RSS

Kategori arşivi: Bilinmeyenler

RUM BALIKÇI STELYO İLE BİLGE YUSUF’UN “BİR KAHVENİN 40 YIL HATIRI VAR ÖYKÜSÜ

13.09.2024-TC Üsküdar Belediyesi Kültür Hizm .Arşivi- Kültür Sanat Tarih Doğa

” Bir kahvenin 40 yıl hatırı var ” deyimi Üsküdarlı Bilge Yusuf ile Rum balıkçı Stelyonun hikâyesine dayanır.

1895 Eminönü Yemiş İskelesi , balıkçı kahvesine giren Osmanlı zabiti;

“Bre Yusuf , herkese benden okkalı bir kahve , ama şurda oturan Rum palikaryasına yok..Ona , kahvem de akçem de haramdır “..der

Bilge Yusuf kahveleri ikram eder , bir kahve de Palikarya Stelyo nun önüne koyar

Zabıt adeta kükrer..”Ben , ona haramdır demedim mi Yusuf ?”

Bilge Yusuf , hiç istifini bozmaz

“Komutan , o kahve benden , ona da helaldir.” der..Stelyo minnetle bakar Yusufa

1905 olur , Samos ( Sisam ) arasında Rum isyanı başlar.. Damat Ferit Paşa adaya asker çıkarır..Bilge Yusuf da askerdir ve adaya çıkan askerler arasındadır. Ancak ilk çatışmada esir düşer..2 yıl yatar Samos zindanlarında..2 yıl sonunda Rum çeteciler , esir pazarında satışa çıkarır Yusufu

Mezatda 5 para – 7 para sesleri arasından bir ses yükselir.” – O Türke benden 5 kuruş , hemen alıyorum..”.Sessizlik hakim olur , Rum alır Yusufu arabasına köyün dışına çıkarır. Denize yakın bir yerde arabasını durdurur , döner Yusufa ” – Serbestsin Bilge Yusuf ” der

Yusuf inanamaz duruma , Rum un ellerine kapanır..” – beyim , kimsin necisin, beni neden özgür bırakırsın ” der

Rum döner Yusuf’a ” – ben balıkçı Stelyo ” der..Yusuf çözemez durumu , adamı tanımaz bile..Rum , uzun uzun anlatır ,12 yıl öncesine , Yemiş iskelesine döner , detaylarıyla o günü anlatır ve;

“İşte ben , bir fincan kahveyi helal ettiğin balıkçı Stelyo ” der. Göz yaşları sel olur. Sarmaş dolar olurlar. Stelyo , Yusufu , kaçak yoldan İstanbul’a gönderir. Bu dostluk 35 yıl devam eder

Her yıl birbirlerini ziyaret ederler.Her ziyarette bir fincan kahve mutlaka vardır. Çocuklarına , torunlarına anlatırlar dostluklarını ve

“Bu kahvenin 40 yıl hatırı var ” derler.

Kaynak ( TC Üsküdar Belediyesi Kültür Hizm .Arşivi)

 
Yorum yapın

Yazan: 13 Eylül 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , ,

YAMYAM FARE NASIL YETİŞTİRİLİR?

12.09.2024- Arkeoloji Tarihi

Duyulmamış bir hikayedir, genelde eski gemiciler bilir.

Eskiden fareleri yok etmek için İngiliz gemilerinde uygulanan bir metodtur.

Bir tane fareyi canlı olarak yakalayıp boş bir tenekeye koyarlar ve günlerce aç bırakırlar. Sonra birgün yakaladıkları küçük bir fareyi bu farenin yanına koyarlar.

Günlerce aç kalmış olan fare yeni koyulan fareyi yer.

Sonra bir daha bir daha derken yamyam bir fare elde ederler.

Bu fare artık iyice de semirmiş ve kuvvetlenmiş olur.

Sonra bu fareyi geminin içine salarlar, şimdi ortada tebdil kıyafet gezen güçlü kuvvetli bir yamyam fare vardır ve bu fare rahatlıkla diğer farelerin yanına sokulur ve yakaladığını yer.

Böylece gemi farelerden temizlenir.

Bir nesli yok etmek için uyguladıkları bu metodu, şimdi içimize eğitilmiş, semirmiş, beyni yıkanmış, yamyam fareler sokularak, bizi de yok etmek için kullanıyorlar.

Şimdi aramızdaki bu yamyam farelere dikkat.

Aklını kullan yedirme kendini.

 
Yorum yapın

Yazan: 12 Eylül 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , ,

EŞSİZ BİTKİ KUM YEMİ

09.09.2024- Ahmet TAŞDEMİR

Güneş ışığında değil, çölün değişen kumlarında büyüyen bir bitki hayal edin. Sonoran Çöllerinin nadir bir cevheri olan Kum Yemi (Pholisma sonorae) ile tanışın.

Bu eşsiz bitki, etli gövdesini gökyüzüne uzanmak yerine yüzeyin iki metre altına kadar uzatıyor. Sadece küçük, yuvarlak bir kısmı kum tepelerinin arasından görünüyor ve çoğu zaman mantar sanılıyor.

Ama aldanmayın, bu bir mantar değil. Karabuğday ve kanarya otu gibi çöl çalılarının köklerine tutunarak besin maddelerini emen kısmen parazit bir bitkidir.

Asalak doğasına rağmen Kum Yemi, ev sahibinden su çalmaz. Bunun yerine pullu yapraklarındaki küçük gözenekler aracılığıyla suyu doğrudan havadan emer.

İlginç bir şekilde, kuraklık sırasında Kum Yemi’nin emdiği suyun bir kısmını ev sahibiyle paylaşarak daha simbiyotik bir ilişki yaratabileceğine dair bazı kanıtlar var.

Çiçek açtığında, her zamanki grimsi, beyazımsı veya kahverengi rengiyle tam bir kontrast oluşturan, güzel pembe ila mor çiçekler üretir.

Ne yazık ki Kum Yemi insan faaliyetleri nedeniyle tehdit altında. Ama umut var. Fort Yuma Quechan Kızılderili Kabilesi tarafından yürütülen bir kampanya, ulusal bir anıt oluşturarak burayı korumayı amaçlıyor.

 
Yorum yapın

Yazan: 09 Eylül 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , ,

ANADOLU’NUN KAYIP DİLİ KALAŞMA

05.09.2024- ARKEOLOJİ TARİHİ

Anadolu’nun kayıp dili ‘Kalaşmaca’ çözüldü

2023 yılında Boğazköy-Hattuşa’da yapılan kazılarda ortaya çıkarılan Anadolu’nun kayıp dili ‘Kalaşmaca’ çözüldü. Bulunan 174 tablet deşifre edildi. Tabletlerde günlük yaşama ve kutlamalara ilişkin metinler yer alıyor. Kazı Başkanı Prof. Schachner, “Bu metinler Anadolu’nun M.Ö. 2000 yılında çok dilli ve çok kültürlü bir yer olduğunu gösteriyor” diyor

Çorum’da bulunan Boğazkale – Hattuşa’da yüz yıldan beri kazılar sürse de 1980’lerden sonraki kazılarda 30 bin civarında çivi yazılı kil tablet bulunmuştu. Bu tabletlerden 174 tanesinin farklı bir dilde ortaya çıkmasıyla, daha önce bilinmeyen ancak kaybolmuş bir dilin varlığı keşfedilmişti.

2023 yılında yapılan bu keşifte bulunan tabletlerin Bolu-Gerede civarında yaşayan Kalaşma isimli halkın dilinde yazıldığı belirlendi.

Luvice ile benzerlik taşıyan dil, Anadolu’nun tarih içinde kaybolmuş dillerinden biriydi.

Boğazköy Müzesi’nde korunuyor

Hattuşa’da arkeolojik kazıları yürüten ekibin başkanı Alman Arkeoloji Enstitüsü’nden Prof. Dr. Andreas Schachner, bulunan tabletlerin İstanbul Arkeoloji Müzesi, Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Çorum Arkeoloji Müzesi ve Boğazköy Müzesi’nde korunduğu söyledi.

Tabletler üzerindeki çalışmaların Almanya Worzburg Üniversitesi Eskin Yakındoğu Dilleri Bölümü’nden Prof. Dr. Daniel Schwemer ve İstanbul Üniversitesi Hititoloji Bölümü’nden Doç. Dr. Metin Alparslan tarafından yürütüldüğünü belirten Schacher, “Alman kazı ekibin sorumluluğundaki bütün metinler yayınlandı” dedi.

Prof. Dr. Schwemer tarafından 174 tabletin deşifresine ilişkin yazılan ‘Keilschrifttexte aus Boghazköi (Boğazköy’den Çiviyazısı Metinleri)’ isimli eser bu yıl dijital ortamda ulaşıma açıldı. Eserde 174 tabletin günümüz diline çevirisi yer alıyor.

Tabletlerde günlük yaşama ilişkin bilgiler, bayram ve festivallere ilişkin notlar, komşu ülkelerle ilişkilere ilişkin kayıtlar yer alıyor.

Prof. Schachner, “İlk transliterasyonu Prof. Schwemer yaptı. Çivi yazısından Latin harifli yazıya dönüştürdü. Sonra dilbilim uzmanları Marburg Üniversitesi’nden Prof. Elisabet Rieken ve Doç. Dr. İlya Yakubovitich, metinleri inceleyerek çözdüler. Bir takım çalışması yapıldı” dedi.

Kalaşma dilinde tabletlerde yeni bir alfabe bulunmadığı belirten Prof. Schachner yazı için Hititlerin çok iyi bildiği ve Mezopotamya’dan alınan çivi yazı sisteminin kullanıldığını vurguladı.

Metinlerin nihai yayınının önümüzdeki günlerde yapılacağını kaydeden Schachner, Kasım ayından itibaren herkesin Kalaşma dilindeki metinlere ulaşabileceği vurguladı.

Schachner, şunları söyledi:

“Tablet içerikleri aslında çok önemli bilgiler aktarmıyor ama bu metinler sayesinde M.Ö. 2000 yılında Anadolu’nun çok dilli ve çok kültürlü bir bölge olduğunu öğreniyoruz. İnsanlar, bu dillerden en az birkaç tanesini biliyor ve kullanıyorlardı. Hititlerin başka bir bölgesinin Tanrılarına bakışını da bu metin sayesinde teyit etmiş oluyoruz çünkü fethettikleri bölgenin Tanrılarını kendi sistemlerine dahil ederek tapıyorlardı. Bu şekilde o bölgeleri kendilerine bağlamaya çalıştılar. Bu metinler, Kalaşma’dan getirdikleri Tanrı’ya kendi anlayacağı dilde hürmet edebilmek için bu dilde yazılmış. Hititlerin mantığına göre o tanrı Hitit dili anlamazdı.”

Anadolu’da mutlaka başka kayıp diller de olduğunu ancak tespit etmenin zor olduğunu ifade eden Schachner, Kalaşmacayı ortaya çıkaran durumun bugüne kadar ilk kez yaşandığı vurguladı. Schachner, “Bulunan tabletler çok iyi korunmuş. Dolayısıyla metin tümü elimize geçti. Normalde küçük parçalar buluyoruz. Tablet kırıkları. Burada ise iyi korunmuş tabletler vardı” dedi.

 
Yorum yapın

Yazan: 05 Eylül 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , ,

17 YAŞINDA ANNESİNİ İLK DEFA GÖREN ADAM

31.08.2024- Murathan Mungan / Harita Metod 

Murathan Mungan, kendisini doğuran kadını, yani öz annesini görmek üzere, uzun yıllar sonra onun evine gidecektir.
Yıllar sonra, hiç hazırlıksız “bu senin oğlundur” diye karşısına çıkarmak istemez yakınları. Bahçeden eve doğru girerler.
Sahanlıktan oraya açılan kapı.
Murathan’ın ilk gördüğü şey, gelenlere telaşla terlik çıkarmak için öne eğilen bir kadındır.
Sonrasını anlatır:
“..Boğazımda, hayatımda hiç olmadığı kadar büyük bir düğüm.
Kendimi tutmak konusunda sıkı sıkıya tembihlenmişim.
Ne de olsa hastalık geçirmiş kadın. Her şey yavaş yavaş söylenecek ona. Oturuyoruz.
Orada, karşımda oturan kadın benim annem. Ama bir yabancı. Hiçbir hatıram yok.
Arada bir gözlerimiz değdiğinde ona fazla bakamıyor, gözlerimi kaçırıyorum..
Çocukluğumda ona ilişkin duyduğum üzücü hikayelerdeki kadınla hiçbir alakası yok.
“Eve bakacak kiracılar” diye tanıtılıyoruz. Çıkıyoruz.
Pencerede, tülün ardında, arkamızdan bakan kadının artık annem olduğunu biliyorum.
Dönüşte, minibüste cam kenarına oturup Mümtaz dayıların evine kadar yol boyu hiç durmadan ağladığımı hatırlıyorum.
Gözlerimin çok, ama çok acıdığını da hatırlıyorum o gün.
Bir süre sonra tıpkı bir çocuk gibi neden olduğunu unutarak ağlamayı sürdürüyor insan.
Tam on yedi yıl sonra beni doğuran kadını görmüştüm o gün.
O annemdi.

Asıl annem oydu; beni doğuran.
Çocukluğum boyunca seyrettiğim acıklı filmlerdeki, acıklı romanlardaki gibi bir hayatım olmuştu birdenbire. Kendimi bambaşka bir filmin içinde bulmuştum.
“Aldığı ilaçların tesiriyle öğlene kadar uyur” demişti teyzem, annem için.
Ertesi sabah, nedense erken kalkmış, kahvaltıdan sonra teyzem anneme, “Sana bir şey söyleyeceğim Muazzez, ama heyecanlanmaman gerek, biliyorsun” demiş. “Önce şu ilaçlarını al bakayım.”
Annem, emekli olan teyzemin o sıralar maaş artışı için intibaklarını beklediğini biliyormuş. Yüzündeki neşeli havaya bakarak o konuyla ilgili bir şey sanmış önce, “intibakların mı geldi yoksa?” demiş.
“Yok hayır, benimle ilgili değil, seninle ilgili bir şey söyleyeceğim…”

Bunun üzerine annem, bir an bile düşünmeden;
“Dün gelen benim oğlumdu, değil mi?” demiş. 😥😥

 
Yorum yapın

Yazan: 31 Ağustos 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , ,

CEHENNEM YERİNE HERKES ATEŞİNİ BURADAN GÖTÜRÜR

30.08.2024- Arkeoloji Tarihi

Karacaoğlan Doğum Yeri Karaman / Türkiye

Karacaoğlan, 17. yüzyılda yaşadığı rivayet edilen, âşık edebiyatının en önemli şairlerinden biridir. Yaşadığı yer ile ilgili değişik rivayetler olmasına karşın, 2014 yılı içerisinde Karaman’ın Sarıveliler ilçesinde yer alan tarihi Hacı Salih Cami’nin restore işlemi sırasında bahçesinde bulunan tarihi mezar taşlarının birisinin üzerinde “Karacaoğlan, ruhuna Fatiha” yazdığı öğrenilmiştir.

Karacaoğlan’ın şiirleri aşk ve doğa üzerinde kuruludur. Ayrılık, gurbet, sıla özlemi ve ölüm en çok değindiği konulardır. Duygularını, yaşadıklarını, düşüncelerini; içten, gerçekçi ve özgün bir şiir yapısı içinde anlatır. Karacaoğlan, Türk aşık edebiyatına yepyeni bir söyleyiş biçimi getirdi. Doğa benzetmelerini sık sık kullanır. Çok yalın ve temiz bir Türkçe kullanır. Kendisinden sonra gelen birçok ozanı derinden etkiledi. Bu olumlu etkiler günümüz Türk şiirine kadar uzanır. Şiirlerini ilk kez Nüzhet Ergun derleyip yayınladı. Birçok şiiri bestelendi.

Şiirlerinin özellikleri:

Karacaoğlan, yaşadığı çağda yetişmiş başka saz şairlerinin tersine, dil ve ölçü bakımından Divan Edebiyatı’nın ve tekke şiirinin etkisinden uzak kalmıştır. Anadolu insanının o çağdaki günlük konuşma diliyle Türkçe yazmıştır. Kullandığı Arapça ve Farsça sözcüklerin sayısı azdır. Yöresel sözcükleri ise yoğun bir biçimde kullanır. Deyimler ve benzetmelerle halk şiirinde kendine özgü bir şiir evreni kurmuştur. Bu da onun şiirine ayrı bir renk katar. Bu sözcüklerin birçoğunu halk dilinde yaşayan biçimiyle, söylenişlerini bozarak ya da anlamlarını değiştirerek kullanır.

Karacaoğlan, halk şiirinin geleneksel yarım uyak düzenini ve yer yer de redifi kullanmıştır. Hece ölçüsünün 11’li (6+5) ve 8’li (4+4) kalıplarıyla yazmıştır. Bazı şiirlerinde ölçü uygunluğunu sağlamak için hece düşmelerine başvurduğu da görülür. Mecaz ve mazmûnlara çokça başvurması, söyleyişini etkili kılan önemli öğelerdir. Şiirsel söyleyişinin önemli bir özelliği de, halk şiiri türü olan mani söylemeye yakın oluşudur. Koşmalar, semailer, varsağılar ve türküler şiirleri arasında önemlice yer tutar. Bunların her birinde açık, anlaşılır bir biçimde, içli ve özlü bir söyleyiş birliği kurmuştur.

Pir Sultan Abdal, Âşık Garip, Köroğlu, Öksüz Dede, Kul Mehmet’ten etkilenmiş; şiirleriyle Âşık Ömer, Âşık Hasan, Âşık İsmail, Katibî, Kuloğlu, Gevheri gibi çağdaşı şairleri olduğu kadar 18. yüzyıl şairlerinden Dadaloğlu, Gündeşlioğlu, Beyoğlu, Deliboran’ı, 19. yüzyıl şairlerinden de Bayburtlu Zihni, Dertli, Seyranî, Zileli Talibî, Ruhsatî, Şem’î ve Yeşil Abdal’ı etkilemiştir. Daha sonra da gerek Meşrutiyet, gerek Cumhuriyet dönemlerinde, halk edebiyatı geleneğinden yararlanan şairlerden Rıza Tevfik Bölükbaşı, Faruk Nafiz Çamlıbel, Behçet Kemal Çağlar, Necip Fazıl Kısakürek, Ahmet Kutsi Tecer ve Cahit Külebi Karacaoğlan’dan esinlenmişlerdir.

Şiirleri 1920’den beri araştırılan, derlenip yayımlanan Karacaoğlan’ın bugüne değin, yazılı kaynaklara beş yüzün üzerinde şiiri geçmiştir. Literatürde Karacaoğlan Saadettin Nüzhet Ergun, Karaca Oğlan (1927) İlhan Başgöz, Karac’oğlan (1984) Şükrü Elçin, Halk Edebiyatımızda Kaynaklar Meselesi ve XVI. Asır Ozanı Karacaoğlan (1988) Umay Günay XVI. Yüzyıl Saz Şairi Rumelili Karacaoğlan (1993)Saim SAKAOĞLU Karacaoğlan (2014)

 
Yorum yapın

Yazan: 30 Ağustos 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , ,

AFOROZ EDİLEN ÇATALIN AKIL ALMAZ HİKAYESİ!

28.08.2024- Gezginin Yol Defteri

Aslında Avrupa’ya ilk çatal İstanbul’dan gitmişti. İstanbul’da doğan (O dönemdeki adıyla Konstantin) Bizans İmparatoru II. Basil’in yeğeni Maria Argyropoulina, siyasi gerekçelerle Venedik Dükü II. Pietro Orseolo’nun oğlu ile evlendirilmişti. Fakat biri katolik, diğeri Ortodoks olan eşler arasında derin bir mezhep farklılığı vardı. Bu nedenle, 1004 yılında Venedik Sarayına gelin gelen Bizans prensesi Maria Argyropoulina’nın yaptığı herşey Venedik Sarayı’nı rahatsız etmeye başlamıştı. Çünkü; hem Venedik hem de diğer Avrupa şehirlerine göre, çok daha konforlu ve görgülü bir şehirden gelen prensesin, İstanbul’dan getirdiği her türlü alışkanlık, saray tarafından hor karşılanmaya ve yadırganmaya başlamıştı.

Maria’nın ipek ve mücevher takma şekli, koku veren otları tütsüleyerek yakması, yağmur suyunda banyo yapması ve yemek yerken özel kutusundan çıkardığı altın çatalını kullanması Venedik Sarayı’nda son derece sıra dışı bulunmuş ve kem gözlere nefret doldurmuş. Aslında asıl mesele; ezelden beri süre gelen Katolik – Ortodoks çatışmasının zavallı Maria üzerinden sürdürülüyor olması idi.

Bizans’ın mezhep farklılığına olan düşmanlığını “çatal” üzerinden gösteren Vatikan ise “Tanrı insana doğal çatallar yani parmaklar vermiş, yemek yerken parmakların yerine çatal kullanmak dinsizlikle eş değerdir” diyerek çatalı aforoz etmişti. Hatta Venedik’e geldikten kısa bir süre sonra mikrop kapıp vebadan ölen Maria’nın kötü kaderi, Vatikan tarafından çatal kullanmasıyla ilişkilendirilerek, ölmesinin nedeni de çatal kullanmasına bağlanmıştı.

Ve onun ölümünden sonra çatal kullanımı lanetlenerek uzunca bir süre yasaklanmıştı. Hatta şeytan resmedilirken artık şeytanın elinde tuttuğu dirgenin yerine, Maria’nın İstanbul’dan getirdiği çatal konulmaya başlanmıştı.

 
Yorum yapın

Yazan: 28 Ağustos 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , ,

MENDOZA’NIN TANIKLARI

20.08.2024- Naciye KELEŞ- Dünya uygarlıkları

Ölmek için 20 yıl boyunca sahibinin dönüşünü bekleyen köpek Argos’un hikayesi. Olaylarla dolu uzun bir yolculuğun ardından eve döndüğünde Ulysses’i tanıyan dünyadaki tek varlık sadık köpeği Argos’tu. Onlarca yıl süren bir yolculuktan döndüğünde onu tanıyan kişi karısı değildi.

İsimsiz insan kalabalığının arasında bir kahraman, Antik Yunan’ın en önemli savaşlarından birinin ardından düşüşe geçerek Ithaca’daki evine döndü. Onun kim olduğunu yalnızca köpeği Argos biliyordu: Ulysses eve dönmüştü. Yunan mitolojisinin büyük kahramanlarından Ulysses ya da Odysseus, destanda adı geçen, zekâsından dolayı adını alan Ulysses’tir. Ustaca savaş taktikleri sayesinde, atlar dolusu Yunan askeriyle kazandıkları efsanevi savaşla Achaean’ları Truva’da zafere taşıdı. Yıllarca bu savaş çatışmasına katıldıktan sonra Odyssey’de (Canto XVII), kahramanın eve dönüş yolculuğu anlatılır.

Sirenlerle, sert fırtınalarla ve tüm ekibini domuza çeviren cadılarla karşı karşıya kaldı. Odysseus tüm bu savaşları kurnazlıkla yapmayı başardı ve sonunda -Homeros’un şiirine göre- anavatanı Ithaca’ya ulaştı. Odysseus yaşlı ve yorgun geldi. Gri saçları yüzünü ve kafatasını doldurmuştu. Vücudunun derisi artık Truva’da savaşmak için yola çıktığı zamanki gibi pürüzsüz değildi. Tam tersine yıllar ve savaş ona ağır bir darbe indirmişti. On yıl savaşta; eve gitmek için bir on tane daha. Ithaca’ya döndüğünde Odysseus, düşmanlarının onu tanıyacağından korktu. Bu nedenle geniş sempati duyduğu bilgelik tanrıçası Athena’nın yüz hatlarını örtmesi ve ona dilenci gibi giydirme gücünden yararlandı.

Geri döndüğünde karısı bile onu tanıyamadı. Bütün adada kahramanı tanıyan tek varlık köpeği Argos’tu. Yirmi yıldır görmediği bakımsız, tozlu ve yaşlı hayvanın geldiğini görünce, elinden geldiğince sahibinin ayağına doğru süründü. Onu selamlamak için gözlerini çevirdiğinde, kim olduğunu gayet iyi bildiğini göstermek için zahmetli bir şekilde kuyruğunu salladı. Ancak Odysseus dilenci rolünü gizlemeyi bırakamadı. Bu nedenle kendi köpeği olduğunu bilmesine rağmen selam verememişti. Kahraman sadece gözyaşı döktü. Argos bundan sonra mutlak sadakatin sembolü olarak efendisinin ayakları dibinde öldü. KREDİ: Mendoza’nın tanıkları….

 
Yorum yapın

Yazan: 20 Ağustos 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , ,

BİR KAMBUR ADAMIN EVLENME TEKLİFİ

19.08.2024- Gerçek Hikaye

Moses Mendelssohn hiç yakışıklı bir adam değildi. Çok kısa boyunun olmasının yanı sıra, çok garip bir de kamburu vardı. Moses Mendelssohn, günün birinde Hamburg da yaşayan bir iş adamını ziyarete gitti. İş adamının, Frumtje adında çok güzel bir kızı vardı. Moses, bu güzel kıza umutsuz bir aşkla tutuldu. Fakat güzel kız onun çirkin görüntüsünden ürkmüştü. O nedenle, değil onun sevgisine karşılık vermek, yüzüne bile bakmak istemiyordu.

Ayrılma zamanı geldiğinde Moses, güzel kızın üst kattaki odasına çıktı ve tüm cesaretini toplayarak onunla son kez konuşma girişiminde bulundu. Kızın güzelliği öylesine olağanüstüydü ki bir an için onun cennetten geldiğini bile düşündü. Fakat kızın, başını kaldırıp da yüzüne bakmamaktaki direnci, Mosesi çok üzdü. Güçlükle başarabildiği konuşması sırasında çirkin aşık bu güzel kıza bir soru sordu…

“Evliliklerin kutsal bir özelliği olduğuna inanır mısınız?” dedi.

“Elbette” diyerek yanıtladı güzel kız,, ve gözlerini yine kaldırmayıp Moses in yüzüne yine bakmadan, kendi de ona bir soru sordu:

“Peki ya siz?” dedi. “Siz inanır mısınız buna?”

Moses bir an bile duraksamadı:

“Evet,ben de inanırım” dedi ve ekledi:

“Biliyor musunuz ? Her erkek çocuğu doğduğunda Tanrı, onun evleneceği kızı belirlermiş… Benim doğumumda da, benim evleneceğim kız belirlenmiş ve bana Senin karın kambur olacak demiş. O zaman ben bir istekte bulunmuşum. Tanrım, kambur bir kadın bir trajedi olur… ”Lütfen onun kamburluğunu bana ver ve onu güzel bir kadın yap”

Moses in bu sözlerinden sonra Frumtje gözlerini yerden kaldırdı, onun gözlerinin içine baktı ve elini uzatıp, Moses in elini tuttu. Ve daha sonra da onun, sevgili eşi oldu…

Bu anlatılanlar bir “peri masalı” değil,, ünlü Alman besteci Mendelssohn ‘ın büyükbabası ile büyükannesinin evlenmelerinin gerçek öyküsüdür..

 
Yorum yapın

Yazan: 19 Ağustos 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , ,

ANADOLU’NUN KAYIP HALKLARI DOMLAR

12. 08.2024- Sevdamız Mardin Sayfası

Mezopotamya’nın Müzisyen ve Göçebe Halkı Domlar, Mıtırp ya da Karaçiler olarak da bilinen Domlar, yani bölgenin çingeneleri, Mardin’in haklarında en az bilgi sahibi olunan topluluğudur. Kendilerini Sazbend olarak tanımlayan Domlar, bölgenin müzisyenleridir.

Kendileri ile yapılan görüşmelerde, Hindistan’dan Dom, Rom ve Lom olmak üzere üç kavim halinde çıkmış olduklarını dile getirirler. Yine bu söyleşilerde, Romların batıya, Lomların kuzeye ve Domların da bu bölgeye, yani güneye geldiklerini aktarmaktadırlar. Kendilerine has Domani dilini konuşan bu halkın bu dili halen koruyor ve konuşuyor olması bizce sosyal bir mucizedir. Zira tahminlerimize göre yaklaşık 2000 yıldır bu coğrafyada olan Domlar, bölgedeki baskın diller olan Kürtçe, Arapça ve Türkçeyi öğrenmelerine rağmen kendi dillerinden vazgeçmemişlerdir.

Domların asimile olmamalarının belki de en temel nedeni, göçebe yaşam tarzlarıdır. Günümüzde en çok Nusaybin, Dargeçit ve Midyat ilçelerinde yaşayan Domlar, yakın zamana kadar konar-göçer bir topluluk olarak varlıklarını sürdürmüşler ve ancak son dönemde kentlerin varoşlarında yerleşik hayata geçmişlerdir.

Rıbab adlı üç telli müzik aletini çalmaktaki ustalıklarıyla bilinen Domlar, bu sanatı kuşaktan kuşağa aktarırlar. Bu enstrüman literatürde Kürt Rıbabı olarak da geçmektedir. Bize göre Domlar, bölgenin yaşayan canlı belleği olan dengbêjlik, yani ozanlık geleneğini yaşatan temel unsurdur. Onlar sayesinde yüzlerce hikaye, destan ve yaşanmışlık ezgilere işlenerek günümüze kadar gelebilmiştir.

Anadolu’nun kayıp ve bilinmeyen halklarından biri olan Domların halen Mardin şehrinde varlık gösteriyor olmasını büyük bir şans ve zenginlik olarak görüyoruz. Her halkın kendisini kattığı kadar aldığı, söylediği kadar duyduğu bir şehrin kısa bir kimlik tanımıdır bu saydığımız halklar. Kaynak Sevdamız Mardin Sayfası

 
Yorum yapın

Yazan: 12 Ağustos 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , ,