RSS

Kategori arşivi: Cafer Sarıkaya ANILAR

İNSAN OKUMASIN DİYE EVLENDİRİLİR Mİ?

25 HAZİRAN 2020-BİLKE

CAFER SARIKAYA- ANILAR

Babamın elleri ile yazdığı anılar

Sinop’tan döndüm, eski hayat yeniden başlıyor. Eskiden uğraşlarım mal masal ev ocak işleriydi, bu sefer tarla tefek çift çubuk yani artık işlerin hepsi beni bekliyordu. Sinop’a kaçtığım için, herkeste bana karşı gizli bir kırgınlık vardı.  İşlerimiz çoktu, babam bazı işlerle ilgilense de yeterli olmuyordu. Babamın yeni eşinin 5 çocuğu vardı. Tarlamız çok, babamın şehirden ve diğer köylerden misafirleri hiç eksik olmazdı. Kardeşlerimin hepsi de küçüktü, işlerimize buğday, meyve, un karşılığında komşularımız yardım ederdi.

Ben anladım ki benim okul öğretmenlik düşüncelerim hayal oldu. Köyümüzde okul 1942 yılında açıldı. 4.sınıfım ama işlerden okula tam gidemiyorum. 15-16 yaşlarındaki çocuk ikisini nasıl becerecek. Okul zaten bizim yerimize yapıldı, hemen evimizin altında eve yakın tarlamıza, ama ben okul varken çifte giderim, koşulu hayvanlar hazırlarım. Öncelik çifte gideni göndermekti, bu sebepten ben daima okula geç kalırdım. Zil çalmış teneffüs olmuş okula öyle varırdım. Öğlen ise tarlaya işe yardım,  tohum, kömüşlere sap ve saman götürür ve gene okula geç kalırdım. Öyle veya böyle gene sınıfı bitirmiş oldum.

Neyse biz devam edelim tarla çift çubuk işleriyle uğraşmaya; babamın da kafasından bazı siyasi düşünceler geçiyor. Babam kendi kendine düşünmüş bu çocuğun gözü açıldı dışarı çıktı, en iyisi bunu ben evlendirirsem eve bağlamış olurum. Yoksa bir daha elden kaçırırsak asla eve bağlayamayız. Okumak hayaliyle 18 yaşına geldim,  babam benim haberim olmadan evlendirme işine koyulur.

Bir ara evde,yeni geline ait kundura atkı gibi bize ait olmayan bazı eşyalar gördüm. Zaman sonra, Gübük dayının Osman ile bizim bahçeden birlikte camiye gidiyoruz. Osman bir ara bana “Cafer sana bir şey diyeceğim ama sen ne diyeceksin” dedi ve sustu. Ben de “ne söyleyeceksen bir kerede söyle bakalım” dedim. O gene susuyor, ben ısrar edince başladı konuşmaya. “Biliyorsun babamla baban iyi konuşurlar. Seni evlendirmek istiyorlar.”

Burada bir ara verelim ve birazcık geçmişe dönelim. Babamın 2. Hanımı yani benim üvey annem Havva, Gübük dayımın yeğenidir.

Üvey annem, birinci dünya savaşında kaybolan, ölü ve dirisinden haber alınamayan Mustafa Çavuş’un kızıdır. Mustafa çavuşun hanımına köyde ebe diyoruz. Ebemizin Ayşe, Havva ve Saniye isminde kızları var. Eşi Kafkas Cephesinden dönmeyince, aile büyükleri onları küçük bir meşe evine ayırıyorlar. Dul kalan ebem ve 3 kızı birlikte zorlu bir yaşam mücadelesi veriyor. Kızı Ayşe büyüyünce, benim dayımla evleniyor, Havva büyüyor babama, anamın üzerine kuma geliyor. Ebem ve yanındaki küçük kızı saniye bazen bizlerde bazen de Kabaağaçtaki büyük kızı Ayşe’nin yanında kalıyorlardı. Ayşe’nin kızı Kezban ile beni evlendireceklerdi.

 
Yorum yapın

Yazan: 25 Haziran 2020 in Cafer Sarıkaya ANILAR

 

Etiketler: , ,

İÇİMİZE KOR DÜŞÜREN BABA NOTLARI

23 HAZİRAN 2020- BİLKE

Babamın geride bıraktığı notlar okurlarımızdan ilgi gördü. Devamı yok mu diyenler için, köyden kaçmayı planladığı bölümün arkasındaki konuya, onun yazdığı gibi aynen yer vereceğim. Bu gün dünya, gerçek hayat yerine sanal öğretilerin ezberini yaşıyor. Alın terinin akmadığı kazançlar, emeğin karşılığını almadığı sonuçlar, kolayca varlık sahibi olanlar o kadar çoğaldı ki.

O nedenle babamın anıları, insanlarda her hangi bir hikaye etkisi mi, yürek yangını mı, yoksa ihmal edilen Türkiye gerçeklerini mi hatırlatıyor burası düşündürücü? Derneğimizin kuruluşuna temel olan ana neden de bu gerçeklerdi. Ülke  yaşamlarının yok sayılan  gerçekleri üstüne vurulan cilalar, insanların gözlerini bürüyen sanal ışık ve  ana ögelerden uzaklaşmak.

Ülkesinin değerlerini korumak, kaybolan kültürüne sahip çıkmak yerine, geçmişini yok saymak, gösteriş dünyasının cafcaflı rengine  aldanmak, sevgiyi saygıyı kaybetmek.

Baba ellerinle yazdığın bu anılar, yeni nesle  ulaşır mı bilmiyorum. Ama çalışmak, mücadele etmek, tek başına ayakta durabilmek üzerine örnek olacaktır ümit ederim… Yaşar SARIKAYA

Cafer SARIKAYA – ANILAR

Uzun zamandır köyden kaçmayı düşünüyordum. Arkadaşım Osman Sinop’ta Ada’da çobanlık yapıyordu. Annesine mektup göndermiş. Annesi mektubu okutmak için bizim eve geldi. Ben hemen alel acele Osman’ın adresini not ettim. Onu çok çalışkan gördüklerinden köyde senin gibi çalışkan varsa gelsin aman bize getir demişler. Benim bundan haberim oldu, bu işi de kafama koymuştum. Sinop’a gitmek için yol bilmem, param yok,bu sefer yanıma bir yoldaş bulup yola çıkmaya karar verdim.

Zaten okul açıldı, 1-2 ay oldu. Benim işten okula gitmeye imkanım yoktu, okula gidenler de hep evin önünden geçerken  hepsi “okula gelmiyorsun öğretmen sana ceza yazıyor” diyorlardı. Babam gene at üstünde başka köylerde, ben İşi bırakıp da okula nasıl giderim. Okulu seviyorum, gidemiyorum. Sinop’ta valiye gidip durumu anlatmak var kafamda. Okumaya çok meraklıyım, köyden kaçarsam çok iyi olacak.

Aynı zamanda öğretmen, ” Cafer’in durumu çok iyi, Kastamonu’ya öğretmen okuluna gönderelim” diye konuşmuş babamla.  Ama babamın cevabı olumsuz olmuş. Babam köyde yokken fırsat bu fırsat, hemen yanıma Osman Karakaya’yı kandırdım. Osman okumak istemiyor, onun durumu benim gibi değil, o macera arıyor. Onun anası babası onun her istediğini yerine getiriyor. Neyse Osman ve ben evden epeyce ekmek aldık yanımıza ve çıktık yola. Yürü yürü, ta Tilkilik köyünden(Gerze’ye 37 km) Sinop’a yürüyoruz. Derken, akşam üzeri Çiftlik köyüne gelmişiz. Rastladığımız bir gence rica ettik, biz yatak istemiyoruz, başımız kurulukta olsun, bize bir yer bul o bizi samanlığa götürdü. Nereden nereye rastlantının bu kadarı.

Bizim Kabaağaç’tan Emin’in  Ahmet çıkmaz mı?. Bize “işte burası samanlık, başınız kurulukta. Yatın bu gece, sakın ha sıgara filan içmeye kalkmayın,  sonra yangın çıkar başıma iş açarsınız” dedi. Sabah oldu, biz gene düştük yollara. Sora, sora bazı kapılardan da ekmek isteye isteye, öğleye yakın Sinop askerlik şubesine geldik. Askerler eğitim yapıyorlar. Biraz onları seyrettik, akşam üzerine doğru Sinop’ta arkadaşım  Osman’ı bulduk. Ee “Osman gardaş biz geldik”;

“Eyi hoş geldiniz, siz oturun bakalım, ben şimdi gelirim” dedi.

Az sonra bir adamla geldi, adam baktı bize “ikisi de iyi, biri diğerinden ala, hangisi gelirse gelsin” dedi.

Gof gof Ali’nin Osman kalktı ve adamla gitti. Sinoplu çoban Osman “hadi şimdi sıra sende, seni de bir yere bırakacağım” dedi. Ben “vali ile görüşeceğim önce ona gidelim” dedim.

Osman “senin okul, öğretmenlik ve vali işini sonra düşünürüz”dedi. böylece beni de yüzü sakallı ve de karanlık birinin yanına götürdü. Beni görünce yaşlı adam “anamı babamı” sordu. Ben de “anam da babam da yok” dedim. Yıllık ne alacağımı sordu. Ben de “siz bilirsiniz, ben de Osman’ın gördüğü işleri görürüm” dedim. Adamın hoşuna gitmiş olacak ki  “hele bak sen Osman kaç senedir burada her şeyi iyi biliyor, sen de öyle olursan görüşürüz” dedi. Ve ben de orada kalmaya karar verdim. Hemen beni soydular, Allah gani gani rahmet eylesin Münire Teyze sırtımı yıkadı. Giyecek verdiler, beni hemen sofralarına aldılar. İhtiyar dediğim kişi yüzü kara ama ruhu güzellerden de güzeldi.

Onu da rahmetle anıyorum. Dürüst mü dürüst, bana bir kaç gün benden ne bekliyorsa gösterdi. Hiç alışıp görmediğim bir ortam, sanki o evde doğup büyümüşüm evdekilerle hep kaynaştık. Evdeki insanlar çok iyi, iş de öyle köye göre hiç yorucu değil. Büyük küçük herkes beni seviyor. Bir akşam dede, “Cafer oğlum, seninle biraz konuşmam lazım. Bak söyleyeceklerimi yüzüne söylüyorum. Sen bana anam da babam da yok dedin, ama ben senin haberin olmadan adeta gölgen oldum, ne yaptın ne gördün seni izledim. Gördüm ki sen çok iyi aile eğitimi görmüşsün. Senin her yaptığın her tuttuğun benim çok hoşuma gidiyor, her şeyi açık seçik yüzüne konuşuyorum. Sakın ha doğruyu söyle, benim de kendi hesabıma yapacaklarım var. Benim 2 tane oğlum var, biri terzi diğeri şimdi askerde ama okumuş gelince memur olur. Şimdi senin bana vereceğin güvence ile ben de sana yardımcı olayım. Okumuşluğun var eski yeni yazı okuyorsun. Seni ister yeni ister eski hangisini istersen okuturum. Çünkü sen akıllı bir çocuksun, bana söz verirsen seni oğlum gibi sever seni ayrıca evlendiririm” dedi. Bu söz ve durum karşısında bense içimdekini söyleyemiyorum.

“Siz nasıl istiyor nasıl uygun görüyorsanız onu yapın efendim” diyebildim. Baba korkusu her an içimde. Bu Hasan dedenin ise 3-5 sığırı var, başkasının elinde 25-30 danası var. Adada da Asmakaya adı altında şahsına ait, kısmen kapalı, içinde ormanı suyu bulunan bir küçücük çiftliği var. Ben buraya sabah gidip akşam dönüyorum. Ben hayatımdan, evin halkı benden razıyız, güle oynaya bir yaşam sürdürüyoruz. Hasan dedenin hanımı Münire Nene çok temiz, çok hanım bir nine. Terzi olan büyük oğlu Mustafa Abi çok terbiyeli efendi biri. Hanımı Fahriye yenge çocukları hepsi bir başka insanlar. Kızları Hatice, Zahide ilk okula gidiyorlar, Melekse yaşında evde öyle kaynaştık ki, vaktimiz bir araya gelince güle oynaya geçiyor. Hasan dedenin asker olan oğlu, Ahmet Abi o da sakin biri. Benimle beraber çiftliğe gidip geliyoruz. Ta ki sonbahar kış geçmiş, ilk bahar gelmişti. Ahmet Abi ile çiftlikte iken ben koyunları sağmak için elimde bakraç ağıla doğru gidiyorum. Baktım uzaktan 2 adam bize doğru geliyorlar. Ben işime döndüm yeni koyunların sağıyorum, bir ara bir ses oldu, “ulan çoban bize doğru baksana” diyor birileri. Elindeki dayakla da ağılın çitine vuruyor, tak- tak. Ben başımı kaldırıp baktım ki, hiç aklımda yokken babam karşımda duruyor. Karşımda bana da seslenen adam babamın asker arkadaşı Demirci köyünden Çakırın Süleyman. Ben babamı karşımda görünce elimdeki süt bakracı yere düştü, süt döküldü. Başladım ağlamaya “eyvah yine köye mi gideceğim” diye ağlıyorum. O gün Ahmet Abi de yanımda idi. O ise olayların gelişmesine şaşırdı kaldı. Çünkü hiç beklemiyordu.

Ama olanlar oldu. Bendeki şaşkınlığı anlatamam. Hele bir de babama desem ki “köye gelmiyorum” asla kabul etmeyeceği için mümkün yok diyemem. Çünkü babama göre benden çektikleri çok fazla. O, koca bir köyün köy ağası,herkes sözünü dinler, saygı  duyar, benim yaptıklarıma ise  babam sabrediyor. Benden bakarsan farklı, babamdan bakarsan farklı. Ben geliyorum da demiyorum, gelmiyorum da diyemiyorum. Çünkü sonucu biliyorum. Babam kesinlikle dinlemez, sözü mutlaka yerine getirilir. Ben bir yandan ağlıyor, bir yandan da peşlerinden gidiyorum. Bu halde eve geldik. Babam ve arkadaşı ise eve uğramak istemiyorlar.

Ben eve gelince kızılca kıyamet koptu. Ben ağlıyordum ya, bu sefer de bağırmaya başladım. Münire Nine ile Bahriye Yengenin halleri görülmeye değerdi. İkisi de birden “yahu ne oldu bu çocuğa, oğlum yavrum söyle kim ne yaptı sana, niçin böyle bağırıp çağırıyorsun”. Ben artık durumu söyledim. Onlar da olanlar karşısında şaşırıp kaldılar. Hasan dede “yaptığını beğendin mi,sana inandım ve güvendim,onun için de 25-30 hayvanımı el üstünden aldım. Ben şimdi ne yapacağım. Bir de durmuş ağlıyorsun. Vay benim başıma gelene” diyerek haklı olarak bana çıkıştı. Gene de babamları eve davet etti. Misafirim olun dedi, babam ise teşekkür etti ve ayrıldık.

Ben köyün yolunu tuttum,babam da atını demirci köyünde bırakmıştı, o da atını almaya oraya gitti. Böylece bu fasıl da burada bitmiş oldu. Vali ile görüşmem hayal oldu, okumak dersen o da öyle. Gene köye gelmiş olduk. Her şey yine eskisi gibi olacaktı.

Cafer SARIKAYA-ANILAR

 

 
Yorum yapın

Yazan: 23 Haziran 2020 in Cafer Sarıkaya ANILAR

 

Etiketler: , , ,

GÖÇTÜN BABAM NOTLARIN ATEŞ KORU

20 Haziran 2020- A. Yaşar SARIKAYA

BABALAR GÜNÜNÜZ KUTLU OLSUN  

Babanız göçüp gidince size elleriyle yazdığı notlar bıraktı mı? O notları her okuduğunuzda yüreğinize düşen ateş koru içinizi sine sine yaktı mı?

Radar Hristiyan din görevlilerini Büyük Camiyi gezdirirken çekilmiş foto

Babam 1984 yılında emekli olduğunda, hayatını yazmasını istemiştim. Çünkü Yalı köyü sahilinde aldığı arazide, kavak dikiyor, artezyen kuyusu çıkarıyor, tarlayı tel örgülerle çeviriyordu. Bu uğraşlar güzeldi ama gecelere kadar eve gelmiyordu. O eve gelene kadar endişeleniyorduk.

Çevrede iki fabrikadan başka hiçbir şey yoktu. O zaman cep telefonu da icat edilmemişti. Babamın kalemi sağlamdı, bildiğim için, hayatını yaz baba belki roman olur demiştim. Yazdıklarını saklamış, bize göstermemişti. Hastalandığı zaman, dolapları temizlerken notlara rastladım ve onları sakladım.

Babam, yaşadıklarını bizimle paylaşırdı. Bu yüzden hayatını biliyordum. Yazdığı anıları okurken, samimi itiraflarında içindeki küçük çocuğun sesini duydum. Tüm babaların babalar günü kutlu olsun.

 

ANILARIM-Cafer SARIKAYA

1947 yıllarıydı… Abim ve benim hayatım anasızlık, yokluk içinde geçiyordu. O, bana hep sahip çıkar kollardı. En büyük korkum, abimin olmadığı bir hayattı. Abimin askerliği geldi çattı ve askere gitti.  Babam, onun askerlik yaptığı İstanbul’a iş için gitmiş, ama abimi görmeden dönmüştü.

Abim babam gelmedi diye bu olaya çok içerlemiş kahretmiş ve sağlığı bozulmuştu. Ağır hasta olup yatağa düşünce, askerden köye gönderivermişler. Bana haber geldi: “Mehmet abin hastalanmış, tebdili hava ile köye yollamışlar. Ancak Sazak köyüne Salih amcaların evine kadar gelebilmiş. Durumu ağırmış, Cafer gelsin beni alsın diye haber göndermiş” dediler.

Babam köyde değil gene hayvan alım satımı için dolaşıyor, abim elin köyünde hasta, kimsesiz garip kalmış. Babam bana git demeden gidemem ki. 20 gün sonra bana “atı al abini getir” dediler. Ben gittim sazak köyüne, orada herkes kendi işiyle meşgul, tabi bir aya yakın zamandır abimi düşünecek değiller ya. Ben oraya vardığımda abim ağlar, ben ağlarım gözyaşlarımız sel misali.  Biz daha fazla zaman geçirmeden aileye teşekkür ettik. Yolumuz uzak, abim yardımsız ne ata binebilir ne de inebilirdi. Kendi başına ayakta duramıyordu.  Çöp kadar kalmıştı, içim parçalanıyor elimden bir şey gelmiyordu. Ben de zaten öyle güçlü biri değilim ki, 14- 15 yaşlarında zayıf çelimsiz biriyim. Gene de çok şükür, ah ve oh çekerek evimize gelebildik. İşte gel burada ana arama. Ana olmayınca karşılama nerede. Durum aynen:” niye geldin bela mısın nesin” der gibiydi.

Canım abim yavaş yavaş eridi ve gün geçtikçe bitti. Anasızlık, sahipsizlik abimi ölümün eşiğine getirdi. O arada nereden aklıma geldiyse, Tıkı dayımı  ilaç için atla Gerze’ye gönderdim. Tıkı dayımın Gerze’den atla evin önüne geldiği anı hiç unutamıyorum.

Akşamüzeri, atımız acı acı kişnemeye başladı. Hayvanlarımız abimi severdi. Abim o sıralarda yaradanına kavuşuyordu. İlacınız da şifanız da sizin olsun der gibi gitti. Tıkı dayım, elindeki ilaçları ve iyi gelir diye aldığı portakalları üzüntüsünden evin önüne saçıverdi. Allah rahmet eylesin, ben çok çektim ama abim benden de çok çekmişti.

Abim ölünce işlerin çoğu benim sırtıma bindi. Hayvanların bakımı, çift çubuk, orak harman, değirmen işleri, öküz ve kömüş ile odun çekme. Bütün bu işler arasına aklıma gelmeyen başka şeyler de karışınca çıldırasım geliyordu. Çıldırmadan çareyi Sinop’a kaçmakta buldum.

 

Cafer Sarıkaya- ANILARI

 
Yorum yapın

Yazan: 20 Haziran 2020 in Cafer Sarıkaya ANILAR

 

Etiketler: , , ,

RADYO

 
BABAMIN RADYOSU

19.01.2020-Yaşar SARIKAYA

Radyo, seninle göz göze geldik. İçimi sızlattın benim, her köşende babamı saklıyorsun. Seninle göz göze gelince anılarım, çocukluğum canlandı hafızamda. Senin bana, benim de sana anlatacak o kadar çok şeyimiz var ki. Anlatır mısın, çocukluğumun şarkı türkü söylediğimiz tatlı günlerini, anlatır mısın babamla paylaştığın zamanları?

  • Anlatırım tabi. Sana babanı hatırlatıyorum değil mi? Benim her zerremde onun izleri var dostumun, arkadaşımın kızı. Sinop’ta daha evlerde radyo yaygınlaşmamıştı, baban aldı beni sizin eve getirdi. Çocuklarını, eşini sevindirecekti. Bir heyecanlıydı ki. Dostluğumuz o günlerde başladı. Ben o zaman gıcır gıcır, pırıl pırıldım.
  • Sevgili RADYO, senin evdeki ilk gününü hatırlamıyorum büyük ihtimal küçüktüm, ama ilkokula giderken seninle çok anımız var. Babam askerliğini muhabereci olarak yapmış. Elektronik cihazları tamir eder, onlara eklemeler yapar yeni buluş için dağıtır, sonra da tekrar toplamaya uğraşırdı. Babamın sayesinde, seni hem radyo, hem de amfi olarak kullanıyorduk. Tahtadan yaptığım, evdekilerin DIM DIMI dediği(bağlama benzeri) çalgı aleti ellerimi parçalamış, halime acıyan babam da, bir sene sonra eve küçük bir bağlama getirmişti. Kendi kendime çalmayı öğrendiğim bağlamayı, sen amfi olunca, sana bağlamıştık. Babam mikrofon ayarladı, makaralı teyp de almıştı, seslerimizi kaydetmişti, o seslerimiz hala duruyor.
  • Kızım, senin baban var ya, küçük bir arızam olsa, içimi açar, bütün parçalarımı dağıtırdı. Artık benden radyo olmaz zannederken, o ne yapıp eder, beni tekrar eski halime getirirdi. Benim üstüme kaç radyo eskittiniz, ama bak ben hala duruyorum. Dış yüzüm, düğmelerim biliyorsun hep babanın elinden geçti.
  • Eşyaların içinde saklı olan yaşam izlerini okumak, görmek ve paylaşmak özel bir duygu sanırım. Babam seni yıllarca bodrumda saklamıştı, sonra “al kızım bu sana emanet” dedi. Sen o nedenle çok değerlisin benim için, seneleri içinde taşıyan bir arşiv ve canım babamın dostu arkadaşısın.
  • Hatırlıyor musun kızım, kardeşlerinle birlikte sıra kapardınız, ben şarkı söyleyeceğim, hayır ben türkü söyleyeceğim diye. Baban da organize eder, hepinize fırsat verirdi.
  • Çocukluk günleri, her insanın hem belleğinde saklanıyor, hem de bedeninin tüm hücrelerinde hissediliyor. İnsan yaşlanınca çocukluğuna dönüp baktığında, anılarını belleğe attığı yaşta oluveriyor. Çocukluğumun aynası oldun radyo, seni yerine koyalım. Daha sonra yine geçmiş zamana yolculuk yaparız, sevgili dost hoşça kal.

Babamı hasta olmadan önce yoğun temposundan kahve içmeye götürebildiğim anlardan

Yaşar SARIKAYA

 
 

Etiketler: , , ,

BABAMIN HAYATI KENDİ EL YAZISI İLE

HAYATIM ROMAN ÖRNEKLERİNDEN-02.12.2019- BİLKE


Babamın elleri ile yazdığı 140 sayfadan oluşan anıları, hatıra kaldı

Her birimizin belleğinde çok farklı yaşanmışlıklar saklıdır. Dünyada ne kadar insan varsa, bir o kadar hikaye, bir o kadar da akıl yürütme yöntemi olduğunu görebiliriz. Acıların, sevinçlerin ve sevgilerin bir o kadar farklı algılandığı ve yansıdığı dünyamızda, bireyden topluma, toplumdan bireye etkileşim gerçeklerinden bir kesit  paylaşacaklarım.

Babam 4 Ağustosta bize veda etti. Gerze ilçemizin en yüksek köylerinden biri olan Tilkilik (Çağlayan) köyünde 1930 yılında başlayan hayat serüvenini, kendi el yazısı ile yazarak arkasından hatıra bıraktı. Okumak hayali ile 13 yaşında yürüyerek köyden kaçışı, çobanlık yapışı, sonra babasının onu alarak tekrar köye götürmesi……..

Kendi anlatımından bir bölüm:

Köye okul ve öğretmen gelince, yenilikler de   geldi. Bizler okula yaşımızda gitmedik. 10-11 yaşlarında falan okuldaydık.  Köyde okul bizim tarlamıza yapıldı.Öğretmenimiz Rasim ALCAN, Köy Enstitüsü  ilk mezunlarındandı. Bizim köyden olduğu için mezun olunca köyümüze öğretmen olmuştu. Okula komşu köyden birisi satmak için 3-5 tane okul çantası getirmişti. Okul çantası o kadar güzeldi ki, almak istiyorum ama babamdan korkuyorum, satıcı “babanı tanıyorum sana kızmaz al sen bunu” dedi. Ben de kaptığım gibi doğru eve koştum, sevinçten neredeyse çıldıracağım. Onu kapıdan girenlerin görecekleri  bir yere çivi bulup çaktım. Üzeri de kirlenmesin diye bir şey bulup örttüm. Herkes görsün, ben seviniyorum ama  herkes de sevinsin istiyorum. Analığım, postunu koydu başladı homurdanmaya. Anam olsaydı nasıl olurdu bilmiyorum.  Babam ücretini ödedi ve bana bir şey demedi. Çocukluk yıllarıma çantam güzellik katmadı değil. Çünkü artık sivrildik, etrafa hava atmaya başlıyoruz. Okulda bir müsamere oynadık, çok da güzel olmuştu.

Adını hala hatırlıyorum. Veli Dayı isimli bir piyesti. Bana köy ağası rolü verdi öğretmen. Başımda kalpak belimde kuşak üstüne yelek, köstekli saat, duvarda mavizer asılı gaz lambası hazır vaziyette, döşenmiş odada Veli dayıyı temsil ediyorum. Arkadaşım Mustafa Kuş da Ayten öğretmen oldu. Üzerine uzunca bir entari giydi, İsmail Çolak ve daha çok arkadaşlar vardı sahnede ama diğerlerini unuttum. Piyes 3 perdelikti. Köylüler büyük ilgi göstermişti. Çok hoş oldular ve gelecek için de hoş dileklerde bulundular. Tabi köylülerin hoş olmasıyla hem öğretmenimiz  hem de bizler hoş olmuştuk. Gene bir gün dersimiz tarım idi. Öğretmenimiz sınıfa demir pulluk getirdi. Hiç görmediğimiz için bize tanıtmaya çalışıyordu. Tanıtımın sonunda hepimize pulluğun üzerindeki bir parçayı “çocuklar bu ne işe yarar” diye sordu. Biraz  beklemeden sonra, Mustafa kuş yedek parça öğretmenim dedi. Doğruyu söylemişti, Mustafa çok zeki ve uyanıktı. Gene bir gün öğretmen İsmet İnönü’nün büyük posterleri vardı duvarda. Öğretmen Eyüp Ünal arkadaşa, bu kim diye sordu. Ismet Dimçağ öğretmenim diye cevapladı. Sınıf tümüyle gülmüştü. Gene birinde baş müfettiş okulumuza geldi. Bizim de tam paydos saati, topluca paldır küldür, dışarıya çıkıyoruz müfettiş beyi görünce hemen aklıma onun ilgisini çekmek geldi, gözüne girmek istiyordum. Üzerine tir tir titrediğim güzel çantamı arkadaşın birine uzatarak nazik ve kibarca” arkadaşım lütfen şu  çantamı tutar mısın” diye çantamı arkadaşa uzattım. Bu hitap karşısında baş öğretmenden beklediğimi almıştım.O da bana birden “çocuğum kimin oğlusun sen” dedi. Benden önce arkadaşlarım,  “Şuayıp Ağa’nın oğlu” dediler. Aferin diye 1-2 kere tekrar etti. Sonra “çocuğum sen akıllı birisin bizler yardımcı olalım seni Kastamonu’ya okumaya gönderelim dedi. Baş öğretmen ve bizim öğretmen babamla konuşmuşlar. Ama oracıkta kalmış hatta babam konuşulanları bana da söyledi. Babamın 2. eşinden 5 kızı bir de oğlu vardı, hepsi küçüklerdi. tarlaya, bağa bahçeye, ev işlerine, hayvanlara kim koşacaktı.

