RSS

Etiket arşivi: sinop ada

1960’LAR SİNOP VE ÇOCUK

12.04.2024- Tufan BİLGİLİ

Önündeki iki inek bir buzağıyı Zeytinlik Sokak’tan Helvacı Sokağa sürerken, Ada’lı Kadınların yeni süpürülmüş evlerinin önünün henüz taze pislemiş hayvan pislikleriyle kirlendiğini gördü.

Sabah serinliğine rağmen, sağa sola sapan hayvanları yolda tutma çabası, Helvacı Sokağı geçtikten sonra Kayalık sokağın dik yamacı ile birleşince yavaştan terlemeye de başlamıştı. Sağdan, soldan birer ikişer hayvanla kendisi gibi hayvan sürenlerin yönü hep Seyit Bilal’a dönüktü.

Kayalık Sokakla Okullar Caddesinin birleştiği meydana vardığında yaklaşık kırk elli hayvanı bir arada tutma çabasındaki eşek üzerinde sağa sola koşturan Süleyman ile Göynük Salih’i gördü. Sürüdeki hayvanların bazıları evlerine dönmek için çaba gösteriyor, bazıları birbirleriyle boynuzlaşıyor, bazıları birlikte geldiği yavrularını kaybetmenin telaşı ise sağa, sola saldırıyorlardı.

Hayvanlarını götürenler sürüye kattıkları hayvanlarını bırakıp evlerine dönüyordu. Sonunda saat yedi buçuk gibi sürüye katılmak için getirilen hayvanlar nihayete erince hayvanların önünü tutan Göynük Salih önü açtı. Sürünün az önceki hengamesi azalmış, Süleyman’ın harekete geçmeyen bir, iki hayvanı da kovalamasıyla sürü Seyit Bilal’dan Radar Yoluyla adaya doğru akıp gözden yitti.

Hengame bitince çocuk yönünü aşağıya çevirdi. Elindeki sopayı bacaklarının arasına alıp at yaptı. Mustafa Amcası’nın aldığı mantar tabancasını cebinden çıkardı. Son mantarını namlunun ucuna taktı. Çok zor çekilen horozunu kalırdı. Tetiği çekti. Tetik yavaşça düştü. Mantar patlamadı. Tekrar horozu kalırdı. Bu sefer gözünü kapadı, tetiği daha hızlı çekti. Mantar ‘fıst’ diye patladı. Daha seri atan ‘şeritli tabancadan’ olsaydı! Ecza kokusu gene de çocuğu mutlu etti. Atına ‘dehhh’ dedi. Başka eğlenceye gideceği düşüncesiyle dört nala eve doğru koştu.

Bugün Savraklar’ın Kemal’in iki gündür kağnısı ile çekip harmanda yığın yapılan üç yığından buğday olan iki yığını dövülecekti.

Bulutsuz, rüzgârsız, açık, sakin ve güneşli bir günün kuşluk vaktiydi.

Evde telaş ile yaptığı kahvaltıdan sonra harman yerine indiğinde bir yığının harman yerine serildiğini, Kemal Amcanın boyunduruklayıp dövene koştuğu öküzlerin ağızlarına sepet takma telaşında olduğunu gördü.

Harman yerinden beş yüz metre aşağıda görülen atlas gibi serili duran denizin maviliği güneşin ışınlarını yansıtırken manzara gözleri kamaştırıyordu.

Kemal Amca öküzlerin kafalarına harmandaki ekinleri yememeleri için sepet takmaya çalışırken Aslan isimli öküz, harmanda serili ekinleri yemek için boynu yerde giderken aniden kaldırdığı kafası Kemal Amca’nın çenesine çarptı. Canı yanan Kemal Amca hırsla üvendireyi öküze dürttü. Nodulun öküzün kalçasına değdiği yer kanayınca Kemal Amca’nın hırsı biraz gider gibi oldu. Bu arada mahallenin çocukları harman yerinde eşinip, yatıp yuvarlanıyorlardı. Öküzler üvendirenin korkusuyla harmanda hızla dönmeye başlayınca bağırarak çocukların dışarıya çıkmasını sağladı.

Biraz sonra öküzler sakinleşmiş, ortalık yatışmıştı. Kemal Amca son olarak döveni kaldırıp taşlarını kontrol etti. Tekrar harmana dalan çocuklara bağırarak kenara çekilmelerini söyledi. Büyük ağabeyinin oğlu Komiser Süleyman’ın tatil için Sinop’a gelen çocuklarından yeğenleri Hasan ile Müjgan’ı ve yanlarına da oğlu Ahmet’i dövene bindirdi. Müjğan’ın kucağına da henüz bebek olan en küçük kuzen Yakup’u tutuşturdu. Diğer çocuklara onları da sırayla bindireceğini söyledikten sonra, kendisi boyunduruğun önüne geçip ‘hast’ diyerek döveni çevirmeye başladı. Öküzlerin önünde iki tur attıktan sonra elindeki yuları boyunduruğa attı. Artık öküzlerin kumandası dövenin üzerideki Hasan’da idi. Döven üzerindekiler keyifle dönerken kenardaki çocuklar özlemle onları izliyorlardı.

***

Harman ile ilgili bir başka şenlik daha bekliyordu çocukları.

Zeytinlik Sokağı Okulak Sokağa bağlayan köşedeki taş dibekte keşkek dövülmesi de bir başka farklılıktı.

Artık pek sık olmasa da yaz sonuna doğru, harman dövüldükten sonra buğday sahipleri kışlık ‘keşkek’ dövmek için yakın çevredeki tek dibek olan mahallenin dibeğinden yararlanırlardı.

Önce kadınlar su dolu kovalarla dibeğin başına gelir, dibek bu su ile güzelce yıkanırdı. Daha sonra dibek dövülürken tokaç’tan sıçrayabilecek ekinlerin zayi olmaması için dibeğin etrafına geniş bezler serilirdi. Sonra dibeğin hemen yanındaki Tüfekçiler’in evinde saklanılan sokular (tokaçlar) dibeğin yanına getirilir. Önceden kaynatılıp kurutulmuş, buğday tavını alması için hafifçe ıslatılır, dibeğe yeterince dolduruldu. Sonra etraftaki gençler sıra ile tokacı omuzlarının üzerinden şarkı, türkü söyleyerek dibekteki buğdaya vurarak, buğdayı kabuğundan ayırırlardı.

Harmandan sonraki bu etkinlik mahallenin başka bir ritüeliydi ve sıra ondaydı.

Sinop/Tufan BİLGİLİ

 
Yorum yapın

Yazan: 12 Nisan 2024 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

CİHANNÜMA’DA SİNOP

26.02.2023-Ayşe TOSUNOĞLU Doktora Tezi – Tez Danışmanı: Prof. Dr. İsmet MİROĞLU

Katip Çelebi, Cihannüma’da Sinob’u şöyle anlatır(1):

Sinob Karadeniz sahilinde bir küçük murabba’ şekil adanın bir ince kumsal yolu ile büyük karaya payvestedir. O yol üzerinde bir

kale ve bir şehirdir ki, taşradan gelince Sinob’un kara kapısında ol adaya duhul olunur. Bu şehrin etrafı kumsaldır.

Şehir güya kum içinde kalmıştır. Ol adayı bir dağ ihata etmiştir. Ona Boztepe derler. Azinı mesire ve akarsuları vardı

ve ta zirvesinde ve bir havalesiz mahallinde bir latif pınar kaynayıp akar garaibtendir. Bu dağ da bir göl dahi vardır.

Karadeniz’in Sinob tarafları ekser taştan kesme yerlerdir”

FOTO.BİLKE ARŞİVİ

Sinob kalesinin inşa tarihi M. ö. 72’dir. Kurucusu büyük IV. Mitridat’dır. Ondan sonra kale, muhtelif ilaveler ve

ta’mirler gönnüştür . Asıl Sinob şimdiki Sinob olmayup, yine onun yanında ve hatta onun mevkii üzerinde diğer bir

kasaba idi. Şimdiki Sinob dahi aynı önemi taşıyan müstakim bir kasabadır.

Sinob Selçuklulardan sonra, Candaroğlu Kötürüm Bayezid ve en son olarak da Fatih Sultan Mehmed tarafından alınmıştır.

Sinob’un merkez halkı ticaret, zana’at, balıkçılık ve gemicilikle, köyler ise zira’at, hayvancılık, toprak mahsülleri

ve orman işleri ile geçinirler. Kuyumculuk ve cevizden sedefli sigara kutulan gibi ince zana ‘at, dülgercilik ve marangozlukla

tanınmışlardır. Balıkçılık ve gemicilik daha fazla orandadır. Toprak mahsüllerinden buğday, arpa, dan ve mısır gibi

hububat, elma, armut gibi meyveler. keten ve kenevir yetiştirilir.

1 Katıp Çelebi, Cihannüma, s.649.

KAYNAK:TAPU-TAHRİR DEFTERLERİNE GÖRE XVL YÜZYILDA\,1 KASTAMONU SANCAGI Doktora tezi- Ayşe TOSUNOĞLU

BİR BAŞKA KAYNAK:

Seyahatnameler’de Sinop
Süreyya Eroğlu- SDÜ. Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü

A. Alev Dİrer Akhan-NKÜ- Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü

17.yüzyılda kente gelen Katip Çelebi ise, “ Karadeniz sahilinde kareyi andıran, tek yanı ile karaya bağlı kalesi ile güzel bir kenttir. Sinop’un kara kapısından girerek kaleye ve adaya varmak için ada kapısına gidilir, oradan da adaya geçilir. Bu kentin çevresi
kumsallıktır, bol akarsularıyla güzel bir mesireliktir. Bostanı ve meyvesi boldur.

Yeni bir camisi vardır. Minberin tavanı ve döşemesi, kapısı ve kapısının korkulukları tümüyle yekpare mermerdir. Duvarları baştan başa ayet ve hadislerle bezelidir. Sinop Kalesi dört kapılıdır, batı kapısı denize açılır. İç kalesi yüksek, sarp ve sağlamdır, iç kaleye asma köprü ile geçilir,” cümleleriyle Sinop’u tasvir eder. Seyyah, ağırlıklı olarak cami ve kalenin üzerinde durur (Özcanoğlu, 2005:122).

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , ,

ÇOCUKLUĞUM- Ayşe Ekşi ELMACI

Zamanla alışkanlıklar ve kültürler ne kadar hızlı değişiyor. Yazılı kaynaklar, bu değişimin kanıtları olarak önemli belge niteliği taşıyacak ileride. Yaşanmışlıklar, o anın duygusal yoğunluklarını da taşıyarak belleğimizde saklanıyor. Varlık ve eşyaların insanlara bıraktığı izleri ve insanın zaman ve eşyaya bıraktıklarını bu yazılarda okuyor, sanki video kaydı gibi izliyor, kaybettiklerimize tanık oluyoruz. Konuk yazarlarımıza HALKBİLİMİ alanına katkıları için teşekkür ediyoruz. BİLKE

Çocukluğumun sokakları hep denize çıkardı. Pencere kenarlarında sardunyalar, kapı önlerinde kokularıyla mest eden hanımeller. Bahçelerde gülü, leylağı, kasım patları, karagözleri. Her evden gelen çocuk seslerine karışan büyüklerin kahkahaları. Kimi görsen tanıdık. Eve gidene kadar bir kayık dolusu selam yollanırdı anneye babaya.

Öyle kaygılar yoktu “bu çocuk nerde ?” diye mutlaka bir komşu evinden çıkıverirdi elinde koca bir dilim salçalı ekmek. Sokak arasında seslerimiz yankılanırdı:

”Saniye yenge , Emine abla, annem içi etli hamur yaptı sizi de çağırıyor.”

Bütün yarım ada bu çağrıları duyardı sanki. Çocuklara ayrı yer sofrası kurulurdu. Döke saça yiyebilelim diye. O meret, yalnızların yemeği değil ki. Yer sofrası coşacak, şen kahkahalar içinde kaşıklar birbiriyle çarpışarak. Annemin hikayeleriyle sohbet koyulaşacak. Herkes ağzına bakacak. Annemin anlatımı, mimikleri usta bir tiyatrocu gibi içine çekerdi insanı. Ben ne kadar kalemime hakimsem, annem de o kadar diline hakimdi. Sonra anladım ki okumanın faydalarıydı bunlar. Annem okumayı çok severdi. Yolda gazete parçası görse okurdu. Kütüphaneye üyeydi kitap alırdı. Kerime Nadir, Yakup Kadri Karaosmanoğlu daha niceleriyle büyüdük. Benim şehrim büyülüydü sanki. Her şehrimin insanı gibi bende aşıktım şehrime. Bütün yollar denize çıkardı.

//ayşe’ce//

 
1 Yorum

Yazan: 13 Mayıs 2022 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , ,