RSS

Etiket arşivi: aşk

GERÇEK SEVGİYİ ARAYAN ADAM

14.03.2025- Suat ÖZGE

~AİLESİNE KAVUŞMAK İSTEYEN ADAMLA, GERÇEK SEVGİYİ ARAYAN ADAM’IN HİKAYESİ…~

Havaalanında ailesinin geldiği uçağın piste iniş yaptığını öğrendiğinde içi içine sığmıyordu artık. Dış hatlar tarafından yolcular birer birer görünmeye başladığında, dikkat kesildi. Ve bembeyaz elbiseleriyle eşi Luisa’yı görmüştü. İki eliyle tuttuğu çocukları hemen yanındaydı… Tam beş metre kadar kalmıştı ki kavuşmalarına, kollarını açtığı an, gözlerini de açmıştı o güzel rüyasından uyanıp… Gecenin üçünde kan ter içinde hüngür hüngür ağlamaya başlamıştı sonrada…

Çalışmak için gittiği ülkede tanıştığı ve çok sevdiği Luisa ile evlenmişti Tamer.Luisa özü sözü bir, dürüst ve fazlasıyla iyi niyetli eşinin karakteri ve yaşam tarzından okadar etkilenmiştiki …Tamer birtürlü vatandaşlık alamadığı ve Luisa da hasta ve yolculuk yapamayan annesini bırakamadığı için, ülkeye giriş, çıkış yaparak defalarca vizesini yenilemek zorunda kalmıştı ailesinden ayrılmamak için. Ülkede vatandaş olma şartlatı çok ağur olduğu için birtürlü içi rahat etmiyordu genç adamın…

İlk çocuğu doğduğunda ne kadar Türkiye’ye gelmek isteseler de hasta annelerini bir başına bırakamamışlardı yine…İkinci çocukları doğduğunda ise Luisa’nın annesi hastalığına yenik düşmüştü. Ailesiyle birlikte Türkiye’ye dönmeye karar verdikleri günlerde ise savaş patlak vermişti…Ülke vatandaşı olmayan herkes, sınır dışı edilirken, böyle bir sebepten eşi ve çocuğundan ayrı kalmak ciğerini yakmıştı Tamer’in… Her ülke kendi vatandaşları için uçaklar göndermişti. Ve tek bir vatandaşını bırakmamak için her ülke tarafından yoğun bir çaba harcanmıştı… Zorla havaalanına götürülürken, işgalci güçlerin de ailesini toplama kamplarına götürmesini içi yanarak ve gözyaşlarıyla izledi o gün Tamer…

Türkiye’ye geldiğinde ise günlerce süren yazışmalarda oradaki dostlarının bitirine ulaşmış, toplama kamplarında esir tutlan ailelerin çok yüksek para karşılığı serbest bırakılabileceği haberini öğrendiğinden beri her yolu denemişti para bulabilmek için… Ailesi her an ölümle burun burunayken, Tamer onlarda binlerce kilometre uzakta hergün ölüp ölüp diriliyordu sanki… Ve o bitmek bilmez rüyaları hergün görmeye devam ediyordu…

Tam beş sene geçsede ne bir haber alabilmişti ailesinden, nede yeterli miktarda para bulabilmişti. İşgal altındaki ülkeyi ele geçiren taliban kendi katı kurallarını halka diretmeye devam ediyordu… Eşinin ve çocuklarının esir edildiği ülkeyle tek bağlantısı, irtibat halinde olduğu arkadaşı Sanita’ydı artık…

Denemediği iş oynamadığı şans oyunu kalmamış yinede gerekli olan para şöyle dursun, geçineceği miktarda parayı dahi zor bulmuştu. Umutları tükenme noktasına gelmiş, parayı bulabilmek için boğazına kadar harama batmıştı artık.

Gecekondusunda ailesine kavuşabilme umutlarını tamamen yitirmiş şekilde günlerini geçirirken, birgün postacı bir zarf bırakmıştı kapısına. Zarfı açtığında,okuduklarıyla öyle şaşırmıştı ki…Çünkü zarftaki mektupta,

-“Bu belki hiç tanımadığım adreslere ve insanlara yazdığım bininci mektup.Tanımadığım insanlardan yardım istemek beni oldukça utandırıyor. Ama bu hayatta çok yalnızım. İhtiyar bir adamın hayatının son baharında,istediği yardıma kayıtsız kalmazsın umarım.Hastalıklarımla tek başıma uğraşmak okadar zorki… Belki sana çok garip gelecek ama bir aile sıcaklığı istiyorum…Belkide bir dost eli.Ücretsiz bir ihtiyara bakmak sana çok saçma gelebilir biliyorum. Ama çaresizliğimi anlamanı istiyorum. Başının gözünün sadakası olsun deyip yardım etmek istersen gözüm yollarda seni bekliyor olacağım… YILDIZLI SOKAK.. NO 22/B”-yazıyordu…

Tamer o gece uzun uzun ailesini düşünürken, hayatta gerçekten ne kadar da derdi olan insanlar olduğunu geçiriyordu aklından birtaraftan…

Gece boyu gözüne uyku girmedi.Çaresizliği okadar iyi biliyordu ki…Sabah erkenden hazırlandı. Ve şehrin bir ucundaki adrese gitti.Harabe, terkedilmiş yıkık dökük bir köşktü burası. Ve daha merdivenlere adımını attığında, derin derin öksüren bir adamın sesini işitti…İçeriye girdiğinde ise, duvaları yıkık küçük bir odada yatan ihtiyar adamı görmüştü… Benzi sapsarı ve oldukça halsiz bir adamdı. Tıpkı kendi üzerindeki elbiseler gibi,pejmürde bir haldeydi giyimi. Saçı sakalı oldukça uzamış, bıyıkları dudaklarını epeyce kapatmıştı bakımsızlıktan… Tamer kendini tanıttığında, yaşlı adam mektubuna ilk defa cevap veren ve ücretsiz bakımını üstlenen bu adama derin derin baktı yaşlı gözlerle… Sonrada,

-“Beni ne kadar bahtiyar ettin bilemezsin evlat-” demişti, gözyaşlarını görmemesi için bakışlarını Tamer’den kaçırarak…

Yaşlı adamı sırtına aldı tanışmaları bittikten sonra. Ve şehrin bir ucundaki gecekondusuna kadar taşıdı.Yaşlı adam okadar mutlu olmuştuki.Tamer ise kendi derdine çare bulamazken, yaşlı adamı mutlu etmenin huzurunu yaşıyordu bir anlık bile olsa.Saçını sakalını güzelce kesti, adının Muhsin olduğunu öğrendiği adamın.Sonrada aylardır yıkanmadığını anladığı yaşkı adamı yıkadı bir güzel .Belki yüzlerce defa kendisine teşekkür eden adamla öyle iyi bir dost, sırdaş olmuşlardı ki saatlet içinde… Tamer uzun uzun anlattı yaşadıklarını. O gözyaşı dökerken, Muhsin bey de derdine ortak oldu gözyaşlarıyla…

Ve bu garip tanışma, ikisinede sıkı bir dostluk kazandırmıştı.Hergün elleriyle yediriyordu yemeğini yaşlı dostuna.Birlikte çay içip sohbet ederlerken, tüm dertlerini unutuyorlardı biran için. Sonra Tamer ailesinin esir hayatından bahsediyor yine hüzünleniyor, ve birlikte ağlıyorlardı… Sanki kaybeytikleri ve bulamadıkları herşeyi birbirlerinde bulmuşlar, gerçek bir baba oğul olmuşlardı. Fakat Tamer ne zaman Muhsin beye hikayesini anlatmasını rica etse, suskunlaşıyordu adam. Ağlıyor, ağlıyordu… Tamer de fazla üzerine gitmiyordu daha fazla ağlamaması için…

Tam üç ay olmuşyu Muhsin bey’i evine getireli. Ve öyle içten davranmıştı ki ona. Arkadaşı Sanita ile yazışıp, ailesinden haber almaya çalıştığı hergün gözyaşlarıyla evine döndüğünde, Muhsin bey sakinleştirirdi Tamer’i…

Ve bir gün küçük bir inşaat işi için evden çıkmış, akşam üzeri eve döndüğünde gördükleriyle dizlerinin üzerine çöküp kalmıştı.. Muhsin bey cansız bir halde yatıyordu yatağında.Son günlerde pek iyi değildi ama böyle olacağını tahmin etmediği için öyle derin bir acı duymuştuki Tamer yüreğinde… Ailesinin yokluğunu biranlık dahi olsa unutturan yaşlı dostunu gözyaşlarıyla mahalle imamının bulduğu birkaç yardımseverle defnemişti o gün.

Ailesinin acısına bir acı daha ekleyip eve geldiğinde, hüzünle rahmetli Muhsin bey’in döşeğini kaldırırken, yastığının altında bir mektup bulduğunda öyle şaşırmıştı ki… Hayretle okuduğu mektupta şunlar yazıyordu…

-“Kalan üç aylık ömrümü menfaatsiz ve çıkarsız sevginle geçirmemi sağladığın için sana minnettarım evlat. Evlat diyorum çünkü öz oğlumun göstermediği sevgiyi gösterdin bana. Hep hikayemi sorardınya. Ailesi tarafından bile sadece parası için sevilen bir adamım ben.İflas ettiğimi düşünen eşim beni boşadı. Çocuklarım ise parası biten hasta babalarını sokaklara atacak kadar insafsızmışlar meğerse. Ama hiçbiri zor günler için sakladığım bankadaki kasamı bilmiyordu. Onların gerçek yüzünü gördükten sonra, hep gerçek sevgiyi aradım durdum. Bu sevgiyi sende buldum evlat. Aşağıda yazdığım bankaya git. Ve müdür Esat beye göster bu mektubu. Tüm param artık senindir. Ailene kavuşacak, ve seni bir ömür boyu rahatça yaşayabilecek o para gösterdiğin sevginin karşılığı değil, bir babanın evladına bıraktığı mirasıdır… Bu dünyadan çıkarsız sevgiyi gören bir Muhsin geçti çok şükür-“

Tüyleri diken diken olmuştu Tamer’in. Titreyerek ellerini açtı ve sonrada ağlaya ağlaya dua etti Muhsin bey için..

Tam üç gün sonra heyecandan içi içine sığmıyordu. Eşinin ve çocuklarının olduğu uçak alana iniş yaptığında dış hatlara çevrilmişti gözü… Luisa bembeyaz elbisesiyle iki eliyle çocuklarını tutmuş halde öylesine mutlu bir halde koşuyordu ki eşine. Beş metre kaldığında gözlerini açtı Tamer. Rüya değildi işte…Rüya değildi. Doyasıya sarıldı senelerce hasretini çektiği ve ayrı kaldığı ailesine… Gözyaşlarıyla hepsini öperken kokluyordu da biryandan. Ve içten içe Muhsin bey’e teşekkürler ediyordu defalarca…

#Yazar#Suat#Özge

 
Yorum yapın

Yazan: 14 Mart 2025 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

GÜVENMEK SEVMEKTEN DEĞERLİDİR

17.02.2025- Yazar Suat ÖZGE

~SEN BENİ HAKETMİYORSUN~

Sabaha karşı yatağın sallandığını hissedince deprem korkusuyla uyanmış, ama eşi Halim’in sanki bir kriz geçirirmişcesine titrediğini görünce eli ayağına dolaşmış, zorlukla arabilmişti sonrasında ambulansı. Ve gün doğarken vardıkları hastahanede, canından çok sevdiği eşinin beyin felci geçirdiğini öğrendiğinde içi titremişti. Zorlu bir süreç olacaktı doktorun dediğine göre. Çok uzun bir süre konuşamayacak, hastahanede gözetim altında tutulacak, iyi bakılacak ve morali yüksek tutulacaktı Halim beyin. Yoksa hiç istenmeyen durumlarla karlılaşılabilirdi…

Kendi ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan eşine ağlamaklı bir halde baktı. Canını verirdi onun için…Ağabeyini birkaç saat eşine rafakatçi olması için hastahaneye çağırıp, evden lazım olan eşyaları almaya gittiğinde, kapının altında bir zarf, birde kapıya asılmış bir demet gül gördü. Zarfı açtığında ise beyninden vurulmuşa dönmüştü Zarife hanım.

“Eşinden benim için boşanma kararın beni ne kadar mutlu etti bilemezsin Halim’im. Yurt dışından sana sevincimi belli etmenin en güzel yolu bu çiçekleri göndermek olacaktı. O güzel başlangıca bir gün kaldı demek?” yazıyordu o zarfta. Çöküp kalmıştı. Yüzü bembeyaz olmuştu. Sonra gözyaşları ıslattı yanaklarını. Ellerini duvarlara vura vura ağladı. Neden belki beş saat sonra kendine gelebilmişti… İç çamaşırı ve bir kaç çift pijama takımını bavula koyup, sanki bir ölü gibi hastahaneye doğru yola çıktı. Eşinin kaldığı odaya girdiğinde abisine birşey belli etmek istemedi. Aldatılmak çok zor gelmişti Zarife hanıma. O gece yüzüne bile bakmadı eşinin. Ama yüreğine ağır geliyordu bu durum. Bir hafta gitmekle kalmak arasında karar vermezken, sadece eşine doktorun verdiği mama tarzı yemeğini yedirip ihtiyaçlarını gidermede yardım etmiş, tek bir sevgi sözcüğü söylememişti bile…

Bir hafta sonra, tekrar eve temiz eşya almaya gittiğinde kapıya asılmış hafif solmuş güller ve kapının altından atılmış yeni bir mektup daha bulmuştu.

“Bir haftadır senden haber alamıyorum bitanem. Yeni yuvamızı istediğin gibi hazırladım bana gönderdiğin parayla. Sadece senin gelmeni bekliyorum.Şimdi bu gülleri ben sana gönderiyorum. Ama defalarca yaptığın gibi, koca bir buket çiçeği geldiğinde kucağıma koyacağından adım kadar eminim Halim’im… “yazıyordu mektupta. Öyle kötü olmuştu ki.Senerlece gözlerine sevgiyle baktığı adamın bir sahtekar olduğunu, yalancı olduğunu kabul edemiyordu. Saatlerce ağladı. Yine kimseye birşey diyememişti ama, kafasına da koymuştu. Terkedecekti Halim beyi. Ne durumda olursa olsun. Aldatılmayı ve yalanı kabul edemezdi.

Yüzü bembeyaz bir halde hastahaneye gitti. Odaya girdiğinde sadece gözleriyle kendisiyle iletişim kuran eşine bağırdı çağırdı. “Sen beni haketmiyorsun Halim. Sen benim gibi bir kadını haketmiyorsun. Saçımı sana süpürge ettim bunca yıl. Bir evlat veremediysem rabbimin takdiri buydu. Ama sen beni canevimden vurdun. Gidiyorum. Çok sevdiğin, kucak dolusu güller götürdüğün kadın sana benden iyi bakacaktır eminim”dediğinde sesi titremiş, ağlamamak için zor tutmuştu kendini.

Baba evine döndüğünde belki üç gün doğru düzgün lokma girmemişti ağzına. Kimseye birşey anlatmadı. Gururlu kadındı Zarife hanım. Sadece ağladı ağladı.

Tam bir hafta sonra eşinin ölüm haberi geldiğinde, bir garip olmuştu içi. Demek ölmüştü. Sevinmeli mi? Üzülmelimiydi?Karar veremiyorum. Ama cenazesine bile gitmedi. Kayınvalidesi ve kayın babası yıllar önce öldüğü için ve kendisinden başka kimsesi olmadığı için ortada kalan cenazesini bile ortak dostları defnetmişti.

Cenazeden bir ay sonra yıllarca çabalayıp yaptıkları ve çok mutlu günler geçirdiklerini sandığı eve tekrar gittiğinde eşyalarını toplamak için, kapının altından atılmış,çiçek ulaştırma şirketi tarafından gönderilen bir özür mektubu bulmuştu. Ve bir kaç zarf daha.

-“Gönderici ve alıcı kısımlarında ki isim benzerliği bulunan Halim Gülçiçek isimli müşterimizin mektuplarının karıştığını bildirip sizden yaptığımız hatadan dolayı özür dileriz. Eleman değişikliğine gittiğimiz sırada acemice yapılmış bir hatadır. Şirketimiz bu hatadan dolayı, göndermiş olduğunuz dört gönderinin ücretini özür mahiyetinde size bu zarfın içinde iade etmektedir. Tarafımızdan yapılan hata yüzünden tekrar özür dileriz”yazan mektubu okuyunca, yüreğinin hızlı hızlı çarptığını hissetmişti. Sonra sırasıyla açtığı zarflarda,

“Zarifem bilirsin ben öyle duygularımı yüzüne diyemem.Öyle yetişmişim napayım. Bir arkadaşım da benim huyumdaymış. Böyle bir yolla diyormuş eşine diyeceklerini. En güzel çiçekleri hakediyorsun gül Kokulum. Bu güller sana”

“Benim kendi güzel gönlü güzel eşim. Çok sevdiğin ve yapmamı istediğin Şarkışla daki köyde o dağ evin hazır. Seni cuma günü öğleden sonra orada bekliyor olacağım . Canımı bile veririm senin için. Seni çok seviyorum. HALİM” yazıyordu. Çöktü kaldı olduğu yere. O an sicim gibi gözyaşları ıslattı yanaklarını. Pişmanlık ne demek iliklerine kadar hissetti.

Güvenmek sevmekten değerlidir…

#Yazar#Suat#Özge

 
Yorum yapın

Yazan: 17 Şubat 2025 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , ,

İKİ YAKAYI YASA BOĞAN UMAR ALİ TÜRKÜSÜ

19.11.2024-Sedat KAYA

ALİ VE ELENİ.. YASA BOĞAN AŞK HİKAYESİ

Akdeniz’in mavi sularında, bir zamanlar Datça ile Simi(Sömbeki) Adası arasında kopmaz bağlarla örülü bir yaşam sürerdi.

Bahar rüzgarlarının çiçekleri kucakladığı bu topraklarda, deniz kenarında şarkılar söyleyen gençlerin sesleri yankılanırdı.

O günlerin birinde, Datçalı bir zeybek olan Umar Ali, kalbini karşı kıyıdaki Simi’nin zeytin gözlü kızı Eleni’ye kaptırmıştı.

Onların aşkı, deniz kadar derin, dağların zirvesine kar düşüren rüzgar kadar özgürdü.

Her sabah, güneş ilk ışıklarıyla denizi öperken, Ali sahilde durur, ufukta görünen Simi’nin beyaz evlerine gözlerini dikerdi. Eleni ise adanın en yüksek noktasından, elinde sardunya dallarıyla, Ali’yi izlerdi. Gözleri uzakları tarar, kalpleri bir kuşun kanat çırpışları gibi titrerdi.

Bir gece Ali, ay ışığının altın bir yol gibi denize döküldüğü anı kolladı. Rüzgarın sakin, denizin huzurlu olduğu o vakit, sevdasına kavuşmak için ufka doğru kürek çekti. Fakat aşkın kaderle dans ettiği bu denizler, her zaman yumuşak mavi bir örtüyle sarmazdı sevdalıları. Aniden patlayan bir fırtına, denizi öfkeli devlere dönüştürdü. Ali’nin kolları yoruldukça, kalbindeki ateş daha da büyüdü. Her bir dalga onu kıyıdan biraz daha uzaklaştırdı, her bir rüzgar uğultusu Eleni’nin sesini bir masal gibi kulağına fısıldadı.

Simi’nin tepesindeki çanlar, şafağın ilk ışıklarıyla birlikte sessizliğe gömülmüştü. Eleni, gözleri kızarmış, kalbi ürpermiş halde sahilde bir iz, bir gemi parçası aradı. Ama Akdeniz, Ali’yi sonsuzluğuna saklamıştı. Eleni’nin yanaklarından süzülen tuzlu damlalar, denizin acısını bile dindiriyordu. O günden sonra, Simi’de güneş doğduğunda, denizin mırıltısında Ali’nin adını fısıldardı rüzgar.

Datça’da ise, Ali’nin annesi Ilıca sahilinde, belki döner diye yıllarca bekledi. Her dalganın sahile vuruşunda yüreği umutla atar, her sessizlikte içi titrerdi. Ama Akdeniz, sevdayı alan, saklayan ve sonsuzluğa taşıyan olarak sırlarını kimseye söylemedi.

Umar Ali’nin öyküsü, zamanla köyün zeybek türkülerine, mendirekte yankılanan nağmelere dönüştü. İnsanlar Ali’yi, Eleni’yi ve aşkla örülü o hüzünlü hikayeyi dillerinde taşıdılar.

Rüzgar ne zaman Datça’nın yamaçlarından denize esecek olsa, o eski aşkın izleri duyulur, deniz kenarındaki çakıl taşları hıçkırık gibi bir sesle türküye eşlik eder.

“Ilıca’ya varalım

Kumlara sarılalım

Umar Ali’m gelmedi.

Dalgalara soralım

Gemi geliyor gemi

Topan adadan dön beri

Ben yavruma doymadım

Bunca zamandan beri

Efem efem efem

Datçalı Efem”

Umar Ali Türküsü Datça’nın tescilli tek zeybek türküsüdür. Her dinleyen Akdeniz’in kardeş kıyılarında doğan ama karanlık sularında kaybolan bu hüzünlü aşk hikayesini hatırlar. Türküyü ataları Datça’dan Simi’ye göç etmiş, Yunanlı sanatçı Nikoletta Oikonomou‘nun sesinden dinleyebilirsiniz. Kendisine besteyi yapan Datçalı Sayıl Günay sazıyla eşlik ediyor.

 
Yorum yapın

Yazan: 19 Kasım 2024 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,

807 YILLIK BİR AŞK HİKAYESİ

20.10.2024-Arkeoloji Tarihi

GEVHER NESİBE’NİN AŞKI

Gevher Nesibe Selçuklu Hükümdarlarından II.Kılıçaslan’ın kızıdır. Selçuklu soyundan gelen kara kaşlı, kara gözlü, kara saçlı, ak yüzlü Türk kızı, Selçuklu ordusunun komutanlarından bir sipahiye gönlünü kaptırır. Lakin, Nesibe’nin ağabeyi 1. Gıyaseddin Keyhüsrev bu aşka karşı çıkmıştır. Sipahiyi, Kayseri’den uzak tutmanın yollarını arar ve onu muharebeden muharebeye gönderir.

Nihayet böyle kanlı savaşların birinde sipahi şehit olur. Bunu öğrenen Nesibe Hatun, üzüntüsünden vereme yakalanır ve hasta yatağına mahkum olur. Kız kardeşinin derdine doktorların çare bulamadığını öğrenen Gıyaseddin, onu ölüm döşeğinde ziyaret eder. Artık ne söylese bir anlamı yoktur. Ondan son dileğinin ne olduğunu sorar. Gevher Nesibe:

– Benim derdimin çaresi yok, ben son yolculuğuma çıkıyorum. Benim mal varlığımla benim adıma bir şifahane (hastane) yaptırır mısın? Der. Gıyaseddin, derin acılar içinde bu sözleri dinler, ona söz verir ve kardeşinin ölümünü çaresizce seyreder.

Onun bu dileğini gerçekleştirmek için canla başla çalışmaya başlar. 1204 yılında hastanenin yapımına başlanır ve iki yılda bitirilir. Gıyaseddin, kız kardeşinin türbesini de hastanenin içine inşa ettirir. Gıyaseddin’den sonra Gevher Nesibe’nin diğer kardeşi İzzeddin de hastanenin doğusuna bir tıp okulu yaptırır. Bu okulun yapımına, 1210 yılında başlanmış ve dört yılda tamamlanmıştır. Ve dile kolay, bu hastane ve okul 1890 yılına kadar kullanılmış ve insanların dertlerine deva olmuş. Hatta burada akıl hastalarını müzikle tedavi eden ya da ruhlarına dinginlik veren hekimler görev yapmışlar.

Bu güzel Selçuklu kızının acıklı hikayesi, böyle bir muhteşem bir binanın yapılmasına vesile olurken Kayseri şehri de bugün Tıp Tarihi Müzesi olarak kullanılan büyük bir Selçuklu eserine kavuşmuştur. 1206 yılında tamamlanan hastanenin bu yıl yapılışının 807. yılıdır. Düşünebiliyor musunuz, tam 807 yıl öncedir bu anlatılan şeyler. Öyleyse bu 807 yıllık hikayeyi, Gevher Nesibe’nin aşkını herkes öğrenmelidir. Öğrensinler ki aşkın nelere kadir olduğunu anlasınlar.

 
Yorum yapın

Yazan: 20 Ekim 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

“SESSİZ GEMİ” ŞİİRİNİN KISA ÖYKÜSÜ

12.10.2024- Hatice Gül DEĞİRMENCİ

Sessiz Gemi’yi tabut ile ilişkilendirip ölüm yolcusu bildik hep. Oysa üstad Yahya Kemal için ölümden de beterdi. Ayrılıktı.

Üstad Yahya Kemal, Nazım Hikmet adlı gencin evinde kendisine Türkçe şiir dersleri vermeye başlar.

Aradan günler aylar geçer ve üstad Yahya Kemal Beyatlı o gencin annesine aşık olur. Genç Nazım bu durumu fark edince hocasının paltosunun cebine bir not bırakıverir.

Not şöyledir;

“Bu eve öğretmenim olarak girdiniz ama babam olarak giremeyeceksiniz.”

Ve o eve bir daha girmedi Yahya Kemal Beyatlı. Ve sevgilisi, Nazım Hikmet’in annesi Ayşe Celile hanıma bir daha yaklaşamadı. Ressam Ayşe Celile Hikmet, resimleri ile olduğu kadar güzelliği ile de tüm İstanbul’un dilinde destan olmuş asil bir hanımefendiydi.

Yahya Kemal vefat ettiğinde evraklarının arasının içinden kurumuş iki yaprak ve kısa bir not bulunan zarf çıktı.

Şöyle yazıyordu notta:

“Bu zarfın içindeki hatıra 19 Ağustos 1930’da Sirkeci Garında gece saat 10’da veda ettiğim aziz bir kadının göğsündeki çiçektendir.

Koparıp verdiği bu iki yaprağı daima muhafaza edeceğim.”

Ayşe Celile Hikmet muhtemelen bu aşkın devam etmeyeceğini anladığı gece göğsünde duran o iki yapraklı çiçeği Paris’e gitmeden önce Sirkeci Garında Yahya Kemal’e vermişti.

Aralarında ki aşkın öyküsü uzundur ve ressam Ayşe Celile hanım Heybeliada’dan ayrılırken Yahya Kemal’in elinden hiçbir şey gelmez ve her dizesi ölümden de beter o ayrılığın acısı olan meşhur şiirini yazar..

SESSİZ GEMİ…

Artık demir almak günü gelmişse zaman dan,

Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan.

Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce alır yol;

Sallanmaz o kalkışta ne mendil ne de bir kol.

Rıhtımda kalanlar bu seyahatten elemli,

Günlerce siyah ufka bakar gözleri nemli.

Biçare gönüller!

Ne giden son gemidir bu!

Hicranlı hayatın ne de son matemidir bu!

Dünyada sevilmiş ve seven nafile bekler;

Bilmez ki giden sevgililer dönmeyecekler.

Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,

Birçok seneler geçti dönen yok.

 
Yorum yapın

Yazan: 12 Ekim 2024 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

HIDIRELLEZ DUASI

04.05.2024- Yol- The Way

Eski Bir Şaman Duası:

Sevdiğim ve sevebileceğim kim varsa, kendim dahil sağlığı iyi olsun..

Teni sıcak kalsın, enerjisi dışarı taşsın…

Sevdikleriyle bir arada olsun…

Kolu koluna değsin, gözü gözlerinin içine baksın, lafları birbiriyle başlasın…

Nesi varsa bölüşecek birisi olsun, nesi yoksa bulup getirecek biri olsun…

Bu birileri az ama öz olsun, bazıları dünyada tek olsun…

Sevgisinin tamamını ona harcasın…

Sevmekten bıkıp usanmayacağı biri olsun…

Onun yeri ayrı olsun, ama yalan söylemesin…

O her şeyine, her haline tek tanık olsun; bir hareketiyle güldüren, bir hareketiyle ağlatan olsun…

Duyguların hepsi onda olsun, kalbi buna teslim olsun…

Bütün şarkılar ona olsun, aşık olsun…

Yapmaktan bıkıp usanmayacağı bir işi olsun…

İbadet eder gibi, kutlama yapar gibi, her gün bu işini yapıp dursun…

Yaptıkça daha iyi yaptığını görsün, daha iyi yaptıkça bunu başkaları da görsün…

Neşesi bol olsun, mutlu olsun, mutlu etsin; neşelenmek nedir bilsin, bildirsin…

İçindeki heyecan hep sürsün…

Duydukları, gördükleri ona kahkahalar attırsın…

Gürültü yapsın, saçma şeyler söylesin…

Çocuklukta en şımardığı ana gitsin-gelsin ama nereye gidip-geldiği bilinmesin…

Değiştirmek istedikleri değişsin, eskileri atsın, ruhunu havalandırsın…

Kapıda hep kamyonu dursun; istediği yere taşınsın…

Kendinden taşınmak isterse, içindeki güç ve dışındaki sevgi ona yardımcı olsun…

Her gün bir sürprizi ve mucizesi olsun…

Öyle tahmin edilmeyen şeyler olsun ki, bu hayatın zekasını anlatsın…

Bir hayali gerçek olunca; bir hayale gözünü yumsun…

Hayalini kendinden saklamasın, korkmasın…

Her anında sevgiyle olsun, sevgi versin…

BİLKE YORUM: Kültürler, geçmişten günümüze insan iradesinin işleyiş mantığını da taşır. Her coğrafya, kültüre kendinden ekler yapar. Hıdırellez, dünyanın her yerinde kutlanır. Hızır ve İlyas ritüeli, farklı yansımalarla yaşatılır.

Hepsinin özünde, insanlığa güzel duygular kazandırmak, doğa ile uyumlanmak yatar. Şekil ve renklerden önce, özünü kaybetmemek konusunu yaşatabilseydik.

 
Yorum yapın

Yazan: 04 Mayıs 2024 in Genel Kültür

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

ENERJİ, KÜTLE VE AŞK

10.03.2024- Prof. Dr. Cem Cüneyt ERSANLI

(10.02.2024-Sinop Pusulası Gazetesi Köşe Yazısı)

Sevgililer Günü kapıda ve birçoğumuz kalplerimizin ritmini daha hızlı hissettiğimiz bu özel günü iple çekiyoruz. Ancak bu yıl, sıradan romantik kutlamalara bilimsel bir dokunuş katmaya ne dersiniz? Sevgililer Gününü, fiziksel dünyanın tarafsız gözüyle ele alalım ve aşkın gizemli formülünü Enerji, Kütle ve Aşk olarak çözelim.

Fizik formülle açıklanabilir, ancak aşkın ölçüsü kalpte saklıdır.”

Aşk ve fizik, başta birbirinden farklı iki kavram gibi görünmesine rağmen, derinlere indikçe aralarında benzerlikler anlam dolu bağlar bulabiliriz. Her ikisi de evrenin temel prensiplerine tabidir. Aşk, insan ilişkilerini ve duygusal bağları içeren karmaşık bir kavramdır. Fizik ise evrenin doğasını anlamak için kullanılan bir bilim dalıdır ve soyut kavramları barındırır.

Beyin ve beden kimyasını incelediğimizde, aşkın belki de fiziksel bir temeli olup olmadığını merak edebiliriz. Beyindeki kimyasal maddeler, özellikle serotonin, dopamin ve oksitosin gibi hormonlar, âşık olduğumuzda ortaya çıkan duygusal durumları etkiler. Fizikteki çekim kuvvetleri ve etkileşimlere benzer şekilde, aşk da insanları birbirine çeken ve etkileşime geçiren bir süreçtir. Bu etkileşim, duygusal bağları güçlendirebileceği gibi zayıflatabilir de. Aşkın dinamikleri, termodinamik prensiplere benzerlik gösterir. İlişkilerde zaman içinde enerji transferi ve değişim yaşanabilir. Bu değişimler ilişkinin sürdürülebilirliğini etkileyebilir ve aşk, belirli bir denge durumuna ulaşabilir.

Bu anlamlı ve güzel günde, kalbimizin atışını sadece duygusal bir coşkuyla değil, aynı zamanda evrenin derinliklerinde dolaşan fiziksel bir enerji de hissedelim. Aşkın sadece romantizmle sınırlı olmadığını, evrenin dokusuna entegre bir güç olduğunu da düşünerek, bu özel günü daha anlamlı ve bilimsel bir yaklaşımla kutlayalım.

Enerji: Kalp Atışlarının Derin Gücü

Kalp atışlarımız, duygu dünyamızın müstesna kaynağı gibi gelir bize. Kalbimiz, bu muazzam mekanizmanın merkezinde yer alır ve her atışında enerji üretimini hızlandırarak duygusal coşkuyu canlandırır. Enerji, ilişkilerimizin özünü oluşturur ve Sevgililer Günü, bu enerjinin yoğun bir şekilde yaşandığı anı temsil eder. Bir gülümseme, bir dokunuş veya bir bakış, enerjinin farklı ve büyülü formlarını yansıtır. Sevgili ile geçirilen zaman, enerjinin yoğunluğunu artırır ve aşkın enerjisini zirveye taşıyabilir.

İki kişi arasındaki çekim, adeta fizikteki çekim yasalarının romantik bir dansıdır. Bu çekim, bir enerji alanının varlığını bize müjdeleyen bir işarettir. Coulomb yasası, iki noktasal yük arasındaki elektrostatik kuvveti inceler ve iki kişi arasındaki çekim kuvveti, derin duygusal bağın bir yansımasıdır. Sevgililer Günü, bu çekimin en üst seviyeye ulaştığı, aşkın derinliğini ve gücünü belirleyen özel bir gün olarak kabul edilebilir. Bu çekim, ilişkinin dokusunu oluşturur ve Sevgililer Günü, enerji dönüşümünün ve çekim kuvvetinin ön planda olduğu bir zaman dilimini simgeler.

Çekim kuvveti evreni bir arada tutar, aşk ise kalpleri birleştirir.”

Enerji, sadece romantik ilişkilerde değil, tüm ilişkilerde de bir etken olarak belirir; aile bağları, dostluklar ve iş ilişkileri de enerjiyle dolup taşar. Bu ilişkilerdeki enerji, güven, saygı ve sevgi gibi duygusal bileşenlerle şekillenir. Sevgililer Günü, bu enerjinin farklı yönlerini düşünmek ve kutlamak için özel bir fırsat sunar.

Termodinamikteki ısı transferi, enerjinin akışını sembolize eder. Aşk da bir enerji formu olduğuna göre, romantik bir birlikteliğin duygusal enerji transferine neden olduğunu düşünmek oldukça mümkündür. Gülümseme, dokunuş ve paylaşılan anı, bu enerji transferinin güzellikleriyle doludur. İki kişi arasında uyum varsa, sıcaklık yükselir ve enerji transferi daha da güçlenir. Ancak termal denge bozulduğunda, soğuma yaşanabilir ve ilişkisel enerji kaybı hissedilebilir. Termodinamik yasaları, enerjinin her zaman korunduğunu vurgular. Aşkın da bir enerji türü olduğunu düşündüğümüzde, ilişkilerdeki enerjinin sadece korunmakla kalmayıp aynı zamanda dönüştüğünü de görebiliriz. Bir çift arasındaki romantik enerjinin, zaman içinde nasıl evrildiğini ve dönüştüğünü anlamak, termodinamik bir bakış açısından ilişki dinamiklerini değerlendirmek anlamına gelir. Termodinamikte bir sistemin farklı fazlardan geçtiği durumlar vardır. Aşk da bir ilişkinin farklı evrelerini ifade edebilir; başlangıçta tutkulu ve enerji dolu bir birliktelik, gaz fazına benzer. Daha sonra, ilişki ve enerji yoğunluğu değiştikçe, sıvı veya katı fazlara benzer bir istikrar kazanabilir.

Sevgililer Günü, kalplerin ritmini yakalamak ve aşkın enerjisini gökyüzüne salmak için bir fırsattır.”

Kütle ve Aşk: Anıların Yükü ve Fiziksel Bağların Büyülü Dansı

İlişkilerimiz, birbirinden değerli anılar ve unutulmaz deneyimlerle şekillenir. Bu anılar, ilişkilerimizin kütlelerini oluşturur ve her biri, duygusal bağlarımızın ağırlığını belirler. Fizikte karşılaştığımız kütle kavramını bu ilişkisel dünyaya uygulamak, duygusal bağlarımızın derinliklerine inmemize ve onların muazzam ağırlığını kavramamıza yardımcı olabilir. Her anı, sanki bir kütle gibidir ve bu kütle, ilişkimizin omurgasını oluşturarak dengede kalmasını sağlar. Sevgililer arasındaki bu kütle, birbirlerine olan bağlılıklarını ve birlikte yaşadıkları anıların yükünü taşır. İlk buluşmanın heyecanı, evlenme teklifinin romantizmi, çocuğun doğumundaki sevinç; bu anılar, ilişkinin kütle merkezini belirleyen ve zaman içinde bir çiftin birbirine olan bağlılığını güçlendiren kilometre taşları gibidir. Zorluklar, çatışmalar ve yaşanan zor anlar, ilişkinin kütle merkezini etkiler. Ancak bu zorluklar, çiftin birlikte yaşadığı anıların ağırlığıyla dengelenir.

Kalplerimizin ritmi, gökyüzündeki yıldızların melodisiyle buluştuğunda, aşkın büyülü enerji dönüşümü başlar.”

Enerji, aşkın güçlü itici motorudur ve romantizmin büyülü patlaması gibi hissedilebilir. Kalp atışları, bu enerjinin ritmi gibidir, her atış aşkın gücünü yansıtan bir enerji dalgası olarak düşünülebilir. Fizikteki enerji korunumu ilkesi, aşk enerjisinin kaybolmadığını, sadece dönüştüğünü düşündürür.

Sonuç olarak, “Sevgililer Günü İçin Fiziğin Formülü: Enerji, Kütle ve Aşk” başlıklı yazımızla, aşkın bu büyülü birlikteliğinin özel anlarını siz değerli okuyucularımızla paylaşmaya çalıştık. Sevgililer Günü, romantizmin yanı sıra bu anların ve bağların kutlandığı, aşkın fiziksel ve duygusal boyutlarının muazzam bir buluşma noktasıdır. Ancak unutmamamız gereken şey, bu sadece bir benzetme olup insan ilişkilerinin aynı zamanda duygusal, psikolojik ve sosyal faktörlerle de yoğrulmuş bir gerçeklik olduğudur. Tüm sevenlere mutlulukların ve güzelliklerin en üst düzeyde bir Sevgililer Günü diliyorum.

BİLKE YORUM: Sevgililer günü geçse de, sevgiler bitmez. Çünkü aşk, varoluşun yapısında vardır. Fizik profesörü gözüyle, aşkın yorumlandığı bu yazıyı okumanızı öneriyoruz. Teşekkürler Sayın ERSANLI.

 
Yorum yapın

Yazan: 10 Mart 2024 in Uncategorized

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,

FATMA AGUŞLARI’IN ANISINA(Yanınızdan Melekler Geçer Göremezsiniz)

31.07.2023- Seyfullah ÇALIŞKAN

Akıl yüktür insana. Bir yol kenarında terk edip gidemezsin. Cami avlusuna da bırakıp kaçamazsın. Kaynar bir kazandır. Ateşi altında hiç azalmayan bir kazan. Suyun üzerine çıkanlar durmadan değişir. Bir kıyıya itmeye çabaladığınız düşünceler, imgeler, anılar hiç beklemediğiniz anda suyun üzerinde çıkıverir. Elinizden bir şey gelmez. Tutsağı oluverirsiniz.

Akşam öylesine huzurlu, sakin, tanıdık ve huzurlu bir zamana doğru gidiyordu. Akliman’da falezlerden aşağıya olta atıyorduk. İçlerinde en acemisi bendim. İstavrite çapara atmak avcılıktan bile sayılmaz. Atıp çekiyorum, atıp çekiyorum. Hiçbir beceri ve deneyim gerektirmiyordu. Balığın suyunu bulmak diye bir şey vardır. Ben ne balığı arıyordum, ne derinliği, ne akıntıyı. Balık hevesim de yoktu aslında.

On metre ileride olta atan biri makarayı sararken bana bakıp;

– Balık nasıl, dedi.

– Tek tük, arada sırada, dedim.

– Ya nasip ,dedi. Her zaman bir olmaz zaten. Bazen at çek yaparsın bazen yaprak kımıldamaz.

Onu sokaktan, çinakop zamanı iskelede olta attığımız akşamlardan tanırdım. Adını bilmem ama iyi balıkçıdır. Bu akşam da herkesten farklı bir şeyler yapıyordu. İrice bir istavriti kancaya takıp kıyıdan atabildiği kadar açığa gönderiyordu. Ağır bir kurşun ve kalın bir misina kullanıyordu.

-Sen ne yapıyorsun, dedim.

-Kalkana atıyorum, dedi.

Kalkan bu kadar kıyıya gelmez ki, dedim.

Bu zamanlarda gelir, dedi. Belki on beş, yirmi gün geyir daha sonra bir yıl görünmez…

Yarım saat bile geçmeden denizden bir balık çekti. Kocaman yası ve karnının altı bembeyaz… Ama bu kalkan değildi. Vatoz çekmişti. Kuyruğundaki iğnesi zehirlidir. Neyse ki adam balık işinden anlıyordu. Vatozun kuyruğuna ayakkabısıyla bastı ve kancayı hayvanın ağzından çıkardı. Yem olarak takılan istavrit etten bir paçavraya dönmüştü…

Siyah volkanik kayalar akşamın güneşinde yeşile dönüyordu. Küçük kuş yuvası gibi oyuklar geçmiş fırtınadan kalmış su birikintileri ile doluydu. Burada kayıp düşmek, kayaya sürten dokuyu kesip kanatmakla aynı şey demekti. Oltayı, balığı kendi haline bıraktım. Hamsilos koyu ağzına doğru alçalan güneşle büyülendim. Az sonra deniz kan kırmızısına boyanacaktı. Gök yüzünün kızıllığı önce turuncuya ardından mora dönüp perde perde kararacaktı. Rüzgarın sürekli dövdüğü bodur çalıların gölgeleri uzamaya ve birbirine karışmaya başlamıştı. Yüz kere, bin kere tanık olduğum bu manzaraya kayıtsız kalmayı başaramazdım. Her defasında beni büyüleyip, içinde bulunduğum gerçeklik perdesini yırtar, içinde bulunduğum zaman ve mekânın ötesinde uzak bir yere savururdu.

Akıl yüktür insana. Ne ipte durur ne de kazıkta. Bir bulutun ucunda asılı kalmışsın. Rüzgâr nereye sen oraya. Bakır rengi çam gövdesinde susmayan bir cırcır böceği. Gündüzleri kavurucu güneş altında, geceleri reçine kokan yaprakların buğusunda… Akıl yüktür insana. Ne duracağı yeri bilir, ne varacağı yeri… Birbirine dolaşmış misina yumağı gibidir. Kessen düğüm olacak, çözmen imkânsız.

Akliman akşamı beni alıp yine aklının estiği yere savurdu. Yıllar öncesine ve binlerce kilometre uzağa… Şairin dediği onlar küçüktü, ufacıktıktı. Top oynamadan bile acıkırlardı. Arılar gibi vızıldar, kıpır kıpırdılar. Sınıf kara lastik, soğan, silgi ve kalem kokuyordu. Yazı yazmak için dikkatlerini topladıklarında sümükleri akmaya başlardı. Ve tam sayfanın ortasına iri bir damla düşerdi. Kirli mendilleriyle çıkarıp öğretmen görmeden siliverirlerdi. Ama izi öylece sırıtmaya devam ederdi. Siyah önlüklerin beyaz yakaları vardı. Adı beyaz ama kendisi gri yakalar. Siyah önlüklerimiz de solup yakalarımızdan daha azıcık koyu bir griye dönüşürdü.

Mezarlık mahallesinde kerpiç avlu duvarlı daracık bir sokakta bekledi. Bir sigara yaktı. Bu saatlerde bir bahane uydurup hep sokağa çıkardı. Bekliyordu. Sigara sayısı üce çıktı. Biraz daha takılırsa sokaktakiler kıllanacak işin tadı kaçacaktı. Boynuna uzayan saçlarını geniş yakalı gömleğinin üzerinde düşürdü. İspanyol paça panolundaki geniş tokalı kemerini eliyle yokladı. Pantolon ceplerinin üzerinde parmaklarını gezdirdi. Bir şey aklına gelmiş arıyor gibi görünüyordu. Dört parmağını sonra arka cebine takıp fiyakalı bir görüntü yaratmaya çalıştı. O mektubu kıza başkası ile göndermesi daha olası görünüyordu. Mektubu yazmak, zarfa koymak işin en zor kısmıydı. Delikanlı çat pat okuyabilir ama kesinlikle yazamazdı. O satırların üstesinden gelebilmek için kendisi gibi dört kafadarın bir araya gelmesi gerekmişti. Ama o kız o akşam sokağa çıkmadı. Mektup hiçbir zaman sahibine ulaşamadı.

Neden hep bir yaz akşamadır zaman? Neden Ayıtlı Dere’ye su bırakılmıştır? Sazlar ve otlar akıntıda salınıp yalpalamakta ve hep aynı noktaya geri gelmektedir. Ördeklerin sevinci ve kanat çırpmaları okulun duvarlarında yankılanmaktadır. İlla ki bir yaz akşamadır ve sıcak çoktan güneşin peşine takılıp ovayı terk etmiştir. O küçük kız ne zaman bizi bırakıp gitmişti? Hiç anımsayan kaldı mı? Neden okuldaki sırası boş kalmamıştı. Neden giriş zilinden sonra onu anıp saygı duruşunda bile bulunmamıştık. O kara ve çirkin bir kız olduğu için bunu hak etmiyor muydu? Yoksul olduğu için görünmez mi olmuştu? Akliman üzerinde güneş batarken neden bunları düşünüyordum? On yıldır zaman zaman bu kız neden gelip aklıma takılıyordu?

Öğretmen ikide bir getirip bu kızı bizim kümeye oturtuyordu. Biz çalışkanlar kümesiydik. Ama o çalışkan değildi. Sadece bütün kızlar gibi yazısı güzeldi. Üstelik onun da yazı yazarken bazen burnu akıyordu. Çok hızlı davranıp uzayan damlayı burnunun ucuna gelmeden çabucak siliveriyordu. Kömür gibi kapkara saçlarına beyaz bir kurdele bağlıyordu. Sessiz sakin bir kızdı. Sınıftaki kızların çoğu onu oyunlarına çağırmazlardı. Bir tek Güllü bir de Mahide… Genelde yalnızdı. Durgun ve suskun… Onu hiç sevmezdim. Bizim kümede oturmasın, öğretmen onu başka kümeye versin isterdim. Oysa hepimiz üç aşağı beş yukarı pasaklıydık. Yoksulduk ve yetersiz besleniyorduk. Defterlerimiz kirli ve kırışık, çoraplarımız delik veya yamalı… Coğrafya kaderdir son günlerde çok kullanılan bir aforizma… Buna bir yenisini de ben ekliyorum. İlkokulda arkadaşlık için aynı küme de kaderdir. O zaman öyleydi. Çünkü diğer kümelerle rekabet ediyorduk. Fatma’yı ne zaman arkadaştan saymaya başladım. Kesinlikle anımsamıyorum.

Akıl yüktür insana. En kalın, en kaliteli çeliği delip geçer. Yağmurda ıslanmaz, güneşte kurumaz… Ateşte kaynamaz, suda erimez. Yıldızları ağaçtan turuncu yanaklı şeftaliler gibi toplar. Bir sepet alıp eline gökyüzünden bulutları yakalar. Götürüp eski bir iskelenin ayağına bağlar. Yaşlı bir kadını süpürgesine bindirip masallarda dolaştırır. Akıl yüktür insana. Sen sen ol, aklından geçeni diline söyletme. Delidir derler, gücenme.

Hep bir akşamüzeri gitmiştir sanıyorum. Dut yapraklı rüzgarla ürperir gibi titrerken. Erikler sarıdan mora geçerken. Arılar kaldırımlarda dut suyuna doymuş, şerbetten sarhoş… Kerpiç avlu duvarları kireç, kavrulmuş toprak, saman kokarken. Tulumba sesleri avlulardan sokaklara taşarken. Bir akşam üzeri annesinin çığlıkları önce evin duvarlarında sonra sokakta yankılanmıştır. Kırlangıçlar panikle yuvalarından uçmuştur.

İnsan sevince güzelleşir. Aşktan meşkten söz etmiyorum. Daha ne o kız ne ben oğlandık çünkü. Sevgilerin en yalını, en masumu sadece çocukların sahip olduğu bir ödüldür çünkü. Günler geçip gittikçe daha güzelleşmişti gözümde. Tanıdıkça sever insan. Sevdikçe güzelleştiriverir. O küme arkadaşım, kardeşim, silgisini alıp geri verdiğim, leblebi tozunu paylaştığım kızdı. Ve biz hala kara lastik kokardık. Salça ekmek, tütmüş soba ve mutfakta pişen son yemek gibi kokardık…

Aklimanın alacakaranlığında bir akşamüstü hüznümün gözyaşlarını içtim. Deniz kadar tuzluydu. Bu saatten sonra balık olmaz, dediler. Misinemi sardım, kancalarımı tahtama batırıp dizdim. Gidelim, ben hazırım, dedim. Steyşın renoya doluştuk. Akşamı dalgaların son gümüş pırıltılarında oynaşırken bıraktım. Ben gittim gitmesine ama aklım kayalarda oturup kaldı. Mayıs başında karayolları çamlığında kadın, çocuk, genç ve ihtiyar kalabalıktık. Aynı sokağın kızları kol kola piyasa yapıyorlardı. Betondan piknik masalarına oturmuş yiyip içinler vardı. Top oynayan veya ip atlayanlar. Davul zurna ile kafası iyi delikanlılar harmandalı oynuyordu. Sarı uzun saçları omuzlarında dalgalanan bir delikanlı gölge gibi bütün gün Fatma’yı takip ediyordu. Bir bakıverse dünyalar onun olacaktı. Bir gülüverse çam ağaçları hatmiler gibi pembe çiçekler açacaktı. Azıcık konuşsak, azıcık bir tenhada… Adım gibi biliyordum. Gözlerden uzak azıcık yalnız kalsalar dili tutulacaktı. Dili ağzının içinde kocaman olacak, şişip kalacaktı. Heyecandan tir tir titreyecek ve aklına tek bir cümle bile gelmeyecekti. Falcı olduğumu kim söyledi. Yaşadıklarımdan biliyorum.

Aklimanda kum zambaklarının zamanıydı. Dalgaların kumlara yufka gibi serilip, yuvarlanarak yeniden maviliklere aktığı mevsimdi. Yabani nane kokuyordu akşam… O kız hiç büyümedi. Hiç aşık olmadı. Ne günahın tadını öğrendi, ne de pişmanlığın sivri dikenlerinin tenindeki acısını… Hastalığı varmış, dediler. Ölüvermiş. On yıl mı yaşadı? Dokuzun da mı kaldı? Okula geldi mi? Fatma gerçek mi? Sadece yazarın fantezisi mi? Bunu bilse bilse Hayrullah Abim bilir. (Hacırahmanlı’da Kilit Ahmet’in Hayrullah’ı)

Not: Fatma Aguşlar’ı yaşıtlarımdan hiç kimsenin anımsamadığını biliyorum. Aklımızda yer edecek kadar yaşamadı. Yada çocuk aklı çok uçarı bir şey. Çabucak unutup hüzünleri silip atma eğilimi var. Var oluşundaki sessizlik, sakinlik ve durgunluk gideceğini bildiğinden mi kaynaklanıyordu? On yıldır aklıma arada bir misafir olup yeniden geçip gidiyordu. Ama beni bir türlü terk etmiyordu. Onun anısından kaynaklanan cümleler kurmak artık vazgeçilmez bir hal aldı. Ne anısına saygı duruşunda bulunmak istiyorum. Ne de birilerin onu elli yıl sonra anımsasın istiyorum. Beynimin ürettiği kabarıp alçalan bu dalgayı susturmak için yazdım. Keşke o da büyüseydi. Aşık olsaydı. Acılar ve hüzünlerden payına düşeni alsaydı. Küçücük bir kızken öylesine sessiz sakin ve hiç yaşamamış gibi yaşamını yitirişini içime sindiremedim. Hepsi bu…

Temmuz 2023-Sinop Seyfullah

 
Yorum yapın

Yazan: 31 Temmuz 2023 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

PARA NELERİ SATIN ALAMAZ

26.04.2021-BİLKE

1- İÇ HUZUR

En iyi terapistlerden, yaşam koçlarından eğitim alabilirsiniz. Ama iç huzur asla bunlarla ilgili değildir. O kendinizi keşfetmek ile ilgilidir.

2- BİLGİ

Para kitap satın alabilir. Ama gerçek bilgi onu yaşamak ve deneyimlemek ile olur.

3- SAYGI

Çoğu lider, bilim adamı, sanatçı parasızdı ama saygındılar.

4- HAYALLER

Herkes hayallerini gerçekleştirecek şeyin para olduğunu düşünüyor. Ama para hayallerinizi gerçekleştirdikten sonra gelecek olan şeydir.

5- SAĞLIK

En iyi hastanelerde el üstünde tutulsanız bile yine de şifa bulamayabilirsiniz.

7- DOST

Para dalkavuklukta profesyonelleşmiş insanlar satın alır. Gerçek bir dost ise paranın alabileceği bir şey değildir.

8- AŞK

Aşk; bambaşka bir şeydir.

9- ZAMAN Para ile satın alınamayacak kadar kıymetlidir.

10- MUTLULUK

Eğlenceyi satın alabilirsin. Ama mutluluk ise gerçekte sizinle ilgilidir.😊Netten Alıntı

 
Yorum yapın

Yazan: 26 Nisan 2021 in Haberler

 

Etiketler: , , , , , , ,