RSS

Etiket arşivi: y.sarıkaya

SİNOP KÖYLERİNDE KENTLEŞME ÖRNEKLERİ

14.04.2021- A. Yaşar SARIKAYA

Kentleşme ve yerleşik hayata uyum sağlama, tarih boyunca insanların ulaşmaya çalıştığı kültürel yeniliktir diyebiliriz. Sinop köylerini bu bağlamda araştırırsak, kültürel birikimleri ile kentleşmenin hangi aşamalarında olduğunu anlamak zor olmayacaktır.

Köylerde mimarinin ve yaşam kalitesinin 1000 metre yükseklikten sonra değişmeye başladığını görürüz. Yükseklik arttıkça yaşam zorlaşır, merkeze ulaşım ise neredeyse imkansızdır. Kent merkezi ile insan ilişkileri, ticari alış veriş de yoksa, bilindiği gibi aradaki kültür farkı büyük ölçüde açılır.

Kentleşme olgusunu, her birimiz farklı algılayabiliriz belki. Annemin bu konuya örnek olacak sözüne yer vereyim mi? Annem1956 yılında 24 yaşında Sinop’a yerleşmiş biri olarak der ki” Şehre gelmeli değil, şehirli gibi yaşamalı. Hanımına çiçek almalı benim adamım gibi.” Benim adamım dediği de benim canım babam. İşin özünü kavramak, toplumda kadına hak ettiği değeri vermek konusuna dikkat çekiyor annem.

Binalar yapabiliriz, üstümüze güzel giysiler giyebiliriz, para da kazanabiliriz. Kentleşme bunlarla beraber, uygarlığı da yakalamak değil midir?

Dağlar yükseklikçe, sözcükleri ustaca kullanan, gereğinde lafı gediğine koyan, ürettikleri ile yaşamını sürdüren insanlarla karşılaşırdık bir zamanlar. Güçlü espri anlayışları, zekalarını pratik kullanışları, doğa ile can cana oluşları, hikaye ve masallara örnek olurdu.

Bakırlızaviye-AYANCIK

1985 yıllarından sonra ülkemiz, serbest piyasa ekonomisi ile tanıştı. Küresel pazarın çokça insana ihtiyacı vardı. Ardından, köylerden göç kaçınılmaz oldu.

ilk öğretmenliğe başladığım 74 yılından beri köylerde araştırmalar yapıyorum. Akademik kaynaklardan faydalanıyorum. Sinop Ayancık köylerindeki mimari yapı, yaşayan halk kültürü kendine has özellikleri ile dikkat çekiyor. Köylerden, yurt dışına göç olayı, büyük ölçüde kültürü etkilemiş görünüyor. Ama bu konunun daha da eskilere dayandığını, belgelerle anlatmak istiyorum. Sizi 1277’lere götürmek istiyorum. Çünkü Ayancık köylerinde ÇEPNİ kültürünün izleri olduğunu düşünüyorum. Kavimler Göçü, zorlu savaşlar, zorunlu göçler dünya tarihinin sayfaları arasında yer almaktadır. Bu günleri yaşayan insanların da yüreklerinde taşıdığı acının hasarları, torunlarından, torunlarına taşınmaktadır.

1277 yılında Sinop yöresinde kalabalık bir Çepni topluluğu yaşamış olmalıdır. Çünkü aynı yıl Çepni Türkleri Sinop’a saldıran Trabzon Rum İmparatoru Giorgi’yi denizde yenerek Selçuklu Türkiye’sinin bu en önemli ticaret limanının Rumların eline geçmesine mâni oldular. Canit (Canik) denilen Samsun-Giresun arasındaki bölgenin fethinde en büyük rolü bu Çepniler oynadı.

Çepnilerin Anadolu’da varlıklarını gösteren ilk olay Çepnilerin Trabzon Rum imparatoru Giorgi’yi 1277’de Sinop’ta yenilgiye uğratmalarıdır. Sinop’a denizden saldırmış olan Giorgi’yi Çepnilerin denizde karşılayarak püskürtmeleri; o dönemde bile teşkilatlı bir topluluk olduklarının işaretidir.

Çepnilerin Sinop’a yerleşmiş olduklarına dair herhangi bir kanıt yoktur. Doğu’ya doğru ilerleyerek Ordu ve Giresun yörelerine gitmiş olmaları ve burada Bayram Bey idaresinde Hacıemiroğulları Beyliği’ni kurmuş olmaları muhtemeldir. (Prof.Dr.Faruk SÜMER-OĞUZLAR)

Çepnilerin, deniz savaşını, deniz ticaretini bildikleri görülüyor. Kentleşme kültürünü öğrendikleri de. O yıllarda, Sinop’ta kalabalık olmalarına rağmen, bu gün Çepni isminde köy kalmamıştır. Annem, derlediğim NAY NİYA türküsünü, Çepni köyünden köylerine gelin gelen kişiden öğrendiğini anlatmıştı.

Eskiden kaydedilen Çepni Köyleri:

Çepni             köy       Sinop      Gerze

 Çepni             köy       Sinop       Ayancık

(KAYNAK:İçişleri Bakanlığının, Cumhuriyet döneminde yayınladığı KÖYLERİMİZ adlı eserde, Türkiye’deki tüm köy isimleri çıkarılmıştır. Bu kitapta, 16. yüzyıl listesinde olan Türkmen ve Yürük köylerinin hepsi vardır.)

Bu köylerin olduğu yerde, köylülerin yine ÇEPNİ adını kullandıklarını gördüm. Gelelim kentleşme kültürüne. İşlemelerine, el sanatlarına ve birbirlerine sahip çıkan köyler, kentleşme kültürüne ne çabuk uyum sağlıyorlar. Keten kültürü, Ayancık Gürsökü Köyünde yaşatılmıştır. Kültür AYANCIK KETEN FESTİVALİNE kadar taşınmıştır. Yaka ve paça nakışlarına sahip çıkan yöre, köylü kentli el ele vererek kültür tanıtımını yapmıştır.

Tüm köylerimiz, köylerindeki ağaç oyma sanatına, taş yapılara, ambarlara, eski değirmenlere, kadın el sanatlarına ve köy hafızasına değer vermeli düşüncemi, okurlarımızla paylaşmak istedim. Bir de köylerimize bu gözle bakabilir miyiz? Kentleşme kültürüne erken geçenlerin değerlerine sahip çıktığını görürüz. Başka bir yazıda buluşmak dileğiyle.

 
Yorum yapın

Yazan: 14 Nisan 2021 in eski sinop köyleri

 

Etiketler: , , , , , ,

YESARİ BABA HABERİMİZ SES GETİRDİ

02.04.2021-BİLKE

Sinopluları yıllardır üzen olumsuz görüntülerden kurtulmak için çok makama baş vuru yaptık. Sitemizde bu konuda yayınladığımız haberler okurlar tarafından ilgi gördü. CİMER başvurumuz sonrası, valiliğin olaya sahip çıkması sevindiriciydi.

Durumu takip için bu gün İl Kültür ve Turizm Müdürü Sayın Metin SÜREN’İ ziyaret ettik. Yesari Türbesi hakkında yeni gelişmelerle ilgili Sinop halkını bilgilendirdi. Kendisine teşekkür ediyoruz.

Metin SÜREN, Sayın Valimiz ile bu konuda toplantı yaptıklarını, Alan Yönetimi Başkanının Projeyi hazırlayacağını ve Türbe için giriş alanı planının belediye ile projelendirileceğini, sonuçlandırılana kadar görüşmeleri sürdüreceğini ve tarihi eserlerimize, tarihi şahsiyetlerimize sahip çıkacakları bilgisini verdi.

BİLKE

 
Yorum yapın

Yazan: 02 Nisan 2021 in Genel Kültür

 

Etiketler: , , , , , , ,

ESKİ SİNOP’TA TAŞ OYUN TABLASI

27.03.2021- A.Yaşar SARIKAYA

Araştırmalarımda, Sinop kalesi duvarlarında tarihin derinliklerinden kalan taşlara rastladım. Kale her onarım gördüğü dönemde, tarihi değer taşıyan sütun başlıkları, üstünde M.Ö. dönemlere ait yazılar bulunan taşlar, simge içeren damgalı kayalar ve arma bulunan kiriş taşlarının farklı zamanlarda kaleye yerleştirildiğini öğrendim.

Anlaşılıyor ki, Sinop Kale taşlarında çok eski tarih kalıntıları açıkta saklanıyor. Korunması amaçlanarak neler yapılabileceği düşünülmüştür diye umut ediyorum. Çünkü turizm açısından, elimizdeki her tarihi kalıntı önem taşıyor.

Resim 1. Sinope Duodecim Scriptorum Tablası, Buluntu Yeri( Dr. Nazlı YILDIRIM)

Bu taşların, konunun uzmanları tarafından bilimsel olarak incelenmesine çok sevindim. “Duodecim Scriptorum” oyununa ait olan taş tabla, Sinop kültürü ile harmanlanıyor ve Sinop’a özgü farklı bir oyuna dönüşüyor. Çoğumuzun bilmediği eski dönemlerde Sinop’ta oynanan bu oyunun varlığını, kale taşlarımızda bulunan oyun tablası kanıtlıyor.

Resim 4. Sinope Duodecim Scriptorum Tablası(Dr.Nazlı YILDIRIM))

Bu konuda yapılan akademik çalışmayı okurlarımızla paylaşmak yerinde olacak. Turizm alanında değerlendirilebilir, oyun olarak da turistlere öğretilir ve eğlenceye dönüştürülebilir mi acaba?

Yıldırım, Nazlı, “Sinope’den bir Duodecim Scriptorum Tablası”, Karadeniz Araştırmaları
Enstitüsü Dergisi, 6/9, ss. 1-8.
DOI: 1 0.31765/karen.683954

Öz: Bu çalışmada Sinope kenti içerisinde tespit edilmiş olan bir oyun tablası incelenmiştir. Kentin sur duvarı üzerinde devşirme olarak kullanılmış olan bu tabla, Roma Dönemi’nde oldukça sevilen ve pek çok kentte örneği tespit edilen Duodecim Scriptorum oyununa aittir. Tablada oyun taşlarının yerleştirildiği ana bölüm üç sıradan oluşmaktadır. Her bir sıranın içerisinde kareler şeklinde biçimlendirilmiş olan on iki oyun hanesi bulunmaktadır.


Oyun sıraları iki yanda altışar hane olmak üzere bir ayırma işareti ile tam ortadan ikiye ayrılmıştır. Ayırma
işareti olarak birinci ve üçüncü sıralarda çarpı (x), ikinci sırada artı (+) motifi kullanılmıştır.

Resim 5. Duodecim Scriptorum Oynayan Oyun-cular (Bell, 1969: Fig. 28)(Dr. Nazlı YILDIRIM)

Sinope sur duvarı üzerinde kullanılmış olan bu oyun tablası olasılıkla büyük boyutları ve masif yapısı nedeniyle Selçuklu Dönemi’nde sur duvarlarının yenilenmesi ve onarımları sırasında devşirme malzeme olarak tercih edilmiştir. Hanelerin ve ayırma işaretlerinin düzenlenişine göre tipolojik olarak hiçbir oyun tablası ile bire bir benzeşmeyen Sinope duodecim
scriptorum tablasında, dönemin yaygın motiflerinin farklı şekilde tasarlanarak kullanıldığını ve bu anlamda
özgün bir örnek olduğunu düşünmek mümkündür.

Resim 2. Sinope Duodecim Scriptorum Tablası Buluntu Yeri (Bryer ve Winfield, 1985: 88)(Dr.Nazlı YILDIRIM)

Araştırmayı yapan ve makaleyi yazan Sayın Nazlı YILDIRIM’a çalışması için teşekkür ediyor ve başarılar diliyorum. Bu taş tablanın, dönemin motiflerinin farklı şekilde tasarlanarak Sinop’a özgü bir örnek olarak kullanılması sevindirici. Bu detaylı araştırma ışığında, değerlendirilmesi ve oyun olarak tanıtımının yapılması akla gelebilir. Sinop’ta yapılan özgün bir tasarım oluşu SİNOPE kentinin zengin kültürünü bir kere daha ortaya koyuyor.

Makalenin tamamı için:

kaynak: KAREN- KARADENİZ ARAŞTIRMALARI ENSTİTÜSÜ DERGİSİ THE JOURNAL OF INSTITUTE OF BLACK SEA STUDIES

Dr.Nazlı YILDIRIM Öğr. Üyesi, Sinop Üniversitesi, Fen-Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü, Sinop/TÜRKİYE

 

Etiketler: , , , , , , , ,

GERÇEK BİR BAŞARI HİKAYESİ

16.02.2021-BİLKE

Renkler ve zevkler, belki de dünyadaki insan sayısı kadar çoktur. Bir bardak çay içme konusunda bile yüzlerce seçeneğin karşımıza çıktığını görürüz. Alışkanlıklar, zevkler, renkler ve sayamadığımız daha nice dünya çoklukları arasında, ÇALIŞMAK ve ÜRETMEK eylemini tam anlamıyla gerçekleştiren örnek insanlarla söyleşi gerçekleştiriyoruz.

Köy Enstitüsü mezunu MÜDÜR BABA ile 30 Mayıs 2012 tarihinde söyleşi gerçekleştirmiştik. O, yüzlerce kız çocuğunun meslek sahibi olmasına vesile oldu.

Aydın Ortaklar Köy Enstitüsü öğrencileri 1952
D.Ali Çevik, Turgut Köz ve Fehmi Aydın Arşiv: Tevfik Fikret Çevik

SÖYLEŞİ-1. BÖLÜM-30 Mayıs 2012

Konuğumuz FEHMİ AYDIN 

Çağımızda tüm değerler çok hızlı değişiyor, dünya küreselleşiyor. Yaşamı güzelliklerle dolu örnek insanlar, tahtadan yazı siler gibi siliniveriyor. Başarı, saygı, sevgi, çalışkanlık, güç, üretim gibi kavramlar, yerini içi boş anlamsız olanlara bırakıyor. Bu hızlı değişim sahnesinde, unutulan farklı yaşam örneklerine yer vereceğiz. Zaman, zengin halk kültürlerimizi yok etse de belleklerde yaşatmaya, korumaya, taze tutmaya çalışacağız.

BİLKE- A.Y.SARIKAYA- 1976-1978 yıları arasında Sinop Kız Yetiştirme Yurdunda öğretmen olarak çalışırken, konuğumuz Fehmi AYDIN çocukların, öğretmenlerin hepimizin müdür babasıydı. Müdür Babayı hepinize tanıtmak istiyorum. Bize kendinizi tanıtır mısınız?

Fehmi AYDIN: Göller Köyü’nün Şerbetli Mahallesinde 1935 yılında dünyaya geldim. Köyümüz, Sinop merkeze bağlı en uzak köydür. Babamın iki hanımı, 15 çocuğu vardı. Ben 15 çocuk arasında 5.çocuktum.

Şerbetli mahallesi 6 hanedir. İçinden yol geçer. Yolun bir tarafı 2 hanedir, Gerze Türkmen köyü sınırları içinde, diğer 4 hane de Sinop Göller köyü sınırları içindedir. Böylelikle biz, Sinop ve Gerze kültürü arasında büyüyüp, beslendik.

6 kardeşim öğretmen, 1kardeşim imam, 1 kardeşim ebe, diğer kardeşlerim de rençperdir.  Evliyim 5 çocuğum var; muhasebeci, hemşire, Fizik Doçenti, Doktor-Kadın doğum uzmanı ve biyolog olarak çalışıyorlar. İsimleri; Ceyhan, Seyhan, Reyhan, Feyhan, Beyhan.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Çocukluk yılarınızda sizde iz bırakan olaylara yer vermek isterim. Bu günün anlayışı ile eski günlerin yaşamı arasındaki farkı görmemize yardımcı olur.

Fehmi AYDIN:  Köyümüz tamamen orman içinde bir köydü. Babam köyde eğitmendi.  1941’de okula başladım. 3. Sınıfta şahadetname aldım.  Bizim köyde 5 sınıflı ilkokul yoktu. Sinop’un Dizdaroğlu köyüne geldim,  5. Sınıf diplomamı oradan aldım.

Babam, eğitmenlik yaparken deste çubuklarını kullanırdı. Sayıları ve alfabe harflerini onları kullanarak öğretirdi.  O zaman derslerde kullanılacak materyal yoktu. Çubuklar çok işe yarıyordu.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Bu çubukları babanızın yaptığını tahmin etmek zor değil. Bu gün ise her şey renkli, albenili ve fabrika yapımı; kar amaçlanarak üretiliyor. Sizin unutmadığınız o baba yapımı çubuklar ise yalnızca öğrenme- öğretme amaçlı.

Çocukluk ve köy size neler hatırlatıyor:

Fehmi AYDIN:  Tatillerde kuzu çobanlığı yapardım. Sonraları koyun çobanlığı yaptım. Çobanlık yaparken kurt görürdüm. Kurt görmek bana heyecan verirdi.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Hayatı hayatta öğrenmek ne güzel. Çobanlık yaparken, yaparak- yaşayarak hayatı öğrendiniz. Mukayese yapma, sorumluluk alma, küçük yaşta karar vermeyi deneyimlediniz.    Günümüz çocuklarının durumu düşündürücü!

Eğitiminize nasıl devam ettiniz?

Fehmi AYDIN:  5. Sınıf diplomamı alınca 1947 yılında Kastamonu Göl Köy Enstitüsüne girdim. Bir yıl hazırlık okudum. 1-2-3. Sınıfları Kastamonu’da okudum. Sonra bir yıl prevantoryumda tedavi gördüm. “Daha mutedil bir iklimde tahsiline devam edebilir” gerekçesi ile raporla Aydın Ortaklar Köy Enstitüsüne naklim yapıldı. 4-5-6. Sınıfları Aydın’da okudum. Sonra köy enstitüleri kapatıldı, yerine öğretmen okulları açıldı. Öğretmen Okullarının ilk mezunlarındanım.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Yetiştirme Yurdunda çalışırken yönetim anlayışınız, çocuklara yaklaşımınız ile köy enstitüsü eğitimi aldığınız çok belliydi. Bu eğitimi hepimize verdiniz, biz de bu görevi taşıyabildikse ne mutlu.

Babanızın öğretmenlik birikiminden size neler yansıdı?

Fehmi AYDIN:1955’te mezun oldum. İlk görev yerim kendi köyümdü. Babam Şakir AYDIN’ın yanında Başöğretmen olarak göreve başladım. 1957 yılında evlendim.

Babam derdi ki: öncelikle okuma- yazma ve zihinden hesap yapmayı öğretelim. Bu çocuklar çok uzaklardan geliyorlar,  onları boş koymayalım; resim- yazı, müzik, beden eğitimi derslerini de teneffüslerde yaparız, eğlenceli olur derdi.

Bir gün müfettiş geldi. Okulda amir kim dedi? Babam okulla evin arasında bulunan yaşlı bir meşe ağacını göstererek:” Okul tarafı Fehmi’ye ait, ev tarafı benden sorulur” dedi. Babam benden izinsiz okuldan ayrılamaz, gecikince gerekçesini açıklar, çocuk- veli tartışmalarımızı dinler, müdahale etmezdi.  Ben yöneticiliği babamdan öğrendim.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Köy Enstitüsü anılarınızdan bahseder misiniz?

Fehmi AYDIN: Bize devamlı vatan ve millet sevgisi anlatıldı, hizmet öğretildi. Her vesile ile bu duygular perçinlenirdi. Sabah- akşam, merasim yerlerine milli marşlarla toplanırdık.  Yiyecek ve giyeceklerimizi devlet verirdi ama lüks- konfor bilmezdik. Şendik, toktuk, mutluyduk. Ufukta her şeyi mutlaka zaferde görürdük.

Hepimiz, gideceğimiz köyde okulu ilk açan öğretmen olmayı hayal ediyorduk.  Öyle güzel yetiştirilmiştik ki. Köyde okulu açan ilk öğretmen olmak düşüncesi ile doluyduk.

Enstitüde öğretmenlerimiz nöbetçi olduklarında, sabahlara kadar dolaşırlar ve akıllarından fazla mesai geçmezdi.  Hala hayranlıkla hatırlarım.

Üç karne alırdık. Marangozhanede, demirhanede, inşaatta çalışır üçünden ayrı karne alırdık. Mezun olurken gideceğimiz okullar için ders araçlarımızı marangozhanede yaptık.

Kültür derslerimiz, fizik- kimya laboratuarlarımız dolu dolu geçerdi. Resim atölyemiz, müzik salonumuz devamlı açıktı. Tarım derlerimizin farklılığını okul değiştirince anladım.

Türkiye o zaman 63 ildi. Her üç ile bir tane olmak üzere 21 köy enstitüsü kurulmuştu.

Kastamonu çevresi:   Elmacılık- Meyvecilik

Antalya- Adana çevresi: Pamukçuluk

Aydın- Balıkesir çevresi: Üzüm- şarapçılık

Erzurum- Kars çevresi: Hayvancılık

Tarım öğretileri uygulaması yapılırdı.

Enstitü yıllarımdan unutamadığım bir anı: Kastamonu Göl Köy enstitüsündeyim.  Bir akşam, yarın sabah kahvaltıda çay var dediler.  O zamana kadar kahvaltıda hep şehriye çorbası çıkardı. Gece düşündüm, o gün başçavuş mevcudu 1315 kişi olarak tekmil vermişti. Okulda görevli olan öğrenciye başçavuş denirdi.  Acaba bu kadar bardağı nereden bulacaklardı? Gece bu konu beni meşgul etmişti.

Sabah kahvaltıda merakımı yendim. Her birimize bakır kupada çay verildi.

söyleşimizin devamı var……..

2. BÖLÜM

Uzun bir aradan sonra konuğumuz Fehmi AYDIN ile söyleşimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Yetiştirme yurtlarında çalışırken ilginç olaylar yaşadığınızı biliyorum. Müdür Baba bu anılar içinden sizi en çok etkileyen hatıraları bizimle paylaşır mısınız? Biliyorum anıları deşifre etmeden önce, şöyle bir süzgeçten geçireceksiniz.

Fehmi AYDIN: Yetiştirme yurtlarında geçirdiğim 14 yıl, inanın 14 ciltlik kitabı doldurur. Yaşadıklarımızın bazıları çocuklara ve ailelerine özel hatıralardır. Hepsini açıkça anlatmak mümkün değil. Beni etkileyen bir olayı hatırladım şimdi, onu paylaşayım.

Erkek yetiştirme yurdunda çalışırken, bir akşam sınıfa girdim. Çocuklar beni fark etmediler, hepsi pencerelerden dışarıya bakıyorlardı. Çok merak ettim, ben de baktım ama dikkat çekecek bir şey göremedim. Beni görünce herkes yerine geçti. Durumu anlamak için ısrarla ne var diye sordum. Sonunda birisi açıkladı. Hocam orada ev var dedi.

Baktım, akşam vakti 33 evler mahallesinde bir evin ışıkları yanmıştı. Perdeler açık olduğundan evin içi görünüyordu. Baba dışarıdan gelmiş eş ve çocuklar babayı karşılamışlardı, normal bir aile görüntüsüydü bu…

Bu aile görüntüsü çocuklarımızın özlemiydi. Bazılarının hiç tatmadığı bir hayattı. Şunu anladım ki, limon yememiş bir kişiye limonu anlatamadığımız gibi biz bu çocuklara aile hayatını anlatamayız.

Hele doğumdan önce babayı, doğum anında anneyi kaybeden, çocukluğu yuvalarda gençliği yurtlarda geçmiş çocuklara aile ne ifade eder acaba?. Bu konu beni bir hayli düşündürdü.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Müdür Baba, biliyorsunuz mesleğimin 3.ve 4. yıllarında kız yetiştirme yurdunda birlikte çalıştık. Bildiklerim, yaşadıklarım yurt ortamında çalışmaya başlayınca hafızamdan sıfırlanıvermişti. Hayatın bilinmeyen çok yüzünü görmüştüm. Siz ise 9 yıl yurt ortamında ne çok olaylara şahit oldunuz, ne çok problemi çözdünüz, ne çok deneyimler yaşadınız. Bize bir anı daha anlatabilir misiniz?

Fehmi AYDIN: Bir gün Sinop Kız Yetiştirme Yurduna, Yozgat Çocuk Yuvası Müdürü Şahin Bey gelmişti. Yanında bazı çocuklar da vardı. Onları Samsun’a götürüyordu. Bizim kızlarımızdan Perihan YAVUZ yanımıza geldi ve Yozgat yurt müdürüne “siz Yozgat’ın babası mısınız dedi? Benim orada kardeşim var, ona mektup yazdım verebilir misiniz diye sordu. Müdür bey olur kızım, kardeşinin adı ne dedi. Kardeşimin adı Orhan dedi Perihan. Onların şoförü de yanımızda idi. Arabadaki çocuklardan birinin adı Orhan dedi şoför.

Çocuklar bahçede oynuyorlardı. Biz merakla dosyaları getirdik, inceledik ve o anda ikisinin kardeş olduğunu öğrendik. Çocukları getirdik ama o kadar etkilenmiştik ki, hiç birimiz siz kardeşsiniz diyemedik. Öyle etkili bir duygu yoğunluğu yaşamıştık ki, odadan dışarı çıktık. İçeride Şahin Bey’in hanımı kalmıştı. O çocuklara kardeş olduğunu nasıl söyledi görmedik ama geri döndüğümüzde ablanın küçük kardeşin ellerini öptüğünü gördük. Kardeşini nasıl seveceğini bilmeden, hasretle ellerini öpüyordu. Bu tabloyu hiç unutamıyorum.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Müdür Baba söyleşimizi takip edenler için şu açıklamayı yapmam iyi olacak. Perihan benim grubumun öğrencisiydi. O, yazları da hep yurtta kalırdı. Gidecek kimsesi yoktu çünkü. İki kardeş bebekken yuvaya verilmişler, ilkokul çağında Perihan Sinop’a yerleştirilmişti. Kardeşi de ilkokul çağına gelince Yozgat yurduna gönderilmiş demek ki. Ne tesadüf, kardeşi Yozgat’a giderken ablasının yurduna uğramış ve karşılaşmışlar. Perihan da kardeşinin Yozgat’a gideceği bilgisine ulaşmış, konuyu sorup araştırdığı anlaşılıyor. Sizin sayenizde bu bilgiye ulaşmıştır mutlaka.. Ben çalışırken Perihan 5. Sınıf öğrencisiydi ve kardeşi ile yazışıyorlardı………………

Aradan çok zaman geçti….Hayatta çok şey değişti. Şimdi yıl 2012.

O günlerden bu günlere 30- 35 yıl geçti. Görüştüğümüz çocuklarımız var. Hepimiz onlarla gurur duyuyoruz. Birçoğu öğretmen, memur, yönetici, hemşire. Hepsinin hafızasına BABA olarak kazındınız, Sinop’a geldiklerinde hemen sizi buluyorlar. Bizlerle de görüşüyorlar. O günleri bu günlere bağlayan köprü nasıl oluştu?

Fehmi AYDIN: Kız yetiştirme yurdunda 9 yıl çalıştım. Mesleğinde başarılı olmak için mücadele eden öğretmen arkadaşlarım, canla başla çalıştılar, yurtta çocuklara aile havası yaşattılar. Birbirlerine güveniyorlar, çocuklara şefkatli yaklaşıyorlardı. Öğretmen arkadaşlarımız iyi çocuklar yetiştirdiler, her şeyi birlikte başardık. Onlara sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Onlarla karşılaştığım zaman, kendimi minnet borçlu hissederim. Hayattakilere sağlıklı uzun ömürler diliyor, kaybettiğimiz arkadaşları da rahmetle anıyorum.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Arkadaşlarım ve kendi adıma çok teşekkür ediyorum. Yoğun çalışma temponuzdan sonra emekli oldunuz, emeklilikte neler yapıyorsunuz?

Fehmi AYDIN: Bana göre hayat üç perdelik bir tiyatrodur:

  1. Perde çocukluk ve gençlik: hazırlık dönemi
  2. Perde yetişkinlik: iş- meslek- çalışma- başarma dönemi
  3. Perde emeklilik:  inziva dönemi.

Çocuklarımın hepsi tahsil yaptı. Eşim ev hanımı olduğu için tek benim kazancım aileye yetmedi. Hayatımın 3. Perdesinde yeni bir çalışma ortamına adım attım. Kendimi tekrar çalışma ortamında, 2. Perdede buluverdim. 20 yıl esnaflık yaptım. Çocuklar yetişip iş-meslek sahibi olunca esnaflık hayatım sona erdi. Şimdi emekliliği yaşıyorum. Kitap okuyorum, bilgisayarda oyalanıyorum.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Bugün yetiştirme yurdunda müdür olsanız neler yapmak istersiniz?

Fehmi AYDIN:  Geçmişe baktığımda noksanlarımı görüyorum. Keşke şimdi yurtta olsam da şunu şöyle, bunu böyle yapsam diyorum. Zaten çoğu kez rüyalarıma giriyor.

Yatılı okulda okumam, yetiştirme yurdunda rahat görev yapmama yardımcı oldu. Yatılı okulda tatilden dönerken annem çantama 2 takım yedek çamaşır koyardı. Onun bir takımını uzun zaman giymez yastığımın altında saklardım Geceleri koynuma alır, annem yıkadı diye koklayarak uyurdum. Bu nedenle annelerinden ayrılan çocukların geceleri nasıl uyuduklarını iyi bilirim.

Yatma saatlerinde hiçbir şekilde çocukları kırmazdım. Aynı titizliği yemek saatlerinde de gösterirdim. Kırgın bir çocuğun karnını doyuramayacağını bilirdim.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Her sabah kahvaltınızı çocuklarla yapardınız. Onların yemek masalarını sırası ile dolaşır hepsinin gönlünü alırdınız.

Fehmi AYDIN:  Bunu severek yaptım. Yurtlarda çocukların problemleri ile karşılaştığımda, hep kendimi onların yerine koydum. Kendi çocuk hallerimi hatırlayıp, onları anladım. Bu yöntem, çözümü kolaylaştırdı. Olayları daha anlayışla, tebessümle karşılama vesile oldu. Bu gün mesleğime geri dönsem, daha da anlayışlı olmaya çalışırdım diyebilirim.

Burada hatırladığım bir anıyı anlatmak isterim. Bir müfettişin teftiş raporumda benim için “öğretmeni RAÇİNSKİ’ye benzetmem isabetli olur demişti. RAÇİNSKİ, bir eğitim kahramanı Rus profesörmüş.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Benzetme isabetli olmuş. Sizin anlayışınızdaki insanların çoğalmasını istiyoruz. Bu söyleşinin amacı da tam buydu:

“Çalışan, üreten, başaran bireylerin süreklilik kazandığı, özgür ve uygar bir Türkiye Cumhuriyeti”..

Söyleşimize katıldığınız için derneğimiz adına size çok teşekkür ediyorum.

 
2 Yorum

Yazan: 16 Şubat 2021 in KÖY ENSTİTÜLERİ

 

Etiketler: , , , , , ,