RSS

Etiket arşivi: istanbul

ASLI HU, NESLİ HU, BİR BAHÇIVAN HİKAYESİ

23-01-2025- Alıntı

Bir gün sultan saraydaki bahçıvanının yanına uğrayıp kendisine hediye edilen tayı sorar;

“Bahçıvan efendi, nasıl bizim tay?”. Bahçıvan cevap verir;

“Asluhu nesluhu sultanım.”

“Nesi var ki ?” diye sorar sultan.

“Sultanım, asil bir tayın sırtına sinek böcek konduğunda bunları kuyruğu ile kovalar. Bizim tay adeta bir inek gibi kafasını çevirip ağzıyla sinekleri kovalıyor.”

Sultan bunun nedenini öğrenmek için tayı hediye eden adamı çağırtır. Tayın bu davranışının sebebi hakkında bilgi ister. Tayı hediye eden adam der ki;

“ Sultanım, bizim tay doğduktan hemen sonra annesi öldüğü için onu ineğe emzirttik.”

Böylece meselenin sırrı çözülmüş olur. Sultan adamlarına emreder;

” Verin bahçıvana fazladan bir kap yemek!”.

Başka bir zaman sultana güzel görünüşlü, iri bir hindi hediye edilir. Bir müddet sonra sultan bahçıvanın yanına varır ve hindiyi sorar.

“Asluhu nesluhu sultanım.” der bahçıvan.

”Bahçıvan efendi bunun neyi var?” diye sorar sultan.

“ Sultanım asil olan bir hindi öteceği zaman kabarır, ibiği masmavi olunca ötmeye başlar. Bizim hindi iyice kabarıyor, ibiği masmavi olup tam öteceği zaman kafasını suya daldırıyor.

Sultan işin aslını öğrenmek için hindiyi hediye eden kişiyi çağırtır. O kişi, hindinin yumurtasını ördeğin altına koyduklarını ve hindinin ördek yavruları ile birlikte büyüdüğünü anlatır. Bu meselenin sırrı da çözülmüş olur. Padişah emreder;”

Verin bahçıvana fazladan bir kap yemek.” Sultan güzel bir günün sabahında bahçede yalnız başına dolaşırken bahçıvan gözüne ilişir ve ona doğru yaklaşarak;

“ Bahçıvan efendi, bende de bir sıkıntı var mı?” der. Bahçıvan

“Asluhu nesluhu efendim” deyince, sultan

“ bende de mi?” diyerek son demlerini yaşayan annesine koşar.

“Anacığım, inan sana kırılıp küsmem, kızmam da. Bende bir sıkıntı var mı?” diye sorar.

Annesi durur, sıkıla sıkıla başlar anlatmaya; “Oğul babanla evlendiğimizde baban çok yaşlıydı, ben daha 15-16 yaşlarında genç, güzel bir kızdım. Gençliğimin duygularına kapılıp bir hata ettim. Sen bizim sarayın aşçısının oğlusun.”

Hakikati öğrenen sultan bahçıvana seslenir;

“ Ey olayların perde arkasından bizlere sırlar sunan değerli insan; Tay ve hindinin durumlarına vakıf oldun. Anladık da, benim durumumu nasıl anladın? Bu nasıl bilgeliktir? Söyle bakalım bana.” deyince;

Bahçıvan;

” Ey yüce sultan, Bunu anlamaktan daha kolay ne var? Benim bildiğim sultanlar ödül verirken “Verin bir kese altın” derler. Siz ise “Verin fazladan bir kap yemek” diyorsunuz.”

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , ,

TABLO BİZE NE ANLATIYOR?

30.12.2024-Alıntı

Tabloda gördüğümüz erkek figürü Osman Hamdi Bey’in kendisidir. Çoğunlukla, resmini çizeceği ortamda, doğuya özgü kıyafetler giyip kendi fotoğrafını çektirir. Sonra fotoğrafa bakarak yapar resimlerini. Kaplumbağa Terbiyecisi de bu şekilde çizilmiştir.

Tablodaki mekan, Bursa’daki Yeşil Cami’dir. Osman Hamdi Bey çizime burada başlamış, daha sonra çekilen fotoğraf yardımıyla kendi atölyesinde bitirmiştir.

Peki “Kaplumbağa Terbiyecisi” bize neyi anlatıyor? Bunu anlamak için tabloyu incelemeye başlayalım.

Öncelikle neler görüyoruz?

