RSS

Etiket arşivi: sinop kültür

DÜNYADAN GÖÇTÜ GERİDE”BİR ASIRLIK ANILAR” KALDI

24.09. 2024- Ayşe Yaşar SARIKAYA

Dert nedir üzüntü, keder, sevinç, mutluluk nedir diye sorsak, herkesten ayrı ayrı cevaplar alırız. Aile varlığının desteğiyle yaşamını sürdüren, aç halinden ne kadar anlayabilir? Tırnaklarıyla kazıyarak var olma çabası gösterenler ne kadar kendini anlatabilir? Ya da kendini anlatmak ile oyalanabilir mi? İki zıt yaşamın, mutluluk ve üzüntü anlayışı aynı olabilir mi?

Yaşamın iki yüzü ile beni tanıştıran değerli insan, halk kültürü derlemelerime kaynak oldu. Uğurladık O’nu, geride türküleri, ninnileri, ağıtları ve hikayeleri kaldı. TRT çekimlerine zaman ayırmaktan hiç yorulmazdı. Doğduğu köyün kültürünü yeni nesle taşımaktan da. Bu gün bilişim çağının gelişmelerinden yararlanıyoruz. Onlar ise yoklukta üretiyorlardı.

Halk kültürü araştırmalarımın nedeni de; toplumun yaşam seviyesinin geçirdiği evrelerin önemine dikkat çekmekti. Uygarlaşmak; tabanda var olan katılaşmış kültürün, en kestirme eğitim yollarına kapı aralamasını sağlamaktı. Kültür katmanları, bizi halkın benimsediği tabuların nedenlerine götürecekti.

Annemden geride kalan kültür videoları:

 
 

Etiketler: , , , , , ,

SİNOP GÜZELLEMESİ

21.11.2023- Seyfullah ÇALIŞKAN

Sinop güzel bir kadındır. Deli dolu, sokaklarda çınlayan kahkaha… Sicim gibi gözyaşı… Deli bir öfke, eli maşalı… Herkesin bir Sinop’u var. Gelincik sırtından limana akan rüzgarlar orman kokar. Menekşe ve yaz çiçekleri… Bayır gülü ve kestane buhur buhur… Benim Sinop’um da Eylül yağmurla başlar. Akasya yaprakları uçuşur. Dişbudaklar sararır. At kestaneleri pırıl pırıl kaldırımlarda. Eğilip almadan duramazsanız. Bıldırcın sürülerinin sesi yağmuru deler, çığlık çığlık. Bulutları yırtılır, gece bölünür. Gün batımı turuncudan leylağa dönerken benim Sinop(um sarsık masada rakı ve balık. Deniris kehribar, çıtır çıtır… Borani aşında nane… Tepside tereyağı cızırtısı… Herkesin Sinop’u başka. Benimki sessiz, sakin ama esintili. Dalgalar gelip kütüphane duvarında patlar. Köpük köpük, kar gibi beyaz… Hüzne meyilli, zır desen ağlayacak…

Parayla saadet olmaz diyen eski şarkılar vardı. Şimdi artık onların modası çoktan geçti. Sözleri unutuldu. Artık parasız pulsuz aşk meşk olmuyor. İki çıplak olsa olsa ancak bir hamama yaraşır. Sinop da artık eski yoksul aşklar kasabası değil. Haziran başından Eylül sonuna kadar çatır çatır para konuşuyor. İnsanları da bir hayli cevval… Atik ve girişimci… Su akarken kazanlarını doldurmaya çalışıyor. Neredeyse uçan kuştan göğü işgal parası alacağız. Eskiden homosinopluyduk. Şimdi homoekonomikus olduk. Para gündemin ilk sırasına yerleşince futbol sohbetlerinin de o eski tadı kalmadı. Araba muhabbetlerinin de… Karı kız sohbetleri zaten bizi hep aşmıştır. Falanca yerden bir iki sene önce tarla alsaydık. On yıl önce feşmekan araziyi kapatsaydık köşeyi şöyle dönmüştük. Hadi bunları akıl edemedik. Keşke bir iki daire alsaydık. Aşıklarda dükkan kiralayabilseydik örneğin. Tersanede bir balıkçı açabilseydik bizi kim tutabilirdi. Benim çevremdeki dinozorlar hariç konuşmaların dönüp dolaşıp gelip takıldığı çengel budur.

Sinop Esnaf ve Sanatkarlar Odası başkanı açıklamış. Bu yaz biz de ülke genelindeki krizden etkilendik. Beklediğimiz kadar kazançlı bir turizm mevsimi geçiremedik, demiş. İki milyon kişi bu yaz Sinop’u ziyaret etmiş. Kriz o kadar etkilese ziyaretçi sayımız düşerdi. Bence Sinop’ta sunulan mal ve hizmet kar marjları çok yüksek. Bu nedenle insanlar para harcayamamıştır. Sadece peynirli sandviçin seksen lira olduğu bir yaz geçirdik. İki parça incecik kaşar, yüz gramlık bir ekmek. Bahanemiz de var. Yaz kısa, turizm sezonu kısacık. O zaman diliminde çarpabildiğimiz kar.

Sinop güzel bir kadındır. Örgülü saçları omuzlarından kürek kemiklerine uzanmış. Sabah kadar taze, sabah kadar yaşam yüklü. Küreklerinde bir sandalın, ufka uzanmış… Ağlardan güneşi çekiyor. Yumuşacık, uyandırmadan çarşaf gibi bir denizin yüzüne. Balık, yosun, yengeç ve istiridye kokuyor elleri. İpek mavisi gözleri, yosun yeşili, midye menevişi, midye sedefi… Büyük aşklar, yürek yangınları ve ayrılıklar… Bütün şiirler ona yazılmıştır, bütün hikâyeler, bütün şarkılar. Ona Sinop’lu derler. Kereviz yemez… Sevgilisinden ayıramaz padişah.

Para pul umurumda bile değil. Yazın insanların birbirine ayıracak zamanı yok. Bu ticaret ve kazanç hevesi arkadaşlarımızı azalttı. Aylak adam bulacaksın ki oturup iki lafın belini kırabilesin. Eskiden akşam olunca çay bahçelerine inerdik. Dostlarla oturup gece yarılarına kadar gönül eylerdik. Şimdi çay da para, kahve de… Üstelik sahiller deli gibi kalabalık. O güzelim yaz akşamları göçmen kuş misali başka kasabalara göçtü herhalde. Kalabalık nedeniyle sokağa çıkmayan tanıdıklarım var. Kalabalıktan kaçmak için denize inmeyen. Eve kapanmak da olmaz ki. Sabah inin, erkenden… Sokaklar serin. Sabah tazeyken.

Herkesin kendince bir Sinop’u vardır. Adanın kuzey eteklerinde alıcı kuşlar uçar. Kuzgunlar ve atmacalar rüzgar toplar kanatlarında. Asmakaya yetim ve hüzünlü mavi ufka bakar. İstif dikenleri öbek öbek, böğürtlenler yolu tırmanarak ada fenerine çıkar. Bir çeşme var? İçki dikişçiler gidince sabaha kadar yıldızlarla konuşur. Gün boyu yanı başındaki söğütle… Neden bilmem? Burada hep arabalar yıkanır. Arabasını yıkamadan geçeni çeşme başında dövüyorlardır belki.

2023 Kasım-İzmir -Seyfullah

 
Yorum yapın

Yazan: 21 Kasım 2023 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , ,

ÇOCUKLUĞUM- Ayşe Ekşi ELMACI

Zamanla alışkanlıklar ve kültürler ne kadar hızlı değişiyor. Yazılı kaynaklar, bu değişimin kanıtları olarak önemli belge niteliği taşıyacak ileride. Yaşanmışlıklar, o anın duygusal yoğunluklarını da taşıyarak belleğimizde saklanıyor. Varlık ve eşyaların insanlara bıraktığı izleri ve insanın zaman ve eşyaya bıraktıklarını bu yazılarda okuyor, sanki video kaydı gibi izliyor, kaybettiklerimize tanık oluyoruz. Konuk yazarlarımıza HALKBİLİMİ alanına katkıları için teşekkür ediyoruz. BİLKE

Çocukluğumun sokakları hep denize çıkardı. Pencere kenarlarında sardunyalar, kapı önlerinde kokularıyla mest eden hanımeller. Bahçelerde gülü, leylağı, kasım patları, karagözleri. Her evden gelen çocuk seslerine karışan büyüklerin kahkahaları. Kimi görsen tanıdık. Eve gidene kadar bir kayık dolusu selam yollanırdı anneye babaya.

Öyle kaygılar yoktu “bu çocuk nerde ?” diye mutlaka bir komşu evinden çıkıverirdi elinde koca bir dilim salçalı ekmek. Sokak arasında seslerimiz yankılanırdı:

”Saniye yenge , Emine abla, annem içi etli hamur yaptı sizi de çağırıyor.”

Bütün yarım ada bu çağrıları duyardı sanki. Çocuklara ayrı yer sofrası kurulurdu. Döke saça yiyebilelim diye. O meret, yalnızların yemeği değil ki. Yer sofrası coşacak, şen kahkahalar içinde kaşıklar birbiriyle çarpışarak. Annemin hikayeleriyle sohbet koyulaşacak. Herkes ağzına bakacak. Annemin anlatımı, mimikleri usta bir tiyatrocu gibi içine çekerdi insanı. Ben ne kadar kalemime hakimsem, annem de o kadar diline hakimdi. Sonra anladım ki okumanın faydalarıydı bunlar. Annem okumayı çok severdi. Yolda gazete parçası görse okurdu. Kütüphaneye üyeydi kitap alırdı. Kerime Nadir, Yakup Kadri Karaosmanoğlu daha niceleriyle büyüdük. Benim şehrim büyülüydü sanki. Her şehrimin insanı gibi bende aşıktım şehrime. Bütün yollar denize çıkardı.

//ayşe’ce//

 
1 Yorum

Yazan: 13 Mayıs 2022 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , ,

LEVENT BEKTAŞ-“BEYNİMİN RADARI ATMIŞKEN”

28.03.2022- Levent BEKTAŞ

Yıl 1990..

Berber Coşkun Atılgan abimin koltuğunda oturuyorum. Coşkun abi; saçlarımı “ kırkarken” , yan koltukta tıraş olan Cemil isimli arkadaş, bir yandan da beni sorguya çekiyor;

-Levent, sen sağlıkta çalışiysin, değil mi?

-Evet..

-Sorması ayıp olmasın, ne kadar maaş alıysin?

Söylüyorum, gülüyor;

-Desene benim ladarda(!) bir haftada aldığımı, sen bir ayda alıyorsun.

“ Ladar “dediği radar..Yani bir başka deyişle Türk-Amerikan ortak savunma tesisleri..Orada işçi olarak çalışıyor Cemil..

Haklı Cemil..Cemil’in babası da onu, benimle aynı okula, Cumhuriyet ilkokuluna göndermişti daha önce. Hiç unutmam, Kabukçu’nun kamyonunun Çukurbağından denize uçtuğu gün, bu kötü haberi, şu anki Meydankapı muhtarı Hasan Koyuncu’dan okul kapısında aldığımız an, Cemil”in babası, başöğretmenimiz Kazım Erdem’e(Allah rahmet eylesin)) yalvarıyordu;

-Okumayacak Hocam, hiç olmazsa ilk mektep şadetnamesini (diplomasını) verin..

Sonuçta, son bir şans tanıyıp sınava aldılar, cevabını önceden ezberlettikleri;

-Türkiye’nin başşehri neresidir?..sorusuna bile; “Moskova” yanıtı vermesine rağmen şadetnameyi yani diplomasını verdiler.

İşte Cemil’le berber koltuğundaki bu muhabettimizin üzerinden bir süre geçti, Sinop’ta, şehre bomba gibi bir haber düştü;

-Radar kapanıyormuş..

Doğruydu. Çünki; Sovyetler Birliği çatırdamış, artık Karadeniz’in en kuzeyindeki Sinop’tan ; Amerikalıların gözüyle Rusların dikizlenmesine gerek kalmamıştı.

Oysa radar..Oysa gözünü sevdiğim Türk-Amerikan Ortak savunma tesisleri Sinop Üssü…Sinop’un kaderinde önemli bir yere oturmuştu..

1950”li yılların ikinci yarısında gelip kent merkezinin en yüksek yerini, kendilerine göre düzenlemiş, adeta kent içinde kent oluşturmuş, radarlarını kurmuşlardı…Yetmezmiş gibi, şehrin 10 kilometre dışında, daha çok nakliye amaçlı havaalanlarını inşa etmiş, inşaat sırasında ölen ve havaalanı sınırları içinde gömülen bir eşek yüzünden, havaalanının adını da “ Eşşek havaalanı” yapmışlardı.

Sinop’ta küçücük bir Amerika yaratmışlardı adeta..1.000”e yakın rütbeli-rütbesiz askerleriyle, bir o kadar Türk işçisiyle Sinop içinde ikinci bir Sinop”tu radar..

Sinop belediyesine su ücretini ve çalıştırdıkları işçilere maaşlarını dolar olarak ödüyorlardı..(Şimdi merak ediyorum da, belediyenin dolar olarak aldığı para ; iyi para mıydı o zamanlar?)

İşçi maaşlarına gelince…Berberimizin yan koltuğunda oturan, tıraş olurken maaşımı soruşturan Cemil arkadaşım sonuna kadar haklıydı. İlkokul mezunu Cemil, lise mezunu bir devlet memuru maaşının en az 2-3 katını alıyordu.

Ve o yıllarda, Amerikalı subay-astsubay ve erler, şehir içinde kiraladığı evlerde kalabiliyorlardı.. Hatta , hiç unutmam, radarda çalışan bir arkadaşım;

-Yahu , bu Amerikalı Askerler, bi manyak, bi manyak, aklın almaz..Yaaa onbaşı, mesaiden sonra ayağını masasının üzerine uzatıyor, birasını yudumluyor,içeri albay bile girse ayağını masadan indirmiyor.. diyordu ve biz de;

-Hadi be, yalanını sevsinler… diyorduk..

O günlerde, Sinop”taki kiralık evlerin pencerelerine “ FOR RENT” yazan kağıtlar asılıyordu…éYabancılar için”..demekmiş meğer kiralık evler..Eeee,dolar veriyordu Amerikalılar..

Türkiye’de doların yeşil rengi, yasal olarak Turgut Özal döneminde bilinmeye başlansa da, biz yasadışı olarak daha önceden doları tanıyorduk. Sinop’ta yarı serbestlik; sigara ve kot pantolon konusunda da aynıydı.

Vatandaş, içinde tütünden çok ağaç olan o dönemin Samsun-Maltepe sigaraları yerine Marlboro sigarası içiyor, çorap içinde gezdiriyor, ABD malı kot pantolonlarını da kıçından esirgemiyordu..

Başta ayakkabı boyacısı kardeşlerimiz olmak üzere esnaflarımızın bir bölümü de Amerikan İngilizcesini “ sökütmüştü.”

Hafta sonları Amerikalı askerler, şehir içinde eşek kiralıyor, eşek turları yapıyor, Teksas bozkırlarına özlemlerini gideriyorlardı.

Çok yıllar sonra , Almanya”da çalışan işçilerimizin getirdiği kocaman teyplerle biz daha önce tanışmış, plajlarda, o kocaman teyplerden yabancı müzik dinlemeye mecbur bırakılmıştık.

Çok iyi biliyorduk ve tecrübeyle sabitti ki; Amerika”lılarla kavga etsek, suçlu biz oluyor, karakollarda tutuluyorduk. Eski tip “babacan polis memuru” amcalarımızın;

-Evlat !..Uymayın bu gavurlara. Sizi adliyeye göndersek, Türkiye’nin bunları yargılama yetkisi yok..Hadi uslu uslu evinize gidin..nasihatıyla evlerimize gönderiliyorduk.

O kadar acı olaylarla da karşılaştık ki, Amerikalıların arabaları altında kalıp kolunu, bacağını yitiren arkadaşlarımız oluyor ama kaza yapanların hiçbiri yargılanmıyordu…Amerikalıların vicdanlarını rahatlatmak için dolarlarla ve oyuncaklarla kandırdıkları kazazedelerimiz de vardı..

Hiç unutmam, şu anki valilik binasının yerinde bulunan spor sahasında top oynuyoruz. Ortaokul öğrencisiyim daha…Bir haber geldi;

-Yan tarafta, adliye merdivenlerinde Amerikalılar şarap içiyor…diye..

İçimizden bazıları; milli damarlarımızı kabarttı;

-Gidip dövelim anasını satiym..dedik ve gittik..Gittik, gitmesine de biz 13-14 yaşlarında 3-5 çocuğuz, karşımızda siyah, sarışın, beyazlardan oluşan 10 kişilik bir ABD asker grubu var. Sarhoş sarhoş, ağız dolusu gülüyorlar bize…Yine de erkekliğe leke sürdürmeyip diklenince; şu anki noterin karşısında bulunan polis karakoluna götürülmüş, o dönemin ünlü futbol hakemi, polis memuru Selahattin amcanın araya girmesiyle salınmıştık.

Oysa laf aramızda ne Amerikalılara dayak atmış, ne dayak yemiş, sadece biz Türkçe küfür etmiş, onlar Amerikanca gülmüşlerdi..

Haklıydı Selahattin Amca; ikili anlaşmalar gereği, onların bağımsız Türkiye Cumhuriyetinde yargılanmaları mümkün değildi.

İçimi en çok acıtan olaylardan biri de,her yıl şubat ayında, itfaiye karşısı-Şehitlik önünde biz Türkleri cemselere doldurur, radara çıkarır, kiliseyi, lokantayı, pastaneyi gezdirir, kış günü dondurma ikram ederlerdi. Bugün utansam da gitmişliğim var, çocuktuk çünki ve cemselerde yani askeri ABD kamyonlarında çocuklardan çok büyükler olurdu o zamanlar..

Şehrin çöpleri,Meydaneteği”nden, Çukurbağı”ndan denize dökülürken Amerikalılar çöplerini, havaalanı ilerisinde, Martı Tatil köyü karşısındaki yeşil alana dökerler, bizimkiler de çöpler arasında işe yarar malzemeler ararlardı..

Ve itfaiye..

Gözünü sevdiğim Sinop’umuzda; her yılbaşı akşamı mutlaka kar yağar ve her yılbaşı akşamı mutlaka yangın çıkardı. Her defasında taka itfaiye aracımız, yangın söndükten sonra yangın yerine ulaşırdı. Yangın büyükse, bizim itfaiye söndürmekte zorlanıyorsa, izleyen kalabalık arasından biri yüksek sesle bağırırdı;

-Merak etmeyin, radar itfaiyesine haber vermişler,gelir şimdi..

Ve gerçekten de bir süre sonra değişik siren sesleriyle, önde üstü açık askeri jeep, arkada radar itfaiyesi gelir,araçtan inen Amerikalıların işçileri ( bizim vatandaşlarımız, ağabeylerimiz, amcalarımız, ) sistemli bir çalışmayla yangını söndürür, alkışı alır, bizim belediyenin itfaiyecileri de bir köşede alkışsız, gariban bir şekilde kalırdı..Bizim itfaiyecilerin 100 TL, radar itfaiyecilerinin 200-300 TL aldıkları konuşulmaz hatta onlar yanmaz giysilerle yangına müdahale ederken bizimkiler keten pantolonla kendilerini tehlikeye atarlardı.

Tabii radar işçilerinin bu yüksek ücretleri almalarında, o dönemdeki namuslu sendikacıların yiğitçe mücadeleleri önemliydi..Onlardan birincisi Selahattin Gökdağ”dı.

.Nejat Eren ve Hüseyin Keskin de şu anda aklıma ilk gelen ve başarılı sendikacı olarak aklımda kalanlar..

Konuya dönersek; radar deyince Amerikalıların Sinop”a katkılarını da unutmamak gerekir.. Bildiğim kadarıyla Bektaşağa köyümüze bir ilkokul yapmışlardı.Ya da onarmışlardı..

Amerikalı askerlere kız verip akraba olmuşluğumuz da vardı Sinoplular olarak..Ama hiç gelin aldığımızı hatırlamıyorum mesela..

Gelelim hikayenin sonuna..Radar kapandı.Hikayenin başında değindiğim Cemil arkadaşımızın ve işçilerimizin dolar olarak aldıkları maaş bitti..Ancak; iyi paralar kazandıkları için yine de onlar , bizim memurlarımızdan ve işçilerimizden şanslıydı..

Amerikalılar gittiler;

Giderken; asbestli malzemelerini, bilumum zehirlerini; radarın bilmem kaç yüz metre derinine gömdüğü bile söylendi. Yıllar sonra konuyu incelemeye gelen bir TV ekibinin, dayak yemekten beter edildiklerine bizzat tanığım..Çünki,çevre sağlığında çalıştığım için benimle de görüşmüşlerdi..

Şimdi radar yok..

Düşünüyorum da;

Ne gelmeleri iyi olmuştu, ne de gitmeleri..

Ne diyelim;

Vatan sağolsun..

Levent BEKTAŞ

 
Yorum yapın

Yazan: 28 Mart 2022 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , ,

SEN GÖRMEZSEN BEN GÖRMEZSEM

23.02. 2021-Ayşe Yaşar SARIKAYA

80’lerde başladı arşivleme çalışmalarım. Erfelek’te öğretmenlik yapıyorum. Derlediğim yöre halkoyunlarından ekip oluşturmuşum, yarışmalara hazırlanıyoruz. Oyunlar ve müzikleri ilk olarak sunulduğu için derleme zorunlu. O zaman bilgisayar yok, okulda oturdum daktilonun başına. Elimden geldiği kadar kaynak kişilerle görüşüyor, ses kaydı alıyor, fotoğraflıyordum. Sadece o işi yapıyor sanmayın, sınıfım da var. Ayrıca diğer sınıfların müzik derslerine de giriyorum, bir de Halk Eğitimi Merkezinde Bağlama kursu veriyorum.

Neden diye bir sorun da, ben de cevap vereyim isterseniz. Atamalar konusunda hiç sansım olmadı; merkez ilçeye alındım ama kadrom köyde görünüyordu. Merkezi hak etmem için de verilen işleri yapmam gerekiyordu. Kolay yolunu bulan buluyordu da, bu kolay yolları ben hiç bulamamıştım.(!)

Ben yine de çalışmalarıma devam ediyordum. 1994 yılında emekli olduktan sonra araştırma çalışmalarıma daha fazla zaman ayırdım. İlimiz turizmi için önemli gördüğüm, soyut ve somut kaybolan kültürler hakkında kurumlarla görüşmelere başladım. Ben tüm kurumlara yardım ediyordum.

Bu süreçte, hiç de kolay olmayan çalışmaların içinde yer aldım. Gördüm ki, sosyal dengesizliklerin yarattığı sonuçların bedeli, toplumdaki bireylerin sırtına yükleniyordu. Köy- kent arasındaki dengesizliği görmezden gören bir sistem, kaçınılmaz olumsuz sonuçlar doğuracaktı. Bu nedenle, köylerde değerli olan ne varsa gözler önüne sermeliydim.

İşte, o zor çalışmalardan biri olan, dağların tepesindeki tarihi bir dokuyu kurtarmak için çok uğraştım. Milli Parklar Müdürlüğü bölgeye geldi, incelemeler yapıldı. Milli Park olması için rapor hazırlandı.

Milli Park Görevlilerinin tespit ettiği görüntülerden bir kaya

Müze görevlisi arkeolog, son kalan dağın tepesindeki kalıntıyı incelemeye gelene kadar alan talan edilmiş.

Çektiğim görüntüler için o kadar zor bir yokuş yürüdük ki. Tam 3 saat yürüdük sanıyorum. Sonra da bir başka köye derleme için gittik. Karşılık beklemeden canla başla yapılan işleri, topluma anlatmanın ne kadar zor olduğunu biliyor musunuz? Menfaat dünyası olmuş dünya, niye bu kadar emek ediyorsun, sen ne kazanacaksın diyorlardı. Haydi buyur bir de bunu izah et.

Konu uzun ve detaylı, uzatmadan görüntülere geçelim diyorum. 2 video halinde youtube kanalımda izleyebilirsiniz. Çekimlerim arasında, yayınlanmayan bu görüntüleri buldum. Araştırmacılara kaynak olması ve kaybolmaması için paylaştım. Değerlendirildiğinde, doğal güzelliği, tarihi dokusu ve şelaleleri ile ileride 5 köye mutlaka faydası olacaktır.

Bir ucundan tutan bulunacak bir gün umuduyla…

 

Etiketler: , , , , , , ,

BİR TASARIM ÖYKÜSÜ

YURT DIŞINDAN  1000 SİPARİŞ VE SUSKUN SİNOP

??????????????

Yurt dışından gelen siparişe geçmeden önce, kaybolan kültürlerimize değinmek istiyorum. Halk kültüründe kadının emeği çoktur. Dokumacılık ve el nakışı alanlarında, yıllarca Sinop ve köylerinde derlemeler yaptım. Fotoğraf çekmek, videoya kaydetmek işin birinci adımıydı. 2. adım, bu örnekleri tanıtmaktı. 3. adım ise, çağımıza uygun tasarımlar yaparak kullanılır hale getirmek ve ilimize kazanç sağlamaktı.

Fotoğraftaki tasarımı hazırladım. Durağan mahramasını, ev tezgahında Aynur DEMİRKOL dokudu. Kenar çizgileri, Sinop geleneksel  kadın önlüğü  formu taşıyordu. Tezgahtan çıkan parça,bir çok adımdan sonra son şeklini aldı. “KETENDEN KOTONA ” ve “MAHRAMA” makalelerime konu oldu. Makaleler 2004 ve 2005 yıllarında sektörel bir dergide yayınlandı. Tasarım beğenildi ve 1000 adet sipariş geldi.

DIGITAL CAMERASinop yöresi el dokuması ile BEREKET TORBASI

Dönemin valisine koştum hemen. Beni konu hakkında görüşmem için, Kız Meslek Lisesi ve Halk Eğitimi Merkezi Müdürlüğü’ne gönderdi. Sinop kadını para kazanacak diye o kadar seviniyordum ki. Hani derler ya sevincim kursağımda kaldı. Siparişle kimse ilgilenmedi, çünkü yakında METEF fuarı vardı, herkes ona hazırlanıyordu.

Siparişe cevap vermek için seri çalışan atölye gerekiyordu. O zaman evde tezgah kuran 4 kişi vardı. Tek tek görüştüm ama, istenen sürede ürünü yetiştirmek imkansızdı. Bu işi kaçırmıştık, başka yollar aramalı, el dokuması ürünlerimizde farklı alternatifler ortaya koymalıydık.

DIGITAL CAMERA

Yaka ve cep ağzı Boyabat Çemberi ile süslenmiş keten yelek

Nezaket DEMİRKOL, tezgahında  keten ipinden oda takımı dokudu.   Pastel renklerle yaptığı takıma, bir de heybe eklemişti. 100 takım sipariş verildi. Bu siparişte süremiz vardı ve Nezaket DEMİRKOL ürünleri başarıyla tamamladı.

DIGITAL CAMERA

 

Ürünler beğenildi, tekrar istendi.Sipariş miktarı arttıkça fiyat indirimi istediler. Sinop siparişe cevap veremedi. Hindistan, Sinop fiyatının üçte birine siparişi aldı. Hindistan ürünleri yüzde yüz keten dokuma idi. Dokuma üzerine de, el nakışı işlenmişti. Yine tıkanmıştık.

BİLKE bu adımlardan sonra, faydalı işler yapmak için  doğdu. Kültür alanında çalışması olan herkesin el ele vermesi ve dayanışması gerekiyordu. Her işin tabanı için, tasarım ayağı, maliyet ayağı,malzeme tedarik  ayağı, arz- talep ayağı, sektör ayağı, pazarlama ayağı vardır. Sinop severler, siyasetçiler, iş adamları bu konuda ne yaptılar? Büyük firmalarla anlaşma yapmak, moda yatırımcılarının konuya dikkatini çekmek gerekiyor. Atılacak adımlar, turizm tanıtımında olumlu sonuçlar verecek ve kadın emeği karşılığını bulacaktır. Bu konuda çalışmalarını sürdüren öğretmen arkadaşlarımı ve üreten kadınlarımızı kutluyorum.

A.Yaşar SARIKAYA

 
Yorum yapın

Yazan: 01 Aralık 2014 in Kültür Arşivi

 

Etiketler: , ,