafyası, s, 12

Kaynak: Y. SARIKAYA, Bir İnci Memleketim-2010-S, 56-57

 

Etiketler: , , , , , , , ,

Ah bir ataş ver türküsünün yürek dağlayan hikayesi

01.04.2024- Tarihi Olaylar

O kahreden olay 4 Nisan 1953 yılında yaşanmıştı. Çanakkale Boğazı açıklarında Lara bunu açıklarında Türk donanmasına ait Dumlupınar denizaltısı, uzun ve yorucu bir görevden sonra donanmasıyla birlikte istirahata çekilmek üzere limana yanaşıyordu.

Hava şartları çok kötüydü, sis vardı, yağmur vardı… İstirahati hayal eden donanma limana yaklaşırken çok büyük bir gürültüyle sarsıldılar. Denizaltı İsveç donanmasına ait bir şileple çarpışmıştı. O sırada 8 kişi güvertedeydi ve bunlardan 2’si pervaneye takılarak öldü, 1’i boğularak öldü, 5 kişi ise kurtarılabildi. Geminin içerisinde ise 81 mürettebat vardı ve sadece 22 kişi torpidoya saklanarak kurtulmayı başarmışlardı, tabi ki kendilerini bekleyen daha kötü bir sondan habersizce.

Denizaltı denizin dibini boylamıştı. Topridodaki 22 kişi yüzeye bir şamandıra fırlatarak içerisindeki telefon kablosu aracılığıyla merkezle iletişime geçtiler. Olayı anlata mürettebatta merkezden cevap gelmişti “Gerekmedikçe konuşmayın, türkü söylemeyin ve sigara içmeyin”

Kahraman askerler olacaklardan habersiz bir şekilde ülkelerinin kendilerini kurtarmalarını bekliyordu. Fakat kendileri dışındaki herkes durumu biliyordu o zamanın teknolojisiyle o askerleri oradan çıkarmanın mümkünatı yoktu. 

O sırada O anda askerlere bir anons geldi ” rahatça konuşabilirsiniz, türkü söyleyebilirsiniz, sigara içebilirsiniz”

Umutlar tükenmişti askerler artık ölümü bekliyordu. 22 kahraman askerin son sözleri “herşey buraya kadarmış kumandan, birer cigara yakalım mı?” oldu.

Tüm ülke seferber olmuştu ama sonuç belliydi kurtulamayacaklardı. Kurtaran gemisi olaydan 12 saat sonra ancak oraya gelebilmişti. 25 saat sonra ise anca sabitlenebilmişti. O sırada şamandıra ile torpido arasındaki kablo kesildi ve iletişim koptu. Dalgıçlar 100 m’ye yakın derinlikteki Dumlupınar batığına erişmeye çalışyorlardı ama nafile. Hava çok kötüydü su altı dalgaları dalgıçları savuruyordu. Kurtaranın yanlışlıkla kestiği kablo olmayınca dalgıçların kabloyu takip etmesi de olanaksızlaşmıştı. On bir dalış yapıldı ama hiçbiri başarılı olamadı. Yine de Yılmaz Süsen adlı bir dalgıç 80 m dalmayı başarmış hedefine 11 m kalmıştı. İşte o anda basınca dayanamayıp şuurunu kaybetti. Vurgun yemenin kıyısından dönmüştü. 15 saat sonra ancak şuurunu açabildiler. Kurtarma çalışmalarına katılan Amerikalılar dalgıç için şu cümleyi kullanmışlardı “Ölümle arasında hiçbir şey kalmamıştı” 7 Nisan’da 3 gün süren çalışmalar sonucunda Milli Savunma Bakanlığı artık kurtarma çalışmalarını durdurduğunu ve umutların kesildiğini bildirdi.

22 asker ölüme terkedilmişti. Türkiye’nin en karar günlerinden birisi 4 Nisan 1953 olarak tarihe geçti. “Ah bir ataş ver” türküsü ise buradan gelmektedir. Hikayesini bilen herkes her duyduğundan gözyaşlarına bu nedenle boğulur… tarihi olaylar.com

BİLKE YORUM: Yaşadığımız toprakların derinlerine indikçe, hafızadan gerçek fışkırıyor. Attıkça sırtımızdan gereksiz yükleri, karanlıklar aydınlanıyor. Bir türkü, kalın bir kitap gibidir; oku oku bitmeyen. Bu yurdun geçmişi, dolu doludur; Anadolu’dur sönmeyen.

 
Yorum yapın

Yazan: 01 Nisan 2024 in Genel Kültür

 

Etiketler: , , , , , , , , ,