Kırmızı kaftan giymiş, derviş kıyafetleri içinde sakallı, kambur yaşlı bir adam…

Bakımsız bir odada, marul yiyen kaplumbağalara bakıyor. Ama biraz düşünceli, karamsar ve yorgun bir bakış bu.

Sırtında bir nakkare (yarım küre biçiminde küçük bir davuldan oluşan vurmalı bir çalgı, Mevlevi müziğinin dört temel çalgısından da birisi) asılı ve buna bağlı mızrap (nakkareyi çalmaya yarayan nesne) boynundan aşağı sarkmış.

Ellerini arkasında kavuşturmuş, bir neyi tutuyor. Kırbaç değil de neden ney? Anlaşılan kaplumbağaları ney üfleyerek, nakkare çalarak yani musikiden yararlanarak terbiye etmeye çabalıyor.

Ama yaşlı adamın ney’i tutuşuna daha dikkatli bakacak olursak, neyi üfleme hazırlığında değil sanki vazgeçmiş, çabaları sonuçsuz kalmış.

Bize verilmek istenen mesajın ne olduğunu doğru yorumlamak için, Osman Hamdi Bey’in hayatı hakkında biraz bilgi sahibi olmalıyız.

Osman Hamdi Bey, ilk Türk arkeoloğudur. Dünyaca ünlü İskender Lahidi’ni bulan ve İstanbul’a getiren kişidir.

Çağdaş Türk müzeciliğinin öncülerindendir. İstanbul arkeoloji müzesinin kurucusu ve ilk müze müdürüdür.

Sanayi-i Nefise Mekteb-i Alisi’ni yani Güzel Sanatlar Akademisi’nin kurucusudur.Ayrıca modern anlamda ilk Türk ressamlarından birisidir ve Türk resminde figürlü kompozisyon kullanan ilk ressamdır.

Bu durumu Emre Caner bir romanında şöyle açıklamıştır:

“Osman Hamdi de hayatı boyunca kimsenin bilmediği meslekler yapmıştı. Ressam olmuştu en başta. Sonra müze müdürü. Bir arkeolog. Ardından da güzel sanatlar akademisi müdürü. Onun kaplumbağa terbiyecisinden bir farkı yoktu aslında!”

Osman Hamdi Bey, tüm bunları sanatı ve sanatçıyı önemsemeyen, antik eserlere hiç değer vermeyen bir toplumda başarmıştı. Devlet kurumları hatta toplumun kendisi, sürekli kendisine yeni engeller çıkarmış, değişime, modernleşmeye direnmişti.

İşte tablodaki kaplumbağalar; devletin hantal işleyen bürokrasisi ve değişime direnen, ağır aksak ilerleyen toplumun kendisiydi. Yaşlı dervişin kendisi olduğunu söylemiştik. Bütün bu duruma kızan Osman Hamdi Bey, derviş de olsa sabrının bir sonu olduğunu göstermiş oluyor.

Osman Hamdi Bey’in, bu tablo yapılırken nereden esinlendiği de ortaya çıkmıştır. Şimdi Fransız Le Tour du Monde’nin 1869 yılındaki bir sayısında çıkan gravürü inceleyelim.

( yorumlar bölümünde )

1869 yılında Bağdat Valisi Mithat Paşa’nın hizmetinde çalışan babasına gönderdiği mektupta, Le Tour de Monde dergisini severek okuduğundan bahseden Osman Hamdi Bey’in bu çalışmadan esinlenmesi gayet olası gözüküyor.

Benzerlikler dikkat çekici olsa da Osman Hamdi Bey’in Kaplumbağa Terbiyecisi, renklerin ve ışığın kullanımı, tablonun derinliği ve verdiği mesajla öncülünden çok daha kıymetli.

Alıntı

 
Yorum yapın

Yazan: 30 Aralık 2024 in Genel Kültür

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , ,

EZBERLEME YERİNE YAŞAMIN DOĞAL AKIŞINDA ÖĞRENME

01.11.2024-Prof.Dr: Üstün DÖKMEN

“Toplum olarak, bildiklerimizi uygulayabiliyor muyuz? Bile bile yaptığımız yanlışlarla, geleceğimiz olan çocukları ezber ağırlıklı yetiştiriyoruz. Eğitim sistemimiz de ezbere dayalı. Bilim dünyasında, yeni buluşlar yaparak, kendi adını bir buluşa veren bilim insanlarımız da var kuşkusuz. Arkadan gitmek yerine öncü olmak, taklit etmek yerine keşfetmek hedefimiz olmalı. “BİLKE

Young family playing and running with two young children, focus on the father

Üstün Dökmen diyor ki:

Küçük bir çocuğa şeker verseniz, çocuğun sağ arkasında veya sol arkasında duran annesi hemen ” Ne diyecektik, ‘teşekkür ederim teyzeciğim’ diyecektik di mi canım” der. Bu davranış, bence bir suflörlüktür. Çocuğunuz teşekkür etmesi gerektiğini, sizi ve başkalarını gözleyerek, yetişkinleri model olarak da öğrenebilir, suflörlük ederek onu zorlamanız sonucunda da öğrenebilir. Sonuçta her ikisi de toplumsallaşmadır; ancak birinci teşekkür, yaşamın doğal akışı içinde çocuğun keşfettiği bir teşekkürdür, ikinci teşekkür ise keşfetmesine izin vermeden ezberlettiğimiz bir teşekkürdür.

Çocuğunuza en uygun olacak mesleği düşünüp, “şu bölüme girsen iyi olur” dediğiniz zaman yine suflörlük etmiş olursunuz. Çocuğunuzun yeteneğine ve ilgisine/ hevesine uygun meslek seçmesine izin verirseniz suflörlük etmemiş olursunuz.

Prof.Dr: Üstün DÖKMEN

 
Yorum yapın

Yazan: 01 Kasım 2024 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

CUMHURİYET 101 YAŞINDA

26.10.2024- BİLKE

Derneğimizin 60 ve 65 yaş üstü üyeleri, geçen yıl Cumhuriyet Marşını 100. YIL coşkusuyla yürekten seslendirmişlerdi. Savaş yıllarından sonra kurulan Cumhuriyetin kıymetini biliyorlardı onlar. Köylerde, çığır açarak okula ulaşmaya çalışan öğretmenlerdi. Okulun duvarlarını badana yapan, bahçeye meyve fidanı diken, avlu tutanlardı.

Yürekten yaşamak vardır ya. Yürekten sevmek, yürekten kendini adamak. O neslin büyük çoğunluğu hep öyleydi. Kendi kazanmadan önce halkın kazanmasını düşünürlerdi. Öyle ideallerle yetişmişlerdi ki; ancak halk kazandığı zaman onlar kazanıyordu.

Doğayı korumak, bize sunduklarının karşılığını vermek ve topluma ulaşmak, her yurtsever vatandaşın görevi olmalıydı. 12- 13 yaşında Sinop köylerinden askere giden çocuklar unutulmamalıydı. O çocukların REFET-İ ASKERİ kayıtlarını BOA’DE gördüğümüzde, ağlamamak elde miydi?

CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN.

 
Yorum yapın

Yazan: 26 Ekim 2024 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,

MÜNİR ÖZKUL’UN “SEN DEĞİL BEN BÜYÜĞÜM BEN “TİRADI

03.01.2024- Ali Agah ÇÖMEK

Adile NAŞİT anlatıyor:

“‘Bizim Aile’ filminin çekimlerindeydik…

Halit AKÇATEPE ile Münir ÖZKUL, Aralarında konuşup gülüşüyorlardı.

Tarık AKAN da;

Oturmuş bir köşeye,

Dalıp dalıp gidiyordu…

Yanına gittim…

Çorba içme saatiydi,

Çorba içtik ve

-Hayırdır… dedim.

-Neyin var?

-Yok bir şeyim, dedi.

Üsteledim…

Zor da olsa anlatmaya başladı:

“Mühendislik fakültesindeyken;

Okula yakın bir yerde,

Bir matbaacı arkadaşım vardı…

Cebinden kitaplar basar,

İnsanlar okusun diye uğraşırdı…

Bugün gelirken ona rastladım,

İşleri bozulmuş.

Kapatmak zorunda kalacakmış dükkânı” dedi…

Çekimler iyi gidiyordu,

Münir’in yanına gittim.

Durumu anlattım…

Yevmiye usulü çalışıyorduk.

Münir, bunu epey dert edindi.

Hani o can alıcı sahne var ya:

Münir’in o güzel tiradı.

Saim Bey’ in kapısından içeri girer,

“Sen değil, ben büyüğüm, ben…” diye noktalar…

İşte o sahnede,

Herkesin eli ayağı buz kesti.

Yarım saat bir sessizlik oldu…

Gün bitti, yevmiyeler dağıtıldı.

O gün ne olduysa,

Hepimiz 3’er yevmiye aldık.

Münir 10 yevmiye almıştı…

Herkes aldıklarını bir araya getirdi topladık

ve Tarık AKAN’a uzattık…

Kabul etmedi…

Zorla kabul ettirdik…

Matbaadaki işler düzelene kadar,

Her gün biraz daha destek olduk…

Bugün,

Tarık’ın vesilesi ile o matbaa halen çalışıyor

ve geçtiğimiz gün,

20 bin adet kitap basıp,

Tüm ülkedeki okul kütüphanelerine yolladı…”

Adile NAŞİT – 21.06.1985

Kitabın adı ne miydi?

NUTUK…..

“Dostum dostum,

Güzel dostum.

Bu ne beter çizgidir bu?

Bu ne çıldırtan denge?

Yaprak döker bir yanımız,

Bir yanımız bahar bahçe…”

O güzel insanlar mı?

O güzel atlara binip gittiler…

Ruhları şâd olsun…

Saygı, özlem ve minnetle…

Alıntıdır.

Okurken gözlerim doldu ve sizlerle de paylaşmak istedim. Gerçekten eski dediğimiz, o eski kuşakların insanları, Yeşilçamın sanatçıları, o günler deki, dostluklar, insanlık herşey bir başka güzelmiş… Şimdi okurken bile insanın içi, o güzellikleri, iyilikleri özlüyor.

 
Yorum yapın

Yazan: 03 Ekim 2024 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,

HARPUT’TA HUZUR

25.03.2024- Şafak Gündüz SARIKAYA

Gözlerimi kapadım bir an.

Kendimi Harput’ta buldum.

Harput deyince aklıma önce Cevat Fehmi Başkurt’un Harput’ta bir Amerikalı eseri geliyor.

Bu eserin adını duymuştum ama Harput neredeydi? Harput, Elazığ’ın 9 km. kuzeyinde olan antik bir kent. Ulu Cami, Harput Kalesi, Arap Mescidi gibi görülecek yerleri de var ben bundan 7 yıl önce gitmiş ve gezme şansı bulmuştum.

Önce uçakla Bingöl’e gitmiş ama hava muhalefeti nedeniyle dönemeyen pilot Elazığ’a zorunlu iniş yapmıştı. 3 kez pas geçen ve zangır zangır sallanan bir uçağı düşünün, öyle bir hava muhalefetiydi ki; yolculardan kelime-i şehadet getiren, midesi bozulan çoğu kimseyi görünce aslında eyvah diye benim de aklından geçmedi değil o malum telaş. Hostesler de korkmuştu, önce yolcuları rahatlatırken, daha sonra hiç yerlerinden kalkmadılar. Neyse pilot kurallara uygun bir şekilde rotayı Elazığ’a çevirdi ve Elazığ’a sağ salim inmiş ve sonrasında da otobüsle Bingöl’e geçebilmiştim. Bingöl-Van-Doğubeyazıt hattında bir rota takip ettim.

Van’daki yerel bir turla, Van Kedi Evi, Van Kalesi’ni gördükten sonra çocukluktan beri görmeyi hep arzuladığım İshak Paşa Sarayı ‘nı da bu gezi sayesinde görebildim, muhteşem bir yer. Ağrı Dağı’nı hava müsaitse görebiliyorsunuz. Ertesi gün de Akdamar Adası’nı rehberimiz sayesinde görebildik. 2017 Mayıs’ında lapa lapa karla karşılaştık. (Hakkari yolu üstünde)

Doğu Anadolu Bölgesinde görmediğim Muş, Hakkari, Iğdır ve Ardahan illeri kaldı. Her ne kadar Muş’un içinden geçsem de inip bu şehre vakit ayırmadığım için görmemiş sayıyorum kendimi.

Harput’a ise İstanbul’a dönüş yolunda vakit ayırabildim. O kadar gezen biri olarak yorgunluğu bir çayla atmaya çalıştım, hatta birkaç dakikalığına gözlerim kapanmış ve uyumuşum bile, aniden bir sesle uyandım, oturduğum sedirin yan tarafında bir ses düzeneği vardı. Hafiften gelen müzik tanıdıktı:

“Sinemde bir tutuşmuş yanmış ocak olaydı, zülfün karanlığında bezme çerağ olaydı.”

Ne hoştu Harput türküleri. Bir çay bir türkü onca yorgunluğu alıvermişti. Şimdi düşünüyorum ama sebebini bulamıyorum o kadar yer arasında neden bir Harput akılda kaldı, ve o sedirde geçirdiğim kısa zaman uzun bir zaman diliminde kalıcı oldu. Bilemiyorum. Şüphesiz ki sizin de böyle anılarınız vardır.

Belki yeni rotam Iğdır olabilir, kim bilir?

ŞGS

 
 

Etiketler: , , , , , , , , , ,