RSS

Kategori arşivi: KONUK YAZARLAR

KUM ZAMBAKLARI

01.06.2023-Ayşe Ekşi ELMACI

Doğal yaşam alanı olan sahillerin birçoğunun plaj olarak kullanılması, sahillerdeki işletme sayılarının artması, artan kentleşme ve bitkinin koparılması nedeniyle kum zambakları tüm dünyada azalıyor! Her bir türün ekosistemin dengesi için vazgeçilmez olduğu bilgisiyle durumu değerlendirecek olursak, yok olmasına ramak kalan her bir canlı gezegenimize yeni bir yara açılması demek. İnsan faaliyetleri azalınca, “Dünya Limit Aşım Günü” bile ileri bir tarihe kendini atabiliyor. Elimizde böyle bir veri varken, tüketim alışkanlıklarımızdan taviz vermemekte ısrar etmek pek mantıklı görünmüyor. Bu nedenle ilk olarak yapmamız gereken şeylerin başında sadeleşmek ve sevdiğimiz/beğendiğimiz -illa ki sevmek zorunda değiliz- herhangi bir varlığın önce yaşam hakkına saygı duymak geliyor.

Kum zambağının (Pancratium maritimum) biyolojik özelliklerine baktığımızda ise yaşama sıkıca tutunan ve barındırdığı şifayı paylaşan bir bitki olduğunu anlıyoruz. Temmuz- ekim ayları arasında çiçek açan kum zambakları, kendine döllenen ve soğanlı bir bitkidir. Türkiye’de İstanbul, Bolu, Bartın, Sinop, Samsun, Giresun, Trabzon, Kırklareli, Antalya, Mersin ve Adana’nın kumlu sahillerinde görülür. İçindeki alkaloitler ve flavanoidler; gıda, tekstil ve farmakolojik endüstrilerde kullanılmaktadır. Akdeniz ülkelerinde ve Karadeniz’in güney kıyılarında sıklıkla rastlanan kum zambağı tuza, kuraklığa ve sıcağa karşı dayanaklı bir bitkidir.

Minos uygarlığına başkentlik yapmış Knossos antik kentindeki fresklerde yer aldığını öğrendiğimde ise bitki sembolizmini bir kez daha hatırladım. Minik bir parantez; zambak kelimesi (lily) Sümerce’de nefes,hayat gibi anlamlar taşır. Zambağın Antik Mısır’dan Antik Yunan’a kadar birçok kültürde barındırdığı derin bir bilgisi vardır. Kum zambağına dönecek olursam; eşleştiği mitlerden biri yeraltıyla eşleşen Persephone’dur. Tarım ve bereketin tanrıçası Demeter’in kızı olan Persephone yaşamının bir kısmını eşi Hades’in yanında yeraltında, bir kısmını annesi Demeter ile yeryüzünde geçirir. Kızı her yeryüzüne çıkarken baharı getiren Demeter, kızının yer altına inmesiyle toprağı soğutup, kışın -ölümün- gelmesini sağlar. Kum zambağının çiçekleri de açmayı bıraktığında bu durum havanın soğuyacağının habercisidir.

Yaz geliyor lütfen Kum ZAMBAKLARI na zarar vermeyin bu konuda hassasiyet lütfen nesli tükeniyor.(Fotoğraf Şevket Kaya kendisine teşekkür ediyorum.)Araştırma-Ayşe Ekşi ELMACI-27 MAYIS-2023

 
Yorum yapın

Yazan: 01 Haziran 2023 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

NORMAL NEDİR

10 MART-2023- Seyfullah ÇALIŞKAN

Yağmur yağıyor. Çise çise, usul usul, yumuşacık. Ölümlerin ardından, mezarlardaki göz yaşları kurumadan… Yağmur yağıyor, hüzün, keder ve acı harmanı bir yağmur. Yapraksız dalları ağlıyor ağaçların. Söylenecek söz tükenmiş, boğazımız düğüm düğüm… Enkazlar altında yitirdiğimiz canların gündemini yavaş yavaş kalın bir toz tabakası kaplıyor. Her geçen gün azalıyorlar. Hayat normale dönüyor diyor televizyonlar. Şimdi enkaz altında kalan eşyalarını çıkarıyormuş depremzedeler. Can malın yongası diye de ekliyor.

Yağmur yağıyor. Yaşadığı kabusun kollarını kesip yataktan fırlamış birinin telaşıyla. Çatur çutur, paldır küldür… Camları, kiremitleri dövüyor. Sokak lambalarını, teneke çatıları… İnsan elinde olmadan çadırlarda yaşayanları düşünüyor. Çamurdur her taraf, ıslaktır. Soğuktur hatta. Kurtulduğu için suçludur bakışları belki de. Keşke ben de ölseydim de onları yalnız bırakmasaydım. Ya da geride kalıp katran kadar koyu ve kara hüznü hiç yaşamasaydım. Hayat normale dönüyor, diyor televizyonlar. Sadece temizlik maddeleri, bebek bezi, kadın peti, iç çamaşır ve yazlık giysiler gerekliymiş. Sorunlar artık iyice kolaylaşmış. Bir iki haftaya kadar hiç sorun kalmayacak. Yakında depremden korunaklı zeminlere yeni konutlar yapılacakmış. Siyaset gündemi masaları devirip kaldırıyor. Enkaz altında can verenlerin resimleri soluyor, unutuluyor. Yaşadıklarımızdan ders almalıyız diyor politikacının biri. Ya laf olsun diye konuşuyor. Ya da bir mucize bekliyor. Nasıralı İsa mesih olarak dünyaya geri dönecektir.

Yağmur yağıyor. Ne uyumanın eski tadı var. Ne uyanmanın, ne acıkmanın, ne doymanın, ne ıslanmanın ne de yağmurun. Yaşamın tuzu eksik, unumuz acımış sanki. Ne gülmelerde eski keyif, ne hüzünlenmenin hafif esrik ve buruk tadı… Çıplak ağaçlar çiçeğe duracak biliyorum. Ama bu bahar hiç ber şey eskisi kadar güzel olmayacak. Çiçeklerin rengi daha soluk, kokusu daha az yayılacak sokaklara.

Mart 2023

 
Yorum yapın

Yazan: 10 Mart 2023 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

İŞİTME ENGELİ ve GÜL USTABAŞ GENÇ

02.02.2023- Gül USTABAŞ GENÇ

Gül Ustabaş Genç: “Bir işitme engelli, normal insanlarla beraber nasıl eğitim alır? Sizce almalı mıdır?”

Kendimden bahsederek gireceğim konuya..

Normal bir çocuk olarak başladığım ilkokulun 2.sınıfında aniden hastalanmam ve bunun sonucu işitme duyumu kaybetmemle önce şehirlerarası yolculuklarla doktorlara götürülme sürecim başlamış sonra da “bu kız artık duyamayacak” sözüyle mecburen Sinop’a dönmüştük.

Doktorların tavsiyesi; benim konuşma yeteneğimi kaybetmemem için normal okuluma devam etmem yönündeydi. Ben artık sudan çıkmış balık gibiydim ve artık karada yüzmeliydim..

Sevgili öğretmenim Sabriye Özcan’ın kabulüyle, tekrar sınıfıma dönüyorum. o zamanki duygularımı bugün çok fazla hatırlayamıyorum.. (tek tesellim ağlamak oluyordu.)

İlkokulu başarıyla bitirince tekrar aynı soru karşımıza çıktı? Beni hangi okul bu halimle kabul edebilirdi?

İstanbul Göztepe Sağır ve Dilsizler okulunda yapılan görüşme sonucu, oranın müdürü de normal okula devam etsin diyordu, oraya kabul edilirsem konuşmayı unutacak, kendimi işaret diliyle konuşur bulacaktım..

Okullar açılıyor… Ben hala ortadayım.. En sonunda orta kısmı da olan kız meslek lisesine götürülüyorum “hiç olmazsa bir sanatı olsun, muhakkak okusun” diyen ailem sayesinde.. Önce kabul etmek istemiyorlar ve sonra deneme yapmak koşuluyla mecburen kabul ediliyorum. O güne dek bir öğretmenim varken, birden çoğalıyor sayısı.. Her gelen öğretmenle tanıştırılıyorum.. En zoru İngilizce dersi.. Duymayan bir kız bu dersi nasıl alacak? Kendi halime bırakılıyorum, bende ki hafıza, tüm yazılanları soru ve cevapları ezberlememe neden olduğu için (arkadaşlarımın yaptığı okunuşla yazma hatası bende olmuyordu) İlk sınavda 99 almıştım, ne ilginç değil mi? İlk yarıyılı teşekkürle kapatıyorum ve benim eğitim hayatım böylece devam ediyor..

Hayatımda çok önemli yer tutan öğretmenlerimi, hepsini sevgi ve saygıyla anıyorum.. Aynı zamanda satranç oynadığımız İngilizce öğretmenim Erdinç Bey’i, bana toplum içinde nasıl hareket edeceğimi öğreten Başmüdür yardımcımız Zekiye Hanımı, sesli okumama önayak olarak dışa dönmeme sebep olan Türkçe öğretmenim Sevim Hanımı, bana duymadığım halde flüt çalmayı öğretmeyi kafasına koyan ve başaran müzik öğretmenim Tülin Hanımı…Ve burda yazamadığım diğer hocalarımı.. İnanın onların emeğini hiçbir zaman ödeyemem.

İmkansız bir şey yoktur, istediğiniz takdirde herşey olur.. Ve ben lise sonda, üniversite sınavına giriyorum.. Tutturmuşum o güne kadar “doktor olacağım” diye.. Engelli raporu alırken heyet başkanı bana soruyor “hastalarını nasıl dinleyeceksin?” Üniversite sınavında da engelli olduğum için sınıfımda özel görevli bir hanım vardı, sınavdan sonra ne doğrultusunda tercih yapacağımı sorduğunda, tavsiyede bulunmuştu.. Gerçekçi olmamı, ilgi duyduğum ve başarılı olacağım alanlarda tercih yapmamı tavsiye etmişti. Onun tavsiyesine uydum, tercihlerimi öyle yaptım. Ve 5.tercihim olan İstanbul MSÜ Moda-Konfeksiyon bölümünü kazandım.. Üniversite ve sonrasını diğer yazımda anlatacağım.

Görülüyor ki; insan olmak kulak-göz, ayak-el ile değil, kafa ve kalp ile- istemek-başarmak ile mümkün oluyormuş.

Engellilere normal insanlarla beraber eğitim verilmesini savunuyorum. Engelli bir yakınınız ya da tanıdığınız varsa onların eğitimi için her türlü olanağı kullanın, engelleri kaldırın, Acımayı “bir işe yaramaz” gözü ile bakmayı bırakın. Ben görmediği halde resim yapan, duymadığı halde gitar çalan gördüm.. Belki sizde görmüşsünüzdür..

Tarihe bakınca da, Beethoven’in 9.senfonisini işitme engelli olarak yaptığını, Helen Keller’in hem sağır-dilsiz hemde kör olmasına rağmen 5 dil öğrenip kitap yazdığını, bisiklet ve kano kullandığını, Marlee Matlin’in ise Oscar kazanmış Amerikalı sağır-dilsiz bir oyuncu olduğunu görebilirsiniz. Edison’u ise bilmeyeniniz yoktur, peki onunda işitme engelli olduğunu, Graham Bell’in de telefonu gerçekte işitme engelli eşine, işitme cihazı icat etmek isterken bulduğunu biliyor muydunuz?

Sağlık-mutluluk ve engelsiz bir hayat dileğimle…

 
Yorum yapın

Yazan: 02 Şubat 2023 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , ,

//ayşe’ce//

07.01.2023-BİLKE

Sabahları erken uyanıp ananemi izlemeyi severdim. Elini yüzünü yıkar idare elinde önce dama inerdi. İneklerin samanlarını verir, damı temizlerdi. O sıra ezan okunur sessizce pencereyi açar dua eder namazını kılar,ardından tekrar dama iner inekleri sağardı.

Kuzineyi yakar , sütü süzer tencereyi yanan kuzinenin üzerine koyar radyoyu açardı. Saat 6,5 gibi olmalı türkü saati. Süt taşmasın diye beklerken dinlediği türkülerle gözleri dolar,kederli kederli elini sallardı.Kaynayan süt tenceresini tezgaha bırakır ılımasını beklerdi. Bu arada da ajans saati gelmiştir,haberleri dinler söylenirdi hayat pahallılığına dair. Demek ki her dönem yaşanmış bu.

Haberler bitince pili bitmesin diye radyoyu kapatır günlük işlerine bakardı. Bu arada da gün aydınlanmıştır. Onu izlediğimi bilmeden bana seslenirdi. “Ayşenur öğlen oldu kalk “ oysa gün yeni aydınlanmış ananem işlerinin çoğunu bitirmişti. Kahvaltı zamanıydı bol tere yağında pişmiş yumurta kendi elleriyle yaptığı peynir sıcacık sac ekmeği …

Bugün pazar yine anılarda gezeledim. Sağlıklı mutlu huzurlu pazarlarınız olsun sevdiklerinizle, GÜNAYDINNNN…!!

25 Aralık 2022

//ayşe’ce//

 
Yorum yapın

Yazan: 07 Ocak 2023 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

Ayancık’ta Yaman Okay Parkı-Turan GÖKMENOĞLU

18.12.2022-BİLKE KONUK YAZARLAR

KAYNAK: ayancikgazetesi.com

Ayancık Broşürü

1988 yılında ilk Ayancık broşürünü hazırladığımda, zamanın Ayancık Belediye Başkanı Bahattin Karakaş’tı. Broşür taslağını çok beğendi, bazı değişiklikler istedi. Yaptığım çalışmanın özgün halinin değiştirilmesini kabul etmedim. Gerekçelerimi açıkladım. Beni haklı buldu. Broşürün ilk hazırladığım şekli ile basılmasını kabul etti ve broşürü satın aldı.

Ayancık Logosu

Ayancık Gazetesi’nin adresime gelen sayısında Ayancık Belediyesi’nin logo yarışması düzenlediği haberini okudum ve çok mutlu oldum. Benim de bu çalışmada tuzum olsun istiyordum. Ertesi gün Ayancık Gazetesi’nin yeni sayısı elime geçti. Yarışma yapılmış ve bir arkadaşımın çalışması birinci seçilmiş. O günlerde Ayancık’a gittiğimde Ayancık Belediye Başkanı Bahattin Karakaş’la görüştüm. Her ziyaretimde olduğu gibi, makam aracına binip birlikte Ayancık’ı teftiş ettik. Bana yeni hizmetlerini gösterdi. Bazılarını beğendim, bazılarını eleştirdim. Beni dikkatlice ve saygı ile dinledi, eleştirilerimle ilgili nolart aldı. O yıllarda ben İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenciyim ve Cağaloğlu’nda da küçük bir matbaam var. Otuz yaşın altındayım.

Ayancık’ı Teftiş

Köprübaşı Caddesi’nde ilerliyoruz. Kış günü yine bol yağış almış Ayancık. Yağmur suları tepenin eteklerinden yola inmiş ve göletler oluşturmuş. Cadde ile tepenin eteği arasına duvar örülürse yağmur suyunun yola inmesinin önleneceğini söyledim. Ayancık’la ilgili bir kaç öneride daha bulundum. Bir dahaki gelişimde bu önerilerimin yerine getirildiğini gördüm ve mutlu oldum.

Belediye’ye döndüğümüzde bana seçilen Ayancık Belediyesi logosunu gösterdi. ”Eğer biraz zaman olsaydı ben de bu yarışmaya katılacaktım” dedim. O yıllarda bastırdığım Ayancık kartpostallarında kullandığım ”Ayancık Hatırası” yazılı bir logom vardı. Gösterdim. Bu logoyu Ayancık Belediyesi olarak uygulayacaktım. Logomu birlikte çalıştığım arkadaşım ve hemşehrim İsmail Ağan’a hazırlatmıştım.  Kompozisyonu taslak olarak hazırlayıp veriyordum, ince çalışmasını İsmail arkadaşım yapıyordu. 

Bahattin bey, ben ona (ağabey) olarak hitap ederdim, çalışmamı çok beğendi ve bu çalışmanın Ayancık Belediyesi olarak uygulanışını görmek istedi. Seçilen logonun bir örneğini de bana verdi. Ben yarışmayı kazanan logo ile benimkini yine İsmail Ağan’a yeniden hazırlattım. İki logo çalışmasını Ayancık Belediyesi’ne gönderdim. Benim çalışmam Belediye Encümeni’nde ”Ayancık Logosu” olarak benimsendi.

Mütercim Mehmet Rüştü Paşa’ Caddesi

Ayancık’ın ilçe oluşunda Ayandon’lu fakir bir balıkçının oğlu olan, Mütercim Mehmet Rüştü Paşa’nın büyük rolü var. Zamanın padişahı II. Mahmut, fransız askeri belgelerini Osmanlıca’ya çeviren genç mütercimi huzuruna kabul ediyor ve hizmetleri için teşekkür ediyor. Nereli olduğunu soruyor ve doğduğu köyü kaza merkezi yapıyor ve güvendiği ve aynı adı taşıyan adamlarından birini de kaymakam olarak atıyor. Mütercim Mehmet Rüştü Paşa daha sonra Serasker ve Veziriazamlığa kadar yükseliyor. Şimdi biz bu değerli atamızın adını Ayancık’ta bir cadeye versek doğru olmaz mı!

Ömer Seyfettin Caddesi

Ardan ağabeyin bir mektubu ile hararetlendi Ömer Seyfettin ile ilgili araştırmalarım. Kızı edebiyat dersinde Ercan Sesver hocamıza soruyor ”Ömer Seyfettin ile Ayancık” arasında ne ilgi olduğunu. Ercan bey, bu konuyu iki kişi bilir. Biri rahmetli Oğuz Bölükbaşı. Diğeri de Turan Gökmenoğlu… O zamanlar bu bağı ilk kez siyah-beyaz bastığım kartpostallarda yayınlamıştım. Ben de bu konuyuyu Oğuz beyin bir sohbetinde öğrenmiştim. Ardan ağabeyin ”bu konudaki görüşümü” merak eden mektubu sayesinde araştırmalarımı artırdım. Ömer Seyfettin’in en yakın arkadaşı bile bu bağdan habersizdi. Bir sürü bilgi ve belge buldum. Hatta o yıllarda yaşayan kızını bile ziyaret ettim. Birlikte bir fotoğrafımız var. ”Ben hayatta iken lütfen yayınlama” dediği için bu fotoğrafı hiç yayınlamadım.

1909’da İzmir’de yayınlanan bir dergide ”Say ve Saadet” adlı ve Osmanlıca harflerle basılmış bir yazısı var. Eyüp Askeri İdadisi’nde okurken gözlerinden rahatsızlandığı için babasının yanına hava değişimine gönderildiğini ve o yıllardaki Ayancık’ı anlatıyor yazısında. Babası Ayancık Askerlik Şubesi Başkanı. Ömer Seyfettin’in Falaka öyküsü de çocukluğunu ve çocukluğunun Ayancık’ını anlatıyor. Özellikle deniz kenarında ak köpüklerle yıkanan çakıl taşlarının üzerinde çıplak ayakları ile yürüdüğünü anlatıyor. Hemen önünde çay bahçesi var ve yanındaki Sahil Caddesi’nin adının Ömer Seyfettin Caddesi olmasını önerdim ve oldu. Umarım hala öyledir.

Ardan, Meral ve Yaman Okay Parkı

Ardan Ağabey (Okay) bir Ayancık Sevdalısı idi. Yazıları, şiirleri ve anıları hep Ayancık üstünedir. O benim örnek aldığım, saygı duyduğum ve bu küçük ilçeye gönülden bağlı bir Ayancık’lı idi. Son Ayancık Festivali’ne katılmış, şiirlerini ve anılarını paylaşmış, onurlanmış ve onurlandırılmıştı. Bu hatıralarını o yıllarda yayınladığım ”Sinop Postası” gazetesi için yazdı. 

”O kadar mutlu oldum ki, artık ölsem de gam yemem” diyordu. Söylediği gibi oldu ve O’nu genç yaşında yitirdik. Bu Okay kardeşlerin ortak kaderi idi. Birbiri ardına aramızdan ayrıldılar. Ardan, Yurdun ve Yaman Okay… Meral Okay da bu kervana katıldı ve geçen yıl aramızdan ayrılıp Yaman’ına kavuştu. Ayancık Yaman Okay Parkı yenilenmişken, parkın adını da bu üç değerli büyüğümüz Okay ailesine armağan etsek uygun olmaz mı!

Bahattin Karakaş Caddesi

Annemin ağır hastalığı sırasında kasım sonları Sinop’a geldik. Kardeşlerimle birlikte buluştuk. Ablamı ve Yaşar ağabeyimi alıp Ayancık’a geçtim. Şehri baştan sona gezip, Çamurcu ve Yalıdüzü’ne kadar uzandık. Tam da Kocayemiş zamanıydı. Kardeşlerimle Kuğuyalısı kıyılarında mozaik çalışmalarım için çakıl taşı toplarken, rengi altın sarısından mercan ve kırmızıya dönen kocayemişleri de toplayıp yedik. Tıpkı çocukluğumdaki gibiydi tadı ve kardeşlerimle bir aradaydık. Tekrar Ayancık’a döndük. Aracımızı eski matbaanın bulunduğu sokağa park ettim. Etrafta çocukluğumu ve anılarımı aradım. Rahmetli Bahattin ağabeyin evi ve bahçesinde çocukluk anılarım eriyip gitti. Ev de, bahçe de terk edilmiş gibi idi. Bahattin ağabeyin gülüşü, Sebahat ablanın tepsiye koyup getirdiği çayın kokusu yoktu. Birsen abla, vişne ağacının altında kır çiçekleri desenli elbisesi ile oturup ders çalışmıyordu artık. Ferhat’ın gözümün önüne gelen heyecanı da kaybolmuştu. Merdivenlerden yukarı çıkan ayak sesleri Mihriye hanımın yüzüne hiç benzemiyordu. Üzülmüş ve yenilmiştim. Kavlan ağacına hafifçe yaslandım. Onsekiz yaşlarımda yapraklarının arasında fark ettiğim uçan dairenin hışırtısı da yoktu.  Karşı duvarda sokak tabelası gözüme ilişti. ” Bahattin Karakaş Caddesi” Çocukluğum kaybolan yılların arasından sekerek geldi. Matbaa makinasının tıkırtısı ve boya kokularına karışan gazete kağıda tozları etrafıma büyülü şarkılar mırıldanarak doluştu.

Vefa işte böyle bir şey. Bu havayı soluyup, bu küçük şehre kendinden bir şeyler katanları anmaktır yaşamak. Ülkemin veya dünyanın her hangi bir sokağı ile doğduğumuz toprakların arasındaki incecik fark işte bu. Kendi insanına değer vermeyene, hiç kimse değer vermez. Yeni yıl vefa duygularımızı geri getirsin.

Sevgilerimle…

Turan Gökmenoğlu

 
Yorum yapın

Yazan: 18 Aralık 2022 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , ,

BENİM ANAM

14.12.2022- BİLKE KONUK YAZARLAR

Köydeki evimizin altında hayvanların barındığı ahır, odunluk ile birlikte tavukların barındığı kümes vardı. O yıllarda, bu gün gibi saat çeşitleri yoktu. Evimizde kurmalı zemberekli bir saat vardı. Sık, sık arızalanırdı. Saatimizin bozuk olduğu zamanlarda kümesteki gür sesli horozumuzun ötüşünden vaktimizi anlamaya çalışırdık.

Eğer horoz gecenin ortalarında ikilerde falan öterse;

“İlk horoz vakti” derdi babam.

Sabaha yakın saatlerdeki ötüşüne de, sabah yaklaştı diye saatin hemen kaça geldiğini horozun ötüşüne göre tahmin ederdi. Anam Mutlaka horozun ikinci ötüşüyle birlikte kalkar, o gün yapılacak işlere erkenden başlardı. Evin bütün işleri ona bakardı. Yalnızdı, ne yardımcı kızı ne de gelini vardı.

Önce babamın sabah yemeğini hazırlar, aşağı dama iner inekleri sağar, onlara yemini verip, eşekleri doyururdu. Kümeste dışarı çıkmak için acele eden tavukları salıverir onları yemlerdi. Bunlar ne ki gün boyu bir sürü işler onu beklerdi. İnekler saat dokuza doğru keşik güden çobana katılacak, dam temizlenecek. Akşamın odunu çırası hazırlanacak, samanlıktan hayvanların samanı getirilecek, temizlik yapılacaktı. O günün sütü pişirilecek varsa yayık yayılacak, böyle yoğun işleri tamamlayıp üstüne üstlük bir de tarlaya giderdi.

Çift sürme zamanı babama tarlada yardım ederdi. Hasat zamanı da orak biçer, ekin toplar tırmık çekerdi. Eve dönünce bu işlerin bir bölümü gene yapılacaktı. Bazen de ben yardım ederdim. Elektrik yoktu. Odamız gaz lambası ile aydınlanırdı. Evin Gaz lambasını yakmak, ocağı yakarak evi aydınlatmak bazen bana düşerdi. Babamın işi daha da ağırdı. Anam aynı işleri usanmadan yapar asla yorulmazdı. Yoksulluğun getirdiği sıkıntılar bitmezdi. O yıllar geçinebilmek hayli zordu. Gelir yoktu. Bazen anam boş zamanlarda ıstar dokur Babama destek olmaya çalışırdı.

Benim anam ömrü boyunca bir erkek gibi hep çalıştı O lüks giysiler giyemedi Ayakkabıları hiç yeni olmadı. Gezemedi, göremedi. Sinop neresi tanımadı. Ömrünü yokluk yıllarında, zorluklar içinde tamamladı. Azimli, çilekeş tam bir Anadolu kadınıydı. Onun yokluğunu her zaman yüreğimde hissediyorum

Hasan MUSLU

 
Yorum yapın

Yazan: 14 Aralık 2022 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , ,

DOKUNMAYIN UŞAKLARA DA…

05.12.2022- Seyfullah ÇALIŞKAN

Sinop’a kış nazlanarak gelir. Kasım başında Dıranaz’a kar düşer. Düştüğü yerde kalır. Sahile aralık sonuna kadar uğramaz. Kış özlenmez diyeceksiniz. Haklısınız. Bazı kendini bilmezler özler. Arabalarına atlayıp Soğuk suya bile çıkarlar. Kayak takımı olanı görmedim ama leğenle kayanlar vardır. Poşetlerle, şamyelle hatta araba paspaslarıyla… Karda sucuk ızgara yapanlar da olur. Sıcakken yedin yedin. Çene çalmaya dalarsan ekmeğin arasında yağıyla birlikte donuverir. Kardan adam yapanlar illa ki fotoğraf çeker. Arkadaşlara gönderir. Ağzımda donmuş sucuk tadı, kardan adamın omzuna elimi atmışım. Karın içine oturmuş yan yana iki kadeh… Fotoğrafta hiç görünmemişler. Çünkü kar da beyaz, kadehte…

Aralık ortasında bahardan kalma güneşli bir hava var. Hareketlenip sokakları doldurmuş. Sakarya Caddesi kıpır kıpır… İnsanlar sokakların güneş vuran kaldırımlarına sandalye atıp oturmuşlar. Akşamın dördüne kadar tersane de güneş alır. Sakarya Caddesindeki turumu kısa kesip aşağıya Demirkollar Fırınının aralığından aşağıya sarkılıyorum. Canım sıkkın biraz. Televizyondaki haberlere bozuldum. Bir balıkçı teknesine Ruslar el koymuş. Koskoca Rusya ne ister ki fukara balıkçıdan? Türkiye neden bir şey yapmıyor?

Cafer’i tanırsınız. Tersane eski bir dükkânları var. Boş bir mağaza. Birkaç arkadaş çalışırlar. Çileci işte. Ağ yamar, tamir eder. Kurşun, mantar bağlar… Bütün işi bu… Eskiden balığa da çıkardı ama bıraktı. Deniz bir hastalıktır. Sigara bırakır gibi bırakamazsınız. Hastalandı. Kışın ortasında bele kadar hamsiye girmek kolay mı? Madene inmekten zordur. İnsanı on yılda tüketiverir. Bir iki sene daha kalsa ölecekti. Can tatlı, bıraktı. Tersaneye her indiğimde değil arada uğrarım. Çayla sohbet iyi gider. Bazı insanlar can sıkar, bazıları da can sıkıntısına iyi gelir. O öyle biridir işte. Canım sıkkındı. Azıcık hafiflerim belki dedim. Yanına gittim.

Duydun mu Cafer? Bizim balıkçıları tutuklamış Rusya yine?

Duydum abi, normaldir.

Nasıl normal, her gün mü oluyor?

Sık sık oluyor abi de kimseye duyurmuyorlar. Yetkililer araya girip kurtarıyor.

Hadi be ordan…

Ciddiyim abi, bana inanmazsan git balıkçılara sor.

Koskoca Rusya fukara balıkçıdan ne istiyor?

Rusya ne istesin abi. Bizimkiler kendisi kaşınıyor.

Yapma be Cafer Usta. Sen gâvurdan yana mısın, bizden yana mı? Deniz Rusların babasının malı mı? Bıraksınlar insanları da canları istediği gibi avlansınlar.

Deniz’in de kanunu var, yasası var. Öyle herkes canın istediği gibi avlanamaz. Kara suları var, uluslararası sular var. Uluslararası anlaşmalar var.

Ustam utanmasan bizimkiler suçlu diyeceksin be…

Utandığım falan yok abi. Suç zaten bizimkilerde… Yasalara saygılı olsalar onlara kimse dokunamaz ki zaten.

Ne yasası be ustam? Kalkan yasa mı dinler? Hamsi, istavrit veya lüfer… Bizimkiler de balık nerede oraya koşuyor işte. Ekmek belası. Şimdi nasıl soğuktur deniz, ağlar.

Haklısın abi ama bu başka o başka.

Nesi başka, ekmek işte… Var mı bunun ötesi.

Abi adamlar denizlerini koruyor. Örneğin balık büyüsün, çoğalsın diye dört beş yıl avlanmıyor. Balıkçısına sosyal yardım dağıtıyor. Bize gelince av sezonu beş gün bile gecikmeden açılıyor. Böyle olunca balık onların kıyılarında çoğalıyor. Bizde balık yok. Bizimkiler de basıp elin denizlerine gidiyor. İzin almadan avlanıyor. Yakalanmadan kaçıp geri gelirse yaşadı. Bir sürü para. Ama kedi her zaman bal yemiyor. Çekirge bir sıçrıyor, iki sıçrıyor üçüncüde… Rusların sahil güvenliğinin eline düşüyorlar. Yaptıklarının kaçak avcılık olduğunu bildikleri için tam gaz kaçmaya başlıyorlar. Anonslar, uyarı atışları bir kıyamet kopuyor. Durup teslim olmazlarsa bu defa doğrudan tekneye nişan alıyorlar. Hatta bazen batırdıkları bile oluyor. Geri kalanları denizden toplayıp doğru hapishaneye… Ruslar böyle yapıyor, Romanyalılar, Bulgarlar, Ukraynalılar da… Bizim sahil güvenlik yabancı bir gemiyle karşılaşsa ve kaçmaya çalışsalar ne yapar? Elbette aynısını… Mahkeme, hapis falan… Bunda anlaşılmayacak bir şey yok. Bütün yollar Roma’ya çıkıyor.

Tamam, yasa var falan ama anlaşsalar. Tatsızlık çıkmasa.

Komşu ülkelerle bu anlaşmalar zaten var abi. Bizimkiler yasaları takmıyor. Biraz fazla kazanabilmek için bile bile yanlış yapıyorlar.

Tamam, suç bizimkilerde anladım. Televizyonların hepsi yalan mı söylüyor?

Yalan söylemiyorlar abi, eksik söylüyorlar.

“Türk balıkçı gemisi bilmem ne limanına çekildi. Durmuş Kaptan iki senedir Ukrayna hapishanesinde yatıyor. Romanya üç Türk balıkçıyı gözaltına aldı.” Okudukça insanın gücüne gidiyor. Cafer Usta bence bu işin içinde başka bir iş var, senin anlattığından başka bir şey…

Ben bildiğimi, duyduğumu anlattım. Ötesine aklım ermez abi,

Bu gün ilk kez Cafer Usta’nın muhabbeti beni açmadı. İnsan belki de başkasının duymak istediğini söylemesini bekliyor. Hep bizim balıkçılar mı hatalı. Yasadışı, kaçak avcı… Onları kovalayan, ateş açan, tutuklayan, hapse atanın hiç mi suçu yok. Canımın sıkıntısı hiç azalmadı.

Beton zeminde mor, kalın iplikten örülmüş ağlar, kesilip atılmış mavi renkli eski ağ parçaları, kırılmış plastik ağ mantarları, yosun tutmuş halatlar yorgun yorgun yatıyorlar. Tavana asılmış çengellerden yere onarılmış ağlar sarkıyor. İp sarılmış, yarısı boşalmış mekikler bir kutuda, ağlara dikilecek kurşunlar büyük bir suskunlukla sıralarını bekliyorlar.

Nerde o eski adamlar? Kılıcını çekti mi bütün dünyayı tir tir titreten Osmanlı paşaları. Yasaymış, kanunmuş, uluslararası anlaşmalar falan, hepsi fasa fiso. Kimin gücü kime yeterse.. Ne demiş İngiliz? “Güçlü olan haklıdır.” İşte bütün mesele bu . Güçlü olacaksın. Hakkını da ekmeğini de başkalarına yedirmeyeceksin. Cafer Usta iyi adamdır, hoş adamdır. Ama bütün solcular gibi aklı bulanıktır. Ne zaman ortaya milli bir mesele çıksa… Hep ötekilerden yana olurlar…

Ekim 2021

İzmir-Seyfullah

 
Yorum yapın

Yazan: 05 Aralık 2022 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , ,

BENİ DE ALIN

16.11.2022-Safak Gündüz SARIKAYA

Umutsuzluktan çöktüğü bir andı.

“Olmuyor işte, olmuyor”, dedi genç adam.

İçindeki ses susmuyordu,

“hayır pes etmek yok”, dedi, “ne olursan olsun hayallerimi gerçekleştireceğim.”

İşte böyle gelgitlerle kimi zaman deniz kenarında düşüncelere dalar, Gerze’ye bakıp,

“acaba eşimi, oğlumu ve kızımı yanıma alabilecek miyim?”, derdi.

Neden olmasındı, 14 yaşında bile köyden ilk kaçışında adada bir aile yanında hayvanlara bakmıştı. Babası Sinop’a gelip onu köye tekrar götürse de, ikinci kaçışında Bafra ve Ayancık’ta iş bulmuştu. Yorgun ayakları onu Tersane^ye doğru itti ve orada bir hareketlilik gördü. Amerikalılar gelmiş işçi alımı yapıyorlarmış diye duydu. Koşa koşa Kaleyazısında bekleyen askeri araca binmek istedi. Birden kalabalığın içinde buldu kendini,

“beni de alın”, diye bağırıyordu.

Ama ustabaşı gibi görünen bir adam, kalıplı uzun boylu işçi seçiyor; çelimsiz olan genç adamı itekliyordu.

“Sen işimize yaramazsın git” diye.

Kulağında çınlayan bu söz adamı durdurmadı. Vazgeçmiyor, tekrar tekrar deniyordu ama olmadı. Arabanın içinde bir Amerikalı subay, bu genç adamın çabasını fark etmiş ve tebessümle ona bakarak “hadi bir kez daha dene” der gibi adama baktı. O bakış yeni bir umuttu o bakış haydi bir gayret daha göster seni alalım diyordu.

Bir hamle daha yaptı, ustabaşı başka yere bakarken insanların arasından sıyrılarak bindi arabaya. Amerikalı sesinin çıkarmadı ve o günlerde daha yeni kurulan ve sadece çadırlardan ibaret Amerikan Üssüne böyle giriş yapmış oldu. 50’li yıllardı. Emekli oluncaya kadar önce işçilikle başlayan bu süreç dil öğrenme isteğiyle devam etti. Emekli subaydan aldığı birkaç dersle dil öğrenme hevesi pekişti.

Kalem kağıt bulamadığında taşlara yazıyor, kendi kendine kelimeleri tekrar ediyor, dilini geliştirmeye çalışıyordu. Subayların konuşmalarını dinliyor, kelime haznesini geliştiriyordu. Amerikalıların dikkatini çekmeyi başarmıştı ve bir müddet radarda tercümanlık yapmıştı. Eşi de yardım ediyor, gece gündüz çamaşırların ütü ve kolasında eşine yardım ediyordu. Motorpool , İtfaiye bölümlerinde sevk amiri görevlerini başarı ile sürdürdü.

“BENİ DE ALIN” haykırışı, bir motivasyon, özgüven ve hayata bir kafa tutuştu. Diktelerin ve kuralların boyun eğdirdiği bir yaşam içinde, bu dik duruş mücadelesiydi. İtaatkarlık yerine, çalışmak ve sorgulamaktı beni de alın.

Bir oyuncunun, istediği rolü alması yapımcı ve yönetmene; yedek futbolcunun sahaya girmesi antrenöre bağlı olsa da “BENİ DE ALIN” direnişi engelleri yıkacak, hayatın şansını yaratacaktır. Yetenek avcısı ustalar, meslekte başarıyı ölçen uzmanlar, hassas terazili yürekler gerekir bazen.

Beni de alın bireyci bir yaklaşım gibi gözükse de; aradan geçen yıllar genç adama çok şey öğretti. Kendi geçtiği yollardan geçenlerin elinden tuttu hep. Yaşlandığında ve çok ağır hasta olduğunda bile,

“para mı lazım benden de alın” derdi.

Her şey kötü gitse de, ümidimizi kaybetmeyelim ve asla vaz geçmeyelim. Hayaller er ya da geç gerçeğe dönüşür.

Kim bu adam, işte o adam benim babamdı.

ŞGS

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

//ayşe’ce//

10.11.2022- Ayşe Ekşi ELMACI

DOĞDUĞUM ŞEHİR

Doğduğum şehirde güneş denizden doğardı, denizden batardı. Adadan başlayıp, garajda biten tek işlek caddesi (büyük olarak) vardı. Çoğunluk binalar ahşaptı. Betonarme binalarda çocuk gözümde lükstüler. Sra sıra dükkanlar meydan kapıdan başlar, garaja kadar giderdi. Garip bir ahşap kokusu olan fırınlardan simit, ekmek kokuları gelirdi. Baston ekmek sonradan girdi hayatımıza. Kucağımıza sığmayan koca yuvarlak ekmekler alırdık. Manifaturacılar (o zaman öyle çok hazır giyim yoktu), tüpçüler. En çok da şehre pazara gelen köylülerin satış sonrası alış veriş yaptığı dükkanlar vardı kale yazısında. İğneden ipliğe tencereden tavaya, baltadan küreğe, kazmadan bele akla gelmeyen şeyler bulunurdu. Teneke teneke gaz yağı, zeytin yağı ( aklımda kalan çiçek yağı yaygın değildi. Ananemin evinde, bizim evde hiç görmedim )

Benim için büyülü bir yerdi o dükkanlar. Kendine özgü bir dokusu vardı. Sanki herşey üstüne geliyordu. Karman çorman. İstenilen şeyi de şıp bulurlardı. Alacağını alan garaja gider, köyünün arabasına biner. Satmadan kazandığıyla da eksiklerini almanın sevinciyle mutlu mutlu beklerdi arabanın kalkmasını.

Garaj bir hengame yeridir. Muavinlerin müşteri çekmek için bağrışmaları renkli görüntü yaratırdı. Mesela ananeme eşlik eder ona yardım olsun diye garaja gittiğimde. Sabahtan beri bişey yememiş insanların üçü beşi bir araya gelip, arabanın yanında serip gazetelerini beyaz ekmek, helva, beyaz üzüm olurdu nevaleleri. Çok şaşırırdım ekmek arası yedikleri helvaya. ( Belki de onlardan kaldı helvayla üzümü sevmem. Helvayı severim ama hala ekmekle yemem. ) Araba dediğime bakmayın koca kamyonlar üstü tenteli. Ağır ağır tozu dumana katıp şehri terk ederlerdi gün batımına. Sanki onlar doldurup renk katıyorlarmış gibi sessizleşirdi şehrim. //ayşe’ce//

Sağlıklı mutlu huzurlu haftalar,

 
Yorum yapın

Yazan: 10 Kasım 2022 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

GİT BAŞIMDAN SİNOP

12.10.2022- Seyfullah ÇALIŞKAN

Ne zaman her taraf evlerle doldu? Bostancılıdan Gelincik’e inen yolun etrafı tamamen kapandı? Ayırdına varamadım. Sinop’a vardığımın en güzel resmi Bostancılı üzerinden adayı, iç denizi görmekti. Yıllarca bu manzara ile yolu bitirmiş olmanın mutluluğunu hissetmişimdir. Son zamanlarda zaten yolculuk Bostanlı’da sona ermiyor. Gelincik’e inip araba bariyerini geçip Kaleyazısı’na inmek gerek. Dişini biraz daha sıkarsan Ada’ya bile geçebilirsin. Trafik son yıllarda Sinop’un en önemli sorunlarından biri haline geldi. Yine de kendi haline kalsa bu işin üstesinden gelebilir. Çünkü Sinop’lu gerçekten uyumlu insandır. Birbirine yol verir. Yayalara da… Yabancı araç sürücüleri yaşadıkları yerin alışkanlıkları o küçük kasabaya taşıyınca ortalık karışıyor. Tersanede tek şerit yolda dörtlüleri yakıp balık almayı kolaysa gel de bana anlat. Arkada elli araç birikmiş.

İnsan yaşadığı yeri niye sever? Bu soruyu Vizontele filminde belediye başkanı kendisi sorup kendisi cevaplıyordu. Herkesin farklı sebepleri vardır. Benimki hiç karmaşık değil. Sokaklarında anılarım var. Ayakkabılarımın izi… Duvarlarda, ağaçlarda elimin izleri. Kazıklandığım esnafa kızmayı severim örneğin. Birlikte yaşadığım insanları, yitirdiklerimizin arkalarında bıraktığı boşluğu seviyorum.

Sinop’lular misafir sevmez. “Hoş geldiniz. Ne zaman geldiniz? Ne zaman gidiysiniz?” Misafire ne zaman gideceği sorulur mu? Hiç şık değil. Hatta çok ayıp… Misafir kendi bereketiyle gelir. En azından genel kabul böyle bir klişe üzerinden yürür. Canı ne zaman isterse o zaman gider. Yörüğün karnı doyunca gözü çarıklarında olurmuş. Bu da başka bir yakıştırma. Söylenenler doğru değildir. Sinop’lu misafir sever. Hatta fazla sever. Kendi insanını, akrabasını hısımını bir kenara itercesine sever. Kasabaya gelen yabancılara yardımcı olur. Konuşukladır, sıcaktır. Sadece artık yazları eskisi kadar boş vakti yoktur. Bir yılda iki ay süren çok yoğun bir turizm sezonu koşturmacası başladı. On yılı aşkın bir süreden beri yazları kimse kimsenin yüzünü görmeye fırsat bulamıyor. Küçük kasabada yaşayan insanların sayısından daha çok otomobil geliyormuş. Arabaya binip kasabadan çıkmak bir dert, çarşıya, pazara gitmek, kasabaya girip çarşıyı geçmek bir başka bela. Yatacak yer lazım, ekmek, su, eğlence lazım… İlla ki balık… Tam da av yasağı olan mevsim üstelik. Kolaysa gel yabancılara bunu sen anlat. Sinop’a kadar gittik, balık yemedik mi desin yani. Çok ayıp çok…

Küçük kasabaların küçük keyifleri vardır. Bunları uç uca eklerseniz kocaman olur. İki bira alıp iskeleye inersiniz. Güneş Akliman sularında yıkanırken. Siz ne Akliman’ı görürsünüz ne de güneşi. Sapı uzun kancalı bir çinakop iğnesi salarsınız sulara. Azıcık ağırlık yapsın diye yaprak kurşun. Hadi rasgele… İlla olacak diyemem ama parmağınızın ucunda ince bir kıpırtı. Dudağınızda biranın ekşi tadı. Çabuk çek. Kaçmasın sakın. O kadar hızlı da değil. Ağzını yırtarsın. Yaşam sevinci ve eğlence köşe başındaki bakkalda satılmaz. Bunu sakın unutma. Kendin yaratacaksın…

Herkesin zevki, keyif aldığı işler, olaylar, olgular başka başka… Ben Sinop pazarını severim örneğin. Hangisini mi? Bafralıların açık olanını değil, kapalı olanını. Sinoplu köylüler (genelde kadınlar) bahçelerinde ne varsa alıp getirir. Mısır unu satılır örneğin ve çorbalık… Yanında tarhana ve kestane toprağı… Ne kadar alakasız değil mi? Bu pazarda herkesin süt, peynir, tereyağı aldığı bir kadın vardır. Ve bu satıcı alıcı ilişkisi onlarca yıl sürer. Kestaneyi mevsiminde birçok pazarda bulabilirsiniz. Ama kudret Narı satanı bulmanız imkânsızdır. Uvaz, yabani erikler, alıç ve zılbıt (Kaldırak- zıbıdık) Kasabanın sonbaharını sevdiğim gibi pazarın da sonbaharını da severim. Domateslerin, biberlerin sonunu… İncirlerin başladığı zamanları… Sütlek mısırın pazara geldiği zamanları. Kanlıca başlamıştı tam de Eylül ortasında. Ama en çok halı saçağı vardı. Kelter kelter küfeler dolusu kanlıca. Bazı toptancılar daha minibüsten iner inmez köylülerin getirdiği peynirleri toplar. Mantarları, kestaneleri…

Ekim 2021-İzmir-Seyfullah ÇALIŞKAN

 
Yorum yapın

Yazan: 12 Ekim 2022 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , ,