İlay Çelik Sezer – TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi- Depreme Dayanıklı Yapılara Yönelik Yeni Teknolojiler
Rijitlik ve Dayanım:
Yapıların uygun düşey ve yatay (ama özellikle de yatay) rijitliğe ve dayanıma sahip olması gerekiyor. Yapılar kendi kendilerine ayakta kalabilmeleri için çoğunlukla zaten düşey doğrultuda belirli bir dayanıma sahip olacak şekilde inşa ediliyor. Ancak depremler binaya düşey yüklere ek olarak yatay yükler de getirdiği için yatay doğrultudaki dayanımının ayrıca ele alınması gerekiyor.
Planda ve Düşeyde Düzenlilik:
Bu özellik binanın yatay yönde itki aldığında nasıl hareket ettiği ile ilgili. Deprem güvenliği alanındaki uzmanlar deprem sırasında binanın her yerinin eşit derecede hareket etmesini, böylece enerjiyi herhangi bir tarafa daha fazla kuvvet gelmeyecek şekilde dağıtmasını ister. Eğer binanın planında veya düşeyde düzensizlik varsa bina sarsıldığında zayıf noktalarda hasar meydana gelebilir ve bu hasar binanın tamamına yönelik bir hasarı da beraberinde getirebilir.
Yedekli Tedbirler:
Uzmanlar binalarda depreme dayanıklılığa yönelik birden fazla stratejinin kullanılması gerektiği, böylece birinin bir şekilde işe yaramaması durumunda binayı koruyan diğer tedbirlerin de hazır bulunması gerektiği konusunda hemfikir. Temel: Sağlam bir temel depremler ya da başka afetler söz konusu olsun ya da olmasın tüm binaların sahip olması gereken önemli bir özellik. Farklı zeminler, binaların temellerinin farklı şekillerde sağlamlaştırılmasını gerektiren farklı özelliklere sahiptir. İlgili profesyonellerin inşaata başlamadan önce zeminin özelliklerini iyi anlaması ve buna göre plan yapması çok önemlidir.
Kesintisiz Yük Zinciri:
Bu özellik binanın yapısal olan ya da olmayan tüm parçalarının birbirine sağlam bir zincir gibi bağlanmış olmasını ifade ediyor. Binada çok sayıda güçlü nokta bulunması, deprem ya da başka afetler sırasında etkiyen kuvvetlerin binanın belirli bir yerinde yıkıcı hasar oluşturmak yerine eşit şekilde dağılmasına yardımcı olur.
algılayıcılar depreme ilişkin sismik etkinlikleri belirlediğinde algılayıcı ağı bir hava kompresörüyle haberleşiyor ve kompresör uyarıdan sonraki yarım saniye içinde bina ile temeli arasına hava basıyor. Hava yastığı yapıyı yerden 3 santimetreye kadar kaldırarak yapıyı yıkıcı olabilecek kuvvetlerden yalıtıyor. Deprem sona erince kompresör devreden çıkıyor ve bina yeniden temeline oturuyor. Bazı deprem yalıtımı yöntemleri verimli ve ekonomik açıdan elverişli şekilde eski binalara da uygulanabildiği için avantajlı bulunuyor.
Darbe Emiciler: Binalara depreme karşı dayanım kazandırdığı kanıtlanmış bir diğer teknoloji de taşıt endüstrisinden ilham aldı. Motorlu taşıtlardaki istenmeyen sarsıntıları kontrol eden amortisörler, yoldaki sarsıntılardan kaynaklı kinetik enerjiyi bir hidrolik sıvı tarafından emilen ısı enerjisine dönüştürerek titreşimlerin şiddetini azaltır.
Ayşe Yaşar SARIKAYA- Bu gün, uzun zamandır söyleşi köşemizde konuk etmek istediğim bir iş adamı ile söyleşiyoruz. Deneyimli ve donanımlı konuğumuzun, gençlerimize meslek ve okul seçiminde, girişimcilerin de hangi adımları izleyeceği konusunda yararlı bilgiler vereceğini düşünüyorum. Anne tarafından Sinoplu olan konuğumuzu tanıyalım.
EKONOMIST SERKAN BEY- Davetiniz icin tesekkur ederim. Ekonomist ve yuksek bilgisayar muhendisiyim. İs hayatima ABD de bilgisayar programcisi olarak basladim. Oradaki 10 yillik is hayatimda zamanla Bilgi İslem Muduru ve Genel Mudur Yardimcisi oldum. ABD ‘den ayrildiktan sonra Turkiye-İngiltere es merkezli online finansal islem platformu kurdum. Zamanla bu sirket alaninda dunyanin taninmis sirketlerinden biri haline geldi.
Ayşe Yaşar SARIKAYA- Kuzenim ve bir sinoplu olarak başarılarınızdan gurur duyuyoruz. Siz, başarılı bir eğitim hayatı geçirdiniz. Bulunduğunuz konuma gelmek için hangi aşamalardan geçtiniz.
EKONOMİST SERKAN BEY- Ortaokul ve liseyi seckin bir Anadolu Lisesinde yatili okulda okudum. Okulum, Anadolu Lisesi sinavlarinda en basarili ogrencilerin girebildigi bir okul oldugu icin okuldaki ogrenciler hirsli ve rekabetci ogrencilerdi. Herkes her alanda en iyisi olmak icin cabaliyordu. Dersler, spor, genel kultur…Basari populerligi de getiriyordu. Populerlik de o yaslarda bircoklari icin en onemli motivasyon kaynagiydi. Universite sinavinda da tahmin edilecegi gibi Turkiye’nin en iyi okullarini kazandik. Brans secerken gelecekte onu acik, ayni zamanda da severek yapabilecegim branslari secmeye ozen gosterdim. En sevdigim ama gelecegi olmayan bir brans veya gelecegi olan ama sevmedigim bir brans olmamaliydi, ikisi arasinda denge olmaliydi. Finans ve teknoloji neredeyse her sirketin ihtiyac duydugu, gelecekte de parlak is firsatlari sunabilecek branslardi. O yuzden universite egitimimde ekonomi okumaya karar verdim.
A.Yaşar SARIKAYA- Öğrenim hayatınızda bilinçli adımlarla ilerlemişsiniz, üniversite sonrası da eminim dolu dolu geçmiştir.
EKONOMIST SERKAN BEY- Üniversite bitince bilgisayar muhendisligi yuksek lisansi yaparsam amacima ulasacaktim. Universite 3. siniftan itibaren ABD’deki okullari incelemeye basladim. Oradaki okullara kabul edilmek icin gereken sinavlara hazirlandim, benim icin en dogru okulu belirledim. Universite bitince de planladigim gibi ABD’de bilgisayar muhendisligi yuksek lisansina basladim. Hem ekonomi hem de bilgisayar programciligi sirketler tarafindan talep goren alanlar oldugu icin yuksek lisansin bitmesine 1 sene varken ABD’de is teklifi aldim ve is hayatim basladi.
Ayşe Yaşar SARIKAYA- Derneğimiz, yaşamı kırsallarda geçen ve eğitim süresince dershaneye giden özel ders alanlarla yarışan öğrencilere destek veriyor. Yaylalarda hayvan güderken, pazarda sebze meyve satarken, tarlada bağda bahçede çalışırken fırsat yaratarak test çözen gençlerimize eğitim desteği veriyoruz. 2008 yılından beri hakim, savcı, avukat, bilgisayar mühendisi, öğretmen, yazılımcı, mühendis mezun verdik. Artık koşullar gittikçe daha da zorlaşıyor, KPSS barajı, özel şirketlerin neredeyse on aşamalı işe alım sınavları gençleri çok zorluyor. Onlara bu konularda ne tavsiyelerde bulunursunuz.
EKONOMİST SERKAN BEY- Günümüzde hayata daha az sansli baslayanlarin elinde bizim jenerasyonda olmayan bir firsat var. O da internet. Dogru sekilde kullanilirsa her turlu bilgiye hizli ve kolay bir sekilde ulasilabilir. Eskiden cok uzakta oldugu icin gidilemeyen kutuphaneler, pahali oldugu icin alinamayan kitaplarla kiyaslandiginda internet bir hazine. Konu anlatimli ders videolari, cozumlu soru bankalari, forumlar ve bloglar bircok konuda ciddi fayda saglayabilir. Soylediginiz gibi insanlar hayat boyu bircok sinava giriyor. Once okullara giris icin sinavlar, sonra ise giris icin sinavlar. Okullar,sirketler adaylar arasinda en iyileri secmeye calisiyor. En iyilerin icine girmek icinde eldeki imkanlari en dogru sekilde degerlendirip hayata en donanimli sekilde hazirlanmak gerekiyor.
Ayşe Yaşar SARIKAYA- Girişimciler için, Sinop köylerinde üretim kolaylığı sağlayacak, yurt içi ve yurt dışı destekli hangi adımlar atılabilir veya küçük miktar paralarını nasıl değerlendirebilirler.
EKONOMİST SERKAN BEY- İs hayatinda buyuk sirketler her zaman daha iyi imkanlara sahiptir. Buyuk islem yaptigi icin pazarlik gucu vardir. Ayni kaynagi birden fazla alanda kullanabildigi icin maliyeti dusuktur. Sabit giderlerde is buyudukce avantaj elde edilir. Bu sebepten rekabetci olabilmeleri icin oncelikle birlik halinde haraket etmelerini oneririm. Hem arastirmalarinda hem de yatirim yaptiklarinda daha rekabetci olabilmeleri icin.
A.Yaşar SARIKAYA- Bizi kırmadığiniz ve söyleşimiz katıldığınız için derneğimiz adına çok teşekkür ederim. Söyleşimizin gençlerimize ışık olması dilegiyle, hoşça kalın.
Sinop mutfak kültürü alanında çalışma yapan herkese teşekkür ederek sözlerime başlamak istiyorum. Türküler, giysiler, yemekler, sözcükler coğrafyalarda gezginler gibi dolaşırlar. Gittiği her yerde coğrafyadan ve orada yaşayanlardan yeni ekler alarak yepyeni bir biçime bürünürler. Sac mantısını ilk defa, 2019 yılında Ayancıklı şef Özden KILIÇ’tan duydum. Ö.KILIÇ, Ebru AKEL’İN sunduğu Kendine İyi Bak TV Programına konuk olarak katılacaktı. Sinop kültürü ve tarihi hakkında bilgi alış verişinde bulunduk ve o zaman Bir İnci Memleketim kitabımda olan gerekli bilgileri kendisiyle paylaştım.
Sinop için çok güzel ve özel bir tanıtım programı oldu. Hem kestaneli baklava, hem de sac mantısı çok dikkat çekti. Sinop ilçe ve köylerinde bilinmeyen yemek çeşitlerini Sinop’a kazandırmak gerekiyordu.
Özden KILIÇ Ayancık giysisi ile programda
Ebru Akel sac mantısı yerken
Bu yemekleri kimden derlediğini ve kültürün Ayancık Kozsökü Köyüne nasıl geldiğini öğrenmek istedim. Şef Özden KILIÇ, derlediği SAC MANTISI yemek türünü kayda aldı ve bizimle paylaştı. Değerlerimizi koruduğu ve Sinop’a kazandırdığı için kendisine çok teşekkür ediyorum.
SAC MANTISI KÜLTÜRÜ AYANCIK KOZSÖKÜ KÖYÜ
ARAŞTIRMA VE DERLEME Özden KILIÇ
Sac mantısı kendimi bildim bileli evimizde yapılan bir yemek çeşididir. Çocukluğumda, annem bizim okuldan gelmemizi bekler ve biz de yapımı zahmetli olduğu için ona yardım ederdik. Aradan yıllar geçti, ben sac mantısı yapmaya devam ettim, kültürü de hiç unutmadım.
2009 yılında aşçılık yapmaya başladım. Sinop mutfağının yöresel yemeklerini yaparak unutulan bir çok yemeğimizi gün yüzüne çıkarmaya çalıştım. Benim kaynak kişim annemdir (68 yaşında Fikriye Öner), sac mantısını ondan öğrendim. Anneme kimden öğrendiğini sorduğumda, annesinden öğrendiğini anlattı (anneannem Elvide Öztürk şimdi 80 yaşında).
Anneannem de sac mantısı kültürünü genç bir kız iken, 75 yaşlarında olan babaannesi Ayse Çilesiz’den öğrenmiş. Sac mantısı kültürünün 3 kuşak öncesinden bu güne kadar geldiğini öğrendim.
Davutoğlu sülalesi diye bilinen sülelemizi geriye doğru araştırdığımda, önce Üsküdar daha sonra Kastamonu oradan da Sinop Ayancık Kozsökü Köyüne yerleşip hayatlarına burada devam ettiklerini öğrendim. Dedeler kasap ve maddi durumları gayet iyi olduğundan, sac mantısını haşlama kemikli etle veya kuşbaşı ile zenginleştirmişler ve düğün yemeği olarak hazırlamışlar. Bizler de bu yemeğin unutulmaması için yapmaya ve tanıtmaya devam ediyoruz. 2019 tarihinde Show TV yayınlanan Ebru Akel’in sunduğu Kendine İyi Bak TV Programında bana ait olan MANTININ ŞAHI sloganı ile ilk defa sac mantısını Türkiye’ye tanıtmış olduk. ”
Bu bilgiler ile Kültür Bakanlığı Folklor Araştırmacısı arkadaşlarımla görüştüm. Sac mantısı yemek türünün hangi yörelerde yapıldığını sordum. Türkiye genelinde mutfak çalışması yaptıkları için, hemen o yemek çeşidi KASTAMONU ilinde börek olarak yapılıyor dediler. Özden Hanım’ın 3. kuşak akrabalarının yüzlerce yıl önce Kastamonu’dan Ayancık Kozsökü Köyüne gelerek, kültürü de Kastamonu’dan Kozsökü Köyüne getirdikleri anlaşılmış oldu.
Sinop literatürüne yeni bir yemek türü kazandıran Sef Özden KILIÇ’A teşekkür ediyor, çalışmalarında başarılar diliyoruz.
Bu bayram da halk içindeydik. Girdaplara sıkışan ve çözüm yolu bulamayanlara ışık olmaktı amacımız. Yine içimiz ezildi, yine yüreğimiz yandı. Yanımızda olan BİLKE ANNELERİNE teşekkür ediyoruz.
Devlet duyarlılığı bekliyoruz, bu bizim hakkımız. Vatandaşlarımızı bilinçli olmaya, devlet yetkililerini de eksikliklerin giderilmesi için göreve davet ediyoruz.
Enflasyon almış başını giderken, halkın alım gücü de azaldı, maaşlar pul oldu. Bayram geldi gelmesine de, kimsesizlikten ve de yokluktan sessizce ağlayan insanlar varken, duyarsızların enflasyon artar gibi artması BAYRAM GELMİŞ NEYİME türküsünü aklımıza getirdi. Muğla basınının tanınan isimlerinden gazeteci Hasan Telli’nin yazısını sizlerle paylaşıyoruz. BİLKE
BAYRAM GELMİŞ NEYİME
Geceler yarim oldu
Anam anam garibem
Ağlamak karim oldu
Anam anam anam garibem
Ama radyoda yükselen ses başka şu anda,sevmek korkulu rüya, aldanmak büyük acı, hangi kapıyı çalsam karşımda buruk acı…..!
Biraz üşüyorum sanki tuşlara her basışımda içimdeki geçmişe bir davetiye yolluyor gönlüm.
Bayrama girmiş saatler, ama aslında esas bayramlar geçmişte ne kalmış, nede yazar, bir ah sa eğer ne ah…!
***
İlk bayramlığımı hatırlayamıyorum ne kadar zorlasam da beynimi. O kısım anılarımdan silinmiş sanki, ah sakallarım benim, beynimin ve ruhumun sakalları boşu boşuna ağarmadınız siz, unutkanlık sanki bitmez bir deprem bende.
***
Her dertten yıkılmazdım
Anam anam garibem
Sebebim zalim oldu
Anam anam anam garibem
Geçmişi hatırlarken bir ah kopuyor içimden, hadi sende çek benimle ki çıksın gün yüzüne eski resimler. Önce babamın annesi benim babaannem, onun kutlardık bayramını nede olsa beni büyüten oydu. Şimdi gene bir ah… Annem babam ve kardeşim, büyük ve hiç büyümeyen ben.
***
Heyt..be..bre..! anılar nasılda yaprak döküyorsunuz şimdi, sizde de mi sonbahar be canım.!
Dereden tepeden bayramları anlatırken, türkülerin de hatırı kalmasın. Türkülerimizde aklınıza gelebilecek bütün toplumsal olaylar işlenmiş. Ulusumuz, yüzyıllar boyu elemlerini, neşesini, övüncünü, hicivlerini türkülere dökmüş, onlarla teselli bulmuş, onlarla iletişimini tamamlamış.
Bayramlarda nişanlı kızlara oğlan evi tarafından “Bayramlık sunulurdu. Bayramlık ziynet eşyası ve giyecek türleri olabilirdi. Bu armağan nişanlı kızın yüzünü güldürür, sevindirirdi. Gelin gideceği evin fertlerine muhabbet duydururdu. Bayram dışında da “nişanlı görme” geleneğinde nişanlı erkeğin bir armağan götürmesi gerekirdi.
***
Bayram gelmiş neyime
Anam anam garibem
Kan damlar yüreğime
Anam anam anam garibem
Hüzün ve bayramın aslında bir arada olmaması gerekiyor. Zira bayram kederden, acıdan, hüzünden uzaktır.
“Bu gece bayram gecesi / Her taraf mavi, pembe, mor / Bu gece bayram gecesi; / İçim içime sığmıyor. / Görünüyor suyun dibi: / Mahalle, komşular falan / Her şey bıraktığım gibi, / Babamın öldüğü yalan! / Dördüncü kapı bizim ev, / Ben mangalın başındayım. / İki gözüm alev alev: / Bu gece on yaşındayım! / Sofalarda birer birer /Karpuz lâmbalar yakılmış.. / Gözüme uyku mu girer: / Aklıma “çın çın” takılmış! / Her şeyimi dizdim şöylece, / Fotinim, elbisem, tamam.. / Beni affedin bu gece, / Kirpiklerim uyuyamam!”
Bu bayram, yetim, öksüz ve acılı çocukları biraz sevindirme zamanı!
23 Nisan günü, arkadaşlarla birlikte ATAEVİ açılışına katıldık. Yıllar önce, Muzaffer öğretmeni söyleşi için aynı evde ziyaret edişlerim geldi aklıma. Onun kadar zarif, onun kadar ince ve hassas insan, inanın çok az gördüm.
Bir gün TV kanalları bozulmuştu, yanımda olan yeğenim hemen ayarlayıverdi. Çok sevinmişti, bize çay ikram etmek istedi. Zahmet etmeyin desem de beni dinlemedi. Mutfak alt katta, oturduğumuz oda ise 2. katta idi. Merdivenlerden iniyor, ben lütfen siz inmeyin ben hazırlarım diyorum, kabul etmiyordu. Merdivenleri beraber inip, beraber çıktık, istemese de tepsiyi ben aldım. Canım öğretmenim bize kuru pasta da ikram etti. Tertemiz ve düzenli evinde, bana yazacağım kitabım için hayatını ve eski Sinop’u anlattı. Kamera kaydı istemedi, görüşmemiz uzun olacağı için onun izni ile teyp kasetine kaydettim.
“1924’te ismi ile geldi, cumhuriyet kuruldu muzaffer olduk zaferi kazandık onun için dedem adımı Muzaffer koymuş”diyerek anlattı. Atatürk ve ilkelerine bağlı, Cumhuriyete saygılı ve yurt sevgisi ile dopdoluydu. Yaşı ilerlemişti ama hafızası tap tazeydi. Anlattıklarını hayranlıkla dinledim ve kaydettim.
Muzaffer öğretmenim, RUHUN ŞAD olsun, evin ATAEVİ oldu. Yılmaz YAVUZ öğretmeni bu güzel çalışması için kutluyor ve başarılar diliyorum.
İstiklal İlkokulu öğrencisiyken, unutamadığım öğretmenlerden biri olan Muzaffer öğretmenimle 2007 Haziranında görüştüm. Benim sınıf öğretmenim değildi ama hanımefendi, saygın kimliği ile her öğrencide iz bırakmıştı. Ona, eski yıllarda şehir merkezinde yaşam konusunu sordum. Eski Sinoplu olduğunu bildiğim için onun neler anlatacağını merak ediyordum. Kendisini, belediye binası karşısındaki ahşap evinde ziyaret ettim. Yaşlansa da yine çağdaş, asil ve zarifti. Kapının önündeki taş sahanlık tertemizdi. Hani halk arasında “yoğurt dök yala” sözü vardır ya. Öğretmenimin evinin her köşesi işte öyleydi. Konu eskilerden açıldı ve ailesinin hikayesi ile söze başladı:
“Dedem Çanakkale 57. alayda subaymış. Dedem Sinoplu. Sülaleye Hacı Karamamet derler. Aile tamamen Sinop yerlisidir. Dedemin Üsküdar Beykoz’da evi var. Ben Beykoz doğumluyum. Dedemin soyadı İnanır’dır. O zaman büyük annemler İstanbul’da oturuyorlar, Dedem Galiçya’da, Trablus’ta, Çanakkale’de, Halep, Şam’da savaşmış. Büyük anneme İstanbul’da ev satın almışlar. Dedem Trablusgarp’ta İngilizlere esir düşünce, Mısır’da 4 sene esir kalmış. Dedemin madalyası 1916 tarihli. Savaştan savaşa gitmiş, Sinop’a geldiğinde çok yorgundu. Benim adımı da o koymuş. 1924’te ismi ile geldi diye, cumhuriyet kurulduğu için muzaffer olduk zaferi kazandık diye adımı Muzaffer koymuş.
Annem evleniyor. Halin arkasında ahşap bir ev vardı. Dedem Sinop’a gelince babama işte size ev güle güle oturun diyor. Yangın olunca o ev yanmış, annem ev satılınca para getirmişti. Aradan zaman geçiyor, sebep nedir bilmiyorum babam evi eşyayı topluyor, çeyiz sandığına varıncaya kadar alıp hepimizi memleketi olan Sivas- Şarkışla’nın köyüne götürüyor. Orda kayınvalide, görümce, amcaları yer ve köy evi veriyorlar. Aile babamı annemden kaçırıyor, annem garip kalıyor. Bir amcam bizimle ilgilenirmiş sadece. Annem perişan olmuş, dedemi haberdar etmiş. Annemin Şarkışla’daki durumunu öğrenince, dedem durumu askeriyeye bildiriyor. Kızım 2 çocukla Sivas’ta bakımsız bir durumda kaldı diyor. Asker köyde kapıya dayanıyor, annemi ve 2 çocuğu alıyor. Üstümüzde başımızda ne varsa o şekilde çıkıyoruz. O zaman daha okula başlamamıştım. Eşyalarımızı bırakıp Sinop’a geliyoruz. Dedem tek kızım var, onlara ben bakarım diyor. El birliği ile akrabalar yardım ediyor. Annem boşanma için dava açıyor, belki nafaka alırım diye.
Dedem bizi Sinop’ta büyütüyor. Askeriyeden emekli olup ev alıyor. Satılınca kuran hocası Musa Hoca almıştı. 18 sene sonra kapıya amcam geliyor. Ben çocukları almaya geldim diyor. Annem gelirken hamile imiş. Dedem ne yüzle geldin diyor. Ben o zaman öğretmen okulu son sınıfta idim. Amcam bir gece kaldı gitti. Benim ilkokul öğretmenim, Zehra tarı idi. İlkokul, ortaokulu Sinop’ta bitirdim. Zaten Sinop’ta başka okul yoktu. İnebolu’da, Türkçe öğretmeni Sinoplu Dilaver Bey vardı. Ortaokulu bitiren gençler ya Kastamonu’ya, ya da İnebolu’ya giderlerdi. Sinop’a vapur gelirdi, Sinoplu çocuklar sırtlarında torbaları, lise okumak için İnebolu’ya giderlerdi. Dilaver Bey onlara kucak açtı. Dilaver Bey benim 4. sınıf öğretmenimdi. İstiklalde öğretmendi sonra İnebolu’ya gitti.
Ben İstanbul Çapa Öğretmen okulunda 3 yıl okudum. Dedemin ahbabı çoktu, gündüzlü gittim. Çapa o zamanın üniversitesi gibiydi. Ben mezun olduğumda, köy enstitüleri binaları yeni yapılıyordu. Mezun oldum 1943 yılında İstiklal okulunda göreve başladım. Ortaokul o zamanlar 3 yıldı. O zaman müdür Mithat Beydi. Önce Nuri Beydi sonra Mithat Bey oldu. Şimdiki Kültür Binası okuldu. Öbür bina tütün deposu idi. 2. dünya savaşında oraya asker koydular. Alayın yeri ise Boyabat’tı.
Sinop halkının giyimi eskiden çok güzeldi. Sinop erkeği ve kadını çok temiz giyiniyordu. Sinop belki de kıyafeti ve kültürü ile Karadeniz’in İstanbul’a ayar bir şehri idi. Hanımlar üstüne manto, ayağına çorap giyer, pırıl, pırıl ayakkabısı ile dışarı çıkardı.
Hanımlar düğünde günlük giysi de giyerlerdi. Düğünün kınasında bindallı giyerlerdi. Gelin almada ise beyaz gelinlik. Benim büyük annem cumhuriyetten önce parlak saten kumaştan atlas gelinlik giymiş. O günlerin hamamlarını arıyorum. Terkos yoktu. Zeytinlikten su gelirdi. Depolara dolardı. Biz çeşmeden alıyorduk. Para ile su taşıyıcıları vardı. Günlük kullanmaya, çamaşır yıkamaya para ile merkeple Hüseyin efendi isminde biri vardı o getirirdi. Ondan alırdık. Çok ihtiyacımız olursa bir sefer daha getirtirdik. Şimdiki gibi büyük pazar yoktu. Kaleyazısında çeşmenin etrafında bir pazar vardı. Bir de halin arkasında meyve pazarı olurdu.
Bizim İstanbul’dan getirilen 2 tane pompalı gaz ocağımız vardı. Arada havası kalır da pompalardık. Halk, yemeğini ocakta pişirirdi. Dağdan gelen odundan, kara kömür hazırlanırdı. Ormandan ağaç alıp ondan kömür yapılır, satılırdı. Sinop’a onun ustaları gelirmiş. Odunlar havasız yerde için, için yakılır kıvamı gelince delikleri kapatılıp söndürülürmüş. Kül olmaz, kömür olurdu. Onu merkeplerle atlarla çuvallarda satarlardı, isteyen alırdı. Evlerde maltızlarda kullanılırdı. Eskiden böyle yaşanırdı.”
Muzaffer öğretmenime sağlığında saygılarımı, sevgilerimi ve teşekkürlerimi sundum. Fakat kitap baskıya girmeden rahmetli oldu. Kendisini rahmetle, saygıyla ve hasretle anıyorum. Değerli öğretmenimin anlattıkları içinde, eski günler aydınlanıverdi. Anlatılanlardan, Sinop’un eskiden de bir memur şehri olduğu anlaşılıyordu.
Benim çocukluğumda, şehir merkezinde memur, esnaf ve radar işçileri yaşarken; adada hayvan beslenir ve bahçe yapılırdı. Annem süt ve yeşil sebzeyi, ada halkından satın alırdı. Bahçeler adı ile alınan yerde de, sebze ve meyve yetiştirilirdi. Bahçeler, toprağında iyi bahçe ürünü yetiştiğinden bu adı almıştı. (Yaşar SARIKAYA- Bir İnci Memleketim-2010, s, 283-286)
Biz, olumsuzluklarla mücadele eden çalışkan kadınlarımızın yanında oluyor ve onlarla zamanımızı paylaşıyoruz. Bu gün yine dernekte onlarla beraberdik. Güzel bir gündü, yeni yaşamlar, yeni hikayeler öğrendik. Üreten kadınlarımızın kadınlar gününü kutladık. Tüm kadınlarımızın KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN.
İyi bir aile eğitimi almış, yokluk nedir bilmeyen, her şey istemeden önüne gelen bir arkadaşımın yorumunu yıllardır hafızamın bir köşesinde saklıyorum.
“Bir kadın nasıl kuma gider, aklı mı yok, bunlar insan değil” demişti. Çaresiz kalmayanların, masa başında çare üretmesine, “ekmek bulamazlarsa pasta yesinler” anlayışına tanık olmayı istemezdim.
Anadolu’da döve döve kuma verilenler, babasının borcu karşılığı satılanlar, elleri bağlı sürükleye sürükleye götürülenler var, daha neler neler var… Kadın ya, eksik etek, onun görüşü onun fikri mi olur diye düşünenlerin yediği bu haltları yazmaya devam edersem benim de içim kaldırmayacak eminim sizin de.
Köyde derleme yaparken yaşlı bir teyzenin dediği geldi aklıma:
” A kızım ne edelim, uçam desem uçamıyon, kaçam desem kaçamıyon kaldık buralardahapis gibi” diyerek tertemiz duygularını ifade etmişti.
Eşitlik ilkesi sisteme yerleşse ve bu örnekler yaşanmasa. Beklerken boş durmuyor, sistemin içinde ezilen kadınlarımızın yanında olmaya devam ediyoruz.
Abdül, kıvır kıvır kısa siyah saçları ile Afrika’nın kavurucu sıcağında gözlerini kısarak gökyüzüne baktı. Gülmek istiyor, gülemiyordu. Çok yukarılarda uçan bir kuş gördü, biraz sonra gözden kaybetti. Kuşlar ne kadar özgürdüler, istedikleri zaman kanatlarını çırpıp istedikleri yere gidiyorlar diye düşündü. “Bir gün o kuşlar gibi ben de özgür olacağım” dedi içinden.
Bir sesle irkildi Abdül:
“Gel şunu al, babana götür”.
Çocuk yaşta olmasına rağmen elleri çalışmaktan nasırlaşmıştı, Senegal’in sıcağında bir o işe bir bu işe koşturuyordu. Senegal nehrine yakın küçük bir köy evinde yaşıyordu. Gün içinde o kadar yoruluyordu ki, günün en sevdiği anı uyuduğu zamanlardı. O zaman, yüzünü bile hatırlamakta güçlük çektiği annesini rüyasında görüyor, onunla hasret gideriyordu.
Abdül annesini çok küçük yaşta kaybetmişti, simasını hayal meyal hatırlıyordu. Geceleri inci gibi beyaz dişleri ve simsiyah gözleriyle sessizce kendi kendine konuşuyordu.
“Bir gün o kuşlar gibi ben de özgür olacağım”.
O hayat ona sıkıcı geliyordu. Aslında yediği, içtiği yanındaydı, sıkıntısı yoktu denebilirdi ama anne hasreti bambaşkaydı. Abdül yaşlandığında bile bu eksikliği gideremeyecekti, çocukları ve hatta torunları olacak ama annesini asla unutamayacaktı, yerini hiçbir şey dolduramayacaktı.
Günün en sevdiği kısmı düşündüklerini geceleri rüyalarda görmekti. Bir sabah erkenden:
“ Abdül kalk hadi” diyen ses ve tekmeyle uyandığında, çok ama çok korkmuştu. Sabahları artık hep böyle uyandırılacaktı ve yapacağı işler sıralanacak, bunları çabuk ve temiz yapması istenecekti. Kendisinden birkaç yaş büyük bir arkadaşı ile tarlada büyük bir kayayı yerinden çıkarmak için tüm gün uğraşmışlardı. O tarla sürülecekti, ama kayayı yerinden oynatmak zordu. Ellerinde hiç alet edevat yoktu, temin etmek de imkansızdı. Zaten köyleri Mali sınırında ve Dakar’a çok uzaktı.
İşleri bitince arkadaşına:
“Ben bu köyden kaçacağım” dedi o günün akşamı.
“Delirdin mi sen Abdül, nereye gideceksin, nasıl geçineceksin” dedi arkadaşı Yusuf (Youssouf).
Kısa bir münakaşadan sonra Yusuf’un aklını çeldi ve 2 gün sonra köyden kaçtılar. Trene kaçak binip Dakar’a kadar geldiler. Gece Yusuf Abdül’ün rüyasında konuştuğunu ve:
“işte, oradan doğru”, dediğini duydu. Sabah sordu;
“gece rüyanda işte oradan doğru dedin, ne anlama geliyor?” Abdül ise;
“Bilmiyorum, gerçekten öyle mi dedim.”
Kaçakların Dakar macerası uzun sürmeyecek, Yusuf ve Abdül’ün babaları onları bulup köylerine geri getireceklerdi. Fakat Yusuf Abdül’ün uykusunda konuştuğuna tekrar şahit olacaktı. Abdül annesini düşünüp:
“ah keşke annem hayatta olsa, beni ne güzel uyandırırdı”, diye düşündü.
Hep böyle olmasını istediği halde, bir de üstelik kaçış sonrası sabahları daha sert bir şekilde uyandırılıyor olacaktı.
Abdül hep asırlar önce zincire vurulmuş ve köle yapılmış atalarını düşünürdü. Ben de bir nev’i köleyim aslında, zincirler ellerime ve ayaklarıma vurulmak yerine, ruhuma asılı diyordu kendi kendine. Ne zaman bu prangalardan kurtulursam işte o zaman ruhumu özgür bırakabilirim ve yaralarımdan kurtulurum. Kim bilir belki bir gün o kuşlar kadar özgür olabilirim.
Bu düşüncesini gerçekleştirdi, 21 yaşında Avrupa’ya gitti, Afrika’yı, Senegal’i çok sevmesine rağmen, ruhunu özgür bırakmayı ve kuşlar gibi rota tayin etmeyi tercih etti.
Bir gün Paris’te Eiffel Kulesi’ni arayan birkaç Türk uzun boylu bir siyahi adamla karşılaştılar, dişleri inci gibi beyaz, saçları kır, kocaman elleri ile kararlı gözlerle bakıyordu. Ona soru sordular, o da turistlere yardımcı oldu.
“Eiffel’e şöyle gideceksiniz, işte oradan doğru, önce sağ, sonra direkt.”
Türk turistler, teşekkür ettiler adama, gülüştüler:
” ne kadar yakınmış o kadar çok aradık ki” dediler. Adamın yol ve yer tarifine hayran oldular.
İşte oradan doğru, ilgilerini çekti ve bu söze hep beraber gülüştüler.
Ama “işte oradan doğru” aslında Abdül’dü, Abdül’ün hayat hikayesiydi.
Bir çocuk, elindeki yalama şekerini sevdiği kişiye verirken gördünüz mü hiç? Şekeri yalarken, ondan vaz geçer ve tertemiz duygularla sevdiğine uzatır. Değer verdiği şeyi, değer verdiği birine uzattığı o an duygularını ölçmek mümkün olsaydı.
Her birimizin, değerli saydığı kişisel kabulleri vardır. Kimi acısız yemek yemez, kimi de acılı yemez. Kimi kitap okumayı çok sever, kimi de eğlenmeyi kitap okumaya tercih eder.
Para kazanmak ve mal üstüne mal yığmak çok değerlidir kimine. Kimine de insanca düşünmek ve uygulamak. Bu açıdan baktığımızda insanların değer verdiği şeyler, yaşamındaki öncelikleri belirler.
Evrensel boyutta bakarsak, dünyanın neresinde olursak olalım, değişmeyen insani değerler vardır. Doğru dürüst olmak, kişisel kazanç için her şeyi, herkesi harcamamak, doğaya zarar vermemek gibi. Bilimsel çalışmaların zamanı aşarak, insanlığa ışık tutması gibi. Tesla ve Edison’un insanlık tarihinden silinemeyen değer olduğu gibi.
Eğitim sistemi, değerler derslerini programlarına almalı mı? Ezberci çocuklar yetiştirmek yerine, değerleri ölçebilen, aklını kullanan çocuklar yetişmeli. Başlığı, aşağıdaki akademik çalışmadan aldım:
“Değer ve değerler; hem felsefede hem de başta sosyoloji, psikoloji ve antropoloji olmak üzere diğer sosyal bilimler literatüründe sıkça tartışılan konulardan biridir. Değerler, üzerinde çok durulan bir konu olmasına rağmen henüz kavramsal olarak yeterince açıklığa kavuşturulmuş değildir (Anar, 1983:8; Dilmaç, 2002). Değerlerle ilgili tartışmalar; değerlerin tanımı, kaynağı, relativ mi yoksa mutlak mı oldukları, önem sırası, kim tarafından ve nasıl korunması gerektiği, birey ve toplum yaşamı için önemi ve nihayetinde bireylere değerlerin öğretilmesi, benimsetilmesi ve içselleştirmeleri amacıyla izlenecek doğru metodun hangisi olduğu vb. konularda devam etmektedir. Buna rağmen, yapılan bir araştırmaya göre Milli Eğitim Sistemimizde tarihsel süreç içerisinde değerlerin öğretim programlarında yeterince yer almadığı sonucuna varılmıştır (Yaşaroğlu, 2013).“Mehmet YAZICI-Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler DergisiFırat University Journal of Social Science Cilt: 24, Sayı: 1, Sayfa: 209-223, ELAZIĞ-2014
Sosyal değişimde, değerleri yaşamsal olarak gözleyebiliriz. Tarihe imzasını atan kahramanların, değerleri gözetenlerini, gözetmeyenlerini kolaylıkla anlarız. Hitit yazıtlarında bile bu örnekleri görmekteyiz.
Toplumsal bilincin oluşması için değerler konusunu göz ardı edemeyiz. Yoksa, sayı çokluğunu elde eden, gücü elinde bulunduran kendi yarattığı değerleri dayatacaktır. Oysa değerler, padişah olsan da aynı, hamal olsan da aynıdır. Kazandığımız ve yaşatabildiğimiz değerler kadar varız.
MUTFAK KÜLTÜRÜNÜN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ BAKIMINDAN YÖRESEL YİYECEKLERİN MENÜLERDE YER ALMA DÜZEYİ: SİNOP ÖLÇEĞİNDE BİR ARAŞTIRMA- Öğr. Gör. Şaban KARGİGLİOĞLU -Sinop Üniversitesi, Aşçılık Programı- Öğr. Gör. Sibel AYYILDIZ- Karabük Üniversitesi, Aşçılık Programı
Öz Yöresel yemekler, o bölgede gelenek haline gelmiş, kültüre yerleşmiş ve halk tarafından diğer yemeklerden üstün tutulan yiyeceklerdir. Bunların oluşumunda coğrafi konum, üretim şekli, tarihsel gelişim, ekonomik ve kültürel ilişkiler, inanç ve etnik durum gibi faktörler etkili olabilmektedir.
Bu çalışmada, Sinop ilinin mutfak kültürünün sürdürülebilirliği bakımından bölgeye özgü yiyeceklerin yiyecek içecek işletmelerinin menülerinde ne ölçüde yer aldığını ortaya konulması amaçlanmıştır. Çalışmanın örneklemini, Sinop ilindeki yiyecek içecek işletmeleri oluşturmaktadır. Çalışmada yöresel yiyeceklerin envanteri için yerel halktan konu ile bilgisi olan birkaç kişi ile görüşülmüş ve yiyecek içecek işletmelerinin menüleri içerik analizi yapılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre Sinop’a özgü yöresel yiyeceklerin Sinop Merkez’deki yiyecek içecek işletmelerinin menülerinde yer aldığı ve özellikle “Mantı”nın ön planda olduğu ortaya çıkarılmıştır. Araştırmanın sonucunda; turizm planlayıcılarına ve yiyecek içecek işletmelerine bir takım önerilerde bulunulmuştur.
Yükseklere çıkıldıkça mimaride estetik kaybolur bilgisine, ekleyeceğim notlar olacak. Orta ve Batı Karadeniz Bölgesi göçerleri, neden yüksek dağlık bölgelere yerleştiler sorusunu sormalıyız kendimize? Göç mağdurlarının en büyük kıyımı, en acımasız olayların tanıkları, ölülerini yolda, derede, tepede, ormanda mezar bile yapamadan bırakarak zorunlu dağlara yerleşen topluluklardır çünkü. Acilen ev yapmalı, başını sokmalıdır. Yüz yılların mağduriyeti, genetik olarak insan beyninde nesilden nesile ne büyük hasarlar bırakmış olmalı ki, bu sorunlarından bihaber olanlar çoktur. A.Y.SARIKAYA –Bir İnci Memleketim( GÖÇ DETAYI)
SİNOP’UN KÜLTÜREL COĞRAFYASI(Seyfullah GÜL)
Sinop tarihini belgeleyen sivil mimarlık örneği yapıları il merkezinde Tuzcular Caddesi, Kemalettin Sami Paşa Caddesi, Yüksek Kaldırım ve Kuru Çeşme sokakta eski dokularını korumaktadırlar. Yine tarihi Ayancık evleri ile kestane ağaçlarından yapılan bir veya iki katlı, taş çatılı ahşap oyma süslemeleri olan köy evleri önemli sivil mimari örnekleridir. Yöre sivil mimarisinde tarihi Boyabat evlerinin de önemli bir yeri vardır. Boyabat Kalesi çevresindeki tepelerin yamaçlarına ve eteklerine yerleşmiş olan bu evler kale manzaralarıyla dikkat çekmektedir. Türkeli’ndeki tarihi Kirtoz ve Kirtozaltı evleri yörenin ahşap mimari tarzını yansıtan örnekler taşımaktadır.
TUZCULAR CADDESİ
Yine geçirdiği üç büyük yangına rağmen Gerze, sivil mimari özelliğine sahip yapılarıyla dikkat çekmektedir. Sinop’taki sivil mimari örneği yapıların önemli özelliği işlevleridir. Bu yapıların yer seçimi, kullanılan malzeme, kat ve oda sayısı, bahçe düzeni vb. dikkate alınan her özelliğinde ev sahibinin ekonomik durumu ve yaşam biçiminin etkisi görülür.
GERZE YANGINI
Batıda Türkeli’den başlayıp doğuda Gerze’ye kadar uzanan Karadeniz kıyı kuşağı, Sinop merkez ilçe ve iç kesimde Boyabat yöresinde konak olarak nitelenen mimari yapılarda ön plana çıkan özellik estetik ve manzaradır. Kıyıdan uzaklaştıkça estetik kaygı daha geri planda kalmıştır. Ancak bu yöredeki diğer sivil mimari yapıların estetik ve incelikten uzak olduğu anlamına gelmez. Bu yapılar çoğu çağdaş tasarımda olmayan birçok mimari özelliğe sahiptirler. Sivil mimarilerin yapımında görev alan yöre ustaları her biri bir mimar ve mühendis olmasa da yılların verdiği deneyimle konutları bir nakış gibi işlemiş, konutta hem kendi becerisini hem de konut sahibinin arzu ve isteklerini bir sentez şeklinde ortaya koymuştur. Yöredeki sivil mimari yapılarında işlevden sonra gelen ikinci unsur mahremiyettir.
Türk İslam kültürünün önemli etkilerinin görüldüğü bu yapılarda yöre halkının inanç, gelenek ve görenekleri evin her bölümünde yerini almıştır. Meskenin yapılacağı yerin seçimi, mesken planı, avlu, cephe düzeni, odalardaki abdestlikler ile pencerenin baktığı yönün seçimi gibi birçok özellik buna örnek olarak gösterilebilir.