RSS

Aylık arşivler: Nisan 2025

SULTANAHMET’TE BULUNAN EVRAKLAR

26.04.2025-Deniz Tekin

1996 yılında, Sultanahmet’te bir evde pek çok fotoğraf ve evrak bulduk. Bir çanta mektup, 7 albüm fotoğraf ve sayfalar dolusu nota. Bir kemancı vardı fotoğraflarda ama tanıyamadım. Ev sahibi de tanımadığını söyledi. Hepsi çatıdaki bir sandıktan çıkmış. Şaşılacak şey…

O kadar çok nota sayfası vardı ki ve öylesine özenle yazılmışlardı ki hayran kaldım. Aklıma bir anda Cihat Aşkın’a haber vermek geldi. Cihat Aşkın, memlekette keman işi konusunda bir otorite. E tabii o vakitler telefon falan yok. Birkaç örnek alıp Cihat Hoca’ya götürdüm. Cihat hoca notaları görünce çok heyecanlandı.

-Tekin Bey, bunların devamı var mı? dedi.

-Bir sandık, dedim. Gözlerinin içi parıldadı.

-Gidelim hemen, dedi. Gittik. Meğer tam bir hazine bulmuşuz. Çakmıyorum ki müzik işinden. Fakat Cihat hoca alıyor bir sayfa mırıldanıyor. Baktım sahiden nefis ezgiler. Seyyan Hanım isminde bir şarkıcı varmış, ona ait eşsiz fotoğraflar. Sonra sahipsiz mektupların içindeki tarihi vesika niteliğindeki bilgiler… Dayanamadım, sordum sonunda:

  • Cihat Hocam kim yazmış bunları? Kim bu müzisyen?
  • Necip Celal, dedi.
  • Aman alın götürün de yeter, dedi. Aldık, götürdük. Taksiye yükledik her şeyi.

Arkadaş tanımıyorum ki… İçimden “Çok güzel” dedim. Necip Celal’se iyi. Anlamadığımı görünce o ünlü şarkıyı mırıldandı Cihat Aşkın:

“Sevdim bir genç kadını Ansam onun adını Her şey beni ona bağlar Kalbim durmadan ağlar”

Yuh, bu şarkıyı kim bilmez! Tango gibi tango! Çok acayip bir şeyler bulduğumuza bir kere daha ikna oldum. Ev sahibi bunları çöpe atacaktı. Ev temizliği diye giriştikleri işten nasıl bir hazine çıktı! Ev sahibi kadın çok bir para istemedi. Takside konuşuyoruz Cihat Hoca’yla. Daha doğrusu o sevinçten havalara uçmuş vaziyette. Şu ekteki fotoyu gösterdi.

  • Kim bu? dedi.
  • Bilmem ki hocam.
  • Yahya Kemal
  • Nasıl Yahya Kemal hocam bu?
  • Gençliği, Paris yılları.
  • Necip Celal’de ne işi var?
  • E soyadı
  • Soyadı mı?
  • Necip Celal’in soyadı Andel. And içen kişi demek. Bu soyadını ona veren de Yahya Kemal. Böyle bir ahbaplıkları var.
  • Vay be! Peki şu kadın kim?
  • Ha o mu, meşhur Seyyan Hanım. Seyyan Oskay.
  • Ben tanıyamadım. Çıkaramadım adını.
  • Necip Celal’in şarkısını söylüyor.
  • Hangi şarkısıydı?
  • “Mazi kalbimde bir yaradır
  • Aaaa bildim, bildim. Bu şarkıyı söyleyen Seyyan Hanım mı yani?
  • Evet, yalnız sözler Necdet Rüştü’nün. Müziği ise Necip Celal Andel’in.
  • Nefis!
  • Ne harika tangolar bunlar Necip Bey, diyor.

Bahtım saçlarımdan karadır

Beni zaman zaman ağlatan İşte bu hazin hatıradır”

Cihat Aşkın’ın evine gittik. Büyükçe bir masa vardı. Koyduk evrakları üstüne. Heyecanla hepsini seçiyoruz. Elime bir gazete haberi geçti, ünlü Alman sinema artisti Evelin Hold, Necip Celal’in meşhur “Mazi” şarkısını okumuş. Nerede? Kadıköy Hale Sineması’nda! Vay be! Süpermiş. Bir başka notta bu gazete haberinin hikâyesini anlatmış Necip Celal. Haliyle inanmamış böyle dünyaca ünlü bir starın ülkemize gelip onun tangosunu söylemiş olduğuna:

“Çok hoşuma giden bu Alman artisti ne münasebetle ülkemize gelsin de benim tangomu okusun” demiş. İnanmamakta ısrar eden Necip Celal’e bir arkadaşı gazetedeki bu haberi göstermiş. Haber doğru! Beyoğlu’ndaki meşhur Tokatlıyan’da kalıyor Evelin Hold.Telefon ediyor Necip Celal.Teşekkür ediyor.Evelin Hold da kendisini uzun süredir aradığını, muhakkak görüşmek istediğini söylüyor Necip Celal Andel de tıpkı Rodrigo gibi âmâ… Evelin Hold, Andel’in gözlerinin iyileşmesi için temennilerde bulunuyor ve Hale Sineması’ndaki konsere davet ediyor. Evelin Hold, sahneye adımını atar atmaz salon yıkılıyor alkıştan. Hınca hınç dolu o gece Hale Sineması Vaktiyle Londra’da duvarlara:

“Clapton is God” yazarlarmış. Evelin Hold da o gece öyle alkışlanıyor. Sırasıyla; Fransızca, İtalyanca, Almanca şarkılar söylüyor ve nihayet sıra Türkçe şarkıya, yani Necip Celal’in Mazi’sine geliyor.

İşte o an Evelin Hold’un jesti geliyor… Elini kaldırıp Necip Celali işaret ediyor Evelin Hold ve “Mazi, Necip Celal” diyor. “Ne göğsünde uyuttu beni Ne buseyle avuttu beni Geçti ardından uzun yıllar O kadın da unuttu beni” diyor! Şarkıyı o gece 4 defa söyletiyorlar Evelin Hold’a. Ortalık alkış kıyamet.. Şarkı bitince kulise gidiyor Necip Celal. Evelin Hold’a bir kere daha teşekkür ediyor ve ellerinden nazikçe öpüyor. Fakat Evelin Hold sahiden hayran olmuş Necip Celal’e. O şiveli konuşmasıyla:

Velhasılıkelâm iyi dost oluyorlar… Ertesi gece için randevulaşıyorlar. Nerede? Suadiye Plaj Gazinosu’nda. Günlüğüne yazdığı notta Necip Celal o geceyi şöyle anlatmış:

“Suadiye plajı bana bu akşam her zamankinden daha güzel geliyor. Mehtap denizin üzerine vurmuş, etraf sessiz, konuşmadan geceyi dinliyoruz. Oldukça kalabalığız, kıymetli artistimiz Feriha Tevfik, ağabeyim, Yusuf Kenan, Holywood muhabiri Turan Aziz ve daha bir çok sevdiğim arkadaşlarım… Şimdi ellerimde akordeon, parmaklarım tuşların üzerinde, içimden kopup gelen bütün duygularımı söylüyor… Kendimden geçmiş bir halde mütemadiyen çalıyorum. O da etrafın isteği üzerine Mazi’yi söyledi. Bu kadar duyarak çaldığımı hatırlamıyorum. Benden bizzat keman çalmamı istedi. Schuman’ın Akşam şarkısı, Fibich Poem ve onun çok sevdiği Toselli serenad…

Kemandan yükselen sesler yavaş yavaş sönerken, mehtap da artık kayboluyordu. Gazino tamamiyle bizim için kapatılmıştı. Onunla tadına doyulmaz, rüya gibi bir dans ettik, eğlendik. Dans ederken bana: ‘Mazi’yi hiç unutmayacağım, dudaklarımdan hiç eksik etmeyeceğim’ dedi Vakit gece yarısını çoktan geçmişti. İçimden çoşup gelen bir takım sesler var. Kafamın içinde mütemadiyen dolaşıyor, fakat bir türlü toparlayamıyorum. İsteği üzerine akordiyonu elime alarak, ‘Ayrılık’ı çaldım. Yanıma yaklaştı, dans eder gibiydik yine ama ele ele tutuşmuyorduk. İşte o anda bana, üzerine çok samimi sözler yazılmış bir fotoğrafını verdi ve sonra tekrar dans etmeye başladık. Ona bir cesaret:

‘Ne olur bu gece hiç bitmese’ dedim. Ben bu sözleri söylerken, plajın saati 3’ü çalıyordu. Sabah gidecekti. ‘Beni unutma” dedim. ‘Sen de’ dedi. O akşam ağabeyimin Erenköy’ündeki köşkünde kalacaktım. Yayan yürümeyi tercih ederek sessizce eve geldim. Zihnim hep onunla meşgul.. O melodiyle meşgul. Öylece pencerenin kenarına oturdum. Dışarıda yaz böcekleri, kurbağalar ve sık çalılar arasında duyulan bir tek bülbül sesi… Ortalık hafifçe aydınlanır gibi oldu. Gayri iradi piyanoya doğru yürüdüm. Başımda inanılmaz bir ağrı. Hemen oturup en sessiz pedala basarak içimden gelen sesleri yavaş yavaş çalmaya başladım. Çünkü başka türlü olmayacaktı. Mümkünü yoktu. O gece yazdığım beste ise şöyleydi… Sevdim bir genç kadını Ansam onun adını Her şey beni ona bağlar Kalbim durmadan ağlar Kemanımla ona bir ses verebilseydim eğer Bu sesimle ona ersem bana dünyaya değer Ne yazıkki deniz engin şu ufuklar ölgün Bin elemle doluyor her yeni gün…” Necip Celal, yazmamış: Yaşamış! Biz Cihat hoca ile evrakları toplarken, eşi Nisan Hanım geldi. Ortada bir koli ve bizi harıl harıl çalışırken görünce şaşırdı:

  • Hayrola Cihat, bunlar nedir? dedi.
  • Görmen lazım. Çok şaşıracaksın.
  • Dayım, dedi.

Nisan Hanım fotoğrafları görünce sahiden pek şaşırdı: Ben konudan uzağım tabii… “Arkadaş” dedim içimden, “Konu nereden nereye geldi.” Elbette cehaletime de ayrıca yandım. Bütün o evraklar Cihat Hoca’’da kaldı. Uzun yıllar o notolarla uğraştı durdu. Derledi,topladı,düzeltti. Nihayet o gün bulduğumuz eserleri bir albüm haline getirmiş.Sahiden çok sevindim buna. Var olsun, benim için Necip Celal Andel albümünü ithaflı bir şekilde imzalamış Cihat Aşkın. Daha böyle pek çok hikâye vardı o günlüklerin içinde. Pek çok şarkının yazılış serüveni vardı. Tango da ne güzel bir icat be kardeşim. Yüreğini şenlendiriyor insanın.. Deniz Tekin

 
Yorum yapın

Yazan: 26 Nisan 2025 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , ,

UNUTULMAYAN SON TELGRAF

23 NİSAN 2025 – AKD

Atatürk’ün hastalığı ağırlaşmış, ölümle mücadele etiği bu günlerde bile canı kadar sevdiği küçük kızının bayram telgrafını ( 29 Ekim için ) cevapsız bırakmamış , ona gönderdiği bu son telgrafını büyük bir insan gibi Ülkü’ye hitaben yazmış imzalamış ve Ankara’ya göndermiştir.. (31 ekim 1938 )

Atatürkün Dolmabahçe Sarayındaki son zamanlarında Ülkü de Saraydaydı ancak Atatürk zaman zaman komaya giriyordu uyanınca kendisinin ne karar baygın kaldığını çevresine soruyor ama kimseden doğru cevaplar alamıyordu.

Atatürk bu şüphesi üzerine bir baygınlığından sonra uyanınca bana hemen Ülkü’yü yollayın o bana doğruyu söyler dedi Atatürk minik kızı Ülkü’nün ona hiç bir zaman yalan söylemeyeceğini biliyordu çünkü doğru söylemeyi ona kendisi öğretmişti

Sarayda hemen Ülkü bulundu ancak Ülkü içeri girmeden kapıdaki doktorlar Atatürk komada kaldığını sorarsa kısa bir süre olduğunu söylemesini sıkı sıkıya tenbih ettiler Ülkü buna itiraz edince bunun Atatürk’ün iyiliği ve sağlığı için söylemesi gerektiğini zorladılar Ülkü üzgün bir tavırla başı yerde korkak bir şekilde odaya girdi Atatürk’e korkarak yaklaştı Ülkü’nün bu halini gören Atatürk sana bir şey soracaktım ama artık sormayacağım vazgeçtim demiştir Atatürk o üstün sezi yeteneği ile soruyu sormayarak onu yalan söylemekten kurtarmış o hasta halinde bile sevgili kızı Ülkü’yü kendisinden çok sevdiğini ve düşündüğünü göstermiştir.

Ülkü’nün arkasından odaya giren Ülkü’nün annesi Vasfiye Hanım’a

Ülkü’nün bu kendisinin ağırlaşan durumuna çok üzüldüğünü görerek:

“sizi Ankara’ya yollluyorum ben de iyileşip gelirim her seneki gibi Cumhuriyet bayramını beraber kutlarız diyerek onu annesi Zübeyde Hanım’ın yadigarı Ülkü’nün annesi Vasfiye Hanım’la beraber Ülkü’yü Ankara’ya çifliğe yollamıştır.

A.K.D.

 
Yorum yapın

Yazan: 23 Nisan 2025 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , ,

İPE UN SERMEK

22.04.2025- Ayşe ZEHRA

Anlatılır ki, bir adamın çok yüzsüz bir komşusu varmış. Her işi için komşusuna gelir, eksiklerini sürekli ondan istermiş. Her gün defalarca kapısını çalar, “Komşum aman, bir tutam tuz!” “Komşum aman, senin eşek lâzım oldu!” “Komşum aman, bir pişirimlik kahve!” “Komşum aman, balta, çekiç, keser…” “Komşum aman…” “Komşum aman…”

Komşu artık bu adama eşya yetiştirmekten yorgun düşmüş, canına tak etmiş… Bakmış bu işin sonu yok; “Yahu bu adam bana ortak mı oldu?” demiş kendi kendine, “Komşuluk iyidir güzeldir ama, bu kadarı da fazla yani..”

Ve kararını vermiş:

“Bundan sonra ne isterse istesin vermeyeceğim, yüz geri edip göndereceğim.”

Fakat daha yerinden kalkmadan komşu kapısını tıklamış. Her zamanki yalvarır sesiyle:

“Komşum aman.” demiş, “Şu senin ipi ver de oduna gidip gelivereyim.”

Adam “şimdi buna ne deyim?” diye düşünmüş, sonra da, “biraz bekle bakıp geleyim” diyerek evinin odalarından birine numaradan girip çıkmış. Bir yandan da ne diyeceğini düşünüyormuş ama aklına da bir şey gelmiyormuş. Sonra kapıya gelmiş:

“Komşu be,” demiş, “bizimkiler ipe un sermişler, kusura bakma veremeyeceğim!”

İşte “ipe un sermek” deyimi de, bir konuda anlamsız bir takım gerekçelerle zorluk çıkaran, engel olanlar için söylenir olmuş.

•••

Bu deyim, “istenilen işi yapmamak için olmadık bahaneler bulmak, engeller çıkarmak” anlamında kullanılır.

 
Yorum yapın

Yazan: 22 Nisan 2025 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , ,

AMERİKA KITASI’NIN KEŞFİ VE BEYAZ ADAMIN İSKANI

20.04.2025-Hanefi KAYA- Abdullah ÇAPAROĞLU -DÜMAD – Dünya Multidisipliner Araştırmalar Dergisi
WOJMUR – World Journal of Multidisciplinary Research ISSN: 2717-6592

Dünya tarihinde önemli bir yeri olan Amerika’nın keşfi ve beyaz adamın bu topaklara
yerleşmesi, bir zamanların Doğu dünyasının Avrupalılar için ne tür gizemler taşıyor ise, şimdilerde
doğulular için de aynı gizemlere sahip, bir büyük hadisedir.
Bu büyük hadisenin özellikle 19. yüzyıldan sonra Avrupa ve Asya kıtalarında tanınması ve
her alanda ilişkiler kurulmasıyla başlayan çözülme dönemi, aslında herşeyin tüketildiği, sahip
olunanın el değiştirdiği ve bilinmezlerin ortadan kaldırıldığı yeni bir dönemi oluşturur.

Bu dönem artık yerli Amerikalıların olmadığı, Avrupalı Amerikalıların yaşadığı bir dönem olması hasebiyle,
doğulu ya da Asyalı insan tipi o büyük merakı ile baş başa bırakılmıştır.

Bundan sonraki Amerika, hür dünyanın bir parçasıdır ve artık gizlenmeden bütün bir tarihin oluşumuna katkı sunacak her türlü imkana sahiptir. Bu yönüyle o gizemler ülkesini ilk elden tanıtacak bir tarih anlayışının gelişmesi, doğulu insanın hafsalasındaki o karanlık dönemi de aydınlatması açısından büyük imkan sağlamıştır.
Bu makale Bryn O’Callaghan tarafından yazılmış olan An Illustrated History Of The USA,
Longman Group UK Limited 1990 çalışmanın bir bölümünü sunmaktadır ve bu bölüm Amerikalı
beyaz adam ile Pasific’li yerlilerin ilk buluşmalarını ortaya koymaktadır. Makale Beyaz Adamın
küstahlığı karşısında, yerli Amerikalının dürüst ve katlanılabilir yaşamını gözler önüne sermektedir.

Giriş
1490’lı yıllarda Kristof Kolombus ile başlayan dünyayı yeniden keşif macerası, Hindistan
yolu aranırken bir rastlantı sonucu ilk defa yeni bir toprağın keşfiyle sonuçlanmıştır. Bilinen dünyanın
dışında kalan bu toprak parçası Pasific Okyanus’unun karşı tarafında bulunan ve bilinmezlerle dolu
yeni bir karalar ve adalar silsilesinden oluşmaktaydı.

Bu topraklara ilk gelen Kristof Kolombus’un olduğu düşünülüyor olsa da aslında Arap Tüccar Gemileri’nin çok daha eski zamanlarda bu topraklarla ilişki kurdukları ve hatta buralara kadar mal taşıdıkları Piri Reis’in hazırlamış olduğu büyük dünya atlasından anlaşılmaktadır. Onun yapmış olduğu bu harita Amerika’nın bir keşif sonucu değil, aslında bilinen bir yer olarak beyaz adam tarafından istilasından başka bir şey değildi.
Kolombus gibi maceracı kimliklerin altın bulma merakının sonucunda ulaşılması ve geçilmez olduğu
düşünülen Pasific Okyanus’u aşılmış ve yerli kabilelerin yaşadığı, uygar dünya olan Avrupa ve
Asya’dan tecrit edilmiş bir şekilde kalmış olan bu yeni dünyanın keşfi, ilk başlarda pek önemsenmemişti.

Avrupa’nın ezik insanlarının yerleşmeye başladığı bu çorak ve zor koşulların dünyası,
zamanla yerlilerden alınarak yeni bir yaşama kapılarını açtıktan sonra, iklimi, doğası, toprağı, yaşam
koşullarıyla benzersiz bir nimet sunmaya başlaması, söz konusu toprakların tamamının keşfine
başlanmasına ve dünyanın üçte birinin bulunduğu muazzam bir keşfin kapılarının açılmasını ve yeni
bir doyum imkanı yaratılmasını sağlamıştır.
Aç gözlü Avrupalıların boyunduruğunda başlayan bu yeni yaşam, barışın hakim olduğu
Amerika topraklarını kısa bir zaman sonra kaosun ve kargaşanın merkezi haline getirmiş, beyaz
adamın vahşi çehresiyle nerede ise yerlilerin hiç yaşamadığı yeni bir dünya yaratılmaya başlanmıştır.
Amerika’da yerli olmak demek hiçbir hak ve selahiyeti olmayan vasıfsız bir mahluk ile aynı olmak
demekti.
Beyaz adamın Amerika’ya getirmiş olduğu bu yeni anlayış, Avrupa’nın binlerce yıllık
geçmişinden kaçan ezik Avrupalılar tarafından icra ediliyor olması da bir büyük muammanın diğer
bir veçhesi olarak kalmıştır.
Bu makalede Bryn O’Callaghan’ın bakış açısıyla Avrupalıların yaratmış olduğu yeni
Amerika’nın ilk yerleşim zamanları hakkında bilgiler bulunmaktadır. Bu bilgiler ışığında
Amerika’nın yerlileri ve yeni meskunları arasındaki ilişkilerin bir çeşit özetini yansıtacak olan
makale, ilk defa da olsa Amerika’nın arka yüzünün küçük bir tanıtımını yapmaktadır. Türk tarih
literatüründe pek fazla bilinmeyen An Illustrated History Of The USA, Longman Group UK Limited
1990” adlı eser kurgusuyla, Amerika’nın kuruluş yıllarının ilk fotoğraflarını sunması açısından
önemli bir yere sahip olduğu düşünülmektedir.

Makalenin tamamına aşağıdaki linkten ulaşabilirsiniz.

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/2905008

 
Yorum yapın

Yazan: 20 Nisan 2025 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , ,

CENK DEMİR VE SERKAN YAZICI’NIN ESERİ ” SİNOP’UN TARİHİ ŞAHSİYETLERİ KİTABI” DERNEĞİMİZDE

15.04.2025- Ayşe Yaşar SARIKAYA

Üç yüz metre eninde ince bir kıstakta kurulan kadim kent, denize uzanarak her karesinden tarih saçıyor. Güneş, doğumundan batımına kadar her an bu antik kenti ışığıyla aydınlatıyor. Sinop doyumsuz bir kent güzelliğiyle, her yönden esen rüzgarıyla, dört bir yanı saran dalgalarıyla. Doğanın, canlıları sımsıkı saran özelliği, özgürlüğü sunuyor herkese. Kent imar planı, antik yapıyı korumuş olaydı, bu gün önemli turizm merkezlerinden biri olacaktı Sinop.

Güzel kentimiz için çaba gösterenler, başımızın tacı ve değerlilerimizdir. Kentimiz için yazılmış, değerli her eser yüzümüzü güldürmektedir. 14. Nisan 2025 günü Doç. Dr. Cenk DEMİR ve Sinop Üniversitesi Tarih Bölümü lisans öğrencileri ve tez çalışanları derneğimizin konuğu oldular. Ders saati, derneğimizde SİNOP konuşularak işlendi. Dernek projelerimizi, etkinliklerimizi, hedeflerimizi konuklarımızla paylaştık. Araştırmalarımızı, eski evraklara ulaşma maceramızı, tarihçilerle paylaşmak apayrı bir zevkti. Cenk Hoca, akademik bakışıyla, konuları toparladı ve son çalışmaları olan eseri, derneğimize hediye etti.

“SİNOP’UN TARİHİ ŞAHSİYETLERİ” kitabını derneğimize armağan eden Cenk Bey’e sonsuz teşekkür ediyoruz. Bu eseri Sinop’a kazandıran iki akademisyenimiz ” Doç. Dr. Sayın Cenk DEMİR( Sinop Ünv. Tarih B. Dekan Yrd.) ve Prof. Dr. Sayın Serkan YAZICI ( Sinop Ünv. Tarih B. Dekanı) sizleri yürekten kutluyoruz. Sinoplular, tarihi şahsiyetlerimizi isim olarak biliyorlar. Detaylarıyla okumak isteyenler, int. satışı yapılan bu kitapları edinebilirler. Kitap Sinop’a hayırlı olsun.

 

Etiketler: , , , , , , , ,

~KARINCA YUVASI~

13.04.2025- Yazar Suat ÖZGE

Değerli okurlarımız, TV ekranlarında, sokakta, mecliste kaos haberlerini izlemekten yorgun bir toplum haline geldik. Liyakat ve adalet konusunda, öğretici bir yazıyı sizlerle paylaşıyoruz. Güzel örneklerle yüreğimize su serpilsin ve ilgililere örnek olsun. Makamlarımızın, liyakatli insanlara ihtiyacı var. BİLKE

HUZUR EVİNE İŞÇİ ALIMI

Huzur evinin müdürü,emekliliğini beklediği son günlerin birinde,en kıdemli çalışanını yanına çağırır ve merakla-“Payidar abi.Bundan otuz sene önce işçi alımı konusunda çok sıkıntılar çektiğimiz zamanları çok iyi hatırlarsın.Aldığımız işçilerden, huzur evindeki yaşlı insanlara kötü davrananlar oluyordu.Bizde neredeyse gün aşırı işci değiştirmek zorunda kalıyorduk.Ben bıkıp usanmıştım yalnış işci seçimlerinden.Ve bir ara sana bıraktım.Görevi sen üstlendin.Sen hangi işçiyi aldıysan, o günden bu güne tek bir sıkıntı çekmedik.Yaşlılarımızada çok iyi davrandılar.Merak ettiğim şu;Sen neleri göz önünde bulundurarak onları işe aldın?Nasıl bu kadar isabetli kararlar verebildin?Nasıl bir tecrübedir bu? -“diye sorar…

Payidar efendi,müdürün sorularından sonr, bulundukları odanın camına sabitler bakışlarını.Huzur evinin avlu kapısından, binaya kadar olan patika yola derin derin bakar.Sonra eliyle o patika yolu göstererek işaret eder

.-“Evet müdürüm çok iyi hatırlıyorum o günleri.Biz ozamanlar işçi için gazeteye ilan verdiğimizde, iyi ve buradaki yaşlı insanlara asla zarar vermeyecek incelikte gönlü güzel insanlar bulmayı umuyorduk.Siz bu görevi bana verdiğimizde, bu patika yolun sonunda binanın kapısında bekledim her bir başvuru yapan işçiyi… Bilirsiniz patika yol baştan sonra karınca yuvalarıyla doludur.Ve binlerce karınca patika yola serilmiş gibidir…Başvuru için gelenlerden kimisi yuvaları ve karıncaları göz göre göre ezerek geçerdi. Kimisinin ise karıncaları ezmemek için yolun kenarındaki taşlara basa basa yürüdüğünü gördüm.O an dedimki kendi kendime; yürüdüğü yolda karıncayı ezmemeye bile özen gösteren insan, yaşlı insanları hiç incitirmi?…Yani tecrübeyle alakası yok müdürüm.Çok şükür.Doğru tercih yapmışım… – “

#Yazar#Suat#Özge

Fotoğraf açıklaması yok.

 
Yorum yapın

Yazan: 13 Nisan 2025 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

8 12 YAŞINDA ASKERE GİDEN ÇOCUKLAR

12.04.2025-Ayşe Yaşar SARIKAYA

Başbakanlık Osmanlı Arşivi 1835 Köy Nüfus Defterleri araştırmalarımda dikkatimi çeken bir deyim vardı. “REFT ASAKİRİ BAHRİYELİ”, Bu açıklama 12 yaşında bir çocuğun asker kaydı olarak defterde yer alıyordu. 4 karyede, 12- 13- 15- 16- 21 yaşlarında olanlarda da bu kayda rastlamıştım.

Sinop, Kurtuluş Savaşında nüfus oranına göre en fazla şehit veren iller arasında olduğundan, bilgileri birleştirerek yazılar yazdım. Eleştirenler oldu, bu yaşta çocuklar askere alınmaz diye. Sinop Üniversitesinde bir akademisyenin konu hakkındaki çalışmasından bölümler aktarma ihtiyacı duydum:

SİNOP ŞEHİR MERKEZİ DEMOGRAFİSİ ÜZERİNE
BİR İNCELEME (1836)
Tuğba KARA- Dr. Öğr. Üyesi, Sinop Ünv. Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
Muhammet Servet İPEK-Yüksek Lisans Öğr.

6.Nüfusun Yaşa Göre Dağılımı

………………

Topçu neferi için yaş sınırının 8 olduğu anlaşılmaktadır. Aynı şekilde asakir-i bahriye’de olarak gösterilenlerin en küçüğü de 8 yaşında görünmektedir. (sayfa-10)

  1. Nüfusta Hareketlilik
    a. Donanma ve Askere Alınanlar
    Osmanlı Devleti’nin bu döneminde askere alma yaşı 15 yaş ve altı idi. Alt sınırın sekiz yaş olduğunu söylemek mümkündür. En azından çalışmasını yapılan defterde Asakir-i bahriyeye alınan 14 kişinin yaşlarının 8-16 arasında değiştiği görülmektedir. Bu on dört kişiden biri 8, ikisi 10, beşi 12, üçü 15, ikisi 16 yaşındadır.
    Bu kişilerin tamamı 1250/1834-35 senesinde askere alınmışlardır. Altısının bilgilerinde Zi’l-kaʻde ve Zi’l-hicce 1250/Mart-Nisan 1835 tarihleri vardır. Diğerlerinde ise sadece sene 1250 tarihi düşülmüştür. Hicri aylardan Zi’l-hiccenin yılın son ayı olduğu göz önünde bulundurursa bu on dört kişinin 1250 senesi sonuna kadar askere alındığı söylenebilir. Ayrıca sadece birine demirci kaydı düşülerek
    meslek belirtilmiştir. Kalanlar için meslek belirtilmemiştir. (sayfa-24)

Merke4z çalışmasında görülen bu sayıya, köylerdeki sayı eklenirse, oranın fazla olduğu açıktır. Çalışmayı yapan Dr. Tuğba KARA ‘ya teşekkürlerimle.

Tamamı: https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/746294

 
Yorum yapın

Yazan: 12 Nisan 2025 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

TABANLARI YAĞLAMAK

05.04.2025-ALINTI

TABANLARI YAĞLAMAK 1:

Tabanları yağlamak deyiminin bir hikâyesi olduğunu, onun da çarıkla ilgili olduğunu biliyor musunuz?

Yüzyıllardır dedelerimizin, ninelerimizin giydiği çarık mandanın sırt derisinden yapılırmış.

Eskiden imalathane nerede, usta nerede…

Herkes kendi çarığını kendi yaparmış.

Çarık yapmak için insanların taban ölçüleri alınır, ham deriden uygun deri parçası kesilerek çıkarılır, kenarlarından sırımla büzülürmüş.

Kolay yapılırmış, ama bakımı zormuş.

Boya nerede, cila nerede!

Bir süre giyilen çarıklar kurumaya başlarmış.

Güneş çarığı sıkar, çarık da ayağı sıkar, atasözünü boşuna söylememiş atalarımız.

Sözün kısası, çarıkları yağlamak gerekirmiş.

Çarığın tabanı yağlanarak ayakların rahat etmesi sağlanırmış.

Zeytinyağı bu iş için bitirimmiş.

Öteki yağlar da iş görürmüş.

Uzun yol yürüyecek kişi çarık tabanlarını yağlarmış bir gün önce.

Günümüzde ‘’ ayrılmak, kaçmak, sıvışmak, tüymek, kaybolmak ‘’ anlamlarına geliyor tabanları yağlamak.

2-Tabanları yağlamak deyiminin hikâyesi:

Bir gün Nasreddin Hoca, yağmurlu bir günde evinin balkonunda oturmuş gelen geçenleri seyrediyormuş. Bu arada herkes yağan yağmurdan kaçışmaya başlamış. Bunlar arasında Hoca’nın tanıdığı yaşlı başlı, aksakallı, cüppesiyle yağmurdan kaçan bir adam da varmış. Hoca adama oturduğu yerden seslenerek: – Çoluk çocuğun koşmasına şaşırmadım da senin şu saçın ve sakalınla Allah’ın rahmetinden kaçtığını biraz tuhaf karşıladım, demiş. Zavallı adam evine yürüyerek gitmiş, gitmiş ama yağmurdan da sırılsıklam olmuş. Bir başka yağmurlu gün, bunun tam tersi olmuş. Daha önce yağmurdan sırılsıklam olan adam evinin penceresine oturmuş, yağmuru ve yağmurdan kaçan insanları seyrederken bir ara paçalarını sıvayıp yağmurdan kaçan Hoca’yı görmüş: – Bu ne hâl Hoca? Ele verirsin talkını, kendin yutarsın salkımı, demiş. Hoca bu, hiç altta kalır mı? Hemen cevabı yapıştırmış: – Ben senin gibi yağmurdan kaçmıyorum ki. Allah’ın rahmetini çiğnememek için tabanları yağlıyorum. Eskiden ayakkabı olarak, ham deriden yapılma çarıklar giyilirmiş. Taban ölçülerine göre kesilen ham deri, kenarlarından yine deriden kesilme iplerle büzülüp bağlanırmış. Çarıklar özellikle yaz aylarında, tozdan topraktan ve sıcaktan dolayı kurur, kuruyunca da sıkılaşıp darlaşırmış. İşte bu yüzden, arada sırada zeytinyağı veya başka bir yağ ile tabanları yağlanarak yumuşak kalması sağlanırmış. Özellikle uzun yola çıkacak olanlar bir gün önceden çarık tabanlarını iyice yağlarlarmış. Yola çıkmak, kaçıp gitmek mânialarında kullanılan bu deyim o günlerden kalmadır…………. GÜNAYDIN…ADALETLİ UMUTLU YARINLAR DİLEĞİYLE….. Dr.Kayıhan Ö. Turan  

 
Yorum yapın

Yazan: 05 Nisan 2025 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , ,