04.05.2020-BİLKE
İki aydır, gündemimiz korona. Bu süreçte evde kalırken, hepimiz özgür olmanın kıymetini daha çok anladık. Görünmez korona askerleri, kapıları, sokakları, caddeleri tuttu sanki. Özgürlük sen bizim için ne kadar önemlisin.
Özgürlük denildiğinde, Fransızlar, İngilizler, Yunanlılar tarafından işgal altında kalan yurdum geldi aklıma. Giriş çıkışlar yabancı askerlerin kontrolünde, sokaklarda işgal güçleri devriye geziyor ve halka göz açtırmıyorlar….
Korona tedbirleri, kazandığımız Kurtuluş Savaşını, Cumhuriyetimizi ve özgürlüğümüzün kıymetini hatırlatmıyor mu?
O günleri hatırlatan kitabımdan bir bölüm:
SÖZLERİME BAŞLARKEN
Değişen ve gelişen dünyamızda yerini alan Türkiye Cumhuriyeti, bu günkü varlığını kurtuluş mücadelesine borçludur. Önce bu bağımsızlık savaşının önderi Atatürk’ü, silah arkadaşlarını ve bu toprağın isimsiz kahramanlarını saygı ve rahmetle anıyorum. Cumhuriyet yönetiminin kadına getirdiği haklardan faydalanan bir birey olarak, yüreğimin sesini dinleyip sözlerime o günlerden başlamak istiyorum.
Yokluk ve işgal günleriydi. Haberleşme ve ulaşım sağlanamıyordu. Yaşam zordu. Kurtuluş savaşı başlamıştı. Halk bağımsızlık için canla başla, omuz omuza, onurla savaşıyordu. Köylü-şehirli, erkek- kadın, çoluk- çocuk, yaşlı-genç hepsi bu mücadeleye canını koymuştu. Cephelerde askerler, günlerce aç susuz dövüşüyordu. Yorgunlardı, dinlenmeden uyumadan savaşıyorlardı. Yazın sıcak kavuruyor, kışın soğuk donduruyordu. Battaniye yok, su yok, yiyecek yok; toz toprak içinde perişandılar. Hastaneler yaralılarla doluydu. Eli kolu, bacağı kesik genç askerler inliyordu. Çocuk yaştaki erlerin ağlamaları, dayanılır gibi değildi. Yarasını sardıran, aşkla şevkle yurdun özgürlüğü için cepheye koşuyordu. On üç on dört yaşındaki çocuklar, cephelerde savaşıyordu. Ayakları çıplak, giysileri yırtık, yaraları açıktı. Kanayan yaralar parçalar, bezlerle sarılmış onlar da toz topraktan kirlenmişti. [1]
Halide Edip Adıvar, o günlerin unutulmaz kahramanlarından biridir. Kurtuluş Savaşında cepheye kabul edildiğinde, heyecanla trene binip karargâha gelir. Atatürk’ün kendisini beklediğini öğrenir ve yanına gider. O sırada Atatürk’ün kaburga kemikleri kırıktır, doktor dinlenme tavsiye ettiği halde o cephede göreve gelmiştir. Karşılaşmalarını H. E. Adıvar şöyle anlatır:
“Mustafa Kemal Paşa oturduğu koltuktan güçlükle kalkmaya çalıştı. Çünkü kaburga kemikleri hala ağrılar içindeydi. M. Kemal Paşa’ya doğru, kalbimde gerçek bir saygı ile gittim. O kendi halindeki odada bütün gençliğin bir millet yaşasın diye ölmeyi göze alan kararını temsil ediyordu. Ne saray, ne şöhret, ne herhangi bir kudret, onun bu odadaki büyüklüğüne yaklaşamaz. Gittim elini öptüm…”[2]
Bu bağımsızlık savaşı, enteresan gelişmesiyle tarihe damgasını vurdu. Anadolu insanı kurtuluş destanını, tarih sayfalarına kanıyla yazdı. Savaş bitmiş, zafer kazanılmıştı. Cumhuriyetle, gelecekteki UYGAR TÜRKİYE’NİN temelleri atılmıştı. Bu temeller umutla yükselmeliydi, gelecekten bu bekleniyordu. Nice şehitler verilmiş, çocuklar anasız babasız, kadınlar eşsiz kalmıştı. Açlık, yokluk çekilmiş, kanlar oluk gibi akmıştı. Bu nedenle Cumhuriyet sadece bir söz, bir söylem değildi. O gün var gücü ile savaşan, Atatürk’e destek veren halkın emeği boşa çıkmamalıydı. Çalışan ve başaran, bilimsel alanda dünyaya sesini duyuran insanlar yetişmeliydi. Toplum aydınlanmalı, bu bilimin aydınlığı olmalıydı.
Cumhuriyet inançla gençliğe emanet edildi. Her zaman genç ve dinç kalacak, çünkü onu gençlik ilelebet taşıyacaktı. Cumhuriyeti sözden öze anlayarak, özden uygarlığa taşıyacak kuşağa SELAM olsun.
[1]Bu paragrafı, Turgut Özakman’ın Şu Çılgın Türkler kitabından etkilenerek yazdım.
[2] H. Edip Adıvar
Yaşar SARIKAYA- Bir İnci Memleketim/2010- sayfa:6,7
