RSS

Etiket arşivi: bilke eğitim

HALAT ÇEKME YARIŞI MI BİLİNÇLENME YARIŞI MI?

14.05.2024- Hatice ÖNER- Nermin KORUKLU- VI. ULUSLARARASI AVRASYA EĞİTİCİ ARAŞTIRMA KONGRESİ

Makaleden önce, BİLKE yorumla başlamak istiyoruz. Halat yarışı başlığımız, toplum bilinçlenmesinin önüne geçen duruma dikkat çekiyor. Çek halatı çek halatı, güçlü olan kazansın. Bu oyunu bilmeyen yoktur. Toplumun bilinç düzeyi hedeflenerek yapılan siyasi, sanatsal, edebi ve diğer alanlardaki bir çok çalışmalar halat çekme yarışına benzememeli. Halka değmeli, toplumun bilinç potansiyelini artıracak özellikte olmalı. Olmazsa, kendi gücünü sergileyen halat çekme yarışçılarından farkımız kalmaz.

TOPLUMDA ÇEVRE BİLİNCİ OLUŞTURULABİLİR Mİ?

2. Çevre Bilincinin Önemi
Farkındalık ve bilinçlenme süreci değişim ve dönüşüm için temel olan iki kavramdır.
Sorunların çözümü, dış yaptırımlar ve ceza sistemi ile değil her bir bireyin kendi
davranışlarının sorumluluğunu alması ve devamında öz düzenlemeye gitmesi ile ancak
mümkün olabilir (Çakırlar vd., 2016).

Bireysel düzlemdeki bu adımlar beraberinde diğer bireyleri etkileyerek toplumsal boyutta bir farkındalığa ve bilinçlenmeye katkı sağlayabilir (Talas ve Karataş, 2012; Asilsoy ve Oktay, 2018).

Hedeflenen çözüme, toplumu oluşturan her bir bireyin doğaya karşı duyarlılık göstermesiyle ulaşılabilir. Tüm toplumları etkileyen ve etkilemeye devam edecek olan bu yaşamsal sorunun önlenmesinde, çevre duyarlılığı ve bilincin oluşturulması konusu çok önemli bir yere sahiptir. Çevre bilinci, bireyin çevresine
ve topluma karşı sorumlu hissetmesi ile ilişkilidir (Şaşmaz Ören, Kıyıcı, Erdoğmuş ve Sevinç, 2010).

Çevre bilinci, bir ülkenin sürdürülebilir kalkınmasının güçlendirilmesi (Yazıcı ve Babalık, 2016), çevreye yönelik tutumlarının niteliği ve olarak onun yaşama ilişkin genel değerleri ile yakından ilişkilidir (Asilsoy ve Oktay, 2018). Bireylerin yaşam değerleri, çevreye karşı gösterilen genel tutum ve eylemlerin kapsam ve yönelimini etki edebilir (Olson ve Zanna,1994).
Çevre ile ilgili yaşanan sorunlarının evrenselliği, aynı zamanda bu sorunların çözümünde
çok yönlü işbirliği ve eşgüdümü de gerekli kılmaktadır (Kaypak, 2013; Smirnova, 2018). Bu kapsamda, Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP), Çevre Bakanlıkları, Üniversiteler, Belediyeler ve bazı Sivil Toplum kuruluşlarında çevreye yönelik çalışmalar yürütülmektedir (Şimşekli, 2004; Smirnova, 2018). Çevre ve çevredeki kirlenme sürecine yönelik son yıllarda uluslararası alanda yapılan faaliyetlerde, çevreyi koruma konusundaki ortak bilincin oluşmaya
başlamasının önemli bir gelişme olduğu belirtilmektedir (Karabıçak ve Armağan, 2004).

Bu süreçte, birey ve toplumları harekete geçirmede ve ortak bir bilincin oluşturulmasında başta
eğitimciler olmak üzere farklı disiplinlerdeki profesyonellere çok büyük sorumluluklar
düşmektedir (Şaşmaz Ören vd, 2010).

 

Etiketler: , , ,

KÖY ENSTİTÜLÜ VE ÇAPA MEZUNU ÖĞRETMENLERDEN YANSIYANLAR

13.05.2024- A. Yaşar SARIKAYA

fOTO: Çapa Öğretmen Okulu

Gözde büyütülen değerler vardır. Toplum normlarında onay bulan, gerçekle ilişkilendirildiğinde ise hiç bir etkisi olmayan. Çocuklar ve gençler de arkadaş çevresinden çokça etkilenirler. Kendi aralarında, büyük ve küçük olarak benimsedikleri değer yargıları vardır yaşamlarını etkileyen.

İnsanlar hep böyledir, omuzdaki apoletten, makamdaki ünvandan, üstteki giysiden, alttaki arabadan güç alır değil mi? Uygarca yaşamak için teknolojinin sunduğu yeniliklerden yararlanarak insanca yaşamak çok güzel. İnsanca yaşamın bunlardan başka kuralları yok mu ne dersiniz?

FOTO: Aydın Ortaklar Köy Enstitüsü

Burnu kanayan küçük bir çocuğun burnunu temizlemek öğretmeni alçaltır mı? Başı dönen ve kusan bir çocuğun yardımına koşarak, gömleğini tutan ve pisliği dert etmeyen okul müdürünü bu davranış küçültür mü? Ben müdürüm o tür işleri yapamam demek onu büyütür mü?

Siyasete bakalım. X partisi şemsiyesi altına girenler, yüce partinin yüce taraftarları mı olurlar? X başlığında tüm partiler düşünülebilir. Büyük olarak nitelenen her ne olursa olsun, İNSANİ DEĞERLER anlamında dolu olmadıkça ne işe yarar? Sosyolojik olarak gruplaşmadan nemalanmak ve sosyalleşmekten başka.

Başlık ile bir ilgi kuramadık diyenleri duyar gibiyim. İlkokul yıllarında örnek aldığım, değerli öğretmenlerimiz vardı. Bu günün kolej eğitimi seviyesinde eğitim almıştık onlardan. Çapa mezunu olan öğretmenlerimiz, Köy Enstitüsü mezunları ile kendilerini bir görmezlerdi. Büyüklük ve küçüklük anlayışı burada da karşıma çıkmıştı.

Kültür araştırmalarımda, söyleşilerimde öğretmenlerin çoğu ile görüşme fırsatı yakaladım. Çapa mezunları, biz kent merkezinden Çapa Öğretmen Okuluna gittik. Onlar ise köy okullarından gittiler, bizim eğitimimiz daha üstündü. Bir cümle değildi anlatılanlar. Anlattıklarının ayrıntılarına girmek yerine, konuya EMEK açısından bakmak gerektiğini düşünüyorum.

Köy Enstitüsü mezunları, köy ve köylü için çok yönlü eğitim öğretim örnekleri sunuyorlardı. Okul arazisinde tarım yapıyor, inek bakıyorlar, köye yenilikleri getirmek için iradeleriyle, beden güçleri ile çabalıyorlardı. Kent merkezindeki öğretmenlerin, şık giyimleri, makyajları ile yarışabiliyorlar mıydı bilmiyorum. Bildiğim tek şey, EMEK karşılığını bulmalıydı.

Bu yolda doğru adımlar izlenmeli, büyük ve üstün anlamları yüklenenlerin esiri olmamalıyız.

 

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

ÖĞRENCİ BURSLARIMIZ

23.12.2023- BİLKE

Öğretim Yılının ortasındayız, 4 TIP öğrencimizden 3 tanesi çiftçi çocukları. KYK yurdunda 4- 5 kişilik odalarda kalıyorlar. Aile gelirleri yok. Hayvanını satsa, evinin ihtiyacını hayvan görüyor. Eğitime destek verenler sayesinde onlara ayda bin TL gönderiyoruz. Arada gönderenler de öğrencilere destek oluyorlar.

Derneğimizin denetleme kurulundan Şehnaz Tezcan ve arkadaş grubu her ay yardım ediyor. Bu ay için özel olarak organize oldular, Ş. TEZCAN ve arkadaşlarına yürekten teşekkür ediyoruz.

Çocuklarımız için yardım eden eski mankenlerden Nilüfer BİLLURCU’ya, dernek komşumuz Filiz SÖNMEZ ve akrabalarına, Antalya’dan Sema DOĞU ve ailesine, Ankara’dan Mine YILDIZ’a, Meltem KARAGÜL ve arkadaş gurubuna, Yücel DEMİRHAN ve kızlarına, Güliz- Sulhi CABACI eşi ve kızlarına, Dr. Gülgün AYDIN ve annesi Müşerref AYDIN’a, Türkmen DE WEET’e, Sarıkaya ailesinin her ferdine periyodik katkıları için teşekkürü borç biliyoruz. İYİ Kİ VARSINIZ.

14 öğrenci her ay otomatik talimatlı, 10 öğrenci dönem dönem, 10 da aile yardımı olarak sayenizde ulaşabildiğimiz kadar ulaşmaya çalışıyoruz. Dernek adına teşekkürlerimizle. MİNNETTARIZ…

 
3 Yorum

Yazan: 23 Aralık 2023 in Burs Başvuruları, Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , ,

MERHAMETSİZ YÜREKLERE HAKKIMI HELAL ETMİYORUM

02.10.2023-Hakan ARABUL- Kültür Merak Grubu

Annem, evi, babamı ve bizi terk ettiğinde ben altı yaşında, abim sekiz yaşındaydı. Annemin babamı terk etmesini o yaşta bile anlamıştım da, bizi terk etmesini anlamamıştım. Anne çocuklarını terk eder miydi?

Babam, annemi döverdi. Babam beni, abimi döverdi. Ben o yaşlarda babalar döver diye biliyordum. Babalar döver…

Anneler olmayınca, evlerin yalnız dört duvardan ibaret olacağını da, annem gidince öğrenmiştim. Sabahları Elinizi, yüzünüzü yıkayın, kahvaltı hazır” diyen olmadığı gibi, günlerce aç kalsan, “Aç mısın?” diye soranında olmadığını öğrendim.Öğrendiklerim içinde canımı en çok yakan şey ise, anne kokusu olmayınca, çocuklar kaç yaşında olursa olsun, büyüdüğüydü.

Ben altı yaşında büyüdüm.

Annem evi terk ettiğinden sanırım on gün sonra evimize polisler geldi. Söylediklerine göre, annem intihar etmiş. Elinde sıkı sıkı tuttuğu bir zarf varmış.

Zarfın üzerinde, kızım ve oğluma verilsin, yazıyormuş.

Ben o zamanlar okumayı bilmiyorum, nasıl okuyacağım? Abim okudu, mektubu dinlerken, ağladım. Abim de ağladı. Biliyor musunuz, ben en son o gün ağlamıştım ve şimdi bunları yazarken. Elimde o mektup, yeni bir mektup yazmama gerek yok. Annemin yazdıkları ile benim hayatım arasında fark yok. O genç yaşta intihar etmekten başka çare bırakılmayan kadın, ben yaşarken ölüme mahkûm kadın.

Annem, bizi terk edince, baba evine gitmiş. Babası sinirlenmiş. Kadın dediğin evinde otururmuş. Kadın dediğin, ağzı dolu kan olsa, kızılcık şerbeti içtim, demeliymiş. Ona o evde yer yokmuş. Annem dedeme yalvarmış. “Bir ay kadar kalayım, sonra bir çare bulurum, çocuklarımı yanıma alır, yeni bir hayata başlarım” demiş.

Vay! Vay! Vay! Kadın tek başına yaşayacakmış. Dedemin namusunu beş paralık edecekmiş, kahveye bile gidemez edecekmiş, ölsün daha iyiymiş.

Annem o akşam, çamaşır ipini hiç düşünmeden boynuna geçirmiş. Bunları yıllar sonra anneannem ölüm döşeğinde, ben on dokuz yaşında iken anlattı. Babam, annemin ölüm haberini alınca, hiç üzülmedi. Bizi yetiştirme yurduna vereceğini söyledi. Abim sekiz yaşındaydı ama her şeyi biliyordu. Biz artık orada yaşayacakmışız. Orası bizim evimiz olacakmış. Birbirimizden ayrılabilirmişiz, Kardeşler birbirini unutuyormuş. Biz unutmazmışız ama çok yıllar sonra birbirimizi tanımayabilirmişiz, onun için ikimizde annemin mektubunu saklamalıymışız.

Saklarız da tek mektup var, nasıl ikimizde saklayacağız, diye sormama gerek kalmadan, abim makasla mektubu boyundan tam ortadan kesti. Cümlelerin baş tarafı olan kısmını bana verdi. Cümlelerin baş kısmı bende olunca, ben okumayı öğrenince devamını tahmin edermişim. O zaten ezberlemiş.

Halam bizim yurda gönderileceğimizi öğrenince, bize geldi. Babama “Kız çocuğu yurda verilmez. ”Ben alayım hayatı” dedi. Kız çocuğunun yurda neden verilmeyeceğini de, halamla yaşamaya başladığımda anladım. Kız çocuğu demek, evde iş yaptırılacak bedava hizmetçi demekti. Halam, bir gün olsun ismimi söylemedi. İsmim, Uyuşuk olmuştu. Uyuşuk su getir… Uyuşuk şu tabakları yıka… Uyuşuk şu çoraplarımı bir güzel sabunla…

Abim ayda bir kez halama beni ziyarete geliyordu. Yurtta rahat olduğunu söylüyordu. Bende rahat olduğumu söylüyordum. Abim üzülsün istemiyordum. Acaba abim de, ben üzülmeyeyim diye mi, rahatım diyordu? Bunu sormaya hiç cesaret edemedim.

Okula başlamıştım. Sınıfta okumayı ilk öğrenen bendim. Nasıl öğrenmeyeyim, annemin mektubunu okuyacaktım. Mektupta, “Hayat güzel kızım, ben seni…” yazan cümlenin bu kısmından kesilmişti. Ben her gece yatağımda, o cümleyi farklı tamamlıyordum.

“Hayat kızım ben seni ÇOK SEVİYORUM.”

“Hayat kızım ben seni ÇOK ÖZLEDİM.”

“Hayat kızım ben seni BEKLİYORUM.” Cümleye eklediğim sözcüğe göre hayal kuruyordum. Hayallerimde hep mutluydum. İnsan mutsuz hayal kurar mı?

Ortaokulu bitirdiğimde, halam artık okula gitmeyeceğimi söyledi. Oysa ben okumak istiyordum. Okuyup, ayaklarımın üzerinde durabilmek ve abimle bir evde yaşamak…

O yaz mahalle bakkalı üç çocuklu Hasan Amca’nın karısı kanserden öldü. Çok üzüldüm. Üç çocuk ne yapacaktı, annelerinin kokusunu ne çok özleyeceklerdi. Anneler neden ölüyordu? O üç çocukta benim gibi isimlerini unutacak, uyuşuk mu olacaklardı?

Ben Hasan amcanın çocuklarına üzülürken, meğerse Hasan amcanın sözlüsü olmuşum. Sekiz bileziğe, üç bin liraya satılmışım. Yaşım resmi nikâh için küçük olduğundan, kırk gün sonra, imam nikâhı ile Hasan Amcanın karısı oldum.

On beş yaşındaydım. Hasan amcanın karısıydım. İki, beş, altı yaşında üç çocuğum vardı. Birde bir çocuğum olmasını öğütleyen halam… Benimde bir çocuğum olmalıymış ki, yerim sağlam olsun. Hasan amca başka kadınlara gitmesin.

Hasan amcadan ilk tokadı, Hasan amca dediğim için yedim. Bir kadın kocasına, “amca” der miymiş… Ben altı yaşında annem gittiğinde susmayı öğrenmiştim. Hiç der miydim, İnsan on beş yaşında bir kıza karım der mi, diye…

Hasan amca bana tokat attığında, üç çocuk babasının ayaklarına sarıldı. “Hayat ablamı dövme, o bizimle oyun oynuyor. Masal anlatıyor” diye yalvardılar. Ben, o çocukların ablasıydım. Masal diye anlattıklarım ise hayallerimdi.

Hasan amca evden gidince, aynanın karşısına geçtim. Hasan demeyi öğrenecektim. Her Hasan, deyişimde aynada, Hasan amcanın, tepeden saçları dökülmüş başı, burnunun üzerine düşmüş gözlüğü, göbeğiyle görüntüsü belirliyordu. Ben her Hasan dediğimde suç işlemiş gibi utanıyordum. Hasan amcaya, Hasan diyemiyordum.

Aynanın karşısında deneme yaparken, Hasan amcanın altı yaşındaki oğlu yanıma geldi. “Hayat abla” dedi “Annem, babama bey derdi. Sende bey de.”

Bey, evet, evet bey iyiydi. Eğilip kara gözlü, hayallerimi masal diye dinleyen, Sami’yi öptüm. Beş yaşındaki Elif’i, iki yaşındaki Zehra’yı da çağırıp, onlara masal anlatmaya başladım. O gün masalıma; Tatlımı tatlı, güzel mi güzel altı yaşında, ismi Masal olan bir kız çocuğu varmış. Masal annesini kaybetmiş. Her yerde annesini aramış, bulamayınca hayaller ülkesine gitmiş. Masal, hayaller ülkesinde o kadar mutluymuş ki, bir daha gerçek dünyaya gelmemiş, diye başladım.

Masal, masalımda hep mutluydu. Hep gülümsüyordu. Her gün çocuklara Masal’ın masalını anlatıyordum. Çok mutluyduk.

Hasan amcada iyiydi. Artık, Bey diyordum. Zaman zaman öfkeleniyordu ama ben onun neden öfkelendiğini anlıyordum. O sekiz bilezik ile üç bin liraya bir masal abla satın almıştı. Oysa o, bir kadın almak istemişti.

Abim ziyaretime geliyordu. Her geldiğinde, annemin mektubunun yarısını vermek istediğini söylüyordu. Kabul etmiyordum. Mektubun diğer yarısını okursam, Masal hayal ülkesinden, acımasız dünyaya dönecek, mutsuz olacak gibime geliyordu. Benim tüm hayalim, mektubun diğer yarısı üzerine kurulmuştu.

Kırk yaşına geldiğimde, masalımı dinleyen çocuklarım büyümüştü. Sami doktor olmuş, tayini bir başka şehre çıkmıştı. Ne zaman mutsuz olsa, beni telefonla arayıp, “Hayat abla” diyordu “Bana masal anlat” Ben hemen Masal’ın hayaller ülkesindeki serüvenlerini anlatmaya başlıyordum.

Elif öğretmen olmuş, evlenmişti. Bir kız torunum olmuştu. İsmini Hayat koymayı çok istemişlerdi. İzin vermedim. Elif, “O zaman torunun ismi Masal, olacak” dedi. Torunumun ismi, Masal.

Zehra’m benim küçük kızım, veteriner olmuştu. “Hayat abla, hangi hayvan huzursuzluk yapsa, masal anlatıyorum, sakinleşiyor” diyordu. Zehra da evlenmişti. Bir erkek torunum olmuştu. Torunuma masallarımda ki, Masal’ın arkadaşının ismini koymuştu. Kahraman.

Kırk beş yaşımda iken, Hasan Amca yani Bey’im öldüğünde çok üzüldüm. Son sözü, “Hakkını helal et” olmuştu. “Hakkını helal et”

Tüm içtenliğimle hakkımı helal ettim. O iyi bir insandı.

Hakkımı, on beş yaşında kız çocuklarının evlenmesinde bir beis görmeyen zihniyete ve bu zihniyeti destekleyenlere helal etmiyorum.

Hakkımı her gün şiddete maruz kaldığını bildikleri kızlarının boşanmasını namussuzluk sayan, kör zihniyete ve bunu destekleyenlere helal etmiyorum.

Hakkımı yaralı bir kuş gibi, çaresizce umutlarına düşmüş çocuklara merhametsiz davranan yüreklere helal etmiyorum..

ALINTI

BİLKE YORUM: Yaşanmış bu olay, bir filmde konu edilmişti. Film senaryosu ya, bizden uzaklarda birileri yaşamış yazık, biraz hüzün ve sonra yine yaşama devam değil mi?

Kalbur üstü mü, bilgi sahibi mi, halktan biri mi, sokaktaki kişi mi diyelim; bu konu üstüne her kademede insanın söyleyecek bir sözü olacak mutlaka. Kapitalizm, liberalizm, neoliberalizm, emperyalizmin sonuçları diyen olacak. Kız kısmı dizini kırıp oturacak diyen olacak. Müslümanız, kadınlar evden dışarı çıkmaz, dinimizin gereği tabii ki diyen de. Çözüm bekliyorsak, adım gerekli, sorun çözücüler gerekli. Doğru seçmek gerekli.

Yaşananlar, beş yüz yıl önce de vardı, bu gün de var. Afganistan’da da, Arap ülkelerinde de, Türkiye’de de, Sinop çevresinde de var. Bu toplumun her ferdinin sesini duyurmaya ihtiyacı var. İnsan gibi yaşamaya hakkı var. Toplumun sesini duyan ve çözüm üretenlere ihtiyacı var. Okuyalım, okutalım, sesimizi duyuralım.

 
Yorum yapın

Yazan: 02 Ekim 2023 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , ,

SANA NE BE MORUK DEMEZ Mİ!

24.11.2021- A. Yaşar SARIKAYA- Yaşamdan Kesitler

Bora fırınının önünden geçerken, herkes o güzelim gevrek simitlerden alırdı. Birkaç yıl önceydi, simit aldım eve dönüyordum. Gördüm ki, mahallenin çocukları birbirine girmiş, kavga ediyorlar. İçlerinden biri, sanırım grubun reisiydi. Ortalarına kendilerinden küçük bir çocuğu almışlar, yer misin yemez misin misali kıyasıya pataklıyorlardı. Diğer çocuklar da, olayı film seyreder gibi zevkle seyrediyorlardı. Güçlü olanın gözüne girme modası var ya toplumda; çocuklar da büyüklerinden gördüğü gibi çete reisinin gözüne girmek için arada birkaç yumruk, bilemedin tekme kaptırıyorlardı. Ne güçlü, ne cesaretli, ne korkusuz insanız sanıları; belli ki gururlarını okşuyordu.

Yaklaştım ve yüksek sesle

“ne yapıyorsunuz çocuklar, ayrılın” diyerek daldım aralarına. Sopa yiyen çocuğu çekip aldım almasına da, arada olduğum için bir iki de şaplak yedim. Yine de, serde eğitimcilik var ya, aklım sıra öğüt vereceğim;

“Oğlum neden kavga ediyorsunuz, gün gelir senden güçlü olan da seni döver. Lütfen yapmayın, bu çocuk sizden hem küçük hem de tek başına. Bir araya gelip onu dövmekten utanmıyor musunuz?” dedim.

Önder olan, delikanlılığın kitabını ben yazdım havalarında;

“bize küfür etti, sopayı da hak etti” dedi.

“Oğlum, çare dayak atmak mı; hem de bire karşı beş kişi” .Reis çocuk, lafı gediğine oturttu;

Sana ne be MORUK” diyerek.

Söylediğine güleceğim, ama ciddiyeti bozmamam lazım ki etkili olayım. Evde annem:“siz daha dünkü çocuksunuz yaşınız genç” derken; çocuk gelmiş bana MORUK diyor. Gel de gülme şimdi bu duruma. Çocukluğumdan beri zayıfın ezilmediği, kavgasız bir dünya umudu içimi kuşatmıştı. Bana söylediğine takılmaktan çok, doğru mesajı vermek beni ilgilendiriyordu. Araya girdiğimde, sopa yiyen çocuk kaçtı kurtuldu. Lider çocuk “moruk karışma” dese de, kaba kuvvet yerine anlaşmaya ikna etmeliydim.

“Hangi okula gidiyorsunuz” dedim. Reis olan:

“Sana ne, İstiklal’e gidiyoruz, nolmuş yani” diye cevap verdi.

“Yarın okula geliyorum, müdürle öğretmenle görüşeceğim” dedim.

“Selam söyle” demez mi?

Arsızlık- hırsızlık- yalancılık- hilekarlık- rant gibi alanlarda, özgürlük almış başını giderken; sosyal yaşam hep kötü örneklerle doldu. Akıl özgür olmalı, hukuk özgür olmalıydı. Telefonlar, sosyal medya, birincil eğitim araçları oldu. Siyaset de kişileri öne çıkaran, zengin eden kurumlar.

Oysa devlet büyümeli, devletin kasası dolmalı, BEKA da anlamını bulmalı, insanlar mutlu olmalıydı. Simitler elimde, annem evdeydi, bana “nerede kaldın kızım” diyecekti. Kafamda “ bozulan eğitim sistemi, küreselleşen dünya, toplumdaki olumsuz değişim dönüp duruyordu. Bu gün, Bora fırınının yerinde yeller eserken, umutlarımıza yeller esmesin düşünü kuruyordum. A. Yaşar SARIKAYA

not: Sinop’a gelirseniz, bir simit alın ve Yalı kahvesine gidin, bir bardak çay- simit eşliğinde denizi seyredin.

 

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

ŞEHİRLEŞME KÜLTÜRÜ

01.04.2021-Ayşe Yaşar SARIKAYA

Köy Atölyesi Çalışması-Dikmen -Kadı Köyü

Avcı toplayıcı, yaylacı dönemi, dünyadaki tüm insanların geçmişte yaşadığı bir gerçektir. Bu sürecin, ne sihirli değnekle, ne de sihirli kelimeler söyleyerek aşılmadığını biliyor ve görüyoruz. Sosyal ve toplumsal değişim o kadar hızlı oluyor ki. Bu değişimin sonuçlarından; getiri piyasasını beslendiğine fakat toplum kalkınmasının ise aynı oranda gerçekleşmediğine tanık oluyoruz.

Değişim her an devam etmektedir. Çok uzak değil, 60- 70 yıl geriye gidelim. Annem o zamanlar, Sinop merkezde yemeği maltız ve gaz ocağında pişirildiğini anlatıyor. Elektrik yeterli olmadığı için de aydınlanma için gaz lambası kullandıklarını. Görüyoruz ki, ne kadar hızlı değişiyoruz.

Değişimin hızına insanca ayak uydurabilmek, ilkel alışkanlıkları aşmak masallardaki gibi sihirli değnekle olmuyor ne yazık ki. Emek istiyor, yürek istiyor, çalışmak istiyor, anlayış istiyor. Yani UYGARLIK istiyor. Kentlere göçmek sorunu çözseydi, toplumda bu kadar ayrışma olur muydu? Kıyafet yerine aklı, duyguları ve vicdanı kullanmak konusunda yarışırdık. Covid sürü bağışıklığı tanımını yeni öğretti gibi görülse de, aslında her ayrışan topluluğun bu mantıkla yürüdüğü aşikardır.

Bilinçlenme süreci, eskiden kasaba ara kültürü ile  yaşanırdı. Kasabalar ve beldelerde yaşamak insanı kent kültürüne hazırlardı. Okul süreci, eğitim ve öğretim ile öğrenciye ve köylü halka davranış gelişiminde çok şey kazandırılırdı. Öğretmenlik yaptığım dönemlerde, köylerde ve kasabalarda ne kadar değerli insanlarımız vardı. Birbirimizden ders alır, deneyimlerimizden faydalanırdık. Bilinçli bir alış verişti bu. Köyler boşalınca, insanlar alışık olduğu hayattan koptular ve yeni hayata adaptasyon sorunu başladı.

Köy aileyi geçindirmeyince, hayatını kazanmak isteyenler kentlerin göbeğine göçtü. Meslek yok, eğitim yok, sermaye yok. Eşit olmak istiyor olamıyor. Yarış ediyor yetişemiyor, okumuyor okumuş gibi,  bilmiyor bilmiş gibi, nazik değil nazikmiş gibi davranıyor. Ne olacak bu işin sonu? Değer görmek istiyor ve dini kullanan, siyaseti kullanan odaklara sığınmakta çareyi arıyor. Toplumda yer edinme, arkadaş bulma ihtiyacı, kişisel gelişimin, bilinçlenmenin, kendini eğitmenin önüne geçiyor. Köyde imece birlikteliğini yürüten insanlar, kentte ayrışıyor da ayrışıyor.

İpin ucu kopuyor. Öfke artıyor, suç artıyor, yokluk artıyor, psikoloji bozuluyor. Sonra OLAN KADINLARA VE ÇOCUKLARA OLUYOR. Vur kadına döv kadını, öldür kadını, 90 yaşında kadına tecavüz et.

Toplumda oluşan bu tabloyu, yine birbirimize el uzatarak, birbirimizden kültür alış verişi yaparak çözmek zorundayız. Siyaset kurumu, önemli sorunları göz ardı ettikçe kabak bizim başımıza patlıyor.

Kız çocuklarının bedeni konuşuluyor utanmadan. 5 yaş çocuğunun evliliği nasıl dillerde dolaşıyor? Toplumda bu eğilimlerin çoğalması, yapılan yanlışların bedelidir. Konuşmaya değil ÇÖZÜME ihtiyacımız vardır. Yaşar SARIKAYA

 
Yorum yapın

Yazan: 01 Nisan 2021 in Etkinlik

 

Etiketler: , , , , , ,

17 YAŞIMDA YAZDIĞIM BİR HİKAYE

07.03.2021-Ayşe Yaşar SARIKAYA

EMEK başlığını attığım ve duygularımı sözcüklerle buluşturmak için çabaladığım hikayemi, sakladığım anılar arasında buldum. Okuduğumda, eskiden de toplumun kanayan yaralarının hep aynı olduğunu gördüm. Bireyin aklını, mantığını kullanabilecek seviyeye getirecek bir eğitim sistemi. Taraftarlık, gruplaşma, yandaşlık olmadan, ÖZGÜR birey yetiştirme eğitimi. Kişisel farklılıkları ortaya çıkaran ve üretici bireyler yetiştiren bir sistem.

Köy ve kırsallardan, kentlere okumak amaçlı gelen gençlerin sorunlarını bu gün de çözemedik. Hikayede, bu durumun açtığı sorunları konu etmek istemişim. 1974 yılı, Öğretmen Okulu 7. sınıf kompozisyon ödevimdi. Ailelerinden uzak olan yatılı arkadaşlarımız, meslek sahibi olabilmek için çok emek veriyorlardı. Diğer liselerde de okuyanların yaşamlarına tanık oluyorduk. Bir oda kiralayan, sobası odunu olmayan, battaniyeye sarılıp derslerine çalışan örnekler vardı.

Ben gündüzlü okuyordum, sosyolojik yapıyı o zaman da inceliyordum. Babam, annem bu konuda çok duyarlıydılar. Köyden gelen öğrenciler, hastanede işi olanlar, resmi dairelerde evrak takip edenler hep evimizde konuk edilirdi. Gördüğüm sosyal dengesizlikleri kapatacak bir eğitim sistemi olmalıydı diye düşünüyordum. Bu düşünce o zaman da kafamı fazlasıyla meşgul ediyordu. Bu sorunlar, lokal tedavilerle nereye kadar giderdi?

Bu gün, üniversite sayısı çoğalmış olmasına rağmen, öğrencilerin yurt ihtiyacı karşılanamamaktadır. Yurtlar ihtiyaca cevap vermeyince, çocuklar ve gençler sığınacak bir yer ve bir lokma ekmek için örgütlerin kucağına düşmektedir. Yurttaş olarak bu duruma seyirci kalmak ve bir şey yapamamak çok üzücü. Eğitime yatırım yapılması için hep beklemede mi kalacağız?

Hikayemin ilk sayfası:

EMEK

Her günün hazin bitiminde topraklar, taşlar, ağaçlar yanıyor; yerdeki küçük su birikintileri üzerine serpiştirilmiş elmas kristalleri, ışınını yolladığı yeri büyülüyor ve insanlar bitkinleşiyordu.

Issız arazi üzerine kurulmuş çorak topraklarla çevrili değirmen de akşam kızıllıklarını üzerinde taşıyordu. Kah perişan çatısı, kah kırık dökük duvarları sonsuzdan gelen kızıllıklarla eriyor, eriyordu. Eşsiz enerji kaynağımızın akislerinde eriyen değirmen de, kulakları değirmenin çağlayan suyuna, tahta kapısının gıcırtısına, küçük buğday tanelerini öğütürken çıkardığı uğultuya alışılmış ihtiyaç hisseden değirmenciyi, akıntısıyla sürüklüyor, götürüyordu.

Tan ağarmaya başladığında, değirmenin yanında bulunan küçük kulübesindeki yatağından kalkar, un çuvallarını oradan oraya taşır, boşaltır….öğütürdü.

Tepesi dökülmüş saçları, iki üç kıvrım olmuş ensesine doğru uzanıyor; renginde çileli hayatının acı dolu yıllarının izlenimleri okunuyordu. Bu izlenimleri aynen bembeyaz, güneşin ışıkları ile parlayan sakallarında görmek mümkündü. Kendi gibi çileli, yüzü buruşuklarla dolu karısı ile hayat yolunda el ele yürüyorlardı. Nasıl ihtiyar değirmencinin sırtı un çuvallarının zalim yaraları ile dolu ise, karısının da eli çorak toprakların kazmanın, orağın yaraları ile dolu idi.

Bir çocukları vardı.23 yaşını doldurmuş ve İstanbul’ da okuyordu. Bütün çabaları, çalışmaları onun içindi. Oğulları için çalışıyorlardı. Çilekeş hayatlarının bir parçasıydı o. Kendilerini yıpratarak,  ezerek kazandıklarını ona yolluyorlardı. Bu para değil de sanki vücutlarından koparılan et parçasıydı. Çünkü o derece acı çekerek kazanıyorlardı. Çocukları okuyacak, büyük adam olacak, onlara bakacaktı. O zaman, bu acıların hepsi dinecekti.

Acaba insanlar her zaman düşündüklerini elde edebiliyorlar mıydı? Mutlaka hayır. Çünkü insanlar her zaman dünyayı kendi gözleri ile görürler, tek yönlü düşünerek olayları yorumlarlardı. İşte bu ihtiyar da öyleydi.

O sırada radyolar, gazeteler, üniversitede çıkan öğrenci olaylarından bahsediyor, aranan öğrencilerin isimlerini anons ediyorlardı.

………………………………………………………

Vicdan sahibi insanlar yetiştirecek bir EĞİTİM SİSTEMİ beklentisiyle… A. Yaşar SARIKAYA

 
Yorum yapın

Yazan: 07 Mart 2021 in Genel Kültür

 

Etiketler: , , , , ,

BİLKE EĞİTİM BURSU KRİTERLERİ

01.06.2020 BİLKE

2008 Ağustos kuruluş tarihimizden  bu güne, burslarımızla bir çok öğrenciye ulaştık. Eğitim bursları ile temel hedefimiz, Sinop ve köylerinde elverişsiz koşullarda, eğitimini sürdürmeye çabalayan çocuklar ve gençlerimizin meslek sahibi olmalarını sağlamaktı.

Hayvan güderken test çözen, il ve ilçe pazarına ailesiyle gelip köy ürünlerini pazarda satan, yazın tarlada çalışan çalışkan öğrencilerimizle tanıştık. Bildiğimizi sandığımız çok şeyi yeniden öğrettiler bize. Onlar okumak için nelerden vazgeçiyorlardı. Her sene yeni örnekler, her sene yeni yaşam hikayeleri ile karşılaşıyorduk. Onlar sayesinde çok şey öğrendik ve kriterlerimizi onlar belirlediler.

Kentte gördüğümüz naz niyaz, şımarıklık örneklerinin onların dünyalarında yeri yoktu. Anne babadan para almak yerine ailenin  geçimini düşünüyordu onlar. Sınavdan çıkıyor hastasını hastanede beklemeye koşuyor, yol parasını  küçük işlerde çalışarak kazanıyor, artan parayı da ailesine veriyordu onlar.

2 aylıkken babası terk ediyor,annesi bebek ile yalnız kalınca  baba evine gidiyor. Köyde gelir yok, ne yapsın baba, kuma olarak başka bir adama veriyor. Kadınların eli kolu bağlı, hayatını kazanmak için mücadele etmesine de izin yok. Dram ve çaba dolu yaşamlar o kadar çok ki. Çocuk okumak için hangi koşullarla boğuşuyor. Dershane, özel ders mümkün mü? Yılmadan çalışıyor ve başarıyor, iyi bir okul kazanıyor ve iyi bir meslek sahibi oluyor.

Sinop kırsallarında bu örneklerin o kadar farklı versiyonları   yaşanıyor ki. Büyük şehre yapılan göçler ve oradaki eğitim koşulları başka sorunlar yaratıyor. Her yıl değişen eğitim sistemine uymak, kent ve köy kültürü arasındaki farklılıklara uyum sağlamak arasında sıkışıp kalıyorlar. Sonra zaman geçiyor, bir bakıyorlar ki elde sadece çıraklık ve  niteliksiz işler kalmış.

Her yaşam örneğini anlatmaya satırlar yetmeyecek. Bu örneklerle kriterlerimizin neler olduğunu anlatmak istedik. Hakim, savcı, öğretmen, bilgisayar mühendisi, hemşire, doktor olan gençlerimiz, sizinle gurur duyuyoruz. Kriterlerimizi siz belirlediniz. Çalışan, kendi kendini yetiştiren, her zaman ileri bakan, dezavantajını olumluya çeviren örnekler oldunuz.

Türkiye Cumhuriyetinin çalışkan, üreten memleketini seven özgür gençlere ihtiyacı var. Önce kendi hayatını kurtaranlar, daha sonra ülke için katkıda bulunacaktır. Dünya değişiyor, küresel ısınma mevsim koşullarını değiştirdi. Virüs dünya gündeminde. Dünya gerçeklerini ve dünya güçlerinin senaryolarını gören, ülkesini seven insanlara ihtiyacımız var.

Burs ve eğitim yardımı konusunda bize ulaşmak isteyenler sinopbilke@hotmail.com adresine ileti gönderebilir. BİLKE

 

 

 
Yorum yapın

Yazan: 01 Haziran 2020 in Burs Başvuruları

 

Etiketler: , , , ,