RSS

Etiket arşivi: sinop tarihi

18. YÜZYILDA SİNOP – SAMSUN İLİŞKİLERİNE AİT BAZI GÖZLEMLER

04.04.2024- Prof. Dr. İbrahim GÜLER

Samsun ve Sinop’un Ortak Sosyal (İletişim-İlişkiler) ve Ekonomik (İktisadî
Malî) Özellikleri

Sinop ve Samsun’un ortak özelliklerinden bir diğeri de Kuzey Afrika’daki Türk ocaklarında hizmet edecek, asker adaylarını bölgeden ocaklara göndermekti.
Buralardan giden gençler, söz konusu ocaklarda önemli işlevler görmüşlerdi. Aralarında çok yüksek mevkileri elde eden hatta yönetimi eline geçirenler bulunuyordu.24 Bu gençler, asıl vatanlarının adını, kültürünü ve medeniyetini gittikleri bu coğrafyalara taşımışlardı. 25

Bunlardan başka bu iki şehrin, başka devletlerin şehzadeleri ve yakınlarına ev sahipliği yapma gibi özellikleri de vardı. Osmanlı Devleti tarafından muhtelif Osmanlı şehir ve adalarında ikamete tabi tutulmuş, bir ara İran Şahı ilân edilip İran’a karşı bir koz olarak da kullanılmış 1730’da Osmanlı Devleti’ne sığınan İranlı şehzade Mirza Safi ve eşi Karıcıbaşı Kızı, kalebend olarak Samsun ve Sinop’ta ikamete tabi tutulmuşlardı.
Bunlara, Sinop İskelesi Gümrüğü Mukataası ve Tevabii’nden maaş veya yevmiye tahsis edilmişti. Bunlardan Mirza Safi Samsun’da eşi Karıcıbaşı Kızı ise Sinop’ta ikamet ettirilmişlerdi.26 Böylece Osmanlı Devleti’nin komşularıyla olan dış siyasetinde bu iki Karadeniz iskele şehrinin katkısı olmuştu.

***

24 Bk. Güler, “Sinop’da Tunus Dayısı Vakfına Dair 1744-1746 Tarihli Bir Dava Dosyası”,
Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı: 5 (Samsun 1990), s. 65-78.
25 Bu konuda bk. Güler, “XVII. ve XVIII. Yüzyılda Tunus Anadolu İlişkilerinde Karadeniz Bölgesi
ve Trabzon’un İşlevi”, Trabzon ve Çevresi Uluslar Arası Tarih‐Dil‐Edebiyat Sempozyumu (3‐5
Mayıs 2001, Trabzon), Bildiriler, Cilt: 1 (Tarih), Trabzon 2002, s.173-199; Aynı müellif, “unemosaïque culture dans les Odjaks de l’Ouest en Afrique du nord à l’époque de l’Empire ottomane XVIIIe siècle: Exemple de la Tunisie”, 10th International Congress of Economic and Social History of Turkey (28‐30 September ‐ 1 October 2005, Venice), [International Association of Otoman Social and Economic History (IOSEH)], Dipartimento di Studi Eurasiatici
of University of Venice, 1-8 s.; Aynı müellif, “Türk Kültürünün Tunus’taki Yaşayan İzleri”,
Başbakanlık Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Atatürk Kültür Merkezi Başkanlığı ‘VI.
Uluslararası Türk Kültürü Kongresi’, 21-26 Kasım 2005, Ankara, 1-15 s.

 

Etiketler: , , , , , , , ,

SİNOP RUM CEMAATİ’NİN 19.YÜZYILDAKİ SOSYAL YAPISI

27.03.2024- Doç. Dr. Cenk DEMİR

ÖZ
Her ne kadar tarihin belirli bir evresinden sonra yol ayrımına girilmiş olsa da Türklerle Rumlar uzun yıllar bir arada yaşamayı başardılar. Bu süreçte iki toplum arasındaki etkileşim, duruma göre bazen sınırlı bazense daha geniş alanda oldu. Her bölge veya şehirde bu vaziyet değişkenlik göstermiştir. Sinop’taki Türk ve Rum toplumlarının yaşanmışlıkları ise Anadolu’daki iki halkın paylaşımlarına dair asgari düzeyde fikir verecektir.

Sinop’ta Müslüman halk içkale olarak tabir edilen sur içinde yaşarken gayrimüslim haneleri surun dışında yer alıyordu. Dolayısıyla bu çalışmada surun içindekiler değil, surun dışındakiler incelendi. Bu bağlamda Sinop Rumları özelinden hareketle bir toplumun 19. yüzyıldaki demografik, içtimaî, iktisadi, dinî ve çeşitli
tarihsel vakıasına ışık tutulmaya çalışıldı. Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı’nda yer alan arşiv vesikaları ile çeşitli telif ve tetkik eserler ise çalışma sırasında istifade edilen başlıca kaynaklar oldu. Ortaya çıkan bilgiler çerçevesinde Sinop kent monografisine katkı sağlanması amaçlandı.

………………………..

Sinop’taki Rum ahali şehir doğusundaki surların dışındaki mahallelerde yaşıyordu.(9) Ünal’a göre, onların sur dışına çıkarılmaları muhtemelen Türk fethinden sonra gerçekleşmiştir.(10) Ünlü Türk seyyah Evliya Çelebi’nin Sinop’a dair seyahat notlarında, 1640’ların başında kalenin içinde ve dışında olmak üzere kentte toplam 24 mahalle olduğu ifade edilmektedir. Kalenin dışında bulunan Hristiyan mahalleri
deniz kenarında yer alıyordu ve buradaki evler çok katlı, eski yapılardı. Haraç veren gayrimüslim sayısı 1.100’dü. Yaklaşık 100 gayrimüslim ise Sinop Kalesi’nin bakım ve tamiri ile görevlendirildikleri için her türlü vergiden muaftı.(11)
1654-1666 yılları arasından Halepli Paul’un Suriye, Anadolu, Karadeniz’ kıyılarındaki Balkan ülkelerine ve Rusya’ya gerçekleştirdiği seyahatinin duraklarından birisi ise Sinop’tu. Evliya Çelebi gibi Halepli Paul da Sinop’taki Hristiyan evlerinin kale surlarının dışında olduğu belirtmektedir. Buna karşılık yaz
mevsiminde Rus baskınlarına maruz kalmaktan korktuklarından dolayı birçoğunun kale içinde de evleri vardı ve yazın gelmesi ile birlikte bütün mallarını alarak kale içine taşınıyorlardı. Sinop’ta 1.000’den fazla Hristiyan aile rahat, mutlu ve güvenli bir şekilde yaşıyordu ve bu aileler, çok sayıda cariye ve erkek köleye sahipti. Her bir ailenin beş, altı ya da daha fazla sayıda cariyesi ve kölesi vardı. Şehir garnizonundaki
askerî birliklerin, papazların, kadının ve diğer devlet memurlarının maaşları gayrimüslimlerden alınan vergilerden karşılanıyordu.

Bu dönemde Rum cemaatine ait kentte 7 kilise bulunuyordu ve bunların tamamı surların dışında yer alıyordu.(13) İçlerinde Türklere ait evlerin bulunmadığı ve Sinop yarımadasının kuzeyinde yer alan Hristiyan mahallesindeki kiliselerde sabah ve akşamları çan çalıyordu.8149 Sinop’ta gayrimüslim tebaa içerisinde Rum nüfus çoğunluktaydı. Ermeniler ise sayıca az ve ekonomik açıdan yoksuldu. Ayrıca Ermenilerin, arazisi Rumlara ait olan bir de kiliseleri vardı. Halepli Paul Sinop’taki Rumların Ermenileri küçümsediklerini, Ermenilerin ibadet ettikleri kilise arazisinin Rum cemaatine ait kilise gayrimenkulü olduğu için burayı da kendilerinden almaya çalıştığını belirtmektedir. Diğer taraftan Sinop’taki Rum Ortodoks kiliseleri Amasya
Metropolitliği’ne bağlıydı. Ancak Paul’un aktardığı bilgiye göre, Amasya’daki Hristiyan cemaatin tümüyle yoksullaşması ve buradaki metropolitliğin adeta harbeye dönüşmesi nedeniyle Amasya Metropoliti uzun süreden beri Sinop’ta yaşamaktaydı.(15)

18.yüzyılın başlarında Sinop’u ziyaret eden ve Rumlar hakkında bilgi edindiğimiz bir başka seyyah ise Fransız Joseph Pitton de Tournefort’tur. Tournefort’a, bu seyahatinde bir Alman hekim ve bir Fransız ressam arkadaşı da eşlik etmişti. Ekip, 6 Mayıs 1701(16) tarihinde Sinop’a gitmek için Abana’dan yola
çıktı ve 7 Mayıs’ta Sinop’a vardı. Tournefort ziyareti sırasında, çevrede alçak bağ bulunmamasına rağmen çok iyi asma şarabı satan bir Rum’un evinde kaldı ve 10 Mayıs’ta Sinop’tan ayrılarak Gerze üzerinden doğuya doğru seyahatini sürdürdü. Fransız seyyah Sinop’a dair ilk izlenimlerinde, kentte hiçbir Yahudi’nin yaşamasına izin verilmediğini ve Rumlara güvenmeyen Türklerin, onları surların ötesinde,
savunmasız büyük bir dış mahallede oturmaya zorladığını ifade etmektedir.(17)

Tamamını okumak isteyenler aşağıdaki linkten ulaşabilir:

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/831162

………..

9 15. yüzyılın ikinci yarısı ile 16 yüzyıldaki tahrir kayıtlarında yer alan Sinop kaza merkezindeki
Gayrimüslim mahallelerin isimleri şöyledir: Büyük Kilise, Aya Bedros, Ayakluca Kilise, Aya
Nikola, Tersane, Arab(lar) Pınarı ve Aya Kostandin. Bu dönemde şehirdeki toplam Rum nüfusu
ise 1487’de 815, 1530’da 1.256, 1560’da 1.070, 1582’de ise 1.425 idi. Tahrirlere göre Sinop
kaza merkezinde ve merkez kazaya bağlı köylerde yaşayan Rum nüfus hakkında ayrıntılı bilgi
için bkz. Mehmet Ali Ünal, Osmanlı Devrinde Sinop, Ankara 2014, s. 85, 91-97, 102-103, 106-
107, 117, 346.
10 Ünal, a.g.e., s. 95.
11 Evliya Çelebi b. Derviş Mehmed Zilli, Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Haz. Zekeriya Kurşun-
Seyit Ali Kahraman-Yücel Dağlı, C: 2, İstanbul 2006, s. 44.
12 Paul of Aleppo, The Travels of Macarius, Patriarch of Antioch: Part The Ninth: Conclusion of
the Travels. Black Sea-Anatolia-Syria, Çev. F. C. Belfour, Vol: II, London 1836, , s. 427-428.

13 Bu kiliselerden ilkinin adı Konstantin (Constantine) ve Helena idi. İkincisinin ismi Müjde
(Annunciation), Üçüncü kilisenin ismi ise Aziz Nicolas (St. Nicolas)’tı. Papaz Aziz John (St.
John the Divine) isimli dördüncü kilise çok eski tarihlerde yapılmış yüksek kubbeli ve içlerinde
en eski olanıydı. Bu kilisenin yakınlarında ise Aziz Kugiaxn (St. Kugiaxn) isminde büyük yapı
ise beşinci kiliseydi. Altıncı kilisenin ismi Vaftizci Aziz Yahya (St. John the Baptist) idi. Deniz
kenarında yer alan Martir Theodor Tiron (Martyr Theodorus of Thyron) isimli kilise ise
Sinop’taki yedinci kiliseydi. Havari Aziz Andreas (St. Andrew)’ın komşu ülkeleri ziyaret
ettikten sonra Sinop’a geldiğinde, Şehit Theodor Tiron mabedinin içerisinde yer alan koltuk
şeklinde mermer bir taşa oturduğu rivayet edilmekteydi. Aynı zamanda bu kilisede Sinoplu Aziz
Fokas’ın (St. Foka/St.Phocas) mezarının saklı olduğuna inanılmaktaydı.
14 Ayrıca bu bölgede eski bir saray kalıntısı bulunmaktaydı. Burası Sinop’un Hristiyan imparatorlar
tarafından yönetildiği dönemden kalma bir yerdi. Bu muhteşem yapının etrafı ise
Hristiyanlara ait harabe evlerle çevriliydi. Sarayın içerisinde, Kutsal Göğe Yükseliş (the Divine
Ascension) Kilisesi adı ile anılan antik bir kilise bulunuyordu. Sinop’taki tüm kiliselerin plan
tipleri, İstanbul ve Anadolu’daki diğer kilise planlarıyla benzerlik arz etmekteydi.
15 Paul of Aleppo, a.g.e., s. 428-431.
16 Seyahatnamenin Türkçe çevirisinde Joseph de Tournefort’un 5 Mayıs’ta Abana’ya ulaştığı ve 16
Mayıs’ta Sinop’a gitmek üzere Abana’dan ayrıldığı yazmaktadır. Ayrıca 17 Mayıs’ta Sinop’a
varan Tournefort’un, daha sonra 10 Mayıs’ta Gerze’ye gitmek üzere Sinop’tan yola çıktığı ifade
edilmektedir. Burada maddi bir hatadan kaynaklı yanlış bir tarihlendirme söz konusu olabilir.
Dolayısıyla Joseph de Tournefort’un, 7-10 Mayıs tarihleri arasında Sinop’u ziyaret ettiği
düşünülmektedir.
17 Joseph Pitton de Tournefort, Tournefort Seyahatnamesi-Ege Adaları, Çev. Ali Berktay, Ed.
Stefanos Yerasimos, İstanbul 2013, ss. 46, 112-116.

    BİLKE YORUM: Sinop hakkında yapılan bilimsel çalışmalara, sitemizde her zaman yer veriyoruz. BİLİMSEL MAKALELER kategorimizden tüm akademik çalışmaları takip edebilirsiniz. Bu çalışma için Sayın Doç. Dr. Cenk DEMİR’e teşekkür ediyoruz. Sinop için yapılan her çalışma, atılan her adım değerlidir.

     

    Etiketler: , , , , , , , ,

    AŞIKLAR ADASI

    06.10.2023- Doç. Dr. Mustafa ŞAHİN- Dr Zekiye TUNÇ

    TÜRKİYE SELÇUKLULARI DÖNEMİNDE AŞIKLAR ADASI “SİNOP”UN FETHİ

    FOTO: 1924- Sinop Hükümet Caddesi (alıntı)

    1 Giriş
    Antik Çağ’da Sinop’un bilinen en eski ismi Sinope’dir. Sinop isminin Yunanca “zarar vermek, yok
    etmek” anlamındaki “sinomai”den türediği bilinmektedir (Demirkaya ve Tuluk, 2012: 48). Mitolojide
    Sinope, Irmak Tanrısı Asapos’un güzeller güzeli kızıdır. Bir gün Tanrılar Tanrısı Zeus kızı görür ve o
    anda tutularak aşkına karşılık kızın her dileğini yerine getireceğini söyler. Korku içindeki genç kız
    kızlığına dokunulmamasını ister. Zeus sözünü tutar ve Sinope’yi alıp en sevdiği ve güvenilir bulduğu
    bugün Sinop ilimizin bulunduğu ile Karadeniz’in cennete benzeyen yemyeşil ve bakir kıyılarına bırakır
    (Cengiz vd., 2000: XVII). Bazı kaynaklar Sinop isminin kaynağını Hititçe “Sinuwa” olarak
    göstermişlerdir.

    Farklı bir görüşe göre ise ismin ortaya çıkışında adlarını daima ay ilahının ismi “Sin”
    ile birleştiren Asurilerin olabilecekleri ileri sürülmüştür. Ayrıca, ismin ilk söyleniş biçiminin “Sinavur”
    olduğunu ileri süren kaynaklarla birlikte başka kaynaklar “Sinip”ten geldiğini, bazı tarihçiler “Sen-hapi”
    kökünden türediğini, bazıları ise Farsça “Sine-i ab”, yani suyun göğsü kelimesinden geldiğini ifade
    etmektedirler. Romalıların şehre Sinepolis, Fatih Sultan Mehmet’in ise Ceziretül-Uşşak dediği
    bilinmektedir. Türkler şehri fethettikten sonra isminin önce Sınap olduğu, daha sonra bugün
    kullanıldığı biçimiyle Sinop olarak günümüze ulaştığı bilinmektedir (Demirkaya ve Tuluk, 2012: 48-
    49).
    Sinop’a ilk yerleşmeler araştırmalara göre farklı tarihlendirilmektedir. Bu tarihlendirmeler
    Neolotik (Cengiz vd., 2000: XVIII) veya Kalkolitik (Koçak, 2004: 700) dönemlere kadar gitmektedir.
    Sinop şehrinin kuruluşu ile ilgili tarihlendirilmeler MÖ 6. ve MÖ 7. yy.’lar düşünülmüş olmakla birlikte
    genel kanaat MÖ 8. yy. olarak belirlenmiştir ( Çapar, 1976: 303). Strabon eserinde Sinop’tan bahseder
    ve şehrin kuruluşu hakkında da bilgi verir: “..Bu kent Miletoslular tarafından kurulmuştur. Burada bir
    deniz üssü kurmak suretiyle kent, Kyaneai3 berisindeki denizlere egemen oldu ve hatta Kyaneai’in
    ötesinde bile Helenlerle beraber birçok mücadelelere katıldı; uzun süre bağımsız kaldığı halde
    sonunda bu bağımsızlığını koruyamadı ve kuşatılarak zapt edildi….” (Strabon, 2009: 22-23).

    Tarih boyunca Sinop’ta kavimler arası mücadelelerin olmasında bölgenin konumu en önemli etkendir. Burası liman olarak konumu, Kuzey Anadolu’nun en uç noktasında yer alması, Orta Anadolu
    ile bağlantısının olması yanı sıra Kırım seferlerinde de stratejik mevkide bulunması gibi özellikleri ile
    ön plana çıkmıştır. Ticari olarak bakıldığında şehir “Kuzey-Güney Yolu”nda yer aldığından Akdeniz’e
    kadar uzanan doğal yol güzergâhının da içerisindedir. Bu açıdan değerlendirildiğinde Akdeniz
    ticaretinde Sinop etkilidir (Koçak, 2004: 702-703).
    2- Eski Çağ’da Sinop’ta Türklerin Varlığı ile İlgili Tezler
    Karadeniz Bölgesi’nde Türk varlığı milattan önceki yüzyıllara dayandırılmaktadır. Araştırmalara
    göre bölgeye ilk olarak MÖ 3. bin ile 2. bin yılları arasında Oğuzların kollarından sayılan “Gas/Kas” ve
    “Gud/Gutîler”in geldiğinden bahsedilir (İnan, 2003: 72). Sonrasında Kimmerler ve İskitler ard arda
    Karadeniz’de görülmüşlerdir. İskitlerin vatanının Asya olduğu ve buradan göç ederek Kimmerlerin
    yurtlarına geldikleri Heredot’un kayıtlarında anlatılmıştır: “Göçebe Skyt4’hler Asya’daydılar.
    Massagetlerle yaptıkları bir savaştan yenik çıktılar, Araxes ırmağını geçtiler, Kimmerlerin yanına göç
    ettiler. (Skythlerin oturdukları yerler eskiden Kimmerlerinmiş, öyle derler)” (Heredotos, 2012: 298).
    İskitlerin sıkıştırması ile bugünkü Gürcistan’dan Doğu Anadolu’ya, oradan da İç Anadolu’ya gelen
    Kimmerler MÖ 695 civarında Frig Devleti’ni yıkarak bölgede bozkır-göçebe geleneklerini devam
    ettiren bir devlet kurmuşlardı. Bu sırada bir kısım Kimmer boyları da kuzeye çıkarak Karadeniz
    Bölgesi’ne yayılmaya başlamışlardır (Tellioğlu, 2007: 655). Anadolu’da gittikleri her sahada olduğu
    gibi Karadeniz Bölgesi’ni de siyasi ve sosyal bakımdan önemli ölçüde etkileyen Kimmerler,
    hâkimiyetleri süresi boyunca Sinop’tan Trabzon’a kadar uzanan kıyı şeridinin kontrolünü ellerinde
    bulundurmuşlardır (Tellioğlu, 2007: 23-24).
    Kimmerleri takiben Anadolu’ya giren İskitler MÖ 665’ten itibaren Kür Nehri’nin sağ yakasına
    yerleşmeye başlamışlardır. MÖ 401 civarında bölgedeki İskit hâkimiyet sahası Çoruh boylarına
    ulaşmıştır. Bu süre içerisinde, Sinop’tan Trabzon’a kadar olan sahil şeridi de bazı İskit boylarının eline
    geçmiştir (Tellioğlu, 2007: 655). Güney Karadeniz sahilinde Sinop’tan başlayan İskit hâkimiyeti bu
    şehrin yüz seksen km batısına kadar uzanıyordu. Yunanlılar, Karadeniz Bölgesi’nde koloni kurmaya
    başladıklarında, Sinop’tan Kolhis’e uzanan sahada mitolojilerinde ve edebiyatlarında büyük yer
    tutacak İskit kadınlar topluluğu olan Amazonlarla karşılaşmışlardır (Tellioğlu, 2007: 33).

    1 Sinop Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, ztunc@sinop.edu.tr
    2 Sinop Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü, msahin@sinop.edu.tr
    3 Kyaneai: Trakya Bosporos’u (Karadeniz ile Marmara’yı bileştiren boğaz ( Strabon, 2009: 301)) İstanbul Boğazı’nın Karadeniz çıkışında iki küçük adacık ( Strabon, 2009: 335).

    4 Skyt: İskit

     

    Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,

    XVIII. Yüzyılda Köylüler: Sinop Örneği

    29.04.2023- Doç. Dr. İbrahim GÜLER

    …………..Sinop örneğindeki Osmanlı köylüleri hakkında olan bu çalışmamın, belirtilen alandaki boşlukları doldurma konusunda bir katkı sağlayacağı kanaatini taşıyorum.

    Çalışmam ağırlıklı olarak şu hususları içermektedir: Sinop köylülerinin barınma biçimleri, köy içindeki ilişkileri, yaptıkları ziraat ve hayvancılık, ürettikleri ürünler, ürettiklerini pazarlamaları, çevre şehir kasaba ve köylerle münasebetleri, yaşadıkları sorunlar (eşkıyalık, zulüm ve baskılar, baskınlar, göçler), aile yapıları (aile bireyleri) ve ekonomik güçleri.

    Osmanlı Devleti’nin, toprak düzeni içinde, köylülerin varlığını sürdürebilmeleri için gerekli koşulları tanıdığı görülmektedir. Bu koşullar sayesinde köylüler, uzun vadeli ve günlük ihtiyaçlarını karşılayabilmekteydiler. Onlar, Osmanlı toplumunda, ekonomik ve sosyal hayatın akışına katkı sağlayan hareketli ve önemli bir zümre idiler.

    Köylülerin Barınması

    Köylüler, bir taraftan devlet için malî (tarım topraklarını işleyerek vergi vermek, kereste ve odun temin etmek, öküz ile beygir ve katır vermek, köprü inşa ve tamirini gerçekleştirmek, maden hizmetlerinde bulunmak vs.) mükellefiyetlerini yerine getirirken diğer taraftan kendilerinin geleceği için de çaba göstermekteydiler. Memleketlerindeki yaşamlarını güven içinde sürdürebilmek, doğa şartlarına karşı korunabilmek ve barınmak için devlet tarafından onlara, birtakım binalar inşa etmek hakkı tanınmıştı. “Menziller (evler)”, “odalar” ve “havlular” onların bu inşa haklarındandı.

    Köylüler “menzil” adıyla belgelere yansıyan evlerde otururlardı. Menziller tek katlı olabildiği gibi çift katlı (fevkanî ve tahtanî) da olabilirdi. Havlular, ekseriyetle menzillerin bitişiğinde inşa ediliyordu. Belli bir toprağı da içeren bu yerlerde muhtelif cinsten ağaçlar bulunabilirdi. İnşa edilen bu yerler, insanlar içindi.

    Köylüler, barındıkları bu yerlerin yanında, beslenmek ve gücünden yararlanmak maksadıyla yetiştirdikleri veya besledikleri hayvanları muhafaza için de, birtakım binalar inşa ediyorlardı. “Damlar”, “samanhaneler” bu amaçla yapılanlardandı. “Damlar”, hayvanların barınmalarını gerçekleştirmek, “samanhaneler” ise kışlık yiyeceklerini saklamak içindi. Köylüler, ayrıca, sahip oldukları mal ve erzakların muhafazası için “anbarlar” da kuruyorlardı.

    Sinop’ta Seyyid Osman bin Abdullah’ın oturduğu Korıcak köyünde emlâk olarak bir “menzili (evi)”, ev içinde “küçük anbarı”, “samanhane”si; Gurezfat adlı köyde de “daireli bir evi”, “anbar”ı, “samanhane”si, “öküz damı” vardı.[5] Begcekarıhı adlı köy sakini Tutmakzade’nin ise köyünde fevkânî ve tahtanî (çift katlı) bir “menzil”i, bir adet “anbar”ı, köy evine bitişik bir “bahçe”si, Sinop şehri Arslan mahallesinde de fevkânî ve tahtanî bir “menzil”i ile “topraklı havlu”su ve “meyve ağaçları” bulunuyordu.[6] Karasu nahiyesi Şahaneköy’de oturan Ahmed bin Receb bin Hasan’ın da bu amaçla sahip olduğu biri büyük diğeri küçük, bir diğeri de harab (hurdedat) “üç menzil”i, ayrıca “samanhane”si bulunuyordu.[7] Çeharşenbe nahiyesi Çobanlar köyü sakini Misrî-zâde Osman Ağa ibn Mehmed’in de, köyünde biri yeni diğeri eski iki adet “menzili” ile mahsül ve samanlarını muhafazası için “anbar” ve “samanhane”si vardı.[8]

    Bütün bu saydığımız mal, mülk ve yapılar, XVIII. yüzyılda köylülerin barınma şeklini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Bunlar, muhteviyatlarıyla birlikte tamamen köylülere aittir. Köylü gerektiğinde onları satabilmekte, aile fertlerine miras olarak bırakabilmekte, herhangi bir durum dolayısıyla rehin olarak gösterebilmektedir. Ancak, köylünün, tereke kayıtlarından da anlaşıldığına göre, tarla satışlarına rastlanmamaktadır. Bu durum, köylünün işlediği toprakların mîrîye yahut vakıflara ait olduğunu, arazileri icarcı gibi işlediğini ortaya koymaktadır.

    Köylü Ailesi

    Köylü ailesinin yapısı, Osmanlı toplumunun diğer üyelerinin aile yapısından farklı değildir. Hukukî olarak da aynı saygınlığa sahiptir. Aile üyeleri, baba, anne ve çocuklardan meydana gelmektedir. Emmi oğulları, ailede miras sahipleri olarak yer almaktadır. Köylü ailelerin nüfusu, şehirlilerinki gibi, fazla değildir.[9] İncelediğimiz köylü terekelerinde, Tablo 1’de de görüleceği üzere, köylü ailelerinin çok geniş ve çok çocuklu aileler olmadığı dikkat çekmektedir. Bu durum Sinop’un idarî birim olarak kapsadığı bütün yerleşim birimlerinde gözlenebilmektedir. Bununla ilgili örnekleri çoğaltmak mümkündür.[10]

    Köylü ailesi içinde eşlerden birinin ölümü halinde, diğerinin, daha sonra yeni bir evlilik yapması söz konusudur. Sinop’un Karasu nahiyesine bağlı Şahaneköy adlı köy sakinlerinden iken ölen Arab Ahmed’in (veya Arab Ahmed bin Receb bin Hasan), Meryem adındaki ölen ilk eşinden sonra, Hadice binti Nasır Kethüda Hatun’la evlenmesi buna işaret etmektedir.[11] Ancak bu uygulamanın dönemin Osmanlı toplumunda ne derece yaygın olduğu konusunda kesin bir rakam ve yüzde oranı vermek zordur.

    Köylü ailesi içinde dikkat çeken bir husus da kimsesiz kalan bir çocuğa mahkemece güvenilir birinin vasi tayin edilmesidir. Vasî tayin edilen şahıs, kimsesiz kalan çocuğun haklarını ve mallarını korumakla görevlidir. Bunlar hizmetleri mukabilinde belli oranda vakıf malından günlük vasilik ücreti almaktadırlar.[12] Sinop’un Karasu nahiyesine tâbi Şahaneköy’nden Ali bin Mansur bin Mansur adlı çocuğa mahkemece (kıbel-i şer’den), Mahmud Beşe ibn el-Hac Şaban “vasî” tayin olunmuş ve bu şahıs, mahkemede, amcasının oğlundan (emmi-zâdesinden) çocuğa intikal eden miras haklarını, amcası oğlunun eşinin vekîline karşı korumuştu; bu maksatla Sultan Bayezid-i Velî Hazretleri Vakfı “cabi”sini dava ederek çocuğun hakkını almayı başarmıştı.[13]

    Köylü kadınlar, mahkemede, ölen kocalarından kalmış terekedeki mehr-i müecccel ve mu’accele haklarını almak için, dava açma ve kocasının terekesinden bu haklarının tahsil edilmesini isteme hakkına sahiptiler. Açılan bu davalar sonunda onlar, haklarını elde edebiliyorlardı.[14]

    ————————————————————————————————

    .[5] Bk. Sinop Şer’iye Sicili (SŞS), Nu: 86, sene 1157-1160, s. 43, belge: 267, belge tarihi: Zilkade başları 1157

    [6] Bk. SŞS, Nu: 86, sene 1157-1160, s. 51, belge: 281, belge tarihi: Zilkade başları 1157.

    [7] Bk. SŞS, Nu: 89, sene 1149-1152, s. 70-71, belge: 77, belge tarihi: 14 Zilkade 1149.

    [8] Bk. SŞS, Nu: 86, sene 1157-1160, s. 29, belge: 245, belge tarihi: Cemaziyelevvel’in sonu 1158.

    [9] Şehirlilerin aile nüfusları hakkında bk. İbrahim Güler, “Bir Osmanlı Şehrinde XVIII. Yüzyıl Aile Hayatı Üzerine Tesbitler: Sinop Örneği”, İstanbul Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü X. Millî Türkoloji Kongresi (25-27 Eylül 1998), İstanbul, s. 6-7; Baskı ve dizin hatalı olmakla birlikte bk. Aynı müellif, “Sinop’ta Medenî Durum:”, Tarih ve Düşünce, Sayı: 2001/03 (Mart 2001, İstanbul), s. 24-27.

    [10] Sinop kazasının Karasu nahiyesine bağlı Begcekarıhı adlı köy sakinlerinden olan Tutmakzade diye bilinen Mustafa bin Abdurrahman’ın, terekesinin hak sahipleri arasında sadece eşi Aişe binti el-Hac Hasan ile kendi adını taşıyan küçük oğlu Abdurrahman vardı. (Bk. SŞS, Nu: 86, sene 1157-1160, s. 51, belge: 281, belge tarihi: Zilkade başları 1157.) Ayrıca, Çeharşenbe nahiyesine bağlı Çobanlar adlı köy sakinlerinden Misrî-zâde diye tanınan Osman Ağa bin Mehmed’in terekesinin hak sahipleri arasında da sadece eşi ve küçük oğulları Mehmed ve Ömer bulunuyordu. (Bk. Aynı defter, s. 29, belge: 245, belge tarihi: Cemaziyelevvel’in sonu 1158.). Yine Karasu nahiyesi köylerinden Şahaneköy’de oturan aslen Bozok kazası ahalisinden ve Arap taifesinde olan Ahmed bin Receb bin Hasan’ın terekesinin hak sahipleri arasında ise, sadece eşi Hatice binti Nasır Kethüda ile emmioğlu olan Ali bin Mansur bin Mansur vardı ve bu tereke sahibinin hiç çocuğu yoktu. (Bk. SŞS, Nu: 89, sene 1149-1152, s. 70-71, belge: 77, belge tarihi: 14 Zilkade 1149). Sinop merkez köylerinden olan Korıcak sakini Seyyid Osman bin Abdullah’ın da, terekesinin hak sahipleri arasında sadece büyük oğlu Seyyid Mustafa ve büyük kızı Aişe ve ismi belirtilmeyen bir diğer kızı bulunuyordu (Bk. SŞS, Nu: 86, sene 1157-1160, s. 43, belge: 267, belge tarihi: Zilkade başları 1157). Bu örnekler, sadece yukarıdaki Tablo-1’ de gösterilenlerdi.

    [11] Bk. SŞS, No.: 89, s. 68-69, belge: 81, belge tarihi: 15 Zilkade 1149; Aynı defter, aynı belge; Aynı defter, s. 69-70, belge 79, belge tarihi: 15 Zilkade 1149; Aynı defter, s. 69, belge: 80, belge tarihi: 15 Zilkade 1149.

    [12] Vasîlik hakkında teferruat için bk. İbrahim Güler, “Bir Osmanlı Şehrinde XVIII. Yüzyıl Aile Hayatı.”, s. 7-10; Baskı ve dizin hatalı olmakla birlikte, Aynı müellif, “Sinop’ta Medenî Durum:”., s. 25-26.

    [13] Bk. SŞS, N° 89, s. 69-70, belge: 79, belge tarihi: 15 Zilkade 1149.

    [14] Karasu nahiyesi Şahaneköy oturanlarından iken ölen Arab Ahmed’in eşi Hadice binti Nasır Kethüda, çocukları da olmadığından, kendisi gibi miras hakkı bulunan kocasının amcasının küçük oğlunun vasisi“ni dava edip, kocası üzerindeki 8000 akçelik mehr-i müeccel ve mu‘accele haklarının, kocasının terekesinden tahsilini Mahkeme’de istemiş ve bu isteği kabul görmüştü [Bk. SŞS, N° 89, s. 69, belge: 80, belge tarihi: 15 Zilkade 1149].

     

    Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,

    1214 KEYKAVUS azamet ve haşmetle muzaffer olarak Sinop’a girdi

    10.12.2022-BİLKE AKADEMİK YAZILAR

    SİNOP İLİ ORTAÇAĞ BİBLİYOGRAFYA DENEMESİ
    Mustafa ŞAHİN
    Serhat ALTINKAYNAK

    Trabzon Rum Devleti’nin Müslümanlara yaptıkları baskı ve katliamlar konusunda sürekli olarak şikâyetler geliyordu. Sultan Sivas’ta iken bölgedeki sınır muhafızları yine Tekfur Kir (Kyr) Aleksi’nin kendi topraklarının dışına çıkıp Sinop civarındaki Müslüman ahaliye zarar verdiğini haber verdiler. Sultan İzzeddîn Keykâvus bu habere üzülse de etrafındakilere belli etmedi(10).

    Emîrler bu konuda Sultan ile istişâre ederek ona: “Her zaman siz sultanımıza haraç vermiş olan kâfir dinlinin küstahlığına bakın. Şimdi ülkemiz üzerinde hak iddia ederek haddini hududunu aşmaktadır. Eğer siz cihan pâdişâhımız ferman verirseniz kötü niyetlinin kanına susamış olan biz devlet kullarının hançeri o rezillerin uğursuz kellelerini kopararak susuzluğunu giderir. Onun beldelerinin tarlasını muzaffer askerlerin kahır orağıyla hasat ederiz. Böylece başını ihanet halkasından çıkarmış olan o şaşkın kara bahtlının yaptığı kötü işlerin karşılığı verilmiş olur”(11) dediler.


    Sultan bölgeyi iyi bilenlerden neler yapılması gerektiği konusunda görüş sordu. Bölgeyi bilenler Sinop’un doğrudan yapılacak bir savaşla alınmasının mümkün olmadığını, ancak karadan ve denizden gelebilecek yardımlar kesilirse ve bu şekilde kuşatılırsa fethedileceğini kaydettiler. Kuşatma sırasında halkın açlık ve daha başka sıkıntılarla karşılaşacaklarını, yapılacak en iyi şeyin bu yıl bölgede askerî faaliyetlerde bulunarak şehrin ikmalini kesmek, zahire kıtlığına sebep olmak, Gayr-i Müslimleri birçok yönden zayıf düşürmek ve bu faaliyetleri uzun süre devam ettirmek olduğunu belirttiler. Emîrler de aynı görüşü paylaştılar(12.)


    Bu istişareden sonra sultan, Sinop şehri ve Kir Aleksi’nin durumunu öğrenmek için bölgeye casuslar gönderdi. Bundan bir gün sonra da bölgeye ordu sevk etti(13).

    Kir Aleksi, beş yüz atlı adamı ile avlanıp içkili eğlencelerle vakit geçiriyordu. Bu durumu fırsat bilen Selçuklu askerleri onu bu eğlence meclisine yaptıkları baskınla ele geçirip kendi ordugâhlarına götürdüler. Bu durumu da sultana müjdelediler(14).

    Sultan bu haberi duyduktan üç gün sonra15 Sinop civarına ulaştı. Kir Aleksi de sultanın huzuruna getirildi. Sultan imparatoru teselli etti16. Selçuklular Sinop kalesinin teslimi için Kir Aleksi’yi kaledekilere göstererek teslim olmalarını sağlamaya çalıştılar. Kir Aleksi bir elçi göndererek şehri Selçuklulara teslim etmelerini istedi ve fakat içeriden red cevabı geldi17.

    Bunun üzerine Behram Tranbulûsî, bin kişi ile deniz tarafından saldırıya geçip Trabzon Rumlarının gemilerini ateşe verdi ve otuz civarındaki Rum ve Frenk emîrini esir aldı18.
    Sultan İzzeddîn Keykâvus, esir imparator Kir Aleksi kaleden görüle-bilecek bir yere getirilerek işkence edilmesini emretti. Bu işkence şehirdekiler tarafından da seyredilmeye başlandı. Bunun üzerine imparator Kir Aleksi; “Ey dinsizler! Şehri kimin için koruyorsunuz. Ben öldükten sonra sizi de zorla esir edip çoluk çocuğunuzu köle yaparlar. O halde bu direnişinizin bana ne faydası var!” dediyse de bu sözler İbn Bibi’nin de işaret ettiği gibi ancak rüzgârın granit taşına yaptığı kadar etkili oldu19.

    Ertesi gün İmparator yeniden getirilerek baş aşağı şekilde uzaktan kaledekilere teşhir edildi20.

    Kaledekiler imparatorun canına zarar verilmemesi koşuluyla şehri teslim edeceklerini ifade ettiler. Sultan da bunu kabul etti ve isteyen herkesin dilediği yere gidebileceğini, imparatorun kendisine itaati, vergi vermeyi ve istediği zaman orduya asker yardımı gönder-meyi kabul ettiği takdirde ona dokunmayacağını, Sinop’tan başka bütün Canik bölgesini de ona bırakacağını, ancak aksini yaparsa onu öldüreceğini ve ahaliyi de esir alacağını söyledi(21).

    Bu haber şehre ulaştırılınca şehirdekiler sultana güvenip ondan Selçukluların bayrağını (Sultan-ı Sancak) istediler. Bunun üzerine bir grup emîr şehre girerek 26 Cemaziyelahir 611/2 Kasım 1214’te bayrağı kalenin burçlarına astı22.

    İbn Bibi’nin deyimiyle Sultan İzzeddîn Keykâvus; Dârâ’nın, İskender’in, Vağfûr’un ve Kayser’in ruhunun gıpta ettiği şekilde azamet ve haşmetle muzaffer olarak şehre girdi23.
    Sinop ele geçirildikten sonra sultan ile imparator arasında bir ahidnâme düzenlendi. İmparator: “Sultan benim canımı bağışlar, Sinop dışındaki Canit bölgesini, onun eklentilerini ve bağlı yerlerini benim çocuklarımın idaresine bırakırsa her yıl on bin dînâr, beş yüz at, iki bin sığır, on bin koyun ve ülkemin kıymetli şeylerinden meydana gelecek elli yükü kendi hayvanlarımla onun hazinesine, mutfağına ve ahırına gönderirim. Yardım istediği zaman imkânım ölçüsünde ona yardım gönderir askerimi ondan esirgemem”24 diyerek ahidnâ-meye uyacağına dair yemin etti.

    Ahidnâmenin hazırlanmasından sonra taraflar şahidler gösterdi ve ahidnâme saklanmak üzere Selçuklu hazinesinde gönderildi25.
    Sultan I. İzzeddîn Keykâvûs her bölgeden yetenekli, güçlü, itibarlı bir zengin seçerek Sinop’a gönderilmesini talep etti. Bu istek üzerine çevre bölgelerden isim yapmış hocalar adamları ile birlikte Sinop’a gönderildiler Sinop’tan kaçmış olanlar geri çağrılarak malları mülkleri onlara geri verildi. Selçuklular fetihten sonra Sinop’ta çok önemli imar faaliyetlerine giriştiler. Kilise camiye dönüştürüldü. Kadı, kâtip, hatip, müezzin ve muarrifler tâyin edildi. Kale komutanı ve muhafızlar görevlendirildi. Yaşanan olayların etkisiyle kale ve burçlarda oluşan tahribatlar tamir edildi Tüm bunları yapan sultan, askerî emîrlerinden birini Sinop subaşılığına tâyin ederek Sivas’a döndü26.

    MAKALENİN TAMAMI:

    https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1080097

    10 İbn Bibî, El-Hüseyin b. Muhammed b. Ali El-Ca‘feri Er-Rugadi, El-Evamirü’l Ala’iyye fi’l umuri’l-Ala’iyye (Selçuknâme), I, Çev. Mürsel Öztürk, Kültür Bakanlığı 1000 Temel Eser Dizisi, Ankara 1996, s. 169; İbn Bibî, El-Hüseyin b. Muhammed b. Ali El-Ca‘feri Er-Rugadi, Selçuknâme, Haz. Refet Yınanç-Ömer Özkan, Kitabevi, İstanbul 2010, s. 51; Yazıcızâde Ali, Tevârîh-i Âl-i Selçuk, Haz. Abdullah Bakır, Çamlıca Yayınları, İstanbul

    11 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 169.

    12 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 169; İbn Bibi, a.g.e., s. 51; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 221-222; Müneccimbaşı, a.g.e., s. 49.

    13 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 169; İbn Bibi, a.g.e., s. 51; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 222.

    14 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 170; İbn Bibi, a.g.e., s. 51; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 222; Müneccimbaşı, a.g.e., s. 49.

    15 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 170; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 222.
    16 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 171; İbn Bibi, a.g.e., s. 51; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 223; Müneccimbaşı, a.g.e., s. 50.
    17 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 171; İbn Bibi, a.g.e., s. 51; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 223-224; Müneccimbaşı, a.g.e., s. 50.
    18 Anonim, Anadolu Selçukluları Devleti Tarihi III Histoire des Seldjoukıdes d’asie Minure, Haz. Feridun Nafız Uzluk, Ankara 1952, s. 28-29; Anonim Tevârîh-i Âl-i Selçuk, Çev. Halil İbrahim Gök-Fahreddîn Coşguner, Atıf Yay., Ankara 2014, s. 40.
    19 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 171; İbn Bibi, a.g.e., s. 52; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 224.
    20 İbn Bibi, a.g.e., s. 52; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 224.
    21 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 172; İbn Bibi, a.g.e., s. 52; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 224.
    22 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 173; İbn Bibi, a.g.e., s.52; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s.225; Abû’l-Farac Sinop’un alınışını gün ve ay belirtmeden 611/1214 yılı olarak kaydetmiştir (Gregory Abûl-Farac, Abûl-Farac Tarihi, C: II, Çev. Ömer Rıza Doğrul, TTK, Ankara 1999, s. 497); Anonim Tevârîh-i Âl-i Selçuk ise Sinop’ta İzzeddîn Keykâvus’un sevk ettiği ordunun sabaha kadar savaş yaptığını, şafak vakti İslâm ordusunun yetişerek -muhtemelen sonradan ordunun arkasından gelen Sultan kastedilmekte- hep birlikte galip geldiklerini kaydetmiştir. Bu eser savaşın tarihini Şevval Bayramı (Ramazan Bayramı) 17 Şevval 612/8 Şubat 1216 yılı olarakkaydetmiştir. Sinop’un fethi ile ilgili verdiği bilgiler diğer kaynaklarla uyuşmamaktadır. Muhtemelen Kir Aleks’i Laskaris ile karıştırmış ve Selçukluların şehri Laskaris’ten aldıklarını zannetmiştir. (Anonim, a.g.e., Uzluk, s. 28-29; Anonim, a.g.e., Gök-Coşguner, s. 40); Müneccimbaşı da Sinop’un Türkiye Selçuklularının egemenliğine geçtiği tarihi 16 Cemâziyyelevvel 611/23 Eylül 1214 yılı olarak kaydetmiştir.

    23 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 173; İbn Bibi, a.g.e., s. 53; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 225.
    24 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 173-174; İbn Bibi, a.g.e., s. 53; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 225-226.
    25 İbn Bibi, a.g.e., s. 53; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s.225-226; Sinop’un fethi sonrası Sultan İzzeddîn Keykâvus ile İmparator Kir Aleksi arasında yaşanan bir hadise dolayısıyla Gaşiye’nin hâkimiyet alameti olarak kullanıldığını görmekteyiz. Ayrıntılı bilgi için bkz. Mustafa Şahin-Zekiye Tunç, “Türkiye Selçuklularının Sinop’un Fethinde Gâşiye’yi Hâkimiyet Âlameti Olarak Kullanmaları ve Fetih İçin Gönderilen Fütüvvetnâme”, Gaziantep University Journal of Social Sciences, (2018), C: 17, S: 2, ss. 701-710.
    26 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 174.

     

    Etiketler: , , , , , , , , ,

    SİNOP FOTOĞRAFLARI MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ

    19.11.2022-BİLKE

    foto-Milli Mücadele Dönemi Sinop ve Çevresi

    Sinop tarihi konusunda kitap ve makaleler yazan Sayın Özhan ÖZTÜRK’ÜN çalışmalarından bazı bölümler ve fotoğraflar sunuyoruz bu gün. İlginizi çekeceğini umduğumuz fotoğraflar ve konulardan bölümler:

    Fatih Sultan Mehmed, Sinop halkını İstanbul ve Trabzon gibi yeni fethedilen yerlere iskanla görevlendirmediği gibi avarızdan da muaf tutarak, Sinop Kalesi’ni beklemekle görevlendirmiş, kent 16. yüzyıla dek uygulanan bu sistem sayesinde hızla büyümüştür. Sinop’un nüfusuna paralel olarak liman ticareti de aynı oranda artarken, 1530 yılına gelindiğinde Sinop iskelesinin gümrük gelirleri 17 bin akçeyi bulmuştur. Sinop,  15 ve 16. yüzyıllarda kaza merkezi olarak Kastamonu Sancağı’na bağlanmış olup, 17. yüzyılda ise bölünerek Saray, Sahil, Akkaya ve Gerze kazaları ortaya çıkmıştır.

    Kanuni Sultan Süleyman’ın oğulları II. Selim ve Beyazıd arasındaki taht kavgası sırasında (1558) Anadolu’da ortaya çıkan kargaşa ortamından olumsuz yönde etkilenmiştir. Zamanın Kastamonu Sancak Beyi Süleyman Bey, suhtelerin Sinop, Boyabat ve Durağan kadılarından zorla haraç istediğini İstanbul’a gönderdiği bir şikayet mektubunda belirtmiştir. 1567’de Bolu’dan Sinop’a kaçan iki suhte topluluğu üzerine Bursa sancak Beyi tarafından 200 sipahi gönderilmişse de sipahilerle çatışmaktan kaçınmamışlardır. 

    “ÖNEMLİ NOT: Aynı tarihler, Anadolu Göçer Topluluklarının Anadolu içlerinde var olan çeteler, eşkiyalar, komitacılar tarafından kıyıldığı ve yürüyerek belki çarıklı belki çıplak ayaklı Sinop köylerine kadar yaşam hikayelerini kapsayan dönemdir.Y. SARIKAYA

    foto-Milli Mücadele Dönemi Sinop ve Çevresi

    foto-Milli Mücadele Dönemi Sinop ve Çevresi

    Zaparog/Don Kazakları, 1614 yılı Ağustos ayında Sinop’u yağmalamış, kaleyi elegeçirerek yakmış, çok sayıda kadın ve çocuğu eseri alıp geri çekilmişlerse de Karadeniz muhafızı İbrahim Paşa peşlerinden giderek ani bir baskınla Kazak yağmacıları bozguna uğratmıştır.

    ARAŞTIRMA: A. Yaşar SARIKAYA

     
    Yorum yapın

    Yazan: 19 Kasım 2022 in eski sinop

     

    Etiketler: , , , , , , , , ,

    MİNAS BIJIKYAN- SİNOP 817-1819

    12.11.2021-BİLKE

    Liman Şehri

       Ağlimanın dokuz mil mesafesinde, eski devirde PAMFİLAGONYA denilen eyaletin meşhur başşehri olan Sinop veya Sinap’ın doğu koyunda mükemmel bir limanı ve Roma devrinden kalmış olup içinde bugün Osmanlı Devleti için büyük gemiler inşa edilen bir tersanesi vardır. Polibios ve Strabon, Sinop’un meşhur bir şehir olduğunu ve iki iyi limanı bulunduğunu söylerler ki, bunlardan biri Ağliman olsa gerek. Bazı eski tarihçilere nazaran burasını, Asobos’un “peri” lakabı verilen SİNOPİ adlı kızı yaptırmıştır.

    Büyük Sinop’un Gölgesi

    Valerios da, Yason veya Argonotlar’ın “ Yüksek Karampe’ye doğru sahilden seyrederlerken büyük Sinop’un gölgesi denizde yüzüyordu” beyti ile şehrin o zaman esasen yapılmış olduğunu söyler. Diğer bazı yazarlar da, daha muhtemel olarak, şehrin Argonotlar‘dan olan ve şehirde heykeline tapınılan AUTOLİKOS tarafından yapılmış olduğunu söylerler. Plutarkos’un dediği gibi Romalılar şehri zapt ettikleri vakit, sahilde gördükleri güzel bir gencin heykelinin AUTOLİKOS’a ait olduğunu anlayarak Roma’ya götürmüşlerdir. Anlaşıldığına göre, orada önce ufak bir şehir yapılmış olup, Autolikos, Grek tarzındaki kaleyi inşa etmiş, sonra Akdeniz’den gelen Milezyalı bir kolon, mevkiin güzelliğini görerek, yerlilerin zaifliğinden dolayı kendileri oraya yerleşmiş, şehri büyütmüş, intizama koymuş ve refah içinde o kadar çoğalmışlardır ki, Giresun ve Trabzon’a da birer koloni göndermişlerdir.

    Böylelikler Sinop’un kurucuları sayılan Milezyalılar, Mihridates’in korkusundan şehri çok tahkim etmişlerdir. Mihridates’ın zamanında payitaht şehri olan Sinop, sonra Romalıların eline geçmiştir. Memnon ve başkaları, Sinop’un Mihridates’ın doğduğu ve atalarının başşehri olduğunu söylerler.

    Mabette Put

       Sinoplular eskiden çok kuvvetli olup birçok savaşlar yapmışlardır. Başlıca ilahları, Mısırlıların Serapis Putunun aynı olan Dios olmuştur. Sinopluların kalenin içinde yaptıkları muhteşem bir mabette tapındıkları bu put, Tacitus’a nazaran, Mısır Kralı Ptolemeos tarafından Mısır’a götürülmüştür. Adı geçen Kral putu almak için üç sene uğraşmış ve Sinop kralına elçilerle büyük hediyeler göndermiştir. Nihayet putun, gemiye kendi kendine uçmuş olduğuna dair çıkarılan rivayetle halkı aldatmışlar ve put Mısır’a götürülerek orada muhteşem bir mabede konulmuştur. Bu put pek meşhur olup kahinleri de alim kimselerdi. Pontuslu filozof HERAKLİTES, mazkur putun :”önce ilah, sonra kelam ve ruh bir aradadır” diye bir mesajını nakleder.

    Sinop Sikkesi

       Sinop sikkesinin bir yüzünde, Autolikos’a ait olması muhtemel açık bir baş, diğer yüzünde de memleketin verimliliğini gösteren bereket boynuzu resmedilmiştir. Bulunan diğer eski bir sikkede, bolluk ilahı Pluton’un yan yatmış vaziyette resmi vardır. Diğer bir sikkenin üzerinde de, bu gün de görüldüğü gibi, balığın bolluğunu işaret etmek üzere bir balık resmi vardır.[1]

    Romalıların bastırdıkları sikkelerin birinde C.J.F.SİNOPES, yani ”Julius kolonisi mesud Sinop kolonisine” yazılıdır ki bu, Roma imparatorlarının Sinop halkını kendi kolonileri saydıklarının ifadesidir.

    Kale

    Sinop kalesi Strabon zamanında çok güzelmiş. Fakat zamana eski bina yıkılmış ve Grekler zamanında kalıntıları ile yenisi yapılmıştır. bazıları yeni kalenin Cenovalılar tarafından yapıldığını söylerler. [2]

    Peygamber Eremya ve Kale

    EUSEBİOS, Sinop’un M.Ö.625’de peygamber EREMYA’nın zamanında yapıldığını söyler ki, bununla kalenin ikinci yapılışı ima edilse gerektir. Kale duvarları üzerinde birçok yerde taşlarla beraber örülmüş insan ve hayvan heykelleri, tezyinat ve sütun parçaları, Müslüman mezarlığında da sütun kaideleri parçaları gördük. Bunlar STRABON’un tasvir ettiği eski akademiya holunun kalıntıları olsa gerek.

     Kalıntılar içinde Grekçe yazılar vardı; fakat kopya etmeye vaktim olmadı. Kale duvarının içinde bulunan çok eski şeylerin arasında yüzü bozulmuş, fakat boynu ve saçları görülen mermer bir büst vardı. Deniz tarafında, elinde bir kap yan gelmiş bir adam, bunun ayak tarafında da elinde bir kapla yatmış kadının yanında, üç geyik ayaklı halka biçiminde bir masanın resmedildiği mermer bir heykel vardır. Bunun biraz ötesinde bir tapınak duvarının kalıntısı görünür.

       Kale kuzey taraftadır, güneyde iç kale vardır. Kapının birisinin üzerinde Grekçe yazı ve iki sed üzerinde Cenovalılar’dan kalmış tamamiyle mevcut iki arslan şekli vardır. Çevresi iki milden fazla olan kale, berzah üzerinde yapılmış olup bir ucu sahilin batısına, diğer ucu da büyük liman olan doğu koya kadardır. Kalenin kumluk arazi üzerinde bulunması, Türkler arasında bir efsanenin vücut bulmasına vesile olmuştur. Güya kale önce kumla örtülü imiş, sonra devler onu sihirle açmış ve kumu ağlimana dökmüşlerdir.

    Yarımada

       Sinop’un Boztepe ( Grekçesi KARAPİ) denilen yarımadası ucu sekizyüz adım genişliğinde bir dildir. Denildiğine göre, bu dil vaktiyle açık olduğundan kaleye gitmek için karadan bir köprü yapılmış, kayıklar da bir koydan diğerine geçerlermiş. Dilin çevresi 18 mil olarak hesaplanıyorsa da, kale üzerinden ölçüldüğü takdirde o kadar tutmaz.

    Yarım adada Türbe ve şapel yanyana

    Dilin üzerinde Seyyid Bilal Tekkesi denilen meşhur bir ziyaretgah ve mezarlık gördük. Orada iyi bir su dahi vardı. Yakınında, bir köşesi Ağlimana, biri kaleye, diğeri de limana bakan üçgen şeklinde bir harabe vardır ki, bunun bir şapele ait olması muhtemeldir. Romalılara ait mezarlar aynen kalmış olup buradan çok defa, eski taş ve sikkeler çıkarılır. Orada bulunduğumuz günlerde toprak kazılıp Mihridates’e ait birkaç altın sikke çıkarıldı. Romalılar, hazine ve dini yazılarını kal’ede hıfzederlerdi. Horenli Moses, Mihridates’in Sinop’a hakim bulunduğu zaman kahinlerin yazmış oldukları Ermeni Kralları tarihini Africanus tarafından, üçüncü asırda oradaki tapınaklardaki yazılardan çıkarılmış, bilahere de Pontus’dan Urfa’ya götürülmüş olup, kendisinin gördüğünü söyler. [3]

    Strabon, Sinop dağ ve bahçelerinden büyük sitayişle bahseder. Hakikaten de bu gün dahi her tarafı ağaçlıkla süslü bir vaziyettedir. Buradan İstanbul’a büyük gemi inşaatına mahsus, muazzam keresteler sevk edilir. Burada bir nevi kırmızı kilden kaplar yapılır. Denildiğine göre Sinop dağlarında yeşil renkte bir kil de vardır.

    Sinop’ta zeytin ağaçları yetişir ve zeytinyağı imal edilir. Sahilin bazı yerlerinde, eskiden “Pontos Absenti” dedikleri absente benzer otlar, dağlarda ise bundan başka çeşitli şifalı otlar vardır.

    Hrıstiyan halk kale dışında oturur. Rumlar, cesur ve gururlu insanlar olarak kalmışlardır. Ermenilerin sayısı azdır ve bir kiliseleri vardır. Haçlılar İstanbul’u zapt ettikten sonra Sinop, Osmanlı fethine kadar Trabzon imparatorlarının başlıca bir şehri olmuştur.1461’de İsmail Bey orada tek başına hüküm sürüyordu ve Osmanlı fethinden evvel Trabzon imparatorları Sinop Beyi Şatir’e yıllık bir vergi öderlerdi. 

       Sinop’tan birçok meşhur adam çıkmıştır. Bunlardan filozof Diogenes M.Ö.340’da burada doğmuştur. Sinik ( Cynique) felsevi mezhebine ait olup sefil bir hayat süren ve bir fıçının içinde oturan mezkur filozofun mermerden mamul mezar taşı bulundu. Taşın üst tarafında bir köpek resmi, altında da sual- cevap şeklinde şu yazı vardır:

    S-           Söyle ey köpek, bu kadar dikkatle kimin mezarını bekliyorsun?

    C-           Köpeğin.

    S-           Köpek dediğin o adam kimdir?

    C-           Diogenes.

    S-           Bu adam nereli idi?

    C-  Sinopludur. O bir zaman fıçı içinde yaşardı, fakat şimdi meskeni yıldızlar olmuştur.” [4] 


    [1] Tournefort –II.206-, “Sinopluların kendi zamanında, İstanbul için urgan imalatı mükellefiyetinden başka, başlıca işlerinin balıkçılık olup, tuzlama ve balık yağı ticareti ile meşgul olduklarını; tuzlamayı daha çok uskumru ve palamut balıklarından yaptıklarını, yağı da yunus ve fok balığından çıkardıklarını söyler.”

    [2] Aynı müellif kalenin kendi zamanında çok bakımsız olduğunu şehirde az sayıda yeniçeri bulunduğunu, Yahudilere tahammül edilmediğini, Rumların da müdafaasız açık bir mahallede ikamete mecbur edildiğini söyler. Feruhan Bey ise kendi zamanında (1847) içinde Türk evlerinin bulunduğu ve tamir edilmiş olan Sinop kalesinde 150 kadar top ve 500 asker bulunduğunu söyler.

    [3] ERMENİ Tarihi, Venedik 1827, s. 182

    [4] Minas Bıjıskyan- Karadeniz Kıyıları Tarih ve Coğrafyası

    ARAŞTIRMA: Y.SARIKAYA

     
    Yorum yapın

    Yazan: 12 Kasım 2021 in eski sinop

     

    Etiketler: , , , , , , ,

    SİNOP’TA SALGIN HASTALIKLAR

    Prof.Dr. İbrahim BAŞAĞAOĞLU- KİTAP TANITIMI

    24 MART 2020-BİLKE

    Covid -19 Corona Virüsü tüm dünyanın gündemini meşgul ederken, Sinop’ta yaşanmış eski salgın hastalıklarla ilgili bir kitabı size tanıtmak istiyoruz. Hepimizin bildiği gibi salgın hastalıklar ne ülke dinliyor, ne de sınır tanıyor. Toplum olarak ne kadar duyarlı ve kurallara uyumlu davranırsak bu tehlikeyi atlatmayı umut ediyoruz. Bizim bilinçsel belleğimizde İMECE KÜLTÜRÜ kayıtlıdır. Zorluklarda hemen organize olma ve problemi aşma yeteneğimizi bu olayda da mutlaka göstereceğiz. El ele hep birlikte, kısa sürede aşalım istiyoruz.

    Sinop eski tarihlerde salgın hastalıklarla nasıl mücadele etmiş? Bu sorunun cevabını, “Sinop  Zeytin  Projesi ” ekibinin başkanı Sayın Prof.Dr. İbrahim BAŞAĞAOĞLU’nun kitabında buluyoruz. Fotoğrafta Sinop Frengi Hastanesini görüyoruz.

    Kitapta önemli bilgilere ulaşacağınıza eminim, bizimle paylaştığı için hocamıza çok teşekkür ediyoruz. Kitabın bazı sayfalarına birlikte göz atalım:

     

     

     

     

    KİTAP KAPAĞI

    Yaşar SARIKAYA-BİLKE

     
    Yorum yapın

    Yazan: 24 Mart 2020 in Haberler

     

    Etiketler: , , , , ,