RSS

Kategori arşivi: Kültür Arşivi

İPLİĞİ PAZARA ÇIKMAK

19.06.2025- Engin YEŞİL

Biri hakkında “ipliği pazara çıktı” denince, ne anlaşılır?

Ayıbı meydana çıktı ya da ne mal olduğu anlaşıldı…

Oysa deyimin hikâyesi öyle değil. Eski zamanlarda, yün ve pamuğu evlerde kızlar, kadınlar eğirir, ip yapar; çarşı pazarda satılırdı bunlar…

Kazak, çorap, başlık örmek için ya da halı dokumak üzere bu ipler satın alınırdı. Ancak eğrilmiş ip alırken, özenle yapılmış olmasına dikkat edilirdi. İpliğin standardı önemliydi.

Ne çok ince, ne çok kalın; düğümsüz, kopuksuz olmalıydı. Her kadın, her genç kız bu nitelikte ip eğirmeyi beceremezdi. Niteliksiz ip pazarda alıcı bulamazdı.

Gelinlik çağında bir kızın becerikli oluşunu anlatmak için, “ipliği pazara çıktı” denirdi. İpliği pazarda alıcı buluyor, pek hünerli kız denirdi.. Engin Yeşil

Ancak zaman içinde deyimin hikâyesi ile bağlantısı kopmuş ve tam aksine bir anlam oluşmuştur. Çünkü hikâyedeki “ipliği pazara çıktı” ifadesi olumlu bir manayı işaret ederken bu ifade günümüzde olumsuz anlamda, önceleri fark edilmeyen kötü niteliklerin zamanla veya belirli bir olay ile açığa çıkması anlamında kullanılır olmuştur.

 
Yorum yapın

Yazan: 19 Haziran 2025 in Kültür Arşivi

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

BİR UZUN HİKAYE

01.05.2025- Ayşe Yaşar SARIKAYA

Beslenme kültürümüzün de küresel sisteme ayak uydurduğunu görüyoruz. Sağlıklı, temiz ve doğal ekmek aramız, “burger” kültürüne yenildi. Ayakta atıştırmalar, sağlıksız beslenmeye kapı araladı. Getiri, dört bir yanımızı kuşatarak insanları teslim alıverdi.

Nenelerimizin yufka kültürü vardı eskiden. İster soğan, yeşillik ve kıyma sarılır, ister haşlanmış yumurta ve yeşillik koyup sarılır yenirdi. Yufka, günlük ve taze açılırdı köylerde. Oklava ve yaslağaç sesi, ritimle ezgi yayardı etrafa.

Tirit, yufkadan yapılırdı. İnsanlık tarihinden bu güne, bayat ekmeklerin ve kalan sulu yemeklerin değerlendirilmesiyle ortaya çıkmıştı TİRİT. Sözcük Farsça kökenliydi. Anadolu’ya, Orta Asya’dan göçle gelmişti. Doğanın sunduklarına saygı duyan, kıymet bilenlerin YOKLUK yemeğiydi TİRİT. Koşullar iyileştikçe, etli- tavuklu- mantarlı- mercimekli – sebzeli tirit yaptılar yaratıcı kadınlarımız. Sinop’a özgü bu ürünleri mutfak sektörüne kazandırmak istedik.

BİLKE olarak, 2013 yılından beri bu kültürü gelenekselden moderne taşımak için arge çalışmaları yaptık. Resmi kurumlara sunumlar gerçekleştirdik. Sektörleri davet ettik, onlara da sunum yaptık. Üniversitemizle işbirliğinde “GELENEKSELDEN MODERNE TİRİT YARIŞMASI” düzenledik. Uluslararası şefler, derecelendirdiler.

Her aşama, arge çalışmalarımıza yön verdi. Yarışmada 1.gelen ürünü, tirit porsiyon tabağımızın ortasına aldık, etrafına geleneksel GERZE tiridini sıraladık. Köy tavuğu, ceviz ve tereyağı üçlüsünün yanında, derneğimizin geliştirdiği özel sos ve yoğurtla süsledik.

2024-2025 SİNOP TİRİT TADIM GÜNLERİ yaptık. 20 kişilik gruplara, bu tiridi ikram ederek tanıtımın yaygınlaşmasını sağladık.

Sinop Park Yıldız Tesisleri Sahibi Ayşe Serpil YILDIZ ve İşletme Müdürü Handan Yılmazer TURAN ile BİLKE Yönetim Kurulu birlikte proje sunumu sonrası

Özel işletmelerden teklifler geldi. Sinop’a kazandırmak hedefimiz gerçekleşti. 30 Nisan günü SİNOP PARK YILDIZ TESİSLERİNDE son sunumumuzu yaptık. Listelerine TİRİT alacaklarının sözünü verdiler. Sinop’a hayırlı olsun. Değerlerimiz, değerini bulsun.

     

    Etiketler: , , , , , , , , , , ,

    EVRENDE SESLER KAYBOLMUYOR

    03.02.2025- Ayşe Yaşar SARIKAYA

    Böyle bir sürpriz yaşadınız mı bilmiyorum. Bir kültür arşiviydi annem. Geleneksel birikimini aktarmaktan mutluluk duyardı. TRT çekimlerinde, sabırla kostümünü giyer, saatlerce ışık, video, ses ortamının hazırlanmasını beklerdi.

    Bizim gözümüz onu takip eder, tansiyonu çıkacak diye ödümüz kopardı. Her çekimin başarıyla üstesinden gelmişti, geleceğe yaşadığı kültürün kayıtları kaldı.

    Onu kaybedeli bir ay olmuş olmamıştı. 94 yaşında göçüp gitmişti. 9. Sinop Bienalinde, “dün programda anneni dinledin mi” dediklerinde çok şaşırmıştım. Daha yeni toprağa vermiştik, annen programda deyince, birden gizemli acı bir duygu içimi sardı. Öğrendim ki, değerli uluslararası sanatçımız Çiğdem Borucu, 2012 yılında kaydettiği annemin sesini, kendi yazdığı notalarla birleştirerek ortaya bir sanat eseri çıkarmıştı.

    Konser ortamında kaydedilen video Ç. Borucu sayesinde elimize ulaştı. O, sesleri daha temiz kayıtla yayınlamak istiyordu. Bize orijinal kaydı verdiği için kendisine minnettarız. Kendinizi bizim yerimize koyup, videoyu dinler misiniz?

     
    Yorum yapın

    Yazan: 03 Şubat 2025 in Kültür Arşivi

     

    Etiketler: , , , , , , , ,

    YÜZYILLAR ÖNCE BAŞLAYAN HİKAYE ÇAĞLAYAN ŞELALESİ

    04.01.2025- Ayşe Yaşar SARIKAYA

    Hikayemiz, YÜZ YILLAR öncesinde başladı. Bir varmış bir yokmuş misali. 2007 yılında kamera ile görüntülediğim şelale, hafızasında taşıdığı anılarla beni çok etkilemişti.

    Çevre köylerde araştırma ve derleme yaparken, Tatlıcak köyünden Yusuf Dede, deve kervanlarının sesinin duyulduğunu anlatmıştı. Başsökü köyünde de, katırlarla tuz çeken kervancıların geçtiği yol güzergahı 3 kaynak kişi tarafından açıklanmıştı.

    Bu şelale hikayesi mi, kervan hikayesi mi dediğinizi duyar gibiyim. Şelalenin adı KERVAN ÇAYI ŞELALESİ olduğundan, bir kervan yolu hikayesi. 2007 yılında, köyün Muhtarı Veysel Korkmaz ile birlikte Kültür Bakanlığına tarihi doku ve şelalenin korunması için dilekçemizi vermiştik.

    Bakanlık ildeki tüm kurumları harekete geçirdi. 2008 yılında, Milli Parklar Müdürlüğünden Şübe Müdürü görevlendirildi ve muhtarımız saatlerce onları gezdirdi. O kadar detaylı fotoğraflar çekilmişti ki, Müdür bey, bana da kopyalarını verdi.

    Biz konu ilerliyor diye bekliyorduk. 2010 yılında 1. baskısı yapılan BİR İNCİ MEMLEKETİM kitabımda, Kervan Çayı hikayesinin tamamına yer vermiştim.

    Sonuç alamayınca, Aralık sonu, Doğa ve Milli Parklar Bölge Müdürü ile görüştük. O03. 01.2025 günü araştırma ekibi ile köye çıktık.

    Çağlayan Şelalesi Rekreasyon Çalışması yapan akademisyenler, bir doktora tezinden yararlanmışlar. Doktora tezi 2012 tarihli. Kitabımın kaynaklarından faydalanılan bir çalışma için kendilerine teşekkür ederim.

    https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1788415

     

    Etiketler: , , , , , , , ,

    KUTU KUTU PENSE

    12.02.2024- Şafak Gündüz SARIKAYA

    “Kutu kutu pense, elmamı yerse,

    Arkadaşım Meltem, arkasını dönse!”

    Efendim aklıma takıldı, çocukken oynadığımız kutu kutu pense oyunundaki saçma tekerlemenin, Fransızca’dan fonetik olarak alındığı ve gerçek anlamının “dinle, dinle, düşün olduğu (ecoutez ecoutez penzes)” belirtiliyordu.

    Keşke düşünme ve dinleme çocukken aşılansa diye de devam ediyordu. Penselerin kutunun içinde ne işi vardı sahiden, ya da bundan çocuklara ne diyen olabilirdi.

    Ama tek bir kaynak yerine ikinci bir kaynağa bakınca (ekşi sözlük, ekşi şeyler), bu ifadelerin doğru olmadığını işin aslının ta 1938’lere dayandığını da iddia ediyorlar. Ring a ring roses adlı bir İngiliz çocuk oyunu Çekçe “kolo kolo mlynsky” olarak oynanmış ve 1938’de Naziler o zamanki Çekoslavakya’yı işgal edince ülkeden kaçan çok sayıda Çek Orient Express ile İstanbul’a sığınmış ve savaş bitince ülkelerine dönmüşler.

    Cumhuriyetin ilk dönemlerinde Milli Eğitim Bakanlığı yapmış Hasan Ali Yücel, Türkiye’ye sığınan Çekoslavakyalı öğrencileri ziyaret ettiğinde, Çek öğrencilerin bu oyununu görüp çok beğenmiş, daha sonra bu oyun anlamsız cümlelerle Türkçeleştirilip müfredata eklenmiş ve bütün okullarda oynanmış.

    İnanın hangisi doğru bilmiyorum, çocukken oynarken sadece oynuyorduk. Yoksa “ördek suya daldı, zil çaldı, Fatma okula geç kaldı” da bir yerden alındı.

    Ama Fransızcası da iyiymiş.

    İki kez dinle bir kez düşün.

    Ecoutez ecoutez pensez!

    https://onedio.com/haber/beynimiz-piril-piril-oldu-iste-kutu-kutu-pense-tekerlemesinin-kaynagi-ve-oyunun-kokeni-814034

    ŞGS

     

    Etiketler: , , , , , , , ,

    KARŞI EVİN ANNESİ 2019 yılı Avrupa en iyi Türk Şiiri ödülü

    19.12.2023-Deniz İNAN- ŞAİR

    Sen iki ters bir düz kırgınlıklar örerken beş numara şişle

    Yumuşacık kakaolu kekler yapardı karşı evin annesi

    İmrenirdim

    Mutfağındaki eksik malzemeden bihaber

    Tepeleme dolu kızgınlıklar yüklerdim dişlerimin arasına

    Bilmezdim anne

    Karşı evin babasında bitermiş iş

    Bunu görmezdim

    Hep başın ağrırdı

    Başın, hep ağrırdı

    Sırf bu yüzden bile bazı zamanlar

    Seni sevmezdim

    Küçüktüm anne

    Bilseydim evinde su faturası ödenmemiş

    Çeşmeden akmayan suya

    İsyan etmezdim

    Sen iki kere ikinin dört ettiğini ekmek hesabından bilirken

    Mis kokulu çamaşırlar asardı karşı evin annesi

    Özenirdim

    Ellerindeki çamaşır suyu kokusundan rahatsız

    Çocukça bir küskünlük eklerdim gecelerime

    Oysa ellerin ruhuma akarmış saçlarımdan

    Ömrümü tararmış titreyen parmakların

    Bilmezdim anne

    Büyümek denen illet dayanıncaya dek kapıma

    Ellerinin ne muhteşem olduğunu bilmezdim

    Küçüktüm anne

    Yoksa

    Gün aşırı patlayan sarı ampulü

    Mumla yamayacak yüce gönlünü

    Ezecek kadar ezilmezdim

    Sen çalı süpürgesiyle süpürürken dış kapının ağzını

    Taze boyalı saçlarını savurarak süzülürdü karşı evin annesi

    Ayağında yüksek topuklu bir isyan

    Düşündüm de şimdi

    Ne iğreti dururdu o topukların üstünde dursan

    Senin çatlamış ayakların vardı anne

    Hacı şakir kokardın en beyazından

    İncecik bir yemeniyle gizlerdin

    Ölünce her bir teli yılan olacak sandığın sırma saçlarını

    Çok yeni anladım anne

    Ağaran her saç telinden üstüme düşen payımı

    Çocuktum anne

    Bir bisikletim olsa bütün mutluluklar benimdi

    Babam eve sarhoş gelmiş geç gelmiş

    Hepsi sabah sokağa çıktığımda biterdi

    Bilmezdim anne

    Karşı evden arta kalan çantalar dolusu giysi

    Üstümüze cuk otururken

    Ruhuna azap olur akarmış

    Bilmezdim benim annem gözünün yaşıyla her bayram

    arifesi

    Vitrinlere bakarmış

    Sen ilkokul fişlerimi kardeşimle hecelerken

    Telefonu keşfetmiş karşı evin annesi

    Bilsen ne cahildin ne görgüsüzdün gözümde

    Yak deseler yakacağım o dakika dünyayı

    Yık deseler

    Ne şu eski divan kalacak

    Ne çiçekli perdeler

    Şimdiki aklımla ah bir sorsalar bana

    Desem

    O tertemiz günlerim

    Hani şimdi neredeler

    Ben ay sonunu nasıl getireceğim diye

    Hesaplar yaparken bir gün

    Oğlum nefes nefese yararak ortalığı girdi içeri

    Yumuşacık kakaolu kekler yapmış dedi karşı evin annesi

    Çok geç anlıyor insan anne

    İlle de kendi annesi

    İlle de kendi annesi

    DENİZ İNAN

     
     

    Etiketler: , , , , , , , ,

    TÜRKÇE’Yİ BÖYLE BİRİNDEN ÖĞRENDİM

    17.12.2023-SİFİN İSİMLİ SAYFADAN ALINTI

    “Ak benizli bir kadındı. “Yakağan” sineği çok olduğundan “cibindirik”te yatardı. Er yatar, er kalkardı. “Daha üstüne gün doğmamıştı.” Ramazanda “er ekmeğini” yedi mi yatmazdı. Sümerbank bezinden diktiği “dolama”sını giyer, sabahın serinliğinde “delme”sini sırtından eksik etmezdi. İçinde “göynek” olurdu. “Ak yağlığını” “yağlınır”, gök “çekisini” alnına çekerdi. Bir yere giderken “bürgü”sünü bürünürdü. Delinen örgü çorabını “gözerdi”. Naylon ayakkabıları “yoraklıydı”. Bir de “şibidik”i vardı. “Örtme”deki kuzuları salar, koşuştuklarını görünce “çenikmişler bunlar” diye severdi. “Kuzuluğun kapısalığını” sağlam bağlardı; yoksa kuzular anaları dağdan gelince emişirler, buğdaylığa dalarlarsa “tenelerlerdi”. İneğini nahıra sürerdi. Yaz günü inekleri “gövelek” tutardı. Buzağısının “örmesi” kendi ellerinin ürünüydü. Dere kenarında yün yur, çul tokuçlardı. Yunak”ta çocuklarını çimdirir, yunak taşında “sırtlarını” “sırkıtırdı”. Evlatları iyiyse dirlik bulurdu, kötüyse “dirliği dışlığı kalmazdı”. Çocuklarını ağlatmazdı, “uğundurmazdı”. Kötü haberlerini alsa “yayan yapıldak” yollara düşerdi. Anasını anımsadıkça ağıt yakar ağlardı. Köyde biri ölse “ölgü” evine giderdi. Yüklükte kefen bezinin yanında “sümük sargılığı”, onların üstünde yatakları olurdu. Odayı havalandırmak için kapıyı “govşaltır”, pencerenin bir “çenedini” “kıynatırdı” (gıynatırdı). “Gurk tavuğu gurka yatar”, “cibi” çıkarırdı. Akşam “pinnik”e tünerlerdi. Zaman olur “ölet” gelir tavukları kırılırdı. “Gene dama “ötüğünler” konan “guggulumavık”ın uğursuzluğu bu” derdi. Duvara gök boncuk asardı, “göz değmezdi”. Cesura “karagözlü”, korkağa “akgözlü”, durmadan şaşırana “gökgözlü” derdi. Ona göre insanlar durumlarına göre gözlerini karartır, ağartır, göğertirdi. Ona göre, gözler kararır, ağarır ve göğerirdi. Çok renkliye “ala”, desensize “yoz”, açık toprak rengine “boz” derdi. Halı ve kilim için “çezgi çezerdi”. Çezgisi “yönet” olurdu. Kirmen ile yün eğirir, ip “koşardı”. İplerini kazanlarda kaynatıp kendi boyardı. Saçları hep bağlı iki tane “belik” olurdu. Kışın atkı atılır, ele elcek geçirilirdi. Üşüdü mü “boynu, çiyni, döşü” ağrır, “böğrü”ne sancı girerdi. Göbeği düşenin göbeğini kaldırır, kuyruğu batanın kuyruğunu doğrulturdu. Teyzesinden el almıştı. Göçebe olmayan herkese Köylü derdi, çünkü kendisi Yörüktü. Ağırın karşıtı “yeyni”, yakının karşıtı “ırak”, kalının karşıtı “yuka (yufka)” idi. Ağırbaşlı olmayan “yeynicek” idi. Yeni ev kurana “yeni yaka” denirdi. Renk değiştiren giysi “göynürdü”. Sevdiği akıllı oğlan çocuğa “lök”, güçlü toparlak çocuğa “tosun”, “toklu”, zayıf kıza “çebiç”, güzel kıza “beserek”, “celfin” ve “şişek” derdi. Yaramazlar, hareketliler “yılkı” idi. Ayrana “çalkama”, “çalkamaç”, cacığa “çintme”, kompostoya “sulamaç” derdi. Yemek “haranı”da pişer, “çanak”ta yenirdi. “Ölemeç (övelemeç), bulamaç, ovmaç (oğmaç)” pişirir, ayrana “yufka ekmek” doğrar “doğramaç” olurdu. “Kaçamak” yemeğini, toğga çorbasını iyi yapardı. Süt “taşırır”, “ağız döndürür”, ayran yayar, peynir basardı. Bazen “dolaz” yapardı. Bulgurdan taş “ürtlerdi”. “Vergili” kıza düğür gidilmez derdi. Düğün için gönderilen çağrıya “okuntu” der, düğün evine “okuntuluk” götürürdü. Okuma yazmaya “oku” derdi. Kendisinin ise “okusu yoktu”. Kocası “yörev” bir adamdı, “yörev yörev” konuşurdu, kızdı mı gözleri “pertlerdi”. Kendisi kimseye “çelermezdi”, yüzünü “çelertmezdi”. Yaşamında çok “ezgiler çekmişti”. “İki çift laf etmeyi severdi”, ama “kovu”dan hoşlanmazdı. “İlenmeyi” sevmezdi ama bazen de ilenirdi; en kötü “ilenci” “odun ocağın sönsün”, “ciğerinin sapından bul” olurdu. Çerçiden “arpayına, buğdayına barabara “kırıntı” alırdı”. Fazla para aldığını düşünürse “üttü beni çerçi” derdi. Çerci de ütücü çerçi olurdu. Balta duvarın “kırağında” durur, keser “yamacına” konurdu.Yerleri belli olurdu, dolay dolay aramak zorunda kalmazdı. Orak ile arpa “orardı”. “Aşanesinde” un çuvalları, en başında yük çuvalı olurdu. Yük çuvalında “deve boncuğu” işliydi. Hamur yoğurur, “ekmek atardı”. “İtesi” dokuma kilimdi. Ekmeğini kocası çevirirdi. Ekmekleri üst üste yığar, ekmek yapma işi bitince ekmekleri teklerlerdi…Görsel: Geçen yıl kaybettiğim bir yörük kızı olan Annem.

     
     

    Etiketler: , , , , , , , ,

    Güzeller güzeli Defne’nin hazin öyküsü…

    28 Temmuz 2023- AİMSAD DERGİSİ

    Doğu Akdeniz’in en nadide ağaçlarından defne ağacı, dört mevsim yeşil yaprakları, mis gibi kokusuyla çağlar boyunca barışın, zaferin ve ölümsüzlüğün simgesi olmuş. Ve tarihteki diğer köklü ağaçlar gibi o da çok hüzünlü bir aşk hikayesini saklamış kalbine. Güzeller güzeli su perisi Daphne ile tanrı Apollon’un imkansız aşkını…

    Anadolu medeniyetler beşiği. Anadolu masallar, efsaneler diyarı. Her bölgesinde ayrı bir hikaye, ayrı bir söylence barındırıyor. Tarihin en büyük uygarlıklarına ev sahipliği yapan Anadolu’da çağlar boyunca pek çok medeniyet kurulmuş, her biri birbirinden değerli hazineler bırakmış.

    Yolunuz Antakya’ya düşerse mis kokulu defne ağaçlarının içinde, şırıl şırıl şelalelerin aktığı bugünkü adıyla Harbiye denilen yerde, yüzyıllar önce geçen hüzünlü bir aşk hikayesine tanık olursunuz. Ağaçların hışırtısında, rüzgarın burnunuza getirdiği kokusunda, suyun sesinde, kuşların cıvıltısında dinlersiniz bu öyküyü…

    Gelelim tarih boyunca barışın, güzelliğin, iyiliğin simgesi olan Defne’nin mitolojideki hüzünlü bir hikayesine;

    Antakya’da bugün Harbiye denen yere vaktiyle Daphne derlerdi. Bugün Asi Irmağı’nın adı da o zamanlar Orontos’tu. Mitolojideki Daphne ise bu sularda yüzen güzeller güzeli bir su perisiydi. Annesi orman, babası ırmaktı Defne’nin. Irmakta yıkanır, kıyıda ağaç altında oturur, o uzun saçlarını tarar, şarkılar söylerdi. Orman ve ırmak tatlı ninnilerle, yumuşak okşayışlarla büyütüyordu Defne’yi. Irmağın sesine benzerdi sesi, annesi orman ona gezmeyi, kuytu derinlerde saklanmayı, geyikler gibi kaçmayı öğretmişti.

    Anne ve babası ne kadar sakınırsa sakınsın bir gün ay gibi güzel kızlarının aşık olacağını ve kendilerinden ayrılma vakti geleceğini biliyorlardı. Biliyorlardı bilmesine de o vaktin gelmesini istemiyorlardı bir türlü.

    Defne gelişip güzelleştikçe daha içli şarkılar söylemeye başladı, dalgındı, içine kapanmıştı. Annesi Orman, bir gün sordu neyi olduğunu, annesinin sormasıyla Defne’nin gözünden yaşlar boşandı. Hiç görmediği uzaktan uzağa çalgısının sesini duyduğu birine sevdalandığını söyledi. Her yerde aradığını, bir türlü bulamadığını da ekledi sözlerine…

    O anda annenin yüreğine bir ateş düştü. Çünkü bu şiiri ve çalgısı ile bütün kızları kendisine aşık eden Apollon’du. Ve Apollon bir tanrıydı. Tanrıya aşık olan kızlar ya kendini öldürürdü, ya da sürgüne giderlerdi. Bu sevdayı kalbine gömmesini salık verdi kızına.

    Gönül bu, ferman dinlemiyor işte… Görmediği, bilmediği orman çalgıcısını sevmeye devam etti Defne. Sonra bir gün ormanın içinde dolaşırken ağaca sırtını dayamış çalgısını çalan birini gördü. Görmeden aşık olduğu Apollon iki adım önündeydi ve o anda anladığı sevdiği adam olduğunu. Apollon başını çevirip baktı bir de ne görsün, bugüne kadar görmediği güzellikte bir kız karşısında duruyor.

    Göz göze gelince Defne önce ne yapacağını bilemedi ama sonra belki kadınca dürtüyle ormanın içlerine doğru kaçmaya başladı. Apollon da görür görmez aşık olduğu bu güzeller güzeli kızın peşinden koşmaya başladı. Defne’nin orman annesi kollarını geriyordu Apollon’un önüne kızına erişemesin diye. Defne tam Apollon’un nefesini ensesinde hissettiği anda ırmağın kenarına ulaştığını farketti. Irmak babasına “Babacığım bana yardım et” demesine rağmen çağıl çağıldayan ırmak duymadı kızının sesini. Annesi orman ise dayanamadı kızının çaresizliğine ve tam Apollon onu yakalayacakken Defne’nin ayakları altında kökler oluşmaya, her yanından yapraklar fışkırmaya başladı. Defne o anda güzel bir ağaç oluverdi.

    Apollon ise ölümlerin en güzeli bu kızın hoş kokulu bir ağaç olduğunu görünce, “Ey kızların en güzeli, yitirdim artık seni, bundan sonra benim ağacımsın sen. Savaşlarda yenenler zaferlerini senin yapraklarından yapılmış taçlar takınarak kutlayacaklar. Her yerde barış ve zafer simgesi olacaksın” dedi.

    Bu tanrısal aşk hikayesinin geçtiği yer bugünkü Antakya’nın Harbiye’sidir. Ve derler ki; Harbiye’nin şelaleleri de güzel Daphne’nin döktüğü gözyaşlarıdır!

     
    Yorum yapın

    Yazan: 28 Temmuz 2023 in Kültür Arşivi

     

    Etiketler: , , , , , , , , ,

    TÜRK SOYKIRIMI – TALKAN VE CURCAN KATLİAMLARI

    24.07.2023-Mustafa N. KUTAN-turkıshnews.com

    Türklerin tarih kitaplarında ve arşivlerinde yer almayan ancak diğer milletlerin yazılı tarihinde yer alan iki büyük Türk katliamından biri. Ermeni’ler “katledildik” diyebiliyor. Rumlar “topraklarımızdan sürüldük” diyebiliyor. Ancak Türk gururu “Araplar bizi katletti, zorla Müslümanlığı dayattı” diyemez. Talkan ve Curcan katliamları.. Resmi tarihte şöyle bir üfürme var. Türkler Çin ile savaşırken Araplar yardıma gelmiş, bu sırada birbirlerine sempati beslemişler, Türk savaşçılar Arap okçuların yanaklarından makas almış, İslamiyeti kabul etmişler !. Karşılıklı milletlerin hem fikir olduğu tüm savaşlar gerçek, bir tek Türklerin katledildiği yalan öyle mi?

    Talkan Katliamı‘nda 100.000 Türk katledilmiştir, bunun yanında 50.000 ‘den fazla türk köle ve cariye olarak pazarlarda satılmıştır. Bu katliam, İslam’ın barış dini olduğunu yeterince kanıtlamış, ayağı kayıp yanlışlıkla Arap kılıçlarının üstüne düşen arkadaşlar da olmuş ama dersini iyi alanlar akın akın İslamiyet ile şereflenmiştir. Hz. Muhammed’in ölümüyle birlikte insanlığın iktidar hırsı İslam dininde de ortaya çıktı. Mezhep ayrımcılığını kesinlikle reddeden İslam dininin iktidar çatışmaları sebeple mezheplere ayrılması tamamen Arapların eseridir. Eflak Voyvodası Vlad’ın yaptıklarına kin duymayan insan olamaz değil mi? İşte Vlad, Curcan ve Talkanda yaşanan acımasızlığı hayal dahi edemezdi. Ancak gel gör ki İslamı en doğru yaşayan, koruyan ve öğreten millet yine Türk’lerdir. Eğer Türkler Müslüman olmasaydı, İslamiyet bugün Arapların etnik dini olmaktan öteye gidemez, olsa olsa en fazla Hindistana kadar gidebilirdi.

    …..Şehre hiç savaşmadan giren Kuteybe’nin adamları şehirde eli kılıç tutabilen ne kadar erkek varsa hepsini kılıçtan geçirirler.. Bu katliam o zamana kadar yapılanların en büyüğüdür.. Kuteybe bu katliamı diğer beyliklere ibret olması için yapar.. Kuteybe’nin askerleri öldürebildikleri kadar öldürürler, geri kalanları da, Talkan yolu üzerindeki ağaçlara asarlar.. Bu yolun 4 fersah ( 24 Km.) mesafelik bölümü Türklerin ağaçlara asılan cesetleri ile doludur.. Talkan katliamı tarihe, Arapların o güne kadar yaptıkları katliamların en büyüğü olarak geçmiştir.. Halk, Müslüman Araplarla savaşmadığı halde, Kuteybe ve askerleri sırf diğerlerine örnek olsun diye 40.000 kadar kişiyi kılıçtan geçirmiş, ağaçlara asmıştır.. bütün bunlar hep İslam adına yapılmıştır..

    Kuteybe, Talkan katliamından sonra Suman’a girer.. erkeklerin pek çoğunu öldürterek, kadınlarını ve kızlarını cariye olarak alıkoyar.. Daha sonra Kes ve Nesef’de aynı şeyleri yapar.. Erkekler öldürülür, Türk kadın ve kızları utanç verici bir şekilde Araplara cariye olurlar.. Daha sonra Faryab’a yönelir ve Faryab’ın teslim olmasını ister.. Faryab halkı başlarına gelecekleri bildiklerinden teslim olmaya yanaşmazlar.. Erkekleri dövüşerek ölürler.. Bütün şehir yakılır.. Araplar bu şehre yakılmış şehir anlamında Muhtereka derler.. Kuteybe, Faryab’dan sonra, Tarhan’ın çekildiği kale Bazgis’i kuşatır.. 2 ay süreyle devamlı olarak buraya saldırır fakat bir sonuç elde edemez.. Bu arada kış yaklaşır..Kuteybe’nin kışın savaşacak gücü yoktur ancak, kale içindeki Türklerin de yiyecekleri bitmiştir.. Her iki tarafta savaşın kendileri için kaybedildiğini düşünür.. Kuteybe son olarak bir hileye baş vurur.. Tarhan’ın yanına Muhammed bin Selim adındaki adamını gönderir.. Muhammed ibni Selim Tarhan’ın teslim olması durumunda kendisine hiç bir şekilde zarar gelmeyeceği güvencesini verir.. Kalenin açlık içinde olmasından dolayı Tarhan’ın Kuteybe’nin teklifini kabul etmesinden başka yapılacak bir şeyi yoktur.. Komutanları ile görüşüp teklifi kabul ederler.. Silahlarını teslim ederek kaleden çıkarlar.. Tarhan kaleden çıkar çıkmaz yakalanır, etrafı hendek açılmış bir çadırda zincire vurulur..Kuteybe bu arada Tarhan’ı hemen öldürmez.. Haccac’a haber göndererek ne yapacağını sorar.. Haccac Tarhan için, “ O bir Müslüman düşmanıdır hiç aman vermeden öldür” der.. Kuteybe önce Tarhan’ın iki oğlunu, Tarhan’ın ve toplanan halkın gözü önünde öldürtür.. Arkasından 700 kadar Türk savaşçısının başlarını gene Tarhan’ın ve halkın gözü önünde kestirir.. Tarhan’ı da bizzat kendisi öldürür.. Bütün kesilen başlar Haccac’a gönderilir.

    Tarhan’ın öldürülmesinden sonra, Kuteybe, Aral Gölü’nün altında bulunan Harzem bölgesine yürür.. Harzem’de Caygan ile Havarizat arasında taht kavgası vardır.. Kuteybe Caygan’la işbirliği yapar.. Önce Havarizat ile etrafındakileri öldürtür.. Arkasından Camhud melikini yenerek 4000 civarında esir alırlar.. Ancak, daha sonra bunlar Kuteybe’nin emri üzerine öldürülürler..

    Derleyen: MUSTAFA N KUTAN

    yazının tamamı:

     
    21 Yorum

    Yazan: 24 Temmuz 2023 in Kültür Arşivi

     

    Etiketler: , , , , , ,

    SİNABELİ KILIÇLI KÖYÜ KOOPERATİFİ

    23.05.2023- Ayşe. Yaşar SARIKAYA

    Anadolu kadınımız, sırtındaki onca yükün altında ezilirken, yüreğinde sakladığı duyguları dokumalara, nakışlara, türkülere yazmıştır. Onların bu yazdığı eserleri okumak ve anlamakla geçti yıllarım. Bu yolda saçlarıma ak düştü, bedenim yoruldu ve antik çağlardan beri Anadolu coğrafyasında yer alan “KİBELE KÜLTÜRÜ” çıktı karşıma. Binlerce yıldır KADIN, varlığı ile tarihte hep konu edilmiş. Ya ezilen, ya bir Amazon, ya da Sinope gibi bir tanrıça olarak çıkmıştır karşımıza.

    Biz, toplumda kadına gerçek değerini verdik mi? 74 yılında ilk öğretmenliğe başladığımda mert, çalışkan bazı kadınlarımızın köylerde sözü geçerdi. Toprağı tanır, doğanın mevsim özelliklerini bilir, insan sağlığı konusunda sahip olduğu deneyimleri kullanırdı. Ve doğadan koptu kadın, sanayileşme çağında toprağı öksüz bıraktı böylelikle duyarlılıklarını kaybetti. Üretici olmayı bıraktı tüketici oldu.

    Sinop kadın el sanatlarının korunması ve yaşatılması konusunda çok yetkili ile görüştüm. Emeklerim “hocanın göle maya çalması” örneğine benzese de verimli çalışmalar da görmekteyiz. 2020 BİLKE 5. HALKBİLİM ÖDÜLLERİ kapsamında ödül alan bir projeyi tanıtmak istiyorum.

    * KÖY KENT KÜLTÜR KÖPRÜSÜ KATEGORİSİ- Yücel DEMİRHAN – Aylin DEMİRHAN “KILIÇLI KÖYÜ KÜLTÜR MERKEZİ PROJESİ”ile  Aylin DEMİRHAN İstanbul SEV koleji öğretmeni  Yücel DEMİRHAN emekli öğretmen.

    PROJE 1. AŞAMA: Aylin DEMİRHAN kolej öğrenci velileri, öğretmenleri ve köylü halk ile birlikte eski okul binası restore edildi.  Kütüphane kuruldu, bilgisayar alındı. SEV Koleji öğretmen ve öğrencileri köyde kamp yaptı köy yaşamını gördü.  Kamp boyunca öğrenciler, öğretmenleri Aylin Demirhan, Rachel Litwak, Mehmet Cemil ve James Farley liderliğinde etkinliklere katıldı.

    Grup tarlada çalıştı, inek sağdı, ormanda yürüyüş yaptı. Köy çocuklarıyla tanışıldı oyunlar oynandı, sohbet edildi, okul binasının restorasyonunda çalışıldı. Tarladan sebze toplandı, yemekler pişirildi; armut toplayıp pekmez yapıldı, hamur açıldı mantı yapıldı, kümesten yumurta alıp haşlandı, sofralar kuruldu, toplandı, bulaşıklar yıkandı. Bazı öğrenciler toprağı sürdü, diğerleri doğal tarım amaçlandığı için ilaçlama yapılmadığından otları temizledi, kimisi karık açtı, kimi ekti, kimi de fidelere can suyu verdi.

    Tarla aletleri kullanıldı, çiftlik hayvanları tanındı, köydeki börtü böcekle yaşama deneyimlendi. Organik atıklar toprağa geri kazandırıldı.  Yıldızların yoğunluğu, gecelerin sessizliği yaşandı. Güneşin doğuşuyla kalkıldı, batışıyla tavuklar kümese kondu, öğrenciler Karadeniz’in yeşiline, Sinop şivesine ayak uydurdu.

    PROJE 2. AŞAMA: Yücel DEMİRHAN, Kılıçlı Köyü Kültür Merkezine dokuma atölyesi kurdu. Köylüden geleneksel dokuma tezgahı buldu, Halk Eğitimi Merkezi ile işbirliği yapıldı. Köydeki genç ev hanımlarına el dokuma kurs açıldı. Kurs belgesi alanların, öğrendikleri sanat ve dokuma kurs belgesi ile istihdamları hedeflendi.

    Kursiyerler kursta dokuma eğitimi alırken, çocukların başıboş olmaması için, merkezde Halk Eğitimi Merkezi ve Akşam Sanat Okulu işbirliği ile ana sınıfı açıldı. Kültür Merkezine Ana sınıfı öğretmeni ve geleneksel dokuma öğretmeni atandı.

    2020 yılında proje bu aşamada iken, 2023 yılında kooperatif kuruldu ve köy kadınları üretmeye başladı. İnstagram adresinden kooperatifin çalışmalarını takip edebilirsiniz. Ürettiklerini kermesle satışa sunacaklar. Üreten kadınlarımıza SELAM OLSUN!

    Projeyi başından beri tasarlayan, olgunlaştıran ve bu günkü aşamasına getiren anne kız Yücel DEMİRHAN ve Aylin DEMİRHAN’A dernek olarak teşekkür ediyor, kooperatif BAŞKANI aYLİN demirhan’ı kutluyor BAŞARILAR DİLİYORUZ.

    İşte kadınlarımızın dokuduğu kilimlerden örnekler:

    MART 28’de yayınladığımız akademik yazıda konunun detaylarını okuyabilirsiniz.

    https://sinopbilke.com/2023/03/28/sinopta-kybele-kultu/

     
    Yorum yapın

    Yazan: 23 Mayıs 2023 in Kültür Arşivi

     

    Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,