RSS

Yazar arşivleri: sinopbilke

Bilinmeyen adlı kullanıcının avatarı

sinopbilke hakkında

Sinop Bilim Kültür Eğitim Derneği Temmuz 2008'de kuruldu.

EĞİTİMSİZ BİR BİLİM ADAMI

12.03.2025-Aydın Izbudak

CANLI HESAP MAKİNESİ FULLER…

Virginialı Hesap Makinesi veya Kara Tom olarak da bilinen Thomas Fuller, 1710’da doğdu. Afrika Liberya ile Benin arasında bir yerde dünyaya geldi. 1724’te, 14 yaşındayken Fuller köle olarak satıldı. Köleleştirildikten sonra Amerika ‘ya gönderildi ve sonrasında Presley ve Elizabeth Cox’un yasal mülkü oldu.

Fuller okuma yazma bilmemesine rağmen, hızlı hesap yapabilme konusunda inanılmaz bir yeteneğe sahipti. Kölelerin okuma yazma bilmemeleri yaygındı çünkü çoğunlukla eğitimsizlerdi. Zaten beyaz derililere göre en iyi düşünen ve bilen insanlar kendileriydi.

Fuller’in bu özelliğini duyanlar onu teste tabi tutmak istediler. Bir çok kişinin amacı ilk başlarda ona zor sorular sorup onunla eğlenip dalga geçmekti. Kuzey Virginia’daki eğitimcilerde, onun benzersizliğini duydular ve onu halkın önünde bir teste tabi tutmak istediler. Fuller matematik problemlerini çözebilirdi ve her zaman doğru cevaplar verirdi. Fuller, herhangi bir zaman diliminde saniye, dakika, saat, gün, hafta ve ay sayısını bilebilirdi. Ayrıca herhangi bir mesafeye ait büyüklükleri ve uzunlukları da bilebilirdi.

Başkalarının kalem ve kağıt kullanarak hesapladıklarına kıyasla genellikle doğru cevaplar verirdi. İlk soru şuydu:

“Bir buçuk yılda kaç saniye var?”

İki dakika içinde Fuller cevap verdi: “47.304.000.” Sıradaki soru şuydu:

“70 yıl 17 gün ve 12 saatlik bir adam kaç saniye yaşamıştır?”

Fuller cevap verdi:

“2.222.210,500.”

Adamlardan biri kalemi kullanarak hesaplama yaptıktan sonra cevapları doğrulamaya bile çalıştı, ancak hatalı olanın kendisi olduğunu gördü ve sonrasında yılları hesaplamayı denedi. Ama Fuller onu yine düzelterek şöyle cevap vermişti:

‘Artık yılı unutuyorsun.’dedi.

Doğru cevaplara canı sıkılan bir izleyici daha zor bir soru sormak istedi. Diyelim ki bir çiftçinin altı dişi domuzu var ve her dişi domuzun altı dişi domuzu var, ilk yıl ve hepsi aynı oranda artıyor, sekiz yılın sonuna kadar çiftçi kaç dişi domuz verecek? Fuller gözlerini kısarak kapatıp, başını önüne eğip biraz düşünüp cevap verdi.

34.588.806.

Bu soruyu soran kafadan sormuştu ve hesapları yapan uzman gurup kalem ile cevabını uzun dakikalar sonra çözebilmişlerdi ve cevabını bulurken bir kaç yanlış yapmışlardı. Fuller’a üstün matematiksel yeteneklerini nasıl edindiği sorulduğunda, bunun bir ineğin kuyruğundaki tüyleri saymak gibi çiftliklerdeki deneysel uygulamalardan geldiğini söyledi. Ve insan eğitimi sadece okulda almaz kendi kendini eğitebilir dedi.

Fuller’in canlı hesap makinesi yapan bu yeteneği küçüklükten matematiğe olan hayranlığı ve zekasından geliyordu. Daha sonra Fuller’den bir çok matematik konusunda bir çok eğitimde yararlandılar. Fuller, 1790’da Alexandria, Virginia yakınlarındaki Cox çiftliğinde öldü. Öldüğünde 80 yaşındaydı. Fuller öldükten sonra, Boston Gazetesi Columbian Centinel bir yazı yayınladı ve ondan

“kendi kendini yetiştirmiş aritmetikçi” ve “eğitimsiz bir bilim adamı” olarak bahsetti..

 
Yorum yapın

Yazan: 12 Mart 2025 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , ,

ŞERİFE 16 YAŞINDA EVLENDİRİLİR

10.03.2025- Hayat Ve Farkındalık

UNUTULMAZ KADINLARIMIZDAN BİRİ

Şerife 16 yaşında evlendirilir.

Düğünden 2 ay sonra savaş çıkar eşi Çanakkale’de şehit düşer.

21 yaşına geldiğinde köylü onun yalnız kalmasını doğru bulmaz,ve Topal Yusuf’la evlendirilir. Yusuf savaşta sol bacağını ve bir gözünü kaybetmistir. Kulakları da günden güne az işitmektedir.

3 yıl sonra bir kız çocukları olur, adını Elif koyarlar.

Ankara’dan talimat gelir,İnebolu ‘dan kağnılarla #Kastamonu‘ya cephane taşınacaktır.Her evden bir kağnı yola çıkacaktır.

Erkek varsa erkek yoksa kadın bu VATAN GÖREVİNİ yapacaktir.

Şerife Bacı Elif’ini bırakacak kimse bulamaz.Bebesi hala annesini emiyordur.

1921 yılının son günlerinde (Aralık sonları )Şerife baci Elif’iyle yola çıkar.

Bebesi için top mermilerinin arasında bir yer ayarlar.Uzerine yün yorgan örter. Bu halde uzun bir yol alır. Bir süre sonra kagnisi durur çünkü öküzünün biri olduğu yere yığılır.

Kendi de açtır bebesi de açtır.

Hava şartları çok çetindir.

Kar ve soğuk dermanını keser.

Son bir gayret Kastamonu Kışlası’na yaklastiginda top mermileri ıslanmasın diye gocuğunu mermilerin üstüne örter.

Yorgun ve aç Serife Baci Elif’i ölmesin diye de üzerine abanır…

Vücut sıcaklığını yavrusuna verir. Şerife Bacı keskin ve dondurucu soğuğa daha fazla dayanamaz.

24 yaşında donarak şehit olur…😥

Allah ona ve tüm şehitlerimize rahmet eylesin mekanları cennet inşallah 🤲

Biz bu Vatan’ı işgalcilerden böyle kurtardık

Biz Cumhuriyeti böyle kurduk …🇹🇷🇹🇷🇹🇷

 
Yorum yapın

Yazan: 10 Mart 2025 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

KADINLAR GÜNÜ

8 MART 2025- BİLKE

HER GÜN KADIN, HER AN KADIN DOLU ZAMANDA…

 
Yorum yapın

Yazan: 08 Mart 2025 in Haberler

 

Etiketler: , , , , , ,

HİNDSTAN’DA SİKKİM KENTİ

07.03.2025-Dehen ÖZBEK

“SİKKİM’E KADAR YOLUN VAR” ne demek?

Beautiful huge statue of Lord Buddha, at Rabangla , Sikkim , India. Surrounded by Himalayan Mountains it is called Buddha Park – a popular tourist attraction.

“ Sikkim ‘e Kadar Yolun Var “ Deyiminin İlginç Hikayesi: Doğru bilinen yanlış deyimlerden biri olan ‘Sikkim’e Kadar Yolun Var’, Bilinenin Aksine Argo İçermiyor.

-Sikkim, Hindistan’ın Kuzeydoğusunda Bir Vilayet… Birilerine çok kızıldığında argo bir söylem gibi kullanılan ‘Sikkim’e Kadar Yolun Var‘ deyimi aslında genellikle yanlış kullanılan ancak genel yanlışların doğru algılandığı ifadelerden biri olarak karşımıza çıkıyor. Günlük kullanımda birinin yanınızdan uzaklaşmasını istediğinizde ya da çok öfkelenildiğinde kullanılan bu deyim, kızılan kişinin çok uzaklara gitmesini istediğinizi anlatıyor.

Sikkim, Hindistan’ın kuzeydoğusunda bir vilayet. Sikkim, eski zamanlarda sürgün yeri olarak kullanılması ile biliniyor. O dönemlerde cezalandırılmak istenen kişiler sürgün yeri olarak en uzak noktalardan biri olan Sikkim’e gönderiliyor. O zamanlarda şimdiki gibi ulaşım araçlarının olmadığını da hesaba kattığımızda Sikkim’e gidene kadar çekilen yolda sürgün edilen kişiye ayrı bir eziyet olarak ekleniyor.

Sikkim Hakkında Hindistan‘ın Himalaya bölgesinde bir eyalet olan Sikkim, Nepal’in doğusu, Bhutan’ın batısı, Çin’in güneyindedir. Sikkim, 18. ve 19. yüzyıllarda Butan ve Nepal ile uzun süreli savaşlar yaptı. İlk olarak 1817’de İngiliz etkisi altına girdi, ancak İngiliz Hindistanı ve Tibet arasında yarı özerk bir prenslik devleti olarak kaldı. Sikkim; bir Prenslik iken, 14 Nisan 1975’te yapılan bir referandum sonucunda, 16 Mayıs 1975 tarihinde 22. Eyalet olarak Hindistan’a bağlanmıştır. Nüfusu 2011 itibarıyla 607 bin ve başkenti Gangtok şehridir. Araştırma Dehen Özbek

 
Yorum yapın

Yazan: 07 Mart 2025 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , ,

YARAMAZLIKLARI YÜZÜNDEN ÇOCUKLUĞU DAYAK YEMEKLE GEÇEN RESSAM

04.03.2025- Fikret OTYAM- alıntı

Bebeklerin ishal salgınından öldüğü 1926 yılında, Aksaray’da dünyaya gözlerini açtı.

Altı çocuklu ailenin beşincisiydi. Öleceğine kesin gözüyle bakılıyordu. Aksaray’ın tek eczacısı olan babası gözünü karartıp aşırı dozda ilaç verdi oğluna. Kendi çocuğunu bu yolla kurtarınca, ilçenin öteki çocuklarını da ölümün pençesinden alıverdi!

Babasının yaşama bağladığı çocuk, yaramazlıklarıyla adamcağızı canından bezdirecekti!…

Aklı fikri “şeytanlığa” çalışıyordu boyuna.

Örneğin iki katlı kerpiç evlerinin nasıl yanacağını merak edip ateşe veriyordu!

Bir başka gün, eczane çalışanlarının yemeğine vazelin yağı katıyordu!

Ak saçlı eczacı kalfasının başına, uyuduğu sırada, mavi boyalı ilaç boca ediyordu…

Babasının, saygın konuklarına ikram ettiği konyak şişesinin içine keskin müshil ilacı koyuyordu…

Yine en etkili müshil ilacı olan İngiliz tuzunu havanda dövüp tuzluklara dolduruyordu…

Tabii yaptığı her yaramazlık beraberinde, öfkeli babasının dayağını getiriyordu!

Dayak yiye yiye büyüdü. Güzel Sanatlar Akademisi’ne öğrenci oldu. 1953 yılında Akademinin Resim Bölümünü bitirdi. Gazeteciliğe başladı. Anadolu insanının dertlerini kendine dert edindi. Edebi tadı olan birbirinden güzel sayısız röportaja imza attı. Dolaştığı yerlerden getirdiği çarpıcı fotoğraflarla iz bırakan sergiler açtı.

Emekli oluncaya kadar kitaplar dolusunca yazılar yazdı.

Aksaraylı o yaramaz çocuk, yetişkin çağında Babıali’nin yürekli kalemi sıfatıyla basın tarihindeki yerini aldı.

Emekli olduktan sonra kendini tümüyle resim yapmaya adadı.

Kimden söz ettiğimi elbette bildiniz:

Fikret Otyam.

(Önceleri, ailenin soyadı Otyam değil, Artur’du. General McArtur’u andırıyor diye babası soyadını değiştirmek istemişti. Bu nedenle, dönemin Sağlık Bakanı Refik Saydam, ona “Otyam” soyadını verdi. Otlardan ilaç yapan anlamına geliyordu.)

 
Yorum yapın

Yazan: 04 Mart 2025 in Genel Kültür

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , ,

O ESKİ RAMAZANLAR

03.03.2025-Ayşe EKŞİ ELMACI

Ahhh.!o eski ramazanlar dediğimizde içimiz duygusal sessizliğe bürünüyor. Doğduğum şehirde Ramazan ruhu vardı. Hazırlıklar günler öncesinden başlardı kesme hamuru imece usulü kesilir, yufkalar açılır, mukabeleler başlardı. Çarşı pazar canlanır .Akşamları fırınlardan pide kokuları yayılır ruhani bir huşu içerisinde geçerdi. İftardan sonra teravi namazına giderdi babalarımız . Çocuklarda tenekeden yaptıkları gemi maketini süslerler geminin ortasına mum dikerler helesaya çıkarlardı. Helesa memleketimin hikayesidir.

Helesa geleneği; Sinop’ta fırtına sebebiyle mahsur kalan geminin kumanyası tükendikten sonra, gemi mürettebatının filikalarını süsleyerek, ellerinde fenerlerle şehir merkezine gelerek mâni ve türküler eşliğinde dolaşarak yardım toplamaları hikâyesine dayanmaktadır. Eskisini bilmem ben bildim bileli bu ritüel sürüp gitmiştir. Sanırım bu günlerde bu ritüel ölümsüzleştirilmek adına şenliğe dönüştürülmüştür.

Bazı evler sahura kadar uyumaz börekler çörekler açılır tencere dolusu yemekler yapılırdı. Annem Mahallemizin hocası (hatta yaz aylarında mahallenin çocuklarına kuran öğretirdi).Hayriye hanım teyzeden iki hatim alırdı. Hem baba tarafına ,hem kendi tarafına. Fitreler zekatlar geçe bırakılmazdı ihtiyacını giderebilsinler diye. Pişirilenler komşularla paylaşılırdı. İhtiyaç sahipleri bilinirdi. Öyle ramazan kolileri yoktu, makarnanın çok olduğu. Şimdi ihtiyacı olanı muhtardan soruyoruz. Gel de deme, nerede o eski ramazanlar…

HAYIRLI BEREKETLİ SAHURLAR…!!@ayseceeeee

 
Yorum yapın

Yazan: 03 Mart 2025 in Genel Kültür

 

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

ORHAN VELİ’DEN BABASI NE İSTEDİ?

02.01.2025- SERAY ŞAHİNLER, “Ağabeyim Orhan Veli”

Babam ağabeyime şiir yazdığı için kızmazdı. Fakat ,

“sen doğru dürüst bir memur ol. Gündüz çalış, akşam gel şiirini yaz” diye telkinlerde bulunurdu.

Babam muhafazakar bir insandı. Memuriyet ile şairliğin bağdaşmadığını pek kabul edemezdi. Hatta babama sorsanız,

‘”memur ol, şair olma” derdi.

Ağabeyim de hem kendi parasını kazanmak, hem de babamı memnun etmek için bir kez memuriyete girdi çıktı. Bir süre çalıştı ve istifa etti.

Babam uzun yıllar Mızıka-yı Hümayun’da görev yaptı. Anılarını yazmak istiyordu. Orhan Ağabeyime söyledi. O da yazalım dedi. Ama sonra bir araya gelemediler. Bir de ağabeyim babamın yanında sigara içemiyor tabii..

“Sigara yok, nasıl oturup yazayım” derdi, gülerdik.

O anılar yazılabilseydi eğer, bugün müzik tarihimiz açısından çok önemli bir kaynak olurdu.

Çok sevilen “İstanbul Türküsü” şiirinde,

“İstanbul’da Boğaziçi’nde

Bir fakir Orhan Veli’yim

Veli’nin oğluyum

Tarifsiz kederler içinde..” diyen Orhan Veli ile babası arasında, şiirin yayımlandığı günlerde, gülümseten şu diyalog yaşanıyor.

İstanbul Türküsü’nün yayımlandığı günlerdi… Babam şiirin konusunu bilmiyordu. Dostları ise babamı gördüklerinde şiirden bahsetmiş, şakalaşmışlar. Bu şakaların etkisiyle babam eve döndüğü zaman,

“Orhan nerede?” diye sordu. Ağabeyim hemen geldi.

“Oğlum sen neler yazmışsın, bir fakir Orhan Veli’yim, bir garip orhan Veli’yim, Veli’nin oğluyum demişsin. Fukaralığını gazetelerden herkese ilan ediyorsun, beni ne karıştırıyorsun, ben hayatımdan memnunum’ demişti.”

Mehmet Veli Kanık, Orhan Veli’nin vefatından üç yıl sonra, 1953’de hayatını kaybetti.

#OrhanVeli(13 Nisan 1914-14 Kasım 1950)

(SERAY ŞAHİNLER, “Ağabeyim Orhan Veli”, Doğan Kitap, 2021)

 
 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,

GÜLÇİÇEK VE TEMİZLENEN NAMUS

01.03.2025- Yazar Suat ÖZGE

~GÜLÇİÇEK TİYATROSU~

İncir ağacının altında iki kardeş gülüşüp sohbet ederlerken, sinirli sinirli evden çıkan, anne babaları, amcaları ve yengeleri Bünyamin’i yanlarına çağırdılar. Gülçiçek o an ters giden birşeyler olduğunu anlamıştı…

-“O gardaşın olacak kız sözlediğimiz amcaoğluna ihanet etmiş.Değirmencinin Nizyazi’nin oğluna yazdığı mektubu bulmuş anan yastığının altında.Topkandık.Hükmünü verdik. Gardaşın namusumuzu kirletmiştir. Ve temizlemek sana düşer Bünyamin… -” dediklerinde yüzü bembeyaz kesilmişti.Ne dediyae kabuk ettiremedi. Eline tutuşturulan silah ile ilk defa tanıştığı okadar belliydiki… Binbir şey söyleyip aklını bulandıran ve kardeşini infaz etmesi için kulaklarına sürekli birşeyler fısıldayan ailesine karşı koyamadı en sonunda…. Gülçiçek’i kolundan kavrayıp kaldırdığında zavallı kız çoktan anlamıştı neler olduğunu… Önüne doğru itekledi sonra kardeşini. Gündoğan şelalesine yürümesini söyledi bağırarak….İlk defa ona sesini yükseltirken canı yanıyordu.

-“Abi ne olur yapma. Uyma o cahillere. Sadece sevdim. Namusuma halel getirmedim. Zorla evlendirmek istedikleri amca oğulumu kardeş bellemiştim ben… Nolur kıyma… Ne istersen vereyim. Kölen olayım yapma abi… İnsan gardaşına kıyar mı? -” derken sözlerini hıçkırıkları bölüyordu…

Human couple relationship problems and difficulties. Colorful watercolor art. Jealousy, breakup and freedom

Gündoğan şelalesine geldiklerinde, ikiside hüngür güngür ağlıyorlardı birazdan ayrılacakları için…

Sonra Bünyamin daha fazla uzatmadan iki el ateş etti. Bir parça kumaş yırttı sonra Gülçiçek’in elbisesinden. Elinde tuttuğu kumaş kanlanmıştı….Ve kanla kirlenen gömlek namuslarının temizlendiğinin işareti olacaktı… Gülçiçek daha on sekizinde ölmüştü oracıkta…Ölüm denen şey geröekten bu kadwr basit birşeymiydi?

Kardeşinin cesedini Gündoğan şelalesine iteklerken hiçbir delil kalmaması için, yüreğinin ağrığını hissetti… Bir saat kadar sonra Bünyamin ölü gibi girdi evlerinin avlusuna… Kardeşinin kanlı gömleğini ailesine verdiğinde, evden ölü çıkmamış, sanki bayram havası gelmişti evlerine…Nedendi bu şenlik?

Ve sonra kahraman ilan edildi Bünyamin. Omuzlara alınırken amcaları tarafından gözleri kıpkırmızı olmuş hüngür hüngür ağlıyordu acısından….Gitmişti. Biricik kardeşini artık dönüşü olmayacak bir yola göndermişti. Tam bir erkek mi olmuştu artık. Ailesi, kardşini öldürdüğünde öyle olacağını söylemişti de.

Dert ortağı, herşeyi biricik kardeşi yoktu artık. Ve hayat zindan olmuştu o günden Bünyamin’e.

Günahı yüreğini dağlıyordu.Ailesiyle konuşup bu günahın bedelini nasıl ödeyebileceğini sorğunda, yoksula el uzatmasını, fakiri doyurmasını, düşküne yardım etmesini söylediler alay eder gibi.Sanki infaz emrini veren o gaddar insanlar kendileri değillerdi…

İlçeden beş kimsesiz, sokakta yaşayan çocuk buldu ertesi gün. Onları bir kuruma yerleştirip, ölen kardeşinin yerine koydu hepsini. Elinden geleni yapıyor, okul masraflarını ve yurt paralarını eksiksiz ödemeye çalışıyordu… Böyle böyle teselli etti kendini…

Bir hayali vardı bu hayatta kardeşi Gülçiçek ile birlikte kurduğu.Yaşadıkları kasabaya kendilerininde oynayacağı bir tiyatro kurmak.Babaları, onlar küçükken hastalıkları sebebiyle büyük şehire götürdüğünde görmüşlerdi ilk defa tiyatro oyununu. Ama paraları olmadığı için giremedikkeri için ise bu durum içlerinde ukte kalmıştı.Koyunlarına çobanlık yaparlarken merada, hep türlü oyunculuklar sergilerlerdi.Ama yoktu artık Gülçiçek. Ve kardeşiyle kurduğu hayalin gerçek olması için elinden gelen herşeyi yapmalıydı…Ancaj bmyle rahat edebilirdi içi.

Uzun uğraşlar verip bir oyunculuk kursuna katıldı.Ve boş vakitlerinde kayıldığı kursta küçük tiyatro oyunları oynarken yaşadığı vicdan azabınıda bir nebze unutuyordu…

Hayatı tiyatro ve bakımını üstlendiği çocuklardan ibaretti artık… Var gücüylrie gece gündüz çalışıp sürüsünü genişletti hayallerine ulaşabilmek için. Kasabadaki en büyük sürü ise Bünyamin’in sürüsü olmuştu artık… Koyunlarını başında hak ağlayıp, kah gülerek çalıştığı tiyatro oyunlarını gören komşuları,

-“Çoban bünyamin delirmiş zaar-” deyip dalga geçerlerdi onunla…Ve onca sene hep ailesine soğuk durdu. Kardeşine kıymasına izin verdikleri için öyle öfkeliydiki hepsine…Nasıl bir töreydi bu? İnsanların akıllarını kemiren ve olmaz işler yaptıran töre denen şey ne cahillikti böyle.

Ve böylece tam on yedi sene geçti aradan.Geçen onca senede hayalini gerçekleştirebilmek için çalışıp didinip öyle çok uğraş vermişti ki. Ama herşey tamamdı artık. Kasabada tiyatroyu kuracağı mekanı bile bulmuştu.İçi biraz olsun huzur bulmuştu ama, tamda o günlerde birdenbire vücudunda halsizlikler hissetmeye ve olduğu yerde bayılıp kalmaya başlamıştı…

Doktora gittiklerinde ise küçükten beri peşini bırakmayan rahatsızlığın artık son raddesine geldiğini anlattı doktor. Beynindeki tümörden artık ameliyattan başka kurtuluşu yoktu…Risk büyüktü.Hemde çok büyüktü…

Fakat ne ameliyat olacak kadar parası , nede ameliyatı yapabilecek cesaretli ve donanımlı doktor bulamamışlardı…

O günlerde postacı kapısını çalıp bir mektup bırakmıştı Bünyamin’e. Mektupta ise,

-“Borçlar bir gün ödenmeli. Binyamin ağabey bir zamanlar okul ve yurt masraflarını karşıladığın beş öğrenciden biriyim.İhtisasımı yurt dışında tamamladım.Hastalığını yardım ettiğin okul masrafkarını karşıladığın diğer arkadaşlarımdan öğrendim. En yakın zamanda Türkiye’ye dönüp ameliyatını yapacağım…. Sana minnettar olan NAZENDE.. “yazıyordu mektupta…

Bir hafta sonra ameliyat masasına yattı Bünyamin. Ve çıkamaz dedikleri o riskli ameliyattan Nazende hanımın olağan üstü çabasıyla çıktı… O günlerde aile efradından en son kalan töre aşığı gaddar babası ise yatağa düşmüştü artık… Günleri sayılıydı…

Hastahaneden çıkar çıkmaz gözyaşlarıyla bir tabela yaptırdı. Kasabada açtığı tiyatro salonunun kapısının üzerine asmıştı tabelayı gözyaşlarıyla. Tiyatro salonunun adı”GÜLÇİÇEK TİYATROSU” olmuştu…

Sokak sokak solaşıp herkesi ilk gösterisine çağırırken içi öyle garip olmuştuki. Tam bin kişi gelmişti salona….Oyunu oynarken yüreği titredi Bünyamin’in. Çünkü kendi hayat hikayesini konu edinmişti ilk tiyatro oyununda…

Son sahneye geldiğinde ise Gündoğan şelalesinin başına gözyaşlarıyla gelip,

-“Sevgi can almaz kardeşim… Sevgi yaşatır… Nolur dön ağabeyine Ceylan gözlüm… dediğinde bira önce doktor rolünde oynayan Nazende hanım boşluktan elini uzatıp elini tutmuştu Bünyamin’in… Sonra binlerce kişinin önünde hıçkıra hıçkıra ağlayıp, sarıldılar…. Dakikalarca öyle hasretle sarılmaya devam ettiler birbirlerine. Peki ölen bir insan geri gelebilirmiydi? Hayalindekini mi canlandırmıştı oyununda Bünyamin?

Gözleri kıpkırmızı olmuş halde elini tuttu Nazende hanım’ın. Ve sahnenin tam ortasına gelip, defalarca aynı cahilliğin yapıldığı şehrininin insanlarının gözlerinin içine bakıp,

-“Öldürmedim kardeşimi… Ben katil değilim. Oda bir adamı sevdiği için suçlu değil. Artık ona kimse dokunamaz. Ailemizden son kalan yöreyi benimsemiş babam şimdi ölüm döşeğinde.Kimse peşine düşemez kardeşimin. Kimse artık ona birşey yapamaz. Ve ben herşeyi açıklayabilirim…Evet o şelalesinin başında Gülçiçek öldü. Ama kurşunla değil…Yeni bir hayata doğdu o gün kardeşim.Onu herkesten gizli okutabilmek için öyle eziyet çektimki.Koskoca bir doktor artık. Ve ağabeyinin hayatını kurtardı benim ceylan gözlüm… Ağalar, teyzeler bu oyun gerçekti… Gülçiçek ölmedi…Ölen böyle sapkınlıkları isteyebilme cüretini gösteren kirli beyinlerimizdi. Kanlı gömlekle namus temizlenmez.İnsan insanın ölüm hükmünü veremez-“dediğinde dizlerinin üzerine çöktü Gülçiçek… Ağabeyinin ayaklarına sarılıp hıçkıra hıçkıra ağlarken, binlerce insan gözyaşlarıyla ayağa kalkıp iki kardeşin hikayesini avuçları acıyıncaya kadar alkışladılar…

Gülçiçek ölmedi… Ama töreler ölsün.Nice sapkın zihniyetler nice çiçekleri solduruyor. Kanla namus temizlenmez. Kimse kimsenin namusunu ölçüp ölüm hükmünü veremez…

#Yazar#Suat#Özge

 
Yorum yapın

Yazan: 01 Mart 2025 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , ,

KARINCA İŞİ KOTARAN YİNE DE İŞTEN ATILAN

27.02.2024- DÜNYA HALİ

Küçük bir Karınca her sabah erkenden işine gelir ve neşe içinde çalışmaya başlardı… Çok çalışır… Çok üretir… Ve bunları keyif içinde yapardı. Patronu Aslan, Karınca’nın başında yöneticisi olmadan kendiliğinden bu kadar hevesle çalışmasına çok şaşırırdı.

Bir gün karlılığı ve verimliliği arttırmak için aklına parlak bir fikir geldi. Eğer Karınca, başında bir yönetici bile olmadan bu kadar üretken olabiliyorsa, bir de başarılı bir yöneticisi olsa neler yapardı. Bunun üzerine, müthiş bir yöneticilik kariyeri olan ve yazdığı raporlarla ünlü Hamamböceği’ni işe aldı. Hamamböceği işe öncelikle bir saat alarak başladı. Böylece Karınca’nın çalıştığı saatleri tam olarak ölçebilecekti. İş saatlerinde gevşekliğe müsaade etmeyecekti. Elbette raporlarını düzenleyecek bir sekretere de ihtiyacı olacaktı. Bu nedenle; hem telefon trafiğini yönetmek ve hem de arşiv işleri için Örümcek’i işe aldı. Aslan, gelişmelerden çok memnundu. Hamamböceği’nin hazırladığı raporlar gerçekten harikaydı. Hatta ondan üretim hızını ölçen ve karlılığı analiz eden renkli grafikler de hazırlamasını istedi.

Böylece bu raporları ortaklarına sunum yaparken kullanabilecekti. Hamamböceği, bu raporları üretebilmek için yeni bir bilgisayara ve donanıma ihtiyaç duydu. Artık artan ekipmanlar için de bir bilgi işlem departmanı oluşturmanın zamanı gelmişti. Bu işleri idare etmek için Sinek’i işe aldı. Bir zamanlar mutlu, üretken ve rahat olan Karınca bu yeni toplantı düzeninden ve evrak işlerinden yılmıştı. Zamanın büyük bir kısmını sorulan soruları cevaplamak ve evrak işleri yapmakla geçiyordu. Aslan, Karınca’nın bölümünün giderek büyümesinden memnundu. Bölümü daha da büyütmek üzere bir üst yöneticiye ihtiyaç olduğunu düşündü.

Ve bölüm başkanı olarak başarıları ile ünlü Ağustosböceği’ni işe aldı. Kendi rahatına ve keyfine düşkün Ağustosböceği’nin ilk icraatı ofisi rahat edebileceği yeni mobilyalarla döşemek oldu. Tabii ki kendisinin yeni bir bilgisayara, bütçe kontrol ve stratejik verimlilik planı hazırlanması için kişisel bir yardımcıya ihtiyacı vardı. Bunun üzerine eski işyerindeki yardımcısını işe aldı. Karınca’nın çalıştığı yer giderek kimsenin gülmediği, neşesiz ve mutsuz bir mekana dönüşmüştü. Ağustosböceği, patronu Aslan’ı ortamın ruh halini değiştirecek bir çalışma yapılması gerektiğine ikna etti. Bunun üzerine, Karınca’nın bölümünde olup bitenleri gözden geçiren Aslan, üretimin ve karlılığın dramatik bir şekilde düştüğünü farketti.

Hemen, son derece itibarlı ve iyi tanınmış bir Danışman olan Baykuş’u sorunu çözmesi için işe aldı. Baykuş, Karınca’nın departmanında 3 ay geçirdi. Bu hummalı çalışmanın ardından ciltlerce süren muhteşem bir rapor yazdı. Raporun sonucu şuydu: “Departmanda aşırı istihdam vardı”. Aslan, raporu inceledikten sonra dramatik bir karar verdi. Ve, elbette, ilk olarak negatif tavırlarıyla dikkat çeken, mutsuz ve çalışma isteğini kaybetmiş olan Karınca’yı işten çıkardı. DÜNYA HALİ

 
Yorum yapın

Yazan: 27 Şubat 2025 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

YENGEÇ SEPETİ SENDROMU VE İNSANLARDAKİ ETKİLERİ

25.02.2025- ALINTI

Kumsalda yürüyen bir adam, avlanan balıkçıya yaklaştığında kova içerisindeki yakalanmış yengeçleri görür. Kovanın üstü açıktır, kapağı yoktur. Bu durum onu şaşırtır, çünkü yengeçlerin kaçabileceğini düşünür. Balıkçıya sorduğunda,

“Evet, tek bir yengeç olsaydı, kesinlikle kaçardı. Ancak, pek çok yengeç varsa, biri kaçmaya çalıştığında diğerleri onu yakalar, kaçamayacağından emin olur, geri kalanlar da aynı kaderi yaşarlar.” yanıtını alır.

Tek yengeç kapaksız kovadan rahatlıkla çıkabilirken, sayı arttıkça kaçış imkansızlaşır. Çünkü birbirlerini yukarı itmek yerine, aşağı çekerek engellerler. Sonunda kimse kazanamaz. Bu durum, Yengeç Sepeti Sendromu’nun çıkış noktasıdır Filipinliler arasında popüler olan kavram, ilk olarak aktivist yazar Ninotchka Rosca tarafından kullanılıyor.

“Ben sahip değilsem, sen de olamazsın.”,

“Ben başaramıyorsam, sen de başaramazsın.” anlayışını ifade eder. Bazı insanlar, bencilce davranarak hırslarını ön plana alarak başarmanın yolunun başkalarını geride tutmak olduğunu düşünürler. Kendileri ulaşamıyorsa, sizin de hayalleriniz, hedefleriniz uzak olmalıdır. İstekleri budur. Rekabetçi duygularla, hasetlik ve kıskançlıkla çabalarınızı sabote etmeye çalışırlar.

Yengeç Sepeti Sendromu, her alanda yaşanabilir. Örneğin, kurumsal hayattaki tam zamanlı işinizden ayrılıp yolunuza girişimci olarak devam etmek istiyorsunuz. İş çıkışlarında kendinizi geliştirecek kurslara katılmayı planlıyorsunuz. Kilo vermeyi düşünüyorsunuz. Daha farklı, daha iyi şartlara yöneldiğinizde, değişim yapmaya henüz hazır olmayan, korkan kişilerin eleştirilerine maruz kalabilirsiniz.

Kendi başarısızlık korkularıyla, sizin başarılarınıza, gelişim olanaklarınıza ket vurmaya çalışanlar; yeni bir şey denemek istediğinizde baltalamaya, caydırmaya niyetlenenler olabilir.

“Ne gerek var?”,

”Boşver.”,

”Zaten beceremezsin, hiç uğraşma.”,

“Bu saatten sonra meslek değiştirilir mi?” sözlerini duyabilirsiniz.

Ofis tavsiyesi kisvesi altında size kendinizden şüphelendirecek önerilerde bulunabilirler, iş stresini artırabilirler. Yengeç zihniyetine sahip kişiler, gruplarında diğerlerini aşarak başarılı üyelerin önemini azaltmayı hedeflerler. Onlar başarısızken başkalarının başarısını izlemek yerine, çökmelerini beklerler. Mutlu anlarda bile eleştirecek noktalar bulabilirler, ama eleştiri duymak istemezler. Empati ve merhametten yoksundurlar.

Başkasına yardımcı olmak, kendimize yardımcı olmaktır aslında.

“Love your neighbour as thyself.” sözü aklınızda bulunsun.

Paylaştıkça çoğalır insan. Kurbana dönüşmemek için: Zamanınızın çoğunu birlikte geçirdiğiniz insanlara dikkat edin. Jim Rohn;

“İnsan, en çok vakit geçirdiği 5 kişinin ortalamasıdır.”

Aile üyeleriniz, çalışma arkadaşlarınız, yakınlarınız size yengeç sepeti sendromu yaşatan kişiler olabilirler. Zorunlu nedenlerle ilişkimizi tamamıyla koparmamızın mümkün olmayacağı durumlar varsa da hayatınıza yön verecek olan kişi sizsiniz. Kiminle, ne kadar vakit geçireceğinizi iyi belirleyin. Benzer hedeflerinizin olduğu kişilerle bir aradaysanız, başarınız katlanır. Durumun farkına varmak gerekiyor. Olumsuz düşüncelerle dolu ortamda kalmak yerine, enerjinizi yardımlaşabileceğiniz, birbirinize ilham verebileceğiniz kişilere yönlendirin. Yengeçlerin sizi hedeflerinizden ve hayallerinizden uzaklaştırmalarına, üretkenliğinizi azaltmalarına izin vermeyin. Bizim hayatımız, bizim seçimlerimiz. Kovadaysak da çıkmayı başarmak bizim elimizde… Birlikte gelişebilmek dileğiyle… Alıntıdır

 
Yorum yapın

Yazan: 25 Şubat 2025 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,