05.04.2024- ÜRDÜN’LÜ BİR DOKTORUN FACEBOOK’TA YAZDIĞI İBRETLİK BİR YAZI.!
İngiliz bir arkadaşıyla başkent Amman’ın Kavaysime bölgesinde gezerken İngiliz arkadaşı köprülere hayran olmuş ve bu hayranlığını şöyle dile getirmiş ;
– “Ecdadınız gerçekten çok çalışmış, çok harika mühendislermiş, çok güzel köprü yapmışlar. Bravo atalarınıza…” demiş…
Ürdün’lü doktor :
– “Hayır , bizim ecdadımız değil , o köprüleri Türkler yapmış.” demiş…
El Sahravi bölgesine varınca, tarihî demir yollarını görmüş ve şaşkın bir şekilde ;
– “Ecdadınız gerçekten çok büyük insanlarmış ki, demiryolunun önemini o zamanlarda anlamışlar ve bu bölgede demiryolu inşa etmişler. Medeniyet ulaşımla başlar üstadım…” demiş.
Ürdün’lü doktor :
– “Hayır bizim ecdadımız değil, onları da Türkler yapmış…” demiş…
Yola devam etmişler,
El Katrane Kalesine varınca, kale önünde durarak , hem kalenin güzelliğine hayran kalmış, hem de kente hayat veren su kanallarını ve su deposunu görünce çok beğenmiş, ve
– ” Gerçekten ecdadınız müthiş zekâya sahipmiş, şu su kanallarının güzelliğine bir bakın, şu su deposuna bakın, şu kalenin güzelliğine bakın üstadım… ” demiş…
Ürdün’lü doktor :
– “Hayır bizim ecdadımız değil, onları da Türkler yaptı…” demiş…
İngiliz, biraz susmuş ve derin bir nefes aldıktan sonra,
– ” Peki , sizin ecdadınız ne yapmış?” diye sormuş.
Ürdün’lü doktor demiş ki :
– “Sizin ecdadınızla işbirliği yaparak, Türkleri bölgeden kovmuşlar…”
– ” … ??? … “
BİLKE YORUM: Ürdün, Roma uygarlığının hakim olduğu dönemlerden kalan tarihi eserlerle dolu. Gezilecek çok yer var. Osmanlı izlerini anlatan doktor, bize güzel bir ders veriyor. Geçmiş, dillerde sadece övünç kaynağı olarak kalırsa, geleceğe katkısı olur mu? Şimdiki zamanda bilim, kültür ve sanatı yaşatmak, geleceğe üreten uygarlıkların işidir.
O kahreden olay 4 Nisan 1953 yılında yaşanmıştı. Çanakkale Boğazı açıklarında Lara bunu açıklarında Türk donanmasına ait Dumlupınar denizaltısı, uzun ve yorucu bir görevden sonra donanmasıyla birlikte istirahata çekilmek üzere limana yanaşıyordu.
Hava şartları çok kötüydü, sis vardı, yağmur vardı… İstirahati hayal eden donanma limana yaklaşırken çok büyük bir gürültüyle sarsıldılar. Denizaltı İsveç donanmasına ait bir şileple çarpışmıştı. O sırada 8 kişi güvertedeydi ve bunlardan 2’si pervaneye takılarak öldü, 1’i boğularak öldü, 5 kişi ise kurtarılabildi. Geminin içerisinde ise 81 mürettebat vardı ve sadece 22 kişi torpidoya saklanarak kurtulmayı başarmışlardı, tabi ki kendilerini bekleyen daha kötü bir sondan habersizce.
Denizaltı denizin dibini boylamıştı. Topridodaki 22 kişi yüzeye bir şamandıra fırlatarak içerisindeki telefon kablosu aracılığıyla merkezle iletişime geçtiler. Olayı anlata mürettebatta merkezden cevap gelmişti “Gerekmedikçe konuşmayın, türkü söylemeyin ve sigara içmeyin”
Kahraman askerler olacaklardan habersiz bir şekilde ülkelerinin kendilerini kurtarmalarını bekliyordu. Fakat kendileri dışındaki herkes durumu biliyordu o zamanın teknolojisiyle o askerleri oradan çıkarmanın mümkünatı yoktu.
O sırada O anda askerlere bir anons geldi ” rahatça konuşabilirsiniz, türkü söyleyebilirsiniz, sigara içebilirsiniz”
Umutlar tükenmişti askerler artık ölümü bekliyordu. 22 kahraman askerin son sözleri “herşey buraya kadarmış kumandan, birer cigara yakalım mı?” oldu.
Tüm ülke seferber olmuştu ama sonuç belliydi kurtulamayacaklardı. Kurtaran gemisi olaydan 12 saat sonra ancak oraya gelebilmişti. 25 saat sonra ise anca sabitlenebilmişti. O sırada şamandıra ile torpido arasındaki kablo kesildi ve iletişim koptu. Dalgıçlar 100 m’ye yakın derinlikteki Dumlupınar batığına erişmeye çalışyorlardı ama nafile. Hava çok kötüydü su altı dalgaları dalgıçları savuruyordu. Kurtaranın yanlışlıkla kestiği kablo olmayınca dalgıçların kabloyu takip etmesi de olanaksızlaşmıştı. On bir dalış yapıldı ama hiçbiri başarılı olamadı. Yine de Yılmaz Süsen adlı bir dalgıç 80 m dalmayı başarmış hedefine 11 m kalmıştı. İşte o anda basınca dayanamayıp şuurunu kaybetti. Vurgun yemenin kıyısından dönmüştü. 15 saat sonra ancak şuurunu açabildiler. Kurtarma çalışmalarına katılan Amerikalılar dalgıç için şu cümleyi kullanmışlardı “Ölümle arasında hiçbir şey kalmamıştı” 7 Nisan’da 3 gün süren çalışmalar sonucunda Milli Savunma Bakanlığı artık kurtarma çalışmalarını durdurduğunu ve umutların kesildiğini bildirdi.
22 asker ölüme terkedilmişti. Türkiye’nin en karar günlerinden birisi 4 Nisan 1953 olarak tarihe geçti. “Ah bir ataş ver” türküsü ise buradan gelmektedir. Hikayesini bilen herkes her duyduğundan gözyaşlarına bu nedenle boğulur… tarihi olaylar.com
BİLKE YORUM: Yaşadığımız toprakların derinlerine indikçe, hafızadan gerçek fışkırıyor. Attıkça sırtımızdan gereksiz yükleri, karanlıklar aydınlanıyor. Bir türkü, kalın bir kitap gibidir; oku oku bitmeyen. Bu yurdun geçmişi, dolu doludur; Anadolu’dur sönmeyen.
Alizonlar – İskit halkı. “İskit tarzı bir yaşam sürerler, ancak mısır, soğan, sarımsak, mercimek ve darı eker ve yerler.” (Burada Timber Grave halkının son ismini bulmuş olabiliriz. M.Ö. 5-4. yüzyıllarda, biri K.Pontus ya da “İskit”, diğeri doğudan, daha Moğollaşmış Avrasya bozkırlarından gelen iki Timber Grave kültürü göçmeni akımı Chorasmia bölgesinde karşılaştığında, ortak yaşam kurmakta sorun yaşamadılar ve bin yıl süren Chorasmian uygarlığını kurmaya devam ettiler ve yüzyıllarca süren Pers saldırıları ve kolonizasyonundan kurtuldular) Herodot IV 17, 52.
HEREDOT
Antik yazarların yazılı eserlerindeki Eski Türk haşiyelerinden (İskitçe kelimeler) / / 1. bilimsel ve pratik konferansın bildirileri “Orta ve Kuzey Asya halklarının göçebe uygarlıkları: Tarih, durum, sorunlar”, Bölüm 1, Kızıl – Krasnoyarsk, 2008, – s. 149 – 177
Alazonlar – Antik Yunan tarihçi Herodot’a (MÖ 5. yy) göre, Dinyeper Nehri’nin batısında Karadeniz yakınlarında yaşayan İskit kabileleri bu şekilde adlandırılırdı. Yunanca -on ve -es biçimlendirme ekleri olmadan alaz kabile adlarının kökü, çeşitli dillerde obstruent affrikatın [dj] bir ıslıklı [z] ile fonetik olarak yer değiştirmesinden kaynaklanan Aladj etnoniminin uyarlanmış, yani Helenleştirilmiş şeklidir. Türk dillerinde [dj] fonemi [dz], [j], [tş ~ ç] ve [z] gibi duyulabilir, örneğin: djigit ~ jigit ‘genç, çevik’, Bahıt-djan ~ Bahıtşän ~ Bahçän -. erkek özel adı, djer ~ jer ~ dzer ~ zer ‘toprak’.
BİLKE YORUM: Alizonlar, Alazonlar ile Amazonlar arasında sadece bir harf farkı var. Bilim insanları arasında Sakalar ve Amazonlar aynı kavim diyen çoktur. Heredot’un, M.Ö. tarih alanında yazdığı değerli bilgiler, hala günümüze ışık tutmaktadır. Bilim için çalışan, araştıran, keşfeden, icat eden herkese saygıyla.
Tarihte kadınların dünyayı nasıl şekillendirdiğiyle ilgili pekçok örnek verilebilir. Tarih kitaplarında yer yer kadınların yeri ve önemi üzerinde durulmuştur. Kadınlar, dün, bugün ve yarın ailenin ve toplumun şekillenmesinde çok büyük etkiye sahip olmarına karşın ne yazık ki, tarihin altın sayfalarında yeterince yer alamamışlardır. İşte tarihin akışını değiştiren, şekillendiren sıradışı kadınlardan biri: Hatice Hüma Hatun!
Hüma Hatun; çağ açıp çağ kapatabilecek bir kahraman olarak Fatih Sultan Mehmet’i doğurup, başarıyla yetiştirmiştir. 21 yaşında İstanbul’u fetheden Sultan Mehmet’in yetişmesinde en çok emek verenlerin başında eşi Sultan Murat’la birlikte Hatice Hüma Hatun gelmektedir.
Büyük cihan hükümdarı, İstanbul’un fatihi, Sultan Mehmet’in annesi hakkında neler biliyoruz? Edirne Sarayı’nda 1432 yılında doğan şehzade Mehmet’i büyük bir özenle yetiştirdi. Özellikle Anadolu’nun büyük evliyalarından birisi olan Hacı Bayram Veli’nin Sultan II. Murat’a verdiği “Bu şehri ve fethini sen de ben de göremeyeceğiz, ama beşikteki çocuk “Mehmet” görecek …” müjdesi annesi Hüma Hatun’un gayretini bir kat daha arttırır. Annesi geleceğin Fatih’inin üstüne titrer, tahsil ve terbiyesini aşkla nakış nakış işler.
Cihan hükümdarı Fatih Sultan Mehmet’in annesi, Fatih’in ilk terbiyecisi, ilk hocasıdır.
Şehzade Mehmet’in eğitiminin en üstün şekilde olması için, devrin en büyük alimlerinin onun yetiştirilmesinde rol almasını sağlar. Mehmet’ini, başta Akşemseddin olmak üzere Molla Gürani, Molla Fenari ve Şeyh Sinan gibi mümtaz alimlere emanet eder. Hocalarından, disiplinin elden bırakılmamasını, onu cesaretli ve fetih ruhuyla yetiştirmelerini ister. Ahlaki açıdan da en güçlü, en değerli olarak hazırlanmasında titizlik gösterir.
Hüma Hatun; Osmanlı padişahlarından II. Murat’ın eşi ve Fatih Sultan Mehmet’in annesidir. Kastamonu’nun Devrekani ilçesinde yaşayan Hüma Hatun, Candaroğlu Beyliği’nin en güçlü hükümdarlarından İbrahim Bey’in kızı, İsfendiyar Bey’in torunudur.
Tarihi kaynaklara göre, II. Murat, tahta geçtikten sonra Kuzey Anadolu topraklarını fethetmek amacıyla 1424 yılında Bolu yakınlarında Candaroğulları beyliği ile bir mücadeleye girişir. Savaşı kaybeden Candaroğlu İsfendiyar Bey, yaralanır ve Sinop kalesine sığınır.
İsfendiyar Bey, küçük oğlunu Sultan II. Murat’a elçi olarak göndererek affını ister ve torunu Hatice Âlime Hüma Hatun’u nikahla Sultan Murat’la evlendirmek istediğini belirtir. II. Murat bu teklifi kabul eder ve düğün hazırlıkları başlar. Düğün vasıtasıyla oluşan barış ortamında 1424 yılında bir heyet Osmanlı başkenti Bursa sarayından hediyelerle birlikte Kastamonu’ya gelir. Kastamonu’nun Devrekani ilçesinin Çayırcık Köyü’nde Sultan Murad ile Hüma Hatun’un düğünü yapılır. 1432 yılında bu evlilikten Fatih Sultan Mehmet dünyaya gelir.
Hüma Hatun’un kabri, Bursa Muradiye Külliyesinde yer almaktadır. Huma Hatun’un eşi Sultan 2. Murat ve pekçok Osmanlı şehzedesinin yattığı Muradiye Külliyesi Bursa’nın en önemli dini tarihi mekanları arasında yer almaktadır. Hüma Hatun ya da Hatuniye Kümbeti adıyla anılmaktadır.
Hüma Hatun’un 1449 yıliında vefat ettiğinde çok sevgili oğlu şehzade Mehmet, şehzadeler şehri Manisa’da valilik yapmaktadır. Bu sırada annesi İstanbul’un fethini göremeden Osmanlı başkenti Bursa’da vefat etmiştir.
Günümüzde Hatice Hüma Hatun’un ismi memleketi, Kastamonu’da yaşatılıyor. Adına açılmış okullar, yurtların yanında her sene mayıs ayında Devrekani ilçesinde geleneksel olarak şenlikler organize ediliyor.
***Farklı görüşlere yer verelim:
Yazar:Ahmet ŞİMŞİRGİL, Aslında Fatih’in annesinin kim olduğu meselesi türbesindeki bilgilerde gizlidir. Zira o¸ 1449 yılında vefat etmiş ve Bursa’da defnedilmiştir.
Buradan hareketle II. İbrahim Bey’in kızının olması mümkün değildir. Zira Hatice Halime Hatun’un II. Bayezid Han devrine kadar yaşadığı ve 1500 tarihinden sonra vefat ettiği bilinmektedir. Bu durumda Fatih’in annesi olması imkân dışıdır.
Diğer taraftan Sırp kralının kızı olan Mara Hatun’un da Fatih’in annesi olma ihtimali yoktur. Çünkü II. Murad Han’ın¸ Mara Hatun ile evliliği 1435 veya 1437 yılında olmuştur. Bu durumda 1432 doğumlu olan Fatih’in bu hanımdan doğmuş olması düşünülemez. Hatta Fatih babasının vefatından sonra ana diye hitap ettiği Mara Hatun’u devlet adamlarından biri ile evlendirmek istemiş ancak o Serez’de bir manastıra çekilmeyi tercih etmiştir. Şayet öz annesi olsa Fatih¸ böyle bir teşebbüse girişmezdi. Keza Mara Hatun da İstanbul’dan ayrılmazdı.
Bu durumda gerek Bursa mahkeme sicillerinden gerekse Peçevi Tarihi gibi kaynaklardan elde edilen bilgiler ışığında Fatih’in annesinin Hüma Hatun olduğu anlaşılır. Babasının adının Abdullah olarak kaydedilmesinden Hüma Hatun’un cariyelikten gelme olup muhtemelen Kafkas asıllı olduğu tahmin edilmektedir.
BİLKE YORUM: Hüma Hatun, Candaroğlu İbrahim Bey’in kızı, İsfendiyar Bey’in torunudur. Baba ve dedesinin mezarları Sinop’tadır. Fatih’in annesi Hüma Hatun’un Sinop’a ziyarete geldiği anlatılmaktadır. Kastamonu Devrekhaneli olan Hatun, Sinop’a mezar ziyareti için gelmiş olmalı fikri mezarların Sinop’ta oluşundan olmalıdır.
04.03.2023-ÖZDEMİR KOÇAK TEZ ÇALIŞMASI-1993- İSTANBUL
Foto Sinop Drahmisi – Ö. ÖZTÜRK
“Hitit metinlerinde geçen Sinuuaıs ile antik dönemdeki Sinope’nin aynı yerler olduğu konusunda görüşler vardır. Bu görüşler genel olarak filolojik delillerin üzerine oturtulmaktadır(l9). Hitit metinlerinde Sinuua ismi iki çivi yazılı metin cildinde geçmektedir(2o).
Bunlardan biri şöyledir; “Bir kuzu Sinuua Şehri tanrılarına, bir kuzu Tauanaka Şehri tanrılarına “21 (Lev.XIII-XIV).
Buradaki metin Antuhşum Bayramı ile ilgilidir. Çivi yazılı tablette şehir tanrıları için sunulan kurbanlar ve onların sayılan anlatılmaktadır. Sinuua Şehri tanrılarına da 1 kuzunun kurban edildiği belirtilmektedir(22). Ancak iki metni dayanak yaparak bu konuda kesin bir görüş ileri sürmek ne derece doğru olacaktır. Kaldı ki şu ana kadar bölgede yapılan araştımalar bu döneme tarihlenebilecek bir yerleşmenin varlığına işaret etmemektedir(23). Bundan dolayı Sinuua ile Sinope eşitliğini öne sürmek için vaktin henüz erken olduğu kanaatindeyiz.”
Sinop Drahmisi FOTO- Ö. ÖZTÜRK
18- KBO. iV 13 I 451 ; KBO .. \v142 Rs. 6′; Monde-Tischler, a.g.e., s. 3S8. 19- Umar, Torklye’dekl Yer Adları, s.342; 732. B.Umar ;” Sinuwa, Sinop kentinin ilkçağdaki adının Hitit metinlerinde görOlen biçimJdir. Sinop ekonomJsinin o çağda ömllikle balıkçtlığıı bağımlı olduğunu bilmekteyiz. Bu yüzden, kentin S(wa)- İnuwa, Güz.el-balıklık (balıkyurdu) adını taşıması pek yerli yerindedir” demektedir. Aynca O, Sinuwa’mn Luwi dili. sö:zcük ve takılarıyla türetilmiş adlann Paphlagonia’da kullanılan · örneklerinden biri olduğu görüşündedir. Aynca bk. Ertem, Col,rafya Adları Dizini, s.125. 20- KBO. IV 13 I 45′ -,KBO XVI 42 Rs. 6′ 21- KBO. IV 13 I 45′; Monde-Tischler, a.g.e.,s.358 22- KBO. IV 13 145′; Monde–Tischlcr, a.g.e., s.358 23- AraşbmıaJann, öı.ellikle bu yörelerde yetersiz oluşu da gözönüne alınmalıdır. · Çünkü yörede sadece Gerze Köşk Höyilğil’nde M.Ö.1800’e ait Er Hitit malzemesi ele geçmJştir. bk.s.28.