Cafer SARIKAYA- EL YAZISI İLE BIRAKTIĞI ANILAR

1944 YILI-Tilkilik Köyü okul öğrencileri öğretmenleri R.ALCAN ile

Sosyal dengelerin kurulmadığı bir dünyada, bireysel çabalarla sonuç almaya çalışanlar, emek harcayanlar hiç tükenmesin. Çağımız bilişim, teknoloji ve sanayi alanında hızla ilerlerken, insanların duyguları, vicdanları, ahlaki yapıları zarar görüyor. Kendi tırnakları ile kazıyarak kazananlar, yaparak yaşayarak eriştiklerinin değerini biliyorlar. İdeallerini belirliyor ve onun için çalışıyorlar. 1940′ lı yıllar, yüksek bir dağ köyünde tiyatro sergileyen öğrenciler. Neredeyse 80 yıl önce, şimdi sanatta, estetikte çok daha büyük farklar atmalıydık. Bu gün ideallerimizi belirleme konusunda ne kadar özgürüz, bunu düşünmeliyiz. Kendimizi  tanımalı ve kendi özgür irademizi kullanarak başarılara imza atmalıyız.  Yaşar SARIKAYA

 

 

 
Yorum yapın

Yazan: 02 Aralık 2019 in Cafer Sarıkaya ANILAR

 

Etiketler: , , ,

1830-1840 ARASI NÜFUS KAYITLARI VE BABAMIN BAYRAMI

Yaşar SARIKAYA

FELÇ- YOĞUN BAKIM-TEDAVİ SÜRECİ DEVAM EDİYOR. BÜYÜK DEDELERİNE ULAŞMAK HASTA OLSA DA ONU ÇOK SEVİNDİRDİ.

El yazısı ile hayatını kaleme alan babamın ömrü bir roman. Yaşam kesitlerinden özetlediği gerçekler, köy ve kent kültürünün karşıtlık ve kesişmelerinin aynası. Büyüklerinden sadece babasının babasını biliyor. Amca yok, dayı yok, teyze yok, hala yok, kuzen yok. 13 yaşında köyden kente başlayan göç serüveni, tek başına mücadelelerle dolu.

1 sene önce Başbakanlık Osmanlı Arşivine gittim ve SİNOP nüfus kayıtlarına ulaştım. Köyümüz ve ona yakın olan mahallelerin ve diğer köylerin kayıtlarını aldım. Eksik sayfalarımı Yaykın köyünden Bilal Hoca’nın yardımı ile tamamladım. Çözdüğüm EL YAZMASI Tilkilik köyü nüfus kayıtlarını, sağ olsun Turgay ALTUN Bey kontrol etti.

BABAMA HAYATININ EN BÜYÜK HEDİYESİ OLAN SÜLALEMİZİN NÜFUS KAYITLARI:

TİLKİLİK KÖYÜ 5.HANE

BABAM SOYUN EN BÜYÜĞÜ OLAN CAFER DEDEMİZİN ADINI TAŞIYOR

1-CAFEROĞLU ORTA BOYLU AK SAKALLI MUSTAFA-CAFER’İN VELEDİ-80 YAŞINDA

2-MUSTAFA’NIN OĞLU ORTA BOYLU KUMRAL SAKALLI HÜSEYİN-60 YAŞINDA

3-MUSTAFA’NIN DİĞER OĞLU UZUN BOYLU SARI SAKALLI MEHMED-43 YAŞINDA

4-SARI SAKALLI MEHMET OĞLU MEHMED-8 YAŞINDA(BABAMIN MEKKE DEDESİ)

5-MERGUME(ADI GEÇEN HÜSEYİNİN OĞLU ŞAB EMRU (BIYIĞI SAKALI ÇIKMAMIŞ GENÇ) MEHMED-15 YAŞINDA (MUSTAFA’NIN OĞLU HÜSEYİN’İN OĞLU MEHMET)

6-HÜSEYİN’İN DİĞER OĞLU İSMAİL-6 YAŞINDA

7-HÜSEYİN’İN DİĞER OĞLU AHMED-2 YAŞINDA

SÜLALEDEN TEK BİLDİĞİMİZ SARI SAKALLI MEHMET OĞLU MEMHET (MEKKE DEDEMİZ). DİĞERLERİNDEN BU GÜNE HİÇ BİR İZ KALMAMIŞ.

Yaşar SARIKAYA

 
Yorum yapın

Yazan: 26 Haziran 2017 in Cafer Sarıkaya ANILAR

 

Etiketler: