RSS

Aylık arşivler: Kasım 2024

AKDENİZ KIYILARI “BABAAA” HAYKIRIŞI İLE YANKILANDI

17.11.2024- Turgut ÜNSAL(İki yaka bir deniz hikayesinden) – Yusuf Ziya ÖZALP

60 yıl öncesiydi. Kış, Simi Adası’na beyaz bir yorgan gibi serilmişti o sabah. Balıkçı Aristo, oğlu Vasili’yi usulca omzundan tutarak kayığa yönlendirdi. Deniz, sanki yüzlerce yıllık bir efsanenin sırrını mırıldanıyordu. Aristo, bu sesleri dinleyerek büyümüştü. Babasından ve onun babasından kalan bilgiyi şimdi oğluna aktaracaktı.

Her dalga, her fırtına, her yıldız, onun için birer harf, birer kelimeydi. Vasili’ye öğretilecek çok şey vardı. Balıkçılık, yalnızca bir meslek değil, yüzyılların deniz kokulu mirasıydı. Kayık usulca Simi limanından ayrıldığında sabahın serin rüzgarı yüzlerini yaladı. Gökyüzü gri ve öfkeli bulutlarla kaplanmaya başlamıştı. Aristo, bu değişimi bir denizcinin sezgisiyle fark etti. Daha güçlü küreklere asıldı ama rüzgar oyunbozan bir çocuk gibi kayığın etrafında dolandı, büyüdü ve lodosun hırçın kollarına dönüştü. Kayık, devasa dalgalarla savrulurken Vasili’nin minicik bedeni, korkunun soğuk elleri tarafından esir alınmıştı. Parmakları, kayığın kenarına sıkıca yapıştı, gözleri kocaman açıldı, sessiz bir dua gibi babasına baktı.

“Vasili, korkma!” diye bağırdı Aristo, sesinin titremesine engel olmaya çalışarak. Oğlunun gözlerindeki korkuyu yok etmek istiyordu ama deniz, bu küçük balıkçı ailesini acımasızca sınamaya kararlıydı. Poseidon çıldırmıştı adeta. Deniz beşik, kayık beşikte ağlayan bebek gibiydi. Sicim gibi inen yağmur, hız rekoruna soyunan fırtına onları tanıdıkları sulardan koparıp Datça’ya doğru sürüklüyordu.

O sırada Datça’nın sularında, Süleyman Badal ve kardeşi Mehmet de avdan dönüyordu. Onlar da, çocukluklarından beri denizin şarkılarını dinleyerek büyümüş, hayatlarını onun cömertliğine bağlamışlardı. Rüzgarın tuhaf bir uğultuyla konuştuğunu duyduğunda Süleyman, bir kayığın dev dalgalar arasında yalpaladığını gördü. Hemen küreklere asıldı, kararan denizin ortasında yardım çağrısına kulak verdi. Aristo ve Vasili’nin çaresiz kayığını kendi sandalı Kara Mehmet’e yanaştırdı.

Gün kararıyordu. Simi’ye geri dönülecek gibi değildi hava. “Misafirimiz olursunuz,” dedi Süleyman, sesi gür ama güven vericiydi. “Hava düzelince geri dönersiniz.” Kargı koyuna doğru yol aldıklarında, aniden sahil koruma botunun acı sireni havayı yardı. Aristo’nun yüreği bir anlık umutla çarptı, sonra o umut, tutuklanma anının soğuk gerçekliğine dönüştü. Çünkü izinsiz Türk karasularına girmişti, casusluk şüphesiyle tutuklandı, Kavakdibindeki hapishaneye kapatıldı. Küçük Vasili, babasının kolundan koparılışını gözyaşlarıyla izledi.

“Baba!” diye haykırdı, sesi rüzgarın hırçınlığa karıştı.

Süleyman Badal, gözlerindeki acıyı saklamaya çalışarak Vasili’ye yaklaştı.

“Ağlama, küçük,” dedi, o kocaman ve nasırlı ellerini çocuğun omuzlarına koyarak.

“Baban yoksa ben varım. O özgür kalana kadar birlikteyiz.”

Bu sözler, denizin iç çekişine, fırtınanın iniltisine bir cevap gibiydi. Vasili, Süleyman’ın evinde ikinci bir yuvaya, sıcak bir aileye kavuştu. Her sabah, annesi gibi onu seven Süleyman’ın eşi, masanın başında bir tabak sıcak çorba ile karşıladı onu. Mehmet, yeni bir kardeş gibi koluna girip sokaklarda gezdirdi. Yıllar birbirini kovaladı, fırtınalar dindi, deniz sakinleşti. İki yıl aradan sonra bir gün, Aristo özgürlüğüne kavuştu. Baba-oğulun gözyaşlarıyla kucaklaştığı o an, Datça’da hayat bir an durdu.

Vasili, yeni ailesine minnetle veda etti, Aristo ile birlikte Simi’ye geri döndü. Yıllar yıllar sonra, genç bir adam olan Vasili, Datça’dan gelen bir haberle sarsıldı. Süleyman Badal, onu hayata bağlayan adam, son nefesini vermişti. O an Vasili’nin yüreği, onca zaman denizin bağrında birikmiş tüm acılarıyla yankılandı. “Babaaa!” diye haykırdı, sesi Simi’nin kayalıklarından denize savruldu. Lodos, sanki o feryadı alıp Datça’nın kıyılarına götürdü. Orada, kayaların arasında, rüzgar hâlâ o kelimeyi taşıyor gibiydi; bir babanın yerine geçen, bir çocuğun kalbine kök salan o adamın anısını. (Datça’da yaşanmış olan ve dilden dile dolaşan bu hikaye, Turgut Ünsal’ın “İki yaka bir deniz” isimli çalışmasından ve Yusuf Ziya Özalp ‘in yazılarından kurgulanmıştır.”

 
Yorum yapın

Yazan: 17 Kasım 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

ORHAN VELİ’Yİ KIZ KARDEŞİ ANLATIYOR

16.11.2024- Edebiyat Sevgisi

Orhan Veli’nin kız kardeşi Füruzan Yolyapan bir röportajında anlatıyor:

“Orhan Veli, futbolu çok severdi. Koyu Galatasaraylıydı. Formaları ve bir sürü sarı-kırmızı çorapları vardı. Sokakta ayağına taş ya da başka bir şey gelmesin, hemen vururdu. Bu yüzden ayakkabılarının uçları hep aşınmıştır.”

“Şişli’ye yeni taşınmıştık. Bir gün misafirler de vardı, oturuyorduk. Birden kayboldu ortalıktan. Ben balkona sigara içmeye gittiğini tahmin ettim. Yanına gittim. Üzerinde beyaz çizgili bir gömleği vardı. Babam sigara içtiğini biliyordu.

‘Ağabey, buna bir son vermelisin, gel içeride iç, babam biliyor’ dedim.

Bana bir sarıldı,

‘Fırfırcığım, babamın 3 günlük ömrü kaldı, onu kırmaya değer mi?’ dedi.

3 gün sonra da kendisi öldü. “

Ne acıdır ki bazen evlatlar babalarından önce göçer, öyle olacağını tahmin bile etmeden.

“Biliyorum, kolay değil yaşamak, ama işte,

bir ölünün hâlâ yatağı sıcak, birinin saati işliyor kolunda.

Yaşamak kolay değil kardeşler.

Ölmek de değil.

Kolay değil bu dünyadan ayrılmak. ”

Orhan Veli KANIK Ölüm Yıldönümünü

Anısına Saygıyla ( 14-Kasım-1950)

 
Yorum yapın

Yazan: 16 Kasım 2024 in Eğitim

 

NAZCA’NIN SÜPÜRGELİ DELİSİ

15.11.2024- Bilhan AKKAYA

Nazca çizgilerinin gerçek hikayesi Hazırlayan: Bilhan Akkaya

– Sen onunla tanıştın mı büyükbaba?

– Evet, ben de çocukken tanıştım. Ama arkadaşlarımın aksine ben ona el sallardım ve onlar ona hakaret ettiklerinde sessiz kalırdım çünkü bana iyi bir insan gibi görünürdü…

-Arkadaşların ona hakaret mi etti? Ona ne diyorlardı?

– Geçerken gördüklerinde ona “Çılgın Gringa” diye bağırırlardı çünkü insanlar ona,

“süpürgeli deli kadın geçiyor” diye sesleniyordu.

Aslında ona pek iyi davranmadık, çünkü herkes için; çölü süpüren çılgın bir kadındı, çünkü onu erken saatlerde süpürgesi ile kumları süpürür, ölçer ve anlaşılmaz resimler yapıp matematiksel hesaplamalar içinde görürdük. Onu kimse anlamadı…

– Kasabada yaşamıyor muydu?

– Hayır, uzaklarda, kum tepelerinin arasında yaşıyordu”.

Kimse onun ne yaptığını umursamıyordu ve bize hiçbir şey söylemese de bazı çocuklar ondan korkuyordu. Ona hakaret ettiğimizde, sadece sessizce bize bakardı, sadece şımarık veletler olduğumuzu söylermiş gibi…

– Başka ne oldu?

– Birkaç yıl sonra “Deli Gringa” sayesinde dünya Nazca çizgilerini tanımaya başladı; biz bile birkaç metre ötede neler olduğunu bilmiyorduk. Ve sonra yurtdışından başka insanlar fotoğraf çekmek ve çalışma yapmak için geldi. Ve birdenbire dünya bizim bölgemizle ilgilenmeye başladı, hükümet bizi daha çok önemsedi; elektrik, su ve turistler geldi. Çevremizde bir ticaret yapıldı, çoğumuz artık eskisinden daha iyi yaşamaya başladık. Hepsi “Çılgın Gringa”nın yaptığı şey sayesindeydi. “

– Öldü, değil mi? Büyükbaba bir kutuyu açtı ve mektupları, eski resimleri ve sararmış gazete kupürlerini aramaya başladı.

– Evet, evet. Büyüdüğünde ve hastayken, sağlığı kötüleşene kadar kaldığı Nazca Turist Oteli’nde yaşamak için çölden ayrılmak zorunda kaldı. 1998’de öldüğü yere, Lima’ya götürüldü. Hükümet ona Peru vatandaşlığını verdiğinde bir gazete haberi sakladım. Bizim hakkımızda söylediklerini yüksek sesle oku, -dedi büyükbaba torununa zamanla eskitilmiş bir gazete küpürünü uzatıyor ve ona bir paragrafı işaret ediyordu. Carlos yüksek sesle okudu:

– “Eserimle adaletsizliği ortadan kaldırmak ve Perulular’ın kültürel, ahlaki ve özel fiziksel niteliklere sahip insanlar olarak kendi saygılarını geri kazanmalarını istiyorum.

– Ne güzel sözcükler! Carlos şaşırdığını söyledi ve eğer şimdi hayatta olsaydı onunla konuşur muydun? diye sordu. Büyükbabam cevap vermedi. Ancak çölü süpüren çılgın kadına teşekkür etmek için yanaklarından akan iki gözyaşı kesinlikle bir cevaptı.

Kaynak: Alman araştırmacı Maria Victoria Reiche Neumann. Mitolojik Nazca çizgilerinin keşfedicisi – Ica – Peru. Metnin ana yazarı: Chemo Morales Garcia. Kökenlerine sahip çıkmaya çalışan asil bir kadının gerçek hikayesi. Bilhan Akkaya

 
Yorum yapın

Yazan: 15 Kasım 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , ,

İSTİKLAL YOLUNDAN GEÇENLER

14.11.2024- Ayşe Yaşar SARIKAYA

Sinop’ ve KURTULUŞ ANITI konusunu ne zamandır gündemde tutmaya çalışıyorum. Nerede şehit oldu bilinmeyen, mezarları bile olmayan gariplerin anısını yaşatmak üzere konuyu resmi makamlara iletmeye devam ediyorum.
Sarıkamış’ta donanlar, Çanakkale’de, Kafkaslarda, Balkanlarda, Trablusgarp’ta, Yemen’de ve diğer
cephelerde kahramanca ölen isimsizlere vefa borcumuzu ödeyelim.
Biliyoruz ki Sinop, nüfus oranına göre Türkiye’de en fazla şehit veren iller arasındadır. İnebolu sahilinden
başlayarak Kastamonu ve Çankırı üzerinden Ankara’ya uzanan yolu bilir misiniz? Kurtuluş Savaşı boyunca, İnebolu’ya deniz yoluyla gelen cephanenin kağnılarla cepheye ulaştırılmasında kullanılan yol İSTİKLAL YOLU’ dur bu yol.
Sinop’tan İnebolu’ya akın, akın asker sevk edilmiştir. Bilindiği gibi, o zamanlar, nüfus yoğunluğu köylerdedir. Köylerde, saban sürülür, ekinler ekilir, orakla biçilir, buğday değirmende öğütülür. Atatürk’ün tanımıyla “KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİDİR”.

Yıl 1835, BOA Sinop ve köyleri nüfus kayıtlarını araştırdığımda, Sinop köylerinden, 12- 13- 15 yaşında
askere giden çok çocuk olduğunu gördüm. Bu çocuklar ve bu çocukları özlemle bekleyen analar, hepsi
yüreklerinde hasret ateşiyle ebediyete göçüp gittiler. O analar için, ölene kadar asker babasının yolunu
gözleyen anneannem gibi özlemle gözü açık gidenler için, değer bilmeliyiz.

18 Mayıs 1919 günü Bandırma Vapuru Sinop’a gelmiştir. Atatürk’ün Sinop’a geldiğini kanıtlayan F. Rıfkı ATAY-ATATÜRK’ÜN BANA ANLATTIKLARI 1914-1919 kitabı sayfa, 141-142 diyor ki;
…………….Beynimden bir şimşek geçti: Tutabilirler, sürebilirler, fakat öldürmek! Bunun için beni
Karadeniz’in coşkun dalgalan arasında yakalamak lazımdır. Bu ihtimal mantıki idi. Ancak artık benim
için yakalanmak, hapsolmak, nefyolma, (sürülmek) düşündüklerimi yapmaktan menedilmek, hepsi
ölmekle müsavi idi. Hemen karar verdim, otomobile atlayarak Galata rıhtımına geldim. Baktım ki
rıhtıma yanaşmış olacağını sandığım vapur, uzaklardadır. Sandallarla vapura gittik. Kaptana yola
çıkmak için emir verdimse de Kızkulesi açıklarında muayeneye tabi tutulduk. Birkaç ecnebi zabit ve
askeri bizi yoklayacaklardı. Muayene uzayıp gitti. Gelip gidildiğine göre acaba bunlarla şehirdekiler
arasında bir muhabere mi vardı? Maksat beni tevkif etmekse, bütün bu şeylere lüzum yoktu,sıkılıyordum. Bir kararsızlık da olabilir, diye düşündüm. Bundan istifade edebilmek için kaptana
hareket hazırlıklarını çabuklaştırmasını söyledim. “Yirmi yedi yıllık ihtiyar kaptan demir aldırmaya
başladı. Ben kaptan yerinde idim. Zabit ve askerler dışarı çıktılar. Hareket ettik. Karadeniz
boğazından çıkarken, kaptana tehlikeli ihtimalleri anlattım. Cevap verdi:

– Ne aksi, dedi, bu denizi pek iyi tanımam, pusu!amız da biraz bozuk… “
Mümkün olduğu kadar kıyılan takip etmesini tavsiye ettim. Çünkü bundan sonra benim tek istediğim,
Anadolu’nun bir kara parçasına ayak basmaktan ibaretti. “Sahili takip ede ede evvela Sinop’a geldik.
Kasabaya çıktım. Oradakilerle görüşerek, Samsun’a kolaylıkla gidilebilecek yol olup olmadığınısoruşturdum. Maatteessüf yokmuş! Çok zorluk çekecek ve günlerce yollarda kalacaktık. Bilmem
neden, Samsun’ a bir an evvel ayak basmak için o kadar acele ediyordum ki zaman kaybetmektense
tehlikeye göğüs germeyi tercih ettim. “Tekrar Bandırma vapuruna bindik. Aynı tertipte seyahat
ederek, nihayet Samsun Limanı’na vardık! “

2025 18 MAYIS günü SİNOPLULAR olarak hep birlikte kutlayalım umuduyla…

 
Yorum yapın

Yazan: 14 Kasım 2024 in 18 Mayıs 1919

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

KUMUN EN NADİR FORMU “YILDIZ KUMU”

13.11.2024- Hüseyin KEKLİK

Kumun en nadir formlarından biri olan yıldız kumu hem güzel bir manzara hem de bilimsel bir mucize. Japonya’nın Taketomi, Hatoma ve Iriomote adalarında bulunan yıldız kumu, tam olarak adının anlattığı şeydir. Yıldız şeklindeki küçük, milimetre büyüklüğündeki kum parçaları. İlk bakışta plajlardaki diğerlerine benziyor. Sadece ziyaretçiler üzerinde durdukları plaja daha yakından baktıklarında bunun sıradan bir kum olmadığı anlaşılıyor.

Kum parçacıklarının küçük boyutlarına rağmen, plajda seyirciler bu inanılmaz beş köşeli yıldız şeklini çıplak gözle görmekte sorun yaşıyorlar. Pek çok plajdan farklı olarak, Hoshizuna Plajı ve çevresindeki diğer Japon plajlarındaki kum, kaya ve minerallerden değil, önceki organizmaların kalıntılarından oluşmaktadır.

Her küçük yıldız Foraminifera olarak bilinen küçük, tek hücreli organizmaların dış iskeletidir. Dalgalar sahilde yuvarlanırken, su, bu küçük organizmaların kabuklarını ve dış iskeletlerini beraberinde taşır ve eşsiz sahil şeridini oluşturur. Baculogypsina sphaerulata olarak bilinen bu özel, yıldız şeklindeki Foraminifera türü, sadece Doğu Asya’nın mercan resiflerinde bulunur ve bu özel kumu dünyanın en nadir bulunanlarından biri yapar.

 
Yorum yapın

Yazan: 13 Kasım 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , ,

LİMON SATTIM BİSİKLET ALDIM

12.11.2024-Ahmet Şerif İzgören

BANA BİR BİSİKLET ALIR MISINIZ ?

Ortaokul son sınıftayım. Babam Çankırı’da görevli, subay lojmanlarında oturuyoruz. Bütün arkadaşlarımın bisikleti var, bir benim yok. Sınıfı da geçtik… Babama gittim.

“Bana bir bisiklet alır mısınız?” dedim.

“Çalış kendin al.” cevabını aldım.

“Nasıl?”

Beni aldı, Çankırı’nın göbeğinde herkesin gülüşüyle tanıdığı ‘Neşeli’ diye bir manav vardı, ona götürdü. Bir kasa limon aldı, bana verdi

“Borcun şu kadar, bir ay sonra ödersin.” dedi.

Kişiliğe bak; biz bisiklet istiyoruz, babamız limon kasası alıp veriyor. Çok hırslandım ve sinirlendim. Ertesi gün çarşamba sabahı erkenden Çankırı pazarına gidip limon kasamı koydum ve satışa başladım. Lojmandan tanıdığım teyzeler geçiyor, arkadaşlarımın anneleri, kıpkırmızı oluyorum. Bir süre sonra olayı duyan arkadaşlarım tezgâhın başına doluştular.

Ayaklarda Nike’lar, Adidas ayakkabılar, havalı kotlar… Ben güneş altında limon satıyorum, karizma falan kalmadı.

“Oğlum çok zevkli.”

“Hadi yaa?”

Sonraki hafta arkadaşlarım ellerinde benim limonlardan onar tane alıp pazarda dolaşmaya başladılar. Bu arada ben rüyalarımda ve gündüzlerimde babama karakter atıyorum. İki ay sonra biriktirdiğim paralarla babamın kitap okuduğu odaya girdim, parayı babamın masasının üzerine bıraktım.

“Git bana bisiklet al!” dedim ve çıktım.

Türk filmlerinden çalışılmış bir sahne. Nasıl gurur, nasıl gurur!.. Babam bana bal renkli, vitesli Polo marka harika bir bisiklet aldı. Yıllar sonra benim babamın önüne koyduğum parayla bırakın bisikleti, o bisikletin pedalını alamayacağımı fark ettim. Bana belli etmeden paranın ve çabanın değerini öğretmişti. Babasından aldığı harçlıklarla büyüyen bir çocuk olsaydım bugün sahip olduğum mücadele ruhunun çok ufak bir bölümüne bile ulaşamayacaktım. O günden sonra bir daha babamdan para istemedim.

 
Yorum yapın

Yazan: 12 Kasım 2024 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

ÖLÜ EVINDE NEDEN IRMIK HELVASI YAPILIR?

11.11.2024- sabah.com

3 bin yıllık gelenek! Cenazelerde neden helva kavrulur?

Birinin kaybı ardından herkesin bir araya toplandığı anlarda helva yapılması Anadolu’nun en yaygın geleneklerinden biri. Neden yapıldığı konusu ise çok sorgulanmasa da ölünün ardından yapılan bu helva ile ölenin anısı yaşatmaya çalışıyor.

Cenazede helva kavurma geleneği, binlerce yıl öncesine dayanan bir gelenek. İşte aslında nerede ortaya çıktığı ve nasıl günlük yaşamımıza dahil olduğu ile ilgili merak ettikleriniz…

3000 YIL ÖNCE VAN’DA

Arkeoloji alanında çalışmalar yapan Prof. Dr. Oktay Belli, Anadolu’nun dünyanın en zengin mutfak kültürlerinden birine sahip olduğunu belirtirken aynı zamanda ölüm geleneklerinden de bahsetti. Van’da 3000 yıl öncesine dayanan mezarlarda bulunan çanak ve çömlekler, ölenin ruhu anısına sevdiği yemeklerin yapıldığını ortaya koyduğunu belirtti. Anadolu’da binlerce yıllık bir geçmişe sahip olan ölenin arkasından yemek yapmak, dayanışma ruhunun da bir parçası.

ACIYA ORTAK OLMA

Can helvası veya can aşı olarak da bilinen helva kavurma işlemi, cenazenin ilk gününden itibaren yedinci, kırkıncı ve elli ikinci gününde de yapılabiliyor. Verilen bu helva sayesinde edilen dualarla ölen kişinin mezardaki çektiği acıların azaldığına ve hatta kaybolduğuna inanılıyor. Üstelik helvanın yapımına yardım ederek, malzemelerine katkıda bulunarak acıya ortak olma hali paylaşılıyor.

KOKU

Bazı kaynaklarda ise Eski Türk geleneklerine göre kavrulan helvanın kokusunun ölünün ruhunu doyurduğu, helvanın kendisinin ise ölüyü ziyarete gelenleri doyurduğuna inanıldığı belirtiliyor. Birçok sebep ile yapılan bu helva, en yaygın anlamı ile birinin kaybı ardından çekilen acının hep birlikte çekilmesini temsil ediyor. Herkesin helvayı kavurmak için başına geçmesi ise Anadolu’nun yardımlaşma ve paylaşma kültürünün en önemli simgeleri arasında bulunuyor.

 
Yorum yapın

Yazan: 11 Kasım 2024 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , ,

MEDENİYETİ İNŞA EDEN ERKEKSE ERKEĞİ İNŞA EDEN KADINDIR

10.11.2024- Atilla İlhan ASLAN

Detroit’taki mütevazı bir firmada çalışan genç tamirci, günde on saatlik çalışma karşılığında haftada 11 dolar kazanıyordu.

Ancak; hırslı genç adam eve geldiğinde gece uzun saatlerini evin arkasındaki ahırda yeni tip bir araba yapmak için çalışarak geçirdi. Çiftçi olan babası, oğlunun çabalarını boşa çıkarırken, ailesi ve komşuları arasında onu cesaretlendiren tek kişi genç adamın karısı oldu. Bütün geceyi onunla geçirip heyecanına ortak olan, kış geldiğinde üşürken bile elinde bir gaz lambası tutarak yanından ayrılmayan karısını “azize” gibi görüyordu ve 3 yılı onunla bu şekilde geçirmişti. 1893 yılında çalışma tamamlanmak üzereydi ve genç adam o zamanlar neredeyse otuz yaşındaydı. O yıl, komşuları daha önce hiç duymadıkları tuhaf bir ses duydular. Alay ettikleri genç Henry Ford’u ve karısını atsız bir faytona binerken gördüler. Bu garip fayton’un sokağın sonuna varmasını hayret dolu gözlerle izlediler. O gün, modern dünya, şehrin gelişimi üzerinde derin etkisi olan yeni bir buluşun doğuşuna tanık oldu.

Eğer, Henry Ford “bu buluşun babası” ise karısı da “bu buluşun annesi” olmayı hak ediyordu. Mucit Henry Ford’a kırk yıl sonra şu soru soruldu:

– “Otomobil’in icadının yapıldığı tarihten bir yıl sonra, Dünya’ya gelseydi, ne olmak isterdi?” Şöyle cevap verdi:

– “Eşimin yanımda olmadığı hiç bir durum umurumda olmazdı.

Gerçekten, her büyük erkeğin arkasında bir kadın vardır ve gerçekten de her büyük kadın, en büyük erkekleri yaratma kapasitesine sahiptir.

Medeniyeti İnşa Eden Erkekse, Erkeği İnşa Eden de Kadındır.

Yayıncı: AL RAJHI

Düzenleme: A. İ. Arslan

#HenryFord#Otomobil

 
Yorum yapın

Yazan: 10 Kasım 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

SIRRI ÇÖZÜLEMEYEN GİZEMLİ KİTAP VOYNİCH

09.11.2024- Arkeoloji Tarihi

Voynich el yazması kitabı; kim tarafından, ne amaçla ve hangi dille yazıldığı bilinmeyen, elle yazılmış resimli bir kitaptır…

Dünyanın en eski el yazması olan bu kitap ile ilgili yapılan karbon testleri 15. yüzyılda yazıldığını ortaya koymuştur. İçerisinde bitki, astroloji ve ilaçbilimi ile ilgili resimler bulunan 234 sayfalık bir kitaptır..

Kitap ortaya çıktığı günden itibaren, dilbilimciler tarafından araştırma konusu olmuş, hakkında çeşitli teoriler ortaya atılmış fakat yüzlerce yıldır sırrı çözülememiştir..

Yıllarca kitabın gizemini ve şifresini çözmeye çalışan kriptoloji uzmanlarının ve tarihçilerin akli dengelerini kaybetmiş olduğu bilim tarihine geçmiştir..

Kitap, 1912 yılında Wilfrid M. Voynich adındaki kişi tarafından, Polonyalı bir sahaftan alınmıştır..!!

İsmini bu kişiden alan kitabın İtalya’da Rönesans sırasında oluşturulduğu tahmin edilmektedir.

Bazı sayfalarının eksik olduğu düşünülen kitapta 23 ile 40 arası farklı harf ve 38 kelime bulunur.

Sayfaların çoğunda çizimler yer alan kitap, soldan sağa doğru yazılmıştır.

Voynich el yazması kitabı, 1969 yılında Hans P. Kraus tarafından Yale Üniversitesi’nin Beinecke Nadir Kitaplar ve El Yazmaları Kütüphanesi’ne bağışlanmıştır.

Dünyanın en esrarengiz 10 tarihi eser arasında yer alan el yazması Voynich kitabındaki bulunan yaklaşık 40 bin sözcükten sadece 300’ü çözülebildi.

Dünyada sırrı çözülememiş 10 tarihi eser arasında yer alan Voynich’in El Yazması olarak bilinen kitap 600 yıldır gizemini koruyor. Khan Noonien Singh

Anlam ve kökeninin gizemini koruduğu kitabın içerisinde çok sayıda yıldız, birbirine bağlı küvette yıkanan kadınlar, ilginç resimler ve yazılar bulunmaktadır.

Kitabın astroloji, bitki bilimi gibi çeşitli konularla ilgili bilgiler verdiği düşünülmektedir.

Kitabın rastgele yazılmış anlamsız bir işaret yığını olmadığı, doğal bir dilin yazıya geçirilmiş hali olduğu düşünülmektedir.

Fakat hangi dil olduğu konusunda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Bu kitabın esas gizemi metinlerinde değil de görsellerinde.

Papa 9. Gregory tarafından dini hükümleri açıklamak için bastırılan bu kitapta, o zamanın modasına uygun olarak metinlere eşlik eden kaligrafiler ve illüstrasyonlar bulunuyor.

İşte ilginçlik de burada başlıyor. Normalde Meryem Ana, İsa ve Azizlerin süslediği dini külliyat sayfalarının tersine bu külliyatta kılıçla kafa kesen dev tavşanlar, bir kurdu idam eden kazlar ve tek boynuzlu atlar gibi Hristiyan öğretileriyle (görselden de anlaşılacağı gibi) açıkça çelişen tasvirler bulunuyor.

Kitabın yazımında gerçek bir dil kullanıldığı, fakat konuşulan bu dilin yazıya dökülmemiş olduğu için anlaşılmadığı düşünülmektedir.

Japon savaş kodlarını çökerten Amerikalı şifreci William Friedman ve ekibi, kitap üzerinde aylarca süren çalışmalar gerçekleştirmiş ve ‘’çözülemez’’ olarak nitelendirmiştir.

Kitap ile ilgili yapılan çalışmalara, 2001 yılında Yale Üniversitesi son vermiştir.

Bu metinleri inceleyen din adamları ve tarihçiler, Smithfield külliyatının gizemini maalesef hâlâ çözebilmiş değiller..!!

 
Yorum yapın

Yazan: 09 Kasım 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , ,

ERKEKSEN KÖTÜYÜM DE BAKALIM!

08.11.2024- Murat ÖZ

Bir kamyonun Çarpmasıyla yaralanmış olan çiftçi Mehmet amca kazadan sorumlu tuttuğu taşıma şirketine dava açıyor. Mahkeme salonunda şirketin avukatı ile Mehmet Amca karşı karşıyalar, ve Avukat soruyor :

– Ama siz kazadan sonra gelen polis memuruna “ben çok iyiyim” demediniz mi?”

– Anlatayım ağam; Ben bizim eşeği gasabada satışa götürmek üzere gamyonetime bindirmiştim ki…

– Bırakın ayrıntıları Memet Bey, siz sadece soruma yanıt verin: Siz, kazadan hemen sonra gelen Polis memuruna “ben çok iyiyim” dediniz mi, demediniz mi?

– İşte anlatıyom ya Avukat bey; eşeği gamyonete yüklemiş, yola çıkmıştım ki…

Avukat tekrar adamın sözünü kesti ve Hakime dönerek:

– Sayın hakim, size olayın tam olarak nasıl gerçekleştiğini davacının kendi ifadesi ile almaya çalışıyorum ama, soruma yanıt vermiyor. Bu bey, kazadan hemen sonra olay yerine ulaşan polis memuruna ifadesinde “çok iyi” olduğunu söylemiş. Kayıtlara geçmiş. Şimdi, aradan kaç hafta sonra müvekkilime dava açıyor. Ben bu davada, bu şahsın mahkemeyi yanıltmaya çalıştığına inanıyorum. Lütfen, sadece soruya yanıt vermesini söyler misiniz? Hakim çiftçinin hikayesiyle ilgilenir gibiydi:

– Eşek hakkında söyleyeceklerini merak ettim aslında; Bırakalım da anlatsın….

Memet amca Hakime teşekkür ederek devam etti:

– İşte dediğim gibi, sayın Hakimim, tam eşeğimi gamyonetime bindirmiş şehre doğru gidiyodum ki, bu şirkete ait gucuman bi kamyon, “DUR” tabelasına aldırmadan üzerime sürdü ve bize çarptı. Ben yolun bi yanına fırladım, Garagaçan bi yana… Nasıl kötüyüm, nasıl kötü, anlatamam… Gıpırdanamıyom sancıdan… öte yanda Garagaçan bir anırıyo, bir anırıyokine, ortalık inliyo. Derkene bi pulis memuru geliveedi, Garagaçanın sesini duymasile önce ona dooru getti, eğildi, bahtı, tabancasına davrandı, alnının göbeenden Garagaçanımı urmasın mı??? Soonacııma, yolun garşı tarafına geçti, bana dooru geldi, dedikine:

– Eşeğin hali berbattı, vurmak zorunda galdım, “sen nassın ?” dedi…hadi erkeğisen kötüyüm de…

 
Yorum yapın

Yazan: 08 Kasım 2024 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , ,