RSS

Etiket arşivi: anadolu

ANADOLU GERÇEK BİR MASAL COĞRAFYASI

03.07.2025-Yusuf YAVUZ

Yaşayan bir kültür ya da gelenek özünü yitirdikçe yerini simgesi alıyor. Tıpkı 1958 yılında Ürgüp’te çekilen bu fotoğraftaki gerçekliğin yerini artık dramatik müzikler eşliğinde banka reklamları ya da siyasi partilerin tanıtım videolarının alması gibi.

Nevşehir Ürgüp’te bir ailenin bayram gününü yansıtan bu fotoğraf, National Jeographic Magazine Dergisi’nin 1958 Ocak sayısında Kapadokya’yı ele alan kapsamlı bir yazıdan.

Peri bacalarından dolayı “Koniler ülkesi Kapadokya” başlığıyla yayımlanan yazıya Ürgüp, Göreme ve Uçhisar’dan yöre halkının gündelik yaşamından çeşitli kareler de eşlik ediyor.

Ürgüp’te bir dini bayram günü konuk olunan ailenin sofrasında çeşitli meyve ve kuru yemişler, bir tabakta salatalıklar dikkat çekiyor. Masa örtüsünden işlemeli köşe yastıklarına, kadınların ve kızların saç örgülerinden erkeklerin kıyafetlerine, kayadan oyulma odanın düzeninden bir arada olmanın yarattığı ortak duyguya kadar birçok ayrıntı yansıyor fotoğraftan. Fotoğrafçı Marc Ribound, bu karenin altına Ürgüplü aile ve yakın akrabalardan oluşan sofradakilerin peri bacalarının olduğu bölgede yetişen meyveleri yediğini ekleyerek, erkeklerin modern, kadınların ise geleneksel kıyafetlerinin tezatlığına değinmiş.

Orta Anadolu coğrafyasının 20 yüzyılın ortalarındaki manzaralarını yansıtan bu kareler, aynı zamanda giyimden yeme içme kültürüne, biyolojik çeşitlilikten gündelik yaşamın akışına kadar birçok ayrıntıya işaret ediyor.

Derginin ilgili sayısında yer verilen bir başka fotoğraf ise ağaç çubuklarına geçirilerek gerilmiş koyun kaburgalarını sonbahar güneşinin altında kurutan bir çifti yansıtıyor. Bir zamanlar birçok et kurutma ve saklama yöntemi vardı Anadolu’da.

Fotoğrafta, Göreme’de bir evin avlu kapısının üzerine asılarak kurutulmaya bırakılan koyun etleri görünüyor. Fotoğrafçı Marc Ribound, bu karenin altına düştüğü notlarda, Kapadokyalı her çiftçinin kendi kendisinin hem kasabı, hem de bakkalı olması gerektiğini belirtiyor. Bu, bir bakıma Anadolu insanının kendi kendine yetebilmeyi öne alan yaşamının özeti gibi. Etler, peynirler, üzümler ve tahıllardan oluşan kışlık gıda ihtiyaçlarının önceden hazırlandığı bir üretim ve yaşam kültürü, tüm Anadolu coğrafyası gibi Kapadokya’nın da gerçeği. Aynı zamanda hayvanlar için de kış hazırlıkları yapılıyor, kurutulmuş otlar evlerin ya da ahırların damlarında yığılıyor.

Eski adı Maccan olan Göreme’de kadınlar kayadan oyulma evleri onarıp kireçle badanalıyorlar. Fotoğrafa yansıyan bir kıs çocuğu, üzerindeki kıyafete ve saçlarına kireç damlamasına aldırış etmeksizin gülümseyen yüzüyle yaşadığı dönemden geleceğe bakıyor.

Ürgüp-Uçhisar arasındaki yol kenarlarında peri bacalarına tüneyen güvercinlerin gübrelerini toplayan köylülerin görüntüleri de bölgenin bir başka gerçekliğini yansıtıyor. Kayseri’den Nevşehir’e, Niğde’den Aksaray’a Kapadokya coğrafyasının ayrılmaz parçası olan güvercinler, aynı zamanda tarımsal üretim için de önemli olmuş. Çoğu yerde halen varlığını sürdüren güvercin evleri, insanla kuşlar arasındaki karşılıklı ilişkinin binlerce yıllık hikâyesini anlatıyor.

20. yüzyılın ortalarında Kapadokya’dan yansıyan bir başka kare de canlı hayvan pazarındaki pazarlık geleneğinin kutsallığından söz ediliyor. Ankara keçisi başta olmak üzere keçinin Orta Anadolu için önemli olduğuna değinilirken kendi kültürel dokusu içinde sürüp giden bir yaşamdan kareler aktarılıyor. Halıcılığın o yıllarda oldukça güçlü olduğu bölgeden yansıyan kareler arasında çokça halı dokuyan kadın figürü de var…

Bugün gerçekliğini giderek yitiren yaşamların yerli ve milli sosu eklenerek abartılı biçimde siyasi malzemeye dönüşmesiyle aslında neden bir türlü bütünlüklü, kimlikli ve irade kullanacak halde olunamadığını düşündürüyor bu fotoğraflar. Ürgüplü ailenin bayram sofrasındaki bütünlük ve gerçeklik, bankaların, küresel meşrubat şirketlerinin ya da siyasi partilerin Ramazan ayında ve bayramlarda dolaşıma soktuğu duygu sömürüsü dolu reklam videolarının nesnesi haline geldi.

Metropollerden taşraya, kamu idaresinden yerel yönetimlere kadar hemen her yere sirayet eden “görüntüyü kurtarma” siyaseti tam da buradan besleniyor. Gerçeği yok olup ortadan kalktıkça her türlü değerin, kültürün ve güzelliğin sanal çeşitleri dolaşıma sokulup durdukça aslında tam olarak neyi kaybettiğini bile anlayamadan sürüklenip duruyoruz.

İnsan bazen bir halkın çıkarsız, sade ve içten gülümsemesini bile özlüyor işte…

Görseller: (Marc Ribound, National Geographic Magazine, Ocak 1958, sayfa:122-146)

(Yusuf Yavuz)

 
Yorum yapın

Yazan: 03 Temmuz 2025 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , ,

KANTARON SÖZÜNÜN ANADOLU KULLANIMI

23.06.2025- Ayşe Yaşar SARIKAYA

DÜNYADA BİNLERCE YIL VAR OLAN ŞİFALI BİTKİ KANTARON

DIGITAL CAMERA

Bizim insanımız, bu bitliye ne ad vermiş? Yoksa, kantaron yağı pazarlanınca mı bu ot tanınmış?

Bu ot, Avrupa, Kuzey Afrika, Sibirya, Asya, İran ve Kıbrıs’ta da bulunmaktadır. Bitki dünyanın birçok yerinde yetişmekte ve son yıllarda artan talep nedeniyle Avrupa, Amerika, Avustralya ve Çin’de bitkinin tarımı yapılmaktadır. Her ülke, kendi adlandırdığı sözü kullanmaktadır.

Kökünün Yunanca olduğu konusuna gelirsek; bu otun geçmişinin tarihini M.Ö. 450 tarihi ile sınırlandırmış oluruz. Otun tarihi, çok eskilere dayanır. Şifa amaçlı hep kullanılmıştır.

Anadolu’da:

-binbirdelik otu,

-kan otu,

-kılıç otu,

-koyun kıran,

-kuzu kıran,

-mayasıl otu,

-püren,

-yara otu gibi isimlerle bilinir.

Peki halkın bildiği bu ot, neden KANTARON OTU oluverdi?

Annem PÜREN derdi, yaşasaydı da yine sorsaydım, daha ince ayrıntılarla anlatırdı. Onların haklarını çiğnetmemek adına, bu halk otun adını koymuştur ve Yunancadan falan almamıştır. Yalnızca, kantaron yağı alternatif tıpta kullanılır olunca, getiri öne çıkmış ve dünya literatürüne KANTARON YAĞI olarak adını kazımıştır.

Yalnızca ticari amaçla hazırlanan şişelerde KANTARON YAĞI yazdığından, halk kendi verdiği ad yerine ticari adı kullanmaya yönlenmiş.

Ne olacak, bu modern dünya her şeyin iyisini biliyor ya(!). Para her kapıyı açıyor ya. Onlar ne derse daha “EYCE” olmalı ya. Varsın, bizim eli nasırlı, yüzü onurlu insanlarımızın verdiği adlar kaybolsun mu?

Gözünü sevdiğim para derler ya. Herkesi esir ediyor, halkın kullandığı sözcükleri siliveriyor.

Almanca Enzian, İngilizce hypericum perforatum), diğerlerini sözlüklerden araştırmak gerek.

SÖZLÜK NE DİYOR:

Yunanca kentávrion κενταύριον sözcüğünden alıntıdır. Bu sözcük Eski Yunanca kentaúrion κενταύρειον “şifalı bir bitki, centaurium” sözcüğünden evrilmiştir. Bu sözcük Kentaúros κενταύρος “Yunan mitolojisinde at gövdeli efsanevi varlık” Eski Yunanca özel isminden +(t)ion ekiyle türetilmiştir.

Mitolojide şifalı otların piri sayılan kentaur Khiron’a atfen. Karş. İngilizce centaury (aynı anlamda).(Nişanyan Sözlük)

“Türkçe Bitki Adları Sözlüğü”nde mayasıl otu aynı zamanda boz ot (Lat.Marrubium vulgare), kantaron (Lat. Hypericum perforatum)https://acikerisim.uludag.edu.tr/…/1582e6ae…/content

https://www.acibadem.com.tr/hayat/

 
 

Etiketler: , , , , , , , , , , , ,

“KARUN KADAR ZENGİN OLMAK” NEREDEN GELİYOR

08.05.2025- Dünya Medeniyetleri Tarihi

Kroisos; Krezüs ya da İslâm kaynaklarında geçen adıyla Kârûn, zenginliğiyle bilinen Lidya kralı. MÖ 560-546 yılları arasında tahtta kalmıştır. Kroesus, Lidya´yı gücünün zirvesine taşımıştı.

Kral Krezüs zamanında Lidya, ticaret ve altın madenciliği ile çok zenginleşti. Batı Anadolu’daki Yunan şehir devletlerini istila ederek ve doğudaki seferleriyle devletinin sınırlarını şimdiki Kızılırmak sınırına kadar genişletti.

Mermnad Hanedanı’ndan gelen Kroisos Lidya kralı Alyattes’in oğluydu. MÖ 549’da Perslere karşı Babilliler, Mısır ve Sparta ile ittifak kurmuştu. Bu ittifaka güvenerek Pers İmparatorluğu’na savaş açtı. Kapadokya’ya saldıran Krezüs, Pers kuvvetleriyle MÖ 547’de Pteria Muharebesi’nde karşılaştı ancak savaş alanında iki taraf da kesin bir sonuç elde edemedi.

Beklediği yardım gelmeyince başkent Sard’a geri çekildi. Pers Kralı Sirus onu takip etti ve Lidya´yı Pers topraklarına kattı Antik çağın bilinen en zengin kralı olan Krezüs mitolojiye göre her tuttuğunun altın olması için ilâhlara yalvarır; bu dileği kabul edilince mutluluğa erişeceğini sanır. Ancak çok zengin olduğu halde mutluluğu bir türlü bulamayan kral acı içinde kıvranarak ölür.

Tarihçi Taberi efsane ve deyimlerdeki kişinin Musa zamanında yaşayan farklı bir kişi (Koreh) olduğuna inanmıştır. Kroesus, Arap, Yahudi ve Pers medeniyetlerinde Karun şeklinde anılmaktadır. Karun Hazinesi, çoğu MÖ 560-546 yılları arasında Lidya ülkesini yöneten Kroisos veya Krezüs (Karun) dönemine ait olan ve Uşak’ın 25 km batısında ve İzmir Karayolu üzerinde bulunan Güre Kasabası yakınlarındaki tümülüslerden 1960’lı yıllarda çıkarılarak ABD’ye kaçırılan ve 1993 yılında uzun bir hukukî süreç sonucunda geri alınan eserlerin toplu adı. Bazı kaynaklarda Lidya Hazinesi olarak da anılır. Hazinenin ele geçirilen kısmında yaklaşık 450 parça bulunur.

 
Yorum yapın

Yazan: 08 Mayıs 2025 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , , ,

BİR KIZ GÖRDÜM KULÜBENİN ÖNÜNDE

01.12.2024-Mina URGAN- Bir Dinazorun Anıları

Yirmi yaşındaydım. Yirmi yaşındakiler kendilerini pek beğenirler. Ben de kendimi bir şey sanıyordum. Sonra günün birinde trenle Anadolu’ dan geçerken, lokomotif bir ara durakladı. Ve bir kulübenin önünde kendi yaşımda bir kız gördüm.

Kız, bir çeşit gururla başına kaldırmış, kayıtsız gözlerle trene bakıyordu. Nerdeyse göz göze gelir gibi olduk bir saniye. İşte o sırada sanki bir şimşek çaktı kafamda. “Ben, o kulübenin önündeki kız olabilirdim; o kız da trende, benim şimdi durduğum yerde durabilirdi” diye düşündüm.

Benim ben olmam, yabancı diller bilmem, üniversite okumam, kültürlü sayılmam, kendi marifetim değil, bir rastlantının sonucuydu sadece. O talihsizdi, ben talihliydim, işte o kadar. Kendimi bir şey sanan ben, toplumsal ve ekonomik düzenin korkunç haksızlığının bir ürünüydüm sadece: Büyük bir kentte, çok aydın bir çevrede büyümüştüm, en iyi okullarda okutulmuştum; gümüş tepsilerde bana kültür sunulmuşu sanki. Ama o kulübenin önündeki köylü kızı olsaydım, etrafımı saran yoksulluğun demir çemberini kıramayacaktım; kültürlü bir çevreden, iyi bir eğitimden yararlanamayacaktım. Dolayısıyla ben “ben” olmayacaktım.

O köylü kızı, benden çok daha akıllı, çok daha yetenekliydi belki de. Ama o kulübenin önünde kalmaya mahkumdu ömrü boyunca. Bir Dinozorun Anıları Mina URGAN

 
Yorum yapın

Yazan: 01 Aralık 2024 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

EBLA’NIN KEŞFİNİ POLİTİKAYA ALET ETMEK

02.05.2024- Ahmet SARBAY

Ebla, bugünkü Suriye topraklarında bir zamanların en zengin ticaret devletiydi. Mısır ve Babil imparatorluklarıyla eşdeğer görülüyordu. Özellikle MÖ 2400-2250 yılları arasında en güçlü dönemini yaşamışlardı.

Ebla, 2250 yıllarında Akad kralı Karam-Sin tarafından istila edilir. Başşehir ve kraliyet sarayı ateşe verilir. Daha sonraları harabeleri üzerine şehir yeniden inşa edilirse de MÖ 1650 yılında henüz bilinmeyen düşmanları tarafından tümüyle yok edilir. Ebla binlerce yıllık uykusuna dalarak unutulup gider.

Mezopotamyada yapılan arkeolojik kazılarda elde edilen Sümer, Akad ve Babil tabletlerinde Ebla adı geçmekle birlikte nerede olduğu anlaşılamamıştı. Kimi Suriye’nin kuzeyinde kimi de yukarı Fırat da olduğunu ileri sürmüştü.

1975 yılında Tel Madrih adında ufak bir köyün hemen güneyinde olduğu tespit edilir. Harabelerin bulunduğu yer Halep’in yaklaşık 55 km güneybatısında, Halep ve Şam’ı birbirine bağlayan ve tüm ülke karayolu şebekesinin omurgasını oluşturan noktadadır.

Arkeologlar sevinç içindedir. Sadece Ebla keşfedilmemiş, saray arşivine ait olduğu sanılan 15 bin kadar çivi yazılı tablet de bulunmuştur. Bu kil tabletler 40 × 40 cm çapındadır ve sarayın bir odasında muntazam olarak istif edilmiş iken sarayın yanması sırasında çivi yazılı tabletler sağlam olarak küller arasında kalmıştır.

Bunlar değer bakımından daha önce Boğazköy‘de, Ebla’nın 100 km batısındaki Ugarit‘te ve 400 km güney doğusundaki Mari‘de bulunmuş olan arşivlerle eşdeğerdeydi.

Ancak ortada bir problem vardı. Kullanılan dil ne Asurca, ne Babilce ne de Sümerce’ye benzememekteydi.

Arkeologlar büyük bir sabırla tabletleri tasnif ederken Sümerce-Eblaca sözlük bulurlar ki, Sümer dili daha önce çözüldüğünden Ebla dili de kolayca deşifre edilir.

Kralın katibi Dub-zu-zu‘nun imzasını taşıyan tabletlerin içeriği çok zengindir. Krala verilen hediyeler hatta dağıtılan un miktarı dahi yazılmış olanları vardır. Büyük bir kısım ticaret ve idare ile ilgili konular olmakla beraber, tabletler arasında çok değerli hatta bazı eşi bulunmayan hukuksal, tarihsel, matematiksel belgeler bulunmaktadır.

Tabletler tercüme edildikçe kamuoyunun dikkati buraya yönelir. Zira o güne kadar kutsal kitaplarda geçen ve efsane olduğu sanılan Sodom, Gomore, İbrahim, İsmail, Davut, Cebrail gibi adlar Tevrat’tan 1500 yıl önce yazılmış tabletlerde okununca bilim dünyası heyecanlanır.

İsimleri deşifre eden İtalyan Prof. Giovanni Pettinato, Amerikalı Tevrat uzmanı Noel Freedman‘a bunlardan bahseder. O da Amerikan ve İngiliz gazetelerini kullanarak ortalığı ayağa kaldırır.

Noel Freedman ilginç bir adamdır. Yahudilikten hıristiyanlığa geçmiştir.

Sansasyonel haber, yahudilerin çıkardığı bir Amerikan Tevrat dergisinde geniş bir araştırma yazısına dönüşür. Tevrat’ta adı geçen Hazreti İbrahim’in gerçekten yaşadığı, İbrahim’in yahudilerin atası olduğunu ve dolayısıyla Suriye’nin yahudi toprakları olduğunu ileri sürülür. İsrail buna dört elle sarılır ve çeşitli haklar talep eder. Bilim politikaya kurban edilmiş olur.

Bu haberler Suriye’de büyük tepki ve kızgınlığa sebep olur. Suriye eski eserleri müzesi müdürü Dr. Afif bin Masi Şam’da çıkan Teşrin gazetesinde yayınlanan bir ropörtajında iddiaları şiddetle reddeder. Ancak bu tepki bilimsel olmaktan ziyade slogan atmaktan öte geçmez.

Arkeolojik ve tarihsel bir araştırma bu tartışmalarla yanlış yöne itilir. Prof. Pettinato istemiyerek neden olduğu bu gelişme karşısında telaşa düşer. Sadece İtalyan arkeologlara verilmiş bulunan kazı izninin geri alınmasından korkar. Hemen bir açıklama yaparak Ebla buluntularının hiçbir surette İsrailoğulların atalarıyla bir ilişkisi bulunmadığını söyler. Ancak bu sefer de New York Times ve Wall Street gibi yahudi sermayeli gazeteler karşı saldırıya geçerler. Suriyelilere ağır suçlamalarda bulunurlar. Çivi yazılarını okuyan uzmanların Suriye devletince baskı altına alındıklarını, Tevrat’ta adı geçen isimlerin bulunduğu tabletlerin ortadan kaldırıldığını iddia ederler. “Malum” medya daha da ileri giderek milletler arası Ebla tercüme komitesinden bir Amerikalı üyenin öldürüldüğünü bile iddia eder.

Kısa bir süre sonra bunların tümünün yalan olduğu anlaşılır.

Olur böyle vakalar, Ahmet Sarbay-Ebla’nın keşfini politikaya alet etmek tarafından- asarbay · Published 16 Temmuz 2021 · Updated 13 Kasım 2021

BİLKE YORUM: Zaman sıfır noktasından eksi sonsuza, yine sıfır noktasından artı sonsuza doğru gerçeklere ulaştıkça eski tezler yerini yeni belgelere bırakır. Dünya siyaseti, küreselleşme ve tek elden dünyayı yönetme isteği göz ardı edilmemeli. Biz görmemekte ısrar ettikçe, bizi yok etmeye çalışanların ekmeğine yağ sürüldüğü unutulmamalı.

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

UNUTAMADIM

02. MART.2012- Ayşe Yaşar SARIKAYA

Yaşım 19, Ordu ili Fatsa ilçesi Yeniköy-Sarıyakup Mahallesinde öğretmenim. Okul mevcudu 90, yeni  öğretmen atanana kadar tek öğretmenim. Okul iki derslikli olduğu için, öğrencileri sabahçı öğlenci yaptım. 1-2-3 sabah, 4-5 öğleden sonra devam ediyoruz. Eğitim öğretