RSS

Kategori arşivi: Yaşar Sarıkaya yazılar

6 YAŞINDA KÜÇÜK BİR KIZDI

27. 04.2021-A.Yaşar SARIKAYA

6 yaşında küçük bir kız çocuğuydu. Kimsesi yoktu, uzak akrabalarından biri getirdi yuvaya ve nöbetçi öğretmene teslim etti. Sevimli yavrucuğun ayağında çiçekli Boyabat şalvarı, başında da yazması vardı. Yırtık şalvar, el teyeli ile dikilmiş yama üstüne yama doluydu. Üstünde ise bayağı eskimiş bir kazak.

Elinden hiç bırakmadığı küçük bez torba içinde, salkımlarından ayrılmış, gelene kadar da epeyce ezilmiş üzüm taneleri, birkaç tane ceviz ve bir parça da ekmek vardı.

40 yıl önce, yurt öğretmenliği, biz öğretmenlere unutamayacağımız deneyimler yaşatmıştı. Küçük kızın o sahnesi ne zaman aklıma gelse, küçüklüğün içindeki büyüklüğün gücünde kayboluyordum.

Akrabası bıraktı gitti, nöbetçi öğretmen de çok yakından ilgilendi.

“Yeni giysiler giyelim mi kızım” dedi.

“Giymem” dedi kız.

Öğretmen mümkün değil ikna edemedi. Küçük kız yuvasının, anasının, babasının kokusunu, anılarını taşıyan giysilerini çıkartmak istemiyordu. 6 yaşında bir çocuk, trafik kazasında anasını babasını kaybetmiş, hayatta kimsesi kalmamıştı. Bildiği sevgiler tümüyle yitmiş, yabancı hiç bilmediği bir yere getirilmişti. Tüm sevgiler yüreğinde koskocaman olmuş, onları küçücük bedeninde taşıyor, dışarıya da yansıtıyordu.

Banyo gününde, arkadaşları ile birlikte banyoya girince giysileri çıkarmak zorunda kalmıştı. Artık giysiler de yıkanacaktı. Banyodan çıkınca hemen giysilerini aradı. Banyo annesi,

“yıkadım kızım, kuruyunca buradan alırsın” dedi. 

Yeni giysilerini giydirdi banyo annesi şefkatle, sevgiyle. Artık eski giysilerini unutur diye düşünüyorduk. Hiç de öyle olmadı.

Yuvada yıkanan ve kuruyan çamaşırlar giysi odasına gelir, oradaki görevli anne onları tasnif eder, ütüler, katlar, raflara koyardı. Bizim kız o odaya girip, günlerce kendi eski giysilerini aradı. Katlanmış, raflara konmuş çamaşırları da dağıtarak. Anneler, öğretmenler hepimiz, onun yüreğindeki kocaman sevgiyi eşleştirdiği küçük giysilerine veda edeceği günü saygıyla bekledik.    

 

Etiketler: , , , , , ,

SEN GÖRMEZSEN BEN GÖRMEZSEM

23.02. 2021-Ayşe Yaşar SARIKAYA

80’lerde başladı arşivleme çalışmalarım. Erfelek’te öğretmenlik yapıyorum. Derlediğim yöre halkoyunlarından ekip oluşturmuşum, yarışmalara hazırlanıyoruz. Oyunlar ve müzikleri ilk olarak sunulduğu için derleme zorunlu. O zaman bilgisayar yok, okulda oturdum daktilonun başına. Elimden geldiği kadar kaynak kişilerle görüşüyor, ses kaydı alıyor, fotoğraflıyordum. Sadece o işi yapıyor sanmayın, sınıfım da var. Ayrıca diğer sınıfların müzik derslerine de giriyorum, bir de Halk Eğitimi Merkezinde Bağlama kursu veriyorum.

Neden diye bir sorun da, ben de cevap vereyim isterseniz. Atamalar konusunda hiç sansım olmadı; merkez ilçeye alındım ama kadrom köyde görünüyordu. Merkezi hak etmem için de verilen işleri yapmam gerekiyordu. Kolay yolunu bulan buluyordu da, bu kolay yolları ben hiç bulamamıştım.(!)

Ben yine de çalışmalarıma devam ediyordum. 1994 yılında emekli olduktan sonra araştırma çalışmalarıma daha fazla zaman ayırdım. İlimiz turizmi için önemli gördüğüm, soyut ve somut kaybolan kültürler hakkında kurumlarla görüşmelere başladım. Ben tüm kurumlara yardım ediyordum.

Bu süreçte, hiç de kolay olmayan çalışmaların içinde yer aldım. Gördüm ki, sosyal dengesizliklerin yarattığı sonuçların bedeli, toplumdaki bireylerin sırtına yükleniyordu. Köy- kent arasındaki dengesizliği görmezden gören bir sistem, kaçınılmaz olumsuz sonuçlar doğuracaktı. Bu nedenle, köylerde değerli olan ne varsa gözler önüne sermeliydim.

İşte, o zor çalışmalardan biri olan, dağların tepesindeki tarihi bir dokuyu kurtarmak için çok uğraştım. Milli Parklar Müdürlüğü bölgeye geldi, incelemeler yapıldı. Milli Park olması için rapor hazırlandı.

Milli Park Görevlilerinin tespit ettiği görüntülerden bir kaya

Müze görevlisi arkeolog, son kalan dağın tepesindeki kalıntıyı incelemeye gelene kadar alan talan edilmiş.

Çektiğim görüntüler için o kadar zor bir yokuş yürüdük ki. Tam 3 saat yürüdük sanıyorum. Sonra da bir başka köye derleme için gittik. Karşılık beklemeden canla başla yapılan işleri, topluma anlatmanın ne kadar zor olduğunu biliyor musunuz? Menfaat dünyası olmuş dünya, niye bu kadar emek ediyorsun, sen ne kazanacaksın diyorlardı. Haydi buyur bir de bunu izah et.

Konu uzun ve detaylı, uzatmadan görüntülere geçelim diyorum. 2 video halinde youtube kanalımda izleyebilirsiniz. Çekimlerim arasında, yayınlanmayan bu görüntüleri buldum. Araştırmacılara kaynak olması ve kaybolmaması için paylaştım. Değerlendirildiğinde, doğal güzelliği, tarihi dokusu ve şelaleleri ile ileride 5 köye mutlaka faydası olacaktır.

Bir ucundan tutan bulunacak bir gün umuduyla…

 

Etiketler: , , , , , , ,

UNUTAMAYACAĞIMIZ BİR HİKAYE

ZORLU KOCA HİKÂYESİ – 30.04.2020-BİLKE

Hikaye ve masalların içinde gizli dersler saklıdır.  Hikayeler halkın yaşadığı olaylardan var olurlar. İnce nükte ve ders özelliği taşırlar.  Değerlerin kaybolduğu günümüzde, yeni nesil sanal dünyanın oluşturduğu normlar arasında  zaman geçirmektedir. Hepimize ders olacak bir hikaye:

“Annemden, herkesin yaşamına ders olacak güzel bir köy hikâyesi dinledim. Çocukluğumda dinlediğim bu hikâye bana, ömür boyu unutamayacağım bir hayat dersi olmuştur. Annem hikâyeyi, Tilkilik köyünde büyüklerinden dinlemiş.

“Çocuk, ilk defa değirmene tek başına gidecekmiş. Buğday çuvalını almış sıkı, sıkı giyinmiş. Sorumluluk almaktan mutluymuş. Evden çıkmadan babasına” değmende nasıl ekmek edecem” diye sormuş? Baba: “Oğul, değmene zallu koca gelü, sana ekmek ediverü” demiş. Zallu goca gelince bi yapulu ki”. Çocuk “zallu goca yardım edecekmiş, ne iyi“diye sevinmiş. Gitmiş değirmene.

Buğdayı öğütmeye başlamış, derken gece olmuş. Buğdayları koyuyor, öğütme devam ediyormuş. Çocuk “daha sabaha kadar buradayım karnım da acıktı, yahu bu zallu koca nerede kaldı gelemedi” diye düşünmüş. Ateş yakmış,  ısınmış, etrafta ne var ne yok bakmış. Sağa bak, sola bak derken ne gelen var ne giden. Bir taraftan da karnı iyice acıkmış. Baktı ki gelen giden yok, değirmenin hamur teknesini almış önüne, öğüttüğü undan biraz koyup su ile karıştırıp hamur yapmış ve küle gömmüş. Tuzsuz ve mayasız pişirdiği kül çöreğini iştahla yemiş. Hem acıktığı, hem de hayatında ilk defa kendi başına ekmek yaptığı için ona çok tatlı gelmiş.

Eve gelince babası“ oğul nettin” demiş. “ Baba bekledim bekledim zallu koca gelmedi, ben de unu hamur ettim kül çöreği yaptım.” “Bak oğul” demiş baba, “işte zallu goca gelmiş ve sana çöreği yaptırmış”.

Hikâye bu… Kullanılan zallu kelimesi, zorlu işle karşılaşma- zorda kalma anlamındadır. Güçlüklerin bize hayatı öğrettiğini anlatır. Her insanın kendi ayakları üzerinde durarak, zorluklara karşı çözüm üretmesi gerektiğini vurgular.”

Yaşara SARIKAYA- Bir İnci Memleketim/2010, sayfa: 412

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

TABULAR

TABULAR- 08.07.2019 Ayşe Yaşar SARIKAYA

Çoğumuz, hayatın içinde tabularla körebe ve saklambaç oynuyoruz. TABU sözcüğü, sözlüklerde,  “yasaklar” olarak tanımlanmaktadır. Günlük yaşamda, kendimize uyguladığımız birçok kişisel yasaklarımız vardır. Kesinlikle vaz geçemediğimiz, değiştiremediğimiz, kural olarak kabul ettiğimiz alışkanlıklarımız.  İnce belli çay bardağı olmadan çay içmeyenler,  içkisiz sofraya oturmayanlar, özel yastığı olmadan asla uyumayanlar, hatta bu yüzden yastığını yurt dışına bile götürenleri tanıyorum.

Tabular, tarih boyunca toplumları etkilemiştir. Eski dönemlerde yaşananlar, utanç derecesinde insanlık ayıbıdır. Bunlar gerçekten yaşanmış mı acaba diye, bizi düşünceden düşünceye sevk ederler. Böylece, zaman sayfalarında “AN” küçüklüğü ve “ÇAĞ” büyüklüğünde bilinç evrelerini gözleyebiliriz insan denen varlığın.

Sayfaları okurken içimizi acıtan, bir ilkel dönem tabusu karşımıza çıkıyor. Kadınlar regl dönemlerinde, pis ve uğursuz sayıldığı için eve alınmazlarmış. Bu gün, Nepal’de hala yaşatıldığına inanmak mümkün olmasa da gerçek olan yaşadığıdır. Bu tabuya “chhaupadi” adı verilmiş, ülkede gelenek yasaklansa da, ücra köylerde hala uygulama devam ediyormuş. Bu dönemi, ahırlarda ineklerle birlikte geçirmeye zorlanan kadına, o zaman yeterli yiyecek de verilmiyormuş.

Nepal’de regl olduğu için tecrit edilen genç kız  

Kadını alçaltıcı bu tür kabuller, aslında yaratılış gerçeğine aykırıdır. İlkel dönem tabularının, bu gün bile devam etmesini aklım ve mantığım kabul etmiyor. Modernleşen dünyada, reklam kampanyalarının tamamı kadın bedeni üzerinden yürütülüyor ve tabulaşıyor.

Biz aklı, erkek aklı veya kadın aklı diye ayırıyor muyuz? İnsan, yalnızca bedenden oluşmamıştır ki. Aklı, mantığı, düşüncesi, duyguları, fikri, muhakemesi, sezgisi, algısı, bilinci ve idraki olan bir varlıktır. Sadece bedeniyle değil, bu donanımlarını da kullanıp ürettikçe, kadın toplumdaki gerçek yerini bulacaktır.

Tarih sayfalarını çevirdikçe, tüm hücrelerimin içini kor gibi yakan başka bir tabu çıkıyor karşımıza.  Arabistan’da, nüfus artmasın bir boğaz eksik olsun diye, kız çocukları diri diri toprağa gömülürmüş. Baba, minik bebeği kucağında kıpır kıpır ederken, elleri ile onu toprağa hangi duygularla gömer anlamak mümkün değil. Ağlayan bebeğin ağzına toprak dolarken hiç mi insanlık duyguları kıpırdamaz? İmparatorlar da devlet bekası için erkek bebekleri ve erkek kardeşlerini öldürürmüş. Düşünüyorum da, bir çocuğun yaşadığı bu korkuyu hangi terazi tartabilir?

Tarih sayfalarını karıştırmaya devam ettikçe, aklımızı kullanmanın değeri o kadar net anlaşılıyor ki. İnsanların elleriyle yaptığı taştan heykellere tapma yıllarını okuyoruz sayfalarda. Putlara tapma dönemleri, tabular kavramına en iyi örneklerden biridir. İmparator, firavun veya kralların heykelleri yapılır ve onlara tanrı diye tapılırmış. Yüzyıllar süren bu tabu, İbrahim Peygamber tarafından yıkılmıştır. İnsan kurban eden öğretilerin, “İNSAN KURBAN ETME” tabusunu da, İbrahim Peygamber sonlandırmıştır. Mitolojide, semavi kaynakların hepsinde, dini öğretilerde bu konuların ayrıntılarını bulabiliriz.

Aztek kültüründe insan kurban etme ayini

 İnsanlık, utanılacak bu tabuları geride bıraksa da, yerine yeni tabular koymuştur. Köy ve kent yaşamında, birbirinden farklı da olsa hala çok etkili yasaklar vardır. Sırtta kambura, başta ağırlığa, zihinde sis bulutuna benzerler. Eınstain’ın “ÖN YARGIYI PARÇALAMAK, BENİM ATOMU PARÇALAMAYA ÇALIŞMAMDAN ÇOK DAHA ZORDUR” sözü, burada anlamını bulmaktadır.

Günümüzün sayfalarını karıştırdığımızda, durumun pek de parlak olmadığını görürüz. Bazı anneler, çocuk korkutma akademisini birincilikle bitirmiş gibidirler. Öyle zevkle, sınır tanımadan “ÖCÜ” korkusu yaratırlar ki. “sus öcü gelecek”, “dur öcü var”, “aha öcü geldi” diye kıyamet koparırlar. Öcü kavramı çocuğun belleğinde hangi ağırlıkta, hangi hacimde,  hangi yoğunlukta, hangi şekilde yer alır bunu düşünmezler. Küçük beden, aklının yettiği kadar algılamaya çalışır öcüyü. Gelecekte soyut bir ÖCÜ kavramı, onun da çocuklarını korkutacağı bir tabu olacaktır belki de.

Şimdiki zamanımızın sayfalarını artık tabular doldurmuyor demeyi çok isterdim. Her an yepyeni tabuların tohumları ekiliyor, sulanıyor, besleniyor, büyütülüyor, eh bir de GDO(!) verilince, palazlanıyor da palazlanıyor. Ve insanlar üzerinde toplum baskısı yaratıyor. Görsel-  yazılı medya, ekonomik ve siyasi güç desteği ile birleşince, yenidünyanın doğurduğu tabularla içi içe yaşamak zorunda kalıyoruz. Bu soyut ağırlık, ne yazık ki bireylerin özgürlüğüne, siyasi eğilimlerine ve sosyal yaşamına yön veriyor.

Bu değişimler, en fazla köylerde kalan ve köylerden göçen halkı etkilemektedir. Derlemelerimi yaparken sözün etkisiz, sevginin yetersiz, insanlığın çaresiz olduğu durumlarla karşı karşıya kaldığım oldu. Kırsallarda kent gözlüğü ile bakmaya devam edersem, hiçbir şey göremeyecektim. Oranın doğasına uygun gözlük gerekiyordu. Tabuların görünmez gücü, ellerimizi kollarımızı bağlıyordu zincirlere vurulmuşçasına. Türkü derlerken, annesinin sesini kaydettim diye oğlu neredeyse savcılığa suç duyurusunda bulunacaktı. Erkeklere “HAS ÇOCUK”, kızlara ise” EL ULAĞI” tabusu yaşarken, ben erkek olmadan herkesle konuşuyor ve söyleşi yapıyordum. Tabuların kırsallarda, nükleer sızıntıya maruz kalmış belde etkisi yarattığını gördüm. Hayatını cüzzam hastalığı tedavisine ve tabuları yıkmaya adayan Türkan SAYLAN, burun buruna geldiğim her güçlükte aklıma geldi.

Binlerce yıl belki de daha fazla, Anadolu topraklarını karış karış yürümüş, kendine korunaklı yer bulana kadar göçmüş, gele gele Sinop kırsallarına sığınmış bu insanların tabuları, asırlarca dağlar, yaylalar, yollar aşarak geldi. Belki Pagandan, belki Şamandan, belki İskit’ten, belki Hitit’ten, yürüdükleri her coğrafyadan izler vardı. Zamanın belleklere kopyalayıp aktardığı izler araştırılmaya değerdi.

BİLKE, bu sorunlar için yola çıktı. Ben de bu yola baş koydum. Bu ideale inanan arkadaşlarımla birlikte çalışmaya devam ediyoruz ve edeceğiz. Türkiye Cumhuriyeti’nin her vatandaşının eşit olduğunu unutmadan. Dezavantajlı koşullarda yaşayanlar ezilmemeli, sorunun bilincine varan aydın ise çözüm üretmelidir.  Bilke olarak, sınavlarda derece yapan kırsalımızın çocukları ve gençlerini buluyor tabular altında ezilmemeleri için yanlarında olmaya çalışıyoruz. Bizi yalnız bırakmayın.

Ayşe Yaşar SARIKAYA

 

Etiketler: , , , , ,

FATSA SARIYAKUP’TAN SİNOP’A GELEN MISIR SAPLARI

Mısır saplarını değerlendiren kadınlarımızı izlemek,fazlaca ilgimi çekmişti.  1975-76 Eğitim Öğretim yılıydı. Mesleğimin 2. yılında 5 sınıflı bir okulda tek öğretmendim. Fatsa SARIYAKUP köyünde,kadınlar ve genç kızlar ile birbirimize bildiklerimizi öğretiyorduk. Ben onlara etamin işleme, örgü öğretirken; onlar da bana mısır saplarından sepet örmeyi öğrettiler.

Onlardan öğrendiğim örgü tekniği ile yaratıcılığımı kullanarak çanta ördüm. Fotoğrafta, rengi koyulaşmış olan bu çanta, Sarıyakup köyünün mısır saplarındandır. 43 yıllık bu çantayı elime aldığımda,  onca yılın anılarını belleğimde hissediyorum.

Bu sepetler de, Sinop mısır saplarından. İsteğe bağlı olarak, tencere altlığı gibi kullanıma dönük şeyler yapabileceğimiz gibi, çeşitli ürünler yaratabiliriz.  Otururken, film seyrederken, sohbet ederken elimizde kolayca yapabileceğimiz bir malzeme. El alışana kadar biraz zorlanabilirsiniz. Ama sonrası çok kolaydır.

BİLKE ile bireyin zamanını iyi kullanması, yerel ürünlerin değerlendirilmesi, yaratıcı çalışmalar yapılmasını vurgulamak istiyoruz. Bu nedenle önemli başlıkların  altını çiziyor ve örneklemeler yapıyoruz. İşte köy- kent arasında kuracağımız bir kültür köprüsü daha.

Yaşar SARIKAYA

 

Etiketler: , , , ,

SİNOP’TA BUDANIK PEHLİVAN

GERZE KÖYLERİNDE BUDANIK PEHLİVAN

Gerze’nin Tatlıcak köyüne gittiğimde köyün en yaşlısı Yusuf Pak ile görüştüm. Yusuf Dede 1913 doğumluydu. Buralarda hikayeler, destanlar var mı dedem, ne biliyorsun diye sordum. Ah Yusuf Dedem nur yüzü, ak- pak yüreğiyle bana bildiklerini anlatıverdi. İnsanlar yaşlanınca çocuk olur derlerdi. Bazı sevimli yaşlılar görmüştüm ama Yusuf Dede, bu söze yakışan en iyi örnekti. Küçük bir çocuk gibi sevimli, içten ve samimiydi. Buralarda bir Budanuk eşkıyası vardı dedi. Olayları, Yusuf Dede anlatırken kullandığı yerel ağzı bozmadan yazdım.

Bu gün genellikle doğu aksanı, Roman aksanı, Karadenizli aksanını biliriz. Ama Sinop köylerinin aksanını bilmeyenimiz çoktur. Hatta nedense yöre ağzı, küçümsenir de. Dede, köyünün yerel ağzı ile pehlivanın hikayesini anlattı. Anlattıkları gerçekten bir film senaryosu olabilecek zenginlikte. Kaybolmadan arşivlemek istedim. Belki bir gün TV dizisi, ya da sinema filmi olarak karşımıza çıkabilir umuyorum.

Anadolu’da göçler devam ederken, topluluklar arasında kahraman liderler oluşmuştur. Tarihi kaynaklar bu kahramanların zeybek, efe, anabacı, seymen ve pehlivan isimleri ile ün saldığını yazar. Bazen dağlarda, bazen ovalarda, bazen de kentlerde yaşarlar. Budanık da, Gerze köylerinde tanınan sözü geçkin, kılıcı keskin insanlardan birisi. Konuyu çevre köylerde de araştırdım. Hem pehlivan, hem de eşkıya adıyla anılan Budanık hakkında, birçok kişi ile görüştüm.

Köylere gelen toplayıcı kürtlerin yanında çocukları da olurmuş. Bir gün, Mehmet adındaki çocuklarını köyde bırakıp gitmişler. Mehmet’i, Tatlıcak köyünde Ustaoğulları denen sülale, çoban olarak yanına almış. Onu beslemiş büyütmüşler. Çocuk da Ustaoğulları’na hizmet etmiş, hayvanlarına bakmış. Köyde zengin birinin düğünü olunca, Mehmet’i götürmemişler. Zaten çocuğa Kötü Memet derlermiş. Hayvanların yanında ağlarken yanına ak sakallı biri gelmiş. Onu dinlemiş ve ben hayvanlarını beklerim, sen düğüne git, sırtın yere gelmesin demiş. İşte bundan sonra Mehmet’in kaderi değişmiş. Düğüne bir gitmiş, güreşe çıkmış. Başta, ortada karşısına kim çıktı ise hepsini yenmiş. Bundan sonra adı güreşte herkesi budadığı için Budanık olmuş.

Budanık, bir dönem yörede esmiş geçmiş. Sigara tablasını havaya atar ve anında silahını çıkarır vururmuş. Yörede jandarmanın sağlayamadığı adaleti, o sağlarmış. Uzun boylu, yakışıklı biriymiş. Çevresine zarar vermez, köylerin hepsine sahip çıkarmış. Asker kaçağı olduğu için Elma dağında yaşamış. Anlatılanlardan 1800 sonları ile 1912 yılları arasında ünlendiği, korkusuzluğu ile çevrede tanındığı anlaşılıyor. Boyabat’ta ya bir subayın ya da bir yetkilinin hanımı ile arasında yaşananlar ölümüne sebep oluyor. Budanık ile hanım arasında yasak aşk mı yaşanıyor, yoksa Budanık mı hanımı rahatsız ediyor konu tam olarak açık değil. Boyabat’ta bu hanıma yaptığı yüzünden öldürüldüğü anlatılıyor. Yusuf dede onu Musala vurdu dedi. H.Hilmi ULUĞ’un anılarında Musa konusu geçiyor ve bilgiler birbiri ile örtüşüyor.

Hikayenin özeti bu. Kaynak kişilerin ayrıntılı anlatımları ile kafamızda kişiye ait bir karakter oluşuveriyor. Önce Yusuf Dede, sonra Mevlüt Özay amcanın anlattıklarını olduğu gibi aktarıyorum.

YUSUF DEDE BUDANIĞI ANLATIYOR 

 “Babam askerde savaşlara katılmış, o zaman ben köyde anamın karnındaymışım. Babam Çanakkale savaşında iken 1,5 yaşındaymışım anamı emerimişim. Askerliğimi Ovacık Tunceli’de Atatürk’ünen yaptım. Anaaaaam Atatürk’ü görmemi, gördüm. Atatürk’ünen Menderes de varıdı. Menderes subayıdı. İsyan varıdı urada. Atatürk’nen Aliboğazı, Kutuderesini 3,5 ay gezdik Atatürk yanımızda meccaralara bindi de gitti. Koca Adana gibi atlara bindi, bizi Aliboğazına bıraktı Ankaraya gitti.

 Eskiden köylere toplayıcıla gelüdü, onlara kürtle derle. Çocuklarını bırakıvemişle. Ustaoğulları çocuğu alıyola büyütüyola besliyola. Yetim çocuğa, aşağı git kötü Memet, yukarı git kötü Memet diyola. Adı Mehmet’miş. Evi, yeri, yurdu, kimsesi yok, fakir. Yaylada 600 koyunun yanında çobanlık ederimiş. Anası da yok, babası da bunlar esas toplayıcı kürtümüş, Tatlucaklu Ustaoğullarına karışmış.

Bi gün herkes zengin bi düğüne gidiyo, biz düğüne gidiyoz koyunlara iyi bak diyola. Ben nesine bakacam, ben de düğüne gidecem diyo. Sen gidemezsin ne yapacan, güreşemiyon edemiyon diyola. Ottuğu yerde ağlarıken öteden ermişlerden birisi geliyo. Adam açmış, meğer adama kimse yemek vememiş. Memet ona azığından veriyo. Adam oğlum niye ağlıyon diyo soruyo. Sarnıçta bizim akrabaların düğünü va, gidemedim amca diyo. Oğlum güleşiyon mu diyo? Yok, güleşmiyom, seyredecedim diyo. Hadi oğlum sırtın yere gelmesin,  ben koyunlarını güderin sen git diyo, Memedin de sırtını sıvıyo.

Memet biyo oraya gidiyo ki orta güleş soyunmuş hemen ortaya çıkıyo. Ulan sen koyunları kime bıraktın diyola. Siz karışman diyo soyunuyo, ortayı alıyo, başı alıyo. Bi kere urdan kalktıysa başa ne kodularsa alın gelin, ben koyunların yanına gidiyon diyo. Geliyo adamın yanına, adam oğlum nasıl ettin diyo. Böyle böyle diye anlatıyo. Enükle köpekle her yanda ama o adama sarmıyola, sonra adam ordan kayboluviyo, geçip gidiyo. İnsanla düğünden geliyola, hani koyunları kime bıraktın nerede o adam diyola. Sizi mi bekleyecek gitti, u adam duru mu diyo. Undan sonra Kötü Memede güç kuvvet yetmiyo. Güleşte herkesi budaduğu için ona Budanık diyola. Budanığın oğlunun 1327 doğumlu olduğunu biliyon. Benle yaşıttı. Babası onun doğduğunda kaç yaşındaydı bilmem.[1] Ustaoğullarının yanında çoban duruyo ya, Ustaoğullarının yanında bir kız varmış kızı veriyola buna. O kıza da tebdil mekan yaptırdı diye kız Budanuğa yer bağışlıyo. Hiç bizim buralılara benzemezdi. Kafası uzun cura gibiydi. Öyle derle.

Ben bilmiyom Budanığı anadın mı, Budanuk orflü adam pehlivanımış. Burda Suco’nun atları kayboluyo. Sucoğ Hamidin. Geliyo budanuğa, pehlivan diyo benim atla kaybolmuş, kolaçanladın mı ne tarafa gitmiş diyo. Boybat tarafına gitmiş 2 tene at diyo. Bunla atlara biniyola, aha şura aha bura derken Çoruma giriyola. Biri varımış orda patron emme kadun, böyle bir apartuman yaptırmış, atların numarasını o alıyomuş. Şimdi neyse oğlum diyo çocuğun birine kimin bu konak, emce biz bunu söyleyemeyüz diyo. Bizi diyo muhakkak birden öldürüverü. Ula bu kimimiş diyo Budanuk da korku yok, eyy 6 tane köpek va evin önde diyo. Falan kişi diyo hahahayt diyo Budanuk, er kişisi geldi. Sonra uzatıyo tüfeği, ulan bu karı diyo benden zaptedli diyo. Bana falan bey derle diyo kadun, bana da budanık pehlivan derler diyo. Bunla orda anlaşınca kahve mahve içiyola nereye gidecez diyola, bizim atla kayıp. Atlarınızı bilebilümüsünüz diyola, bilürüz diyola. Şu at benim diyo, biliyo atın sabı. Şindi neyse 2 candırma, candırma varmış ötede. 10 dakka istirahat oğlum diyo yüzbaşı. Onları otutturuyo. Eyyy kıymatlu allahım diyo candırmala, bi sivil gelsin de bu kadar candırma alamaduk atları, oturam da izini kaybetmiyem bunun diyo. Sust diyo yüzbaşı öyle demen oğlum diyo, bi candarma katıyo atın sabına. Aşada Kürtlerin yanına gidiyola, kürtle bi çekip patakladımmıydı aman yarabbim bi görsen duman alıyo ortalık. Pehlivan, yüzbaşı bey allahaısmarladık diyo. Mavizeri alıyo eline böyle giderken söz sabı garı da ey Budanuk pehlivan geliyo aha şimdi işimiz b.k diyo. Urdan neyse geliyo urıya, hey avradını bilmem naptığum cinganları diyo, döğersiniz candarmayı ha diyo aha şindi beni döğün de göriyin diyo. Alttan alıyola, Budanığı çadıra otutturuyola, kave içiriyola, çay içiyola. Aha diyola al sana 5 tane at. On dene katacaz diyola. Yalunuz edebinlen dur bize bir şey yapma diyola. Tamam 5 dene at alıyola, ordan geliyola jandarma alayına artık urdan geçip geliyo köye. Kastamonu’da çatlatıyo birini, birini de bilmem nerde çatlatıyola atın. İkisini çatlatmışla, ötekinleri almışla gelmişle. Sucoya vermişle. Budanuğun kimseye zararı olmazımış. Sinoptan yukarısı, Boybattan aşağısını Tilkilik bile elinin içinde böyle, evlat gibi bakarımış. Hiç bi kötülüğü yoğumuş.

Bunu Sarımsak camisinin yanında Musala vurdu. Budanuğu vurdula, boynuna zincir takıp katırlarla sürüye sürüye götüdüle. Gerzeye götüdüle, musala vurdu. O zaman Gerzede söz sabı onlarıdı. Budanuk cumhuriyertten evvel vuruldu. Cumhuriyet kurulduktan keri yolu mu var vurmak. Bi karının Boybatta belini kırdı da işte o valinin karısı mıymış ne işte bu ondan azdı. Kadun kötülük mü yapıyodu bilmem ben nebileyim.

Budanığın kardaşına Kurt Dede derler. Seyin ağa adı.  Kurt dede kol gibi bi adam dedeminen İskilip’e tuza gitmişle. Tuza gidince atları salıviyola, biyo gidelleki ula nereye gidiyon dön geri. Geliyola. Napıyonuz siz, biz tuza geldik gölü görmeye geldük diyola.  Hani sizin gölüğünüz diyola, emme bunnarı salmıyola. Ben budanığın kardeşiyin diyo Kurt Dede, ben de buranın kahyasıyım diyo urdaki. Aslı vamı diyola, va diyo. Budanığın çıktığı yerden çıkmamış mı bu diyola. Salmıyola bunları. Hiç benzemezimiş Kurt Dede Budanuğa. Hepisini cenabı Allah aynı mı yaratıyo. Unla gelmeyince tuzcu bunla nerde kaldı diyo arıyo. Eğer tuzcu olmasa vallaha vemiyolarımış atları.

[1] Budanığın çocuğu olduğunda yaşı 25 olsa kendisi 1888 yılında doğmuş olabilir.

Mevlüt ÖZAY’IN anlatımı daha sonra yayınlanacak…

Yaşar Sarıkaya, Bir İnci Memleketim,sayfa 124- 132


 

15 Ağustos 2019-BİLKE ARAŞTIRMALARI

BAŞSÖKÜLÜ MEVLÜT ÖZAY’DAN BUDANIK PEHLİVAN

Sarnıçta bi çığırtma düğünü oliye. Bu kaşın ağaları düğüne gidiye. Bu Budanığı da yaylada bırakıyala. Bi kocakarı nine varımış, onu da bırakıyala. O arada bi ihtiyar geliye. Oğlum bana ekmek ver diye. Ninem va diye, eğer verise getiririm diye, adama ekmek veriye. Güleşe gidiye, ortadan baştan bi peşrev ediye, işte adam diyala yukardan geldi Tilkilikten, ortalığı budadı gitti. Kim bu diye soruyola, Budanuk diyala.

Budanığın oğlunu görmeye ağanın biri gitmişte, yok canım demiş gittiğine pişman olmuş, oğlunu beğenmemiş tipsiz bi şeyimiş, Budanık gibi değilimiş ki. Budanık cigara tablasını havaya ukarı atarımış, belinden tabancayı çeker düşmeden vururumuş. Buralarda namus edep çalma çırma hiç bi şeyini duymaduk. Yalnız Boyabatta bi yüzbaşının atı kayboluyo, atı cingit Kürtleri alıyala, Kastamonuya bi ovaya götürüyala. Yüzbaşının hanımı Budanığa mektup yazıya. Memet bey şu şekil diye falanlar atımı aldı, bana atımı alıve diye. Ordan Budanık atına bindiyse Boyabata varıya, eşkiyanını alıya tabi. Kastamonuya bi karakola varıp derki, yüzbaşıya bana bi tüfek ver. Ben Kürtlerin oraya inecem, orda Boyabat’ın atı var, bu atı alacam. Yahu sen yalnız nasıl alacan, ben bi manga candarma ile giremiyem oraya diye. Sen bana bir tüfek ver ben giderin diye. Şindi buna bi tüfek veriye dürbününen onu takip ediye. Budanık iniye ovaya, çadırda hep oturularmış kürtle. Muhtarları da bayanımış. Muhtar bir düdük çalıya içtimaya geçiriyo. Sinaplu Mehmet Bey geliye diye. Tabi Budanık geliye, bütün merasim ona karşı duruyala. Ağırlıyala, bunun kahvesini çayını veriyala. Atı veriyala, bi de tay bahşiş ediyala. Ama yüzbaşı boyna dürbününen bakıya, takip ediye. Budanık ata biniye tabi öteki atla peşinde geliye karakola. Şu emanetini al diye tüfeği veriye. Ya bu tüfek de senin olsun Mehmet bey diye. Sağa diye daha tüfek de veriyin ben. Hadi Allah işini rast getirsin diyala, ordan geliye işte. O geliş bayan mükafatın ne diye soruye. Afedersin bayana kötülük yapıye. Budanığın ölümüne sebep u oluye. Beyine mektup yazıye hanım, o zaman ordan devlet nasıl bir emir vediyse, buradan topluyola gayri.

Hadi size mevki verecez kaymakamlık verecez diyelek bizim buradan bu mahalladen esfeli diye bi mahlleden şapşak diye bi arkadaşları var yanında. Ulan Memet Bey diye seni bu zamana kadar savundum diye, gel teslim olmayalım af çıkacak yeniden diye. Bize bi kaymakamlık emri geldi diye Budanık.  Yok diye bizi avlıyala diye, inad ediye. Tabi urda bi binek taşı varmış u Tilkilikte mi Sarımsakda mı bilmem, binek taşına binerken bacağı titremiş Memet Beyin. Şapşağın ismi Sali imiş, ulan sali demiş bi iş var. Gene seni ölene kadar ben savunurum demiş Sali, varıvar. Biz gurban gidiyez demiş. Şimdi bizim Memet Ali de var içlerinde çiğdem, u gaçmış. Yaylım ateşine tutuyala. 15- 20 jandarma. Bizim bu mahalleden şapşak müdafaa ediya emme, ne kendini kurtarabiliya ne onu. Budanuğun bundan başka bi kötülüğünü işitmedük.

Halkbilim araştırmaları- Derleme çalışmaları -2007 çekimleri ve söyleşileri

Y. SARIKAYA Bir İnci Memleketim, s: 133-134

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

SÖZCÜKLERİN YOLCULUĞU

30 Mart 2017. A.Yaşar SARIKAYA

 

Sözcükler de yolculuk yapar mı demeyin. Onlar, hem zamanda hem de coğrafyalarda yolculuk yaparlar. İlk insandan beri devam eden süreklilik, etkileşimlerle söz varlığına zenginlik kazandırır. Her uygarlığın yerel kültürü oluşur ve her dil kendine özel söz varlığına sahip olur.

İnsanlar birbirleri ile sözcüklerle iletişim kurarlar. Hepimiz,  kendimizi konuşarak anlatır ve konuşarak anlaşırız. İçsel doğamızın duygusallığını, dışsal etkileşimlerimizi yaygın olarak sözlerle yansıtırız. Binlerce yıl belki de daha uzun zamanı kapsayan yolculuktur bu. Doğum anındaki aaaaaaa, eeeeeee, ıngaaaa gibi içgüdüsel sesler,  ilk insandan beri yaşayan bir gerçek değil midir?

Kültürlerin farklı coğrafyalara taşınmasında, göçlerin etkisi büyüktür.  Anadolu yurdu, bu konuda zengin bir belleğe sahiptir.[1]

Büyük Orta Asya göçü, Sibirya’dan Avrupa’ya, Karadeniz Bölgesinden Anadolu ve Balkanlara, İran, Irak ve Suriye üzerinden Anadolu içlerine yapılmıştır. Obasını, koyununu, keçisini, kilimini, çoluğunu çocuğunu yaylak ve kışlaklarda konup göçerek taşıyanlar, sözcükleri de dağarcıklarında getirmiştir. Kondukları her yerde, kullanılan yerel sözcüklerden etkilenerek, kendi dil yapılarını bozmadan yeni sözcükler türetmişlerdir. Anadolu, M.Ö. 10. 000 bulgularına sahip olan ve bu konuda dünya bilim insanlarının dikkatini çeken bir coğrafyadır.  Dil, söz ve diğer tüm kültürel varlığı inanılmaz zengindir.

Yolumuz Sinop kırsallarına düştüğünde, yerel dilin köklü bir yapıya sahip olduğunu görürüz. Onlar, çok çabuk yeni sözcükler türetirler. Kalın, kaba kişiliklere KABAT, eğrilik, dolandırıcılık yapanlara YABUÇ, kavrayışı az olanlara UZ, her işe burnunu sokan hareketli kişilere CIBIRTMA derler. Bu sözcüklerin kök yapısını incelediğimizde, bir mantık örgüsüne sahip olduğunu görürüz. “CÜCÜK” sözcüğü [2], bu gün soğan cücüğü olarak da kullanılır ve küçük anlamı taşır. Bu sözcük bazı köylerimizde yaptığı işi küçültme anlamında takma isim olarak da kullanılmıştır. CÜCÜ, CÜCE, CİCE, ECE, CİCİ, CÜK sözcükleri küçük çocuk veya kız çocuk anlamındadır ve Anadolu’da yaygındır. Bu sözcüklerin, anlam bakımından GERÇEK ANLAM taşıdığı görülür.

Anadolu’da yaygın olarak kullanılan toprak küpler vardır. Turşu, pekmez gibi yiyecekler bu küplerde saklanır. Durağan’da derleme çalışmaları yaparken, KÜP sözcüğünün CAP olarak kullanıldığına tanık olmuştum. Durağan’lı Hatice Teyze ile yaşadığım anıyı unutamıyorum. Yıl 2007, kamera ile Durağan yöresine has bir giysi olan kadın elbisesini çekiyordum. Elbisenin ön ve arka kısmı el nakışı ile bezenmişti. Hatice Teyze entariyi giydi, başına da yörede kullanılan fes ve Durağan çemberini bağladı. Çekime başladık, ben de giysi hakkında sorular soruyordum. Sıra fesin yapılmasına gelmişti. Hatice Teyze anlatıyor ben anlamıyorum, o tekrar ediyor ben yine anlamıyorum.  “Kızım hani pekmez capları va ya, pekmez capı işte” dedi ve detaylandırdı:

250 gr şeker adası yapıp taçları bu adaya koyarız. Toprak pekmez caplarının üstüne adalı taçları geçirip kuruturuz. O zaman, başta sert, yüksek ve kalıplı modalı durur.”  Taç ve terlik sözcükleri, fes altına konulan başlığı anlatıyordu. CAP ise bildiğimiz toprak küptü.

Hatice DALKILIÇ ve anlattığı başlık

 İngilizcede fincan CUP yazılır, kap okunur.  Kap- cap, keten- coton, cap- cup, newrose – nevruz  sözcükleri ve sayamadığım daha birçok örnekler, kültürler arasında yaşanan doğal geçişlerin açık örneğidir.

Sinop’ta ÇAKATUZ diye isimlendirdiğimiz yeşil zeytin, Rumcada aynı anlamda ÇAKASİS biçiminde kullanılır.  Çocukluğumda, Tarzan Kemal’in evinin bulunduğu sokakta “SAAT KAÇ” oynardık. Oyunda, EN- DES- TUR- BES sözcüklerini kullandığımızı hatırlıyorum. Anlamadığım bu kelimelerin ne ifade ettiğini araştırmaya çalıştım. Yunanca 1- 2- 3- 4 sayıları karşıma çıktı. Sinop sokaklarında, Rum çocuklarının oynadığı oyunlardan kalma sözcükler olmalıydı.

 1  ένα                   (ena)

2  δύο                   (dio)

3  τρία                  (tria)

4  τέσσερα           (tessera)

Boyabat ilçemizde  “GADINIM ALLAHIM” deyimi vardır. Bu deyimi ilk defa Sayın Şevket Maviş’ten duydum.  Şevket MAVİŞ, Kültür ve Turizm Müdürlüğünün Sinop tanıtım afiş, broşür ve rehberlerini hazırlayıp basan bir Sinop severdir. Sinop’ta görüştük, bize İstanbul’da çıkardığı SİNOPİST gazetesini tanıttı.  Birbirimize kitaplarımızı imzalayıp sunduk ve halk kültürleri hakkında konuştuk. Sayın Maviş, Boyabat’ın Çukurhan köyünde doğduğunu, köylerinde “GADINIM ALLAHIM” deyiminin “hoşa giden şeyler” için kullanıldığını anlattı. Anadolu’da yaygın olarak kullanılan “GADAN ALAM” deyimi geldi aklıma hemen. Deyim göç ile değişip, KADINIM ALLAHIM biçimine dönüşmüş olabilirdi. Gerçekten Orta Anadolu’da GADAN ALİM, GADAN ALAM olarak hem aynı anlamda hem de dert sıkıntı anlamında kullanılmaktadır.  Gada sözcüğü, Gerze köylerinde GADA SAVMAK biçiminde kullanılır. Öğün savmak, karın doyurmak anlamındadır. Bu gün kullandığımız gıda,  aynı kökten gelmektedir

GAGA [3], Gerze’nin yüksek köylerinde erkek kardeş anlamındadır.  GAGA başka bir anlamda, kuşların başında bulunan bir organdır. Her iki sözcük de anlam bakımından erildir. Anadolu köylüsünün sözleri ağacın kökleri gibidir, sağlam temele dayanmaktadır.

                İstanbul Üniversitesi “ESKİ ÖN ASYA DİLLERİ VE ARKEOLOJİSİ bölümü mezunu Arkeolog Mehmet SARIKAYA ile “Ölü dillerden ve eski uygarlıklardan bu gün yaşayan sözcükler ve sözcüklerin yolculuğu” hakkında görüştük. Bize şu bilgileri verdi:

“Anadolu, M.Ö. 2. 000 yıllarında çeşitli ve birbirini devamlı etkileyen dillerin konuşulduğu çok dilli bir ülke olarak karşımıza çıkar. Bu dillerin içinde,  güçlü bir siyasi varlığın dili olması bakımından büyük önem taşıyan Hitit dili ve ona akraba olan LUWCA, PALACA dilleri dikkat çeker. Kendi aralarında benzerlik olduğu gibi, bu gün de aynı kelimeler hala canlılığını devam ettirmektedir. Örneğin bu gün kullandığımız anne kelimesi, LUWCA dilinde ANNİ, PALACA dilinde ANNA, HİTİTÇE dilinde ANNA olarak kullanılmıştır. Baba kelimesi ise Hititçede TATA’dır. Sümercede TUĞDU Türkçede düğüm, NİGİN yığın, NURUM aydınlık demektir. Bu gün Anadolu’da, hala yaşayan çok Sümerce kelime vardır.

Boyabat yöresinde kullanılan GADINIM ALLAHIM deyimi, Alacahöyük ve Çatalhöyük bulgularındaki kadın tanrıça inancını akla getirebilir. Alacahöyük, Çatalhöyük çevresinde bu deyimin yaşayıp yaşamadığını araştırmak gerekir. Araştırmacılar, farklı dillerde aynı anlam ve benzer sese sahip olan ‘akraba’ olan sözcükleri incelemektedirler.”

Kültürler,  yaşlı bir çınar gibi köklerinden kuvvet alarak yaşarlar.  Geleneksellik ve modernlik, değerler ve normlar geniş perspektifle ele alınmalıdır.

Yaşar SARIKAYA

[1] “Bir dilin söz varlığı, o dilin tarihine geniş ölçüde ışık tutmakta, yüzyıllar boyunca ortaya çıkan ses, biçim, söz dizimi ve anlam değişikliklerini yansıtmakta, hangi dillerin etkisiyle, ne türden değişimlerin gerçekleştiğini göstermektedir.” (Aksan, 1996, s.11)

[2]  Çöcük “enfant, fils”(Balkan ağz.) (Kakuk 1972: 204; Hazai 1960: 187, 218); AAğ. çüçük “meyve ve sebzelerin en küçüğü” (DS: 1024).6-“YENİDEN TÜRKÇE ÇOCUK SÖZCÜĞÜNÜN KÖKENİ ÜZERİNE Marek STACHOWSKI*

[3] Azerbaycan Türkçesinde gağa kelimesi “ağabey” anlamındadır. Ayrıca hürmet ve saygı için amcaya, dayıya ve genelde yakın akraba olanlara“. (İlhan, 1994 : 441 ) hitap olarak söylenir. Türkiye Türkçesi ağızlarında da, kaka / kako / kakko: 1)- Büyük kardeş (Kırıkla-Dinar / Af.; Gerze / Sin. Harput / Elz.) 2)- Erkek kardeş (SaldaYeşilova / Brd.; Siverek / Urfa, İç.) 3)- Süt kardeş (Ba. )”( Derleme Sözlüğü VIII, : 2599) .; keki : Büyük kardeş (Fener- Silivri / İstanbul)” ( Derleme Sözlüğü VIII : 2723 ) keke / keko : Kardeş, ağabey, amca vb (Bingöl, Elazığ, Diyarbakır yöresi .) Ayrıca; “gağa, gaga, gacı, gada, gıcı, gığa, gıÊa, gocu, guccÔ şekilleri de “küçük kardeş, ağabey ve erkek” anlamlarında, Afyon, Uşak, Isparta, Burdur, Denizli, Çanakkale, Eskişehir, Bolu, Samsun, Erzincan, Sivas, Konya, Antalya, Balıkesir, Giresun, Bayburt, Van, Diyarbakır, Sinop gibi illerin çeşitli ilçe ve köylerinden tespit edilmiştir . (Derleme Sözlüğü VI : 1291).- Prof.Dr.Ahmet BURAN”

 

 

Etiketler: , , ,

UNUTAMADIM

02. MART.2012- Ayşe Yaşar SARIKAYA

Yaşım 19, Ordu ili Fatsa ilçesi Yeniköy-Sarıyakup Mahallesinde öğretmenim. Okul mevcudu 90, yeni  öğretmen atanana kadar tek öğretmenim. Okul iki derslikli olduğu için, öğrencileri sabahçı öğlenci yaptım. 1-2-3 sabah, 4-5 öğleden sonra devam ediyoruz. Eğitim öğretime sabah 8.30 başlıyoruz ve akşam 17.00′ de bitiriyoruz. Öğle arası da bayram için koro, halkoyunları çalışmaları yapıyoruz.

Gönlümde,  öğretme aşkının ışığı  yanıyor. Bu ışığın sorumluluğu omuzlarımda kendimce çalışıyor, çabalıyorum.  Ev sahibimin kızı Gülsüm evlenecek. O zamanlar köylerde gelinlik adeti yok. Nasıl cesaret ettim bilmiyorum, ona gelinlik diktim. Maaş günü ayda bir Fatsa’ya iniyorum. ÇAMAŞ henüz nahiye, yürüyerek Çamaş’a oradan da jeep ile Fatsa’ya gidiyorum. O zaman bu günün yolcu minibüsleri yok, 5 kişilik jeepe  9- 10 kişi biniyoruz.

gelinlik dikmek için Manifaturacıdan gerekli malzemeleri aldım. Dikiş makinesi buldum, teyel, prova derken makinada diktim.    Köyde ilk defa bir kız, düğününde gelinlik giymiş oldu. İlçeden etamin de almıştım, genç kızlara etamin üzerine kanava işlemesini öğrettim. Sabahtan akşama kadar okuldayım, akşamı da boş geçirmiyorum. Okulda tiyatro, koro, halk oyunları çalışmayı da sürdürüyoruz. Köylünün ilgi ile katılım sağladığı çok güzel 23 Nisan Bayram kutlaması yaptık.

4. sınıfta gözleri şimşek gibi pırıl, pırıl parlayan Ali ve tatlı kız kardeşi Ayşe, bu gün de gözlerimin önünde. Ayşe’ye bayram için prenses giysisi dikmiştim. Ali, sobaların yanmasında, odunların kesilmesinde, okul nöbetlerinde, bir yerden alınması gereken ihtiyaçlarda en yakın yardımcımdı.

Bir gün biz sınıfta ders yaparken, dışarıdan sesler geldi. Dışarı çıktım ve baktım.  Köyün adamları, hep beraber hasta taşıyorlardı. Ali ve Ayşe’nin annesi fındık bahçelerken kaza geçirdiğini öğrendim. Dere tarafında bir tarlada fındık diplerini kazarken, tepeden üstüne kocaman bir kaya yuvarlanmış. Tarladan alınıp dereden köye gelene kadar aradan 2 saat geçmiş. İlçeye götürülecek, köyün ileri gelenleri, sen de bizimle gel dediler. Bindik cipe gidiyoruz. İlk hastaneye gidene kadar 1 saat daha geçti, yani 3 saat zaman kaybedildi. Hastada hareket yok, sadece nefes alıp veriyor. Çocuklar gözümün önüne geliyor, ne yapsam da anneleri kurtulur, kime gitsem ne yapsam diye düşünüyorum. Hastaneye geldik, atladım hemen acili harekete geçirdim, sedye geldi, hastayı içeri aldılar. Hastayı röntgene, gerekli tahlillere hazırladım. Hayatımın ilk deneyimlerini yaşıyordum. Sonra doktor, ameliyata alacağız, üstündekileri çıkar ameliyat giysisini giydir dedi. Ameliyata hazırlarken hastanın yarasını çok yakından gördüm, yüzünde kocaman bir yarık vardı. Giysisini çıkarırken yarık açıldı. Çok etkilendim, daha ok gençtim. İyi olmasını umut  ederek hazırladım. Hastanın eşi, annesi ve ev sahibimle birlikte sonucu bekliyorduk.  15-20 dakika sonra çıkardılar. Bize  tam teşekküllü bir hastaneye götürün dediler.  Artık anlaşılmıştı, hasta beyin kanaması geçiriyordu. Hastayı tekrar giydirdim ve hazırladım.

Eşi hastayı doktorun tavsiyesi üzerine Samsun Hastanesine götürdü, ben akşam köye döndüm. Ali ve Ayşe’ye ne diyecektim. İçim sızlıyor, yüreğim dayanmıyordu. Onlar benden iyi haber bekliyordu. Eve gittim, gözlerimin içine bakıyordu çocuklar.

Çocuklar, anneniz güzel bir hastaneye gitti, baban ilgileniyor, bize haber verecek. Bekleyelim, dua edelim iyi haber gelsin dedim. Hayatımın en zor anıydı.   Sanıyorum hepsi 6 kardeştiler. Çocuklarla göz göze geldikçe içim yanıyordu.

Ertesi günü köye cenaze geldi……….

Ali ve Ayşe ile bu gün karşılaşsam, zaman sıfırlanır ve ben o günlere geri dönerim eminim. Ali şimdi İstanbul’da iyi bir işte çalışıyor. Telefonla bana ulaştı, konuştuk. O beni unutmamış, ben de onu unutmamıştım. Öğretmenim sizi unutmadım dediğinde sesi, eski acı anıları saklayamıyordu. Yaşadığımız olay, ikimizde de derin izler bırakmıştı.

Yaşar SARIKAYA

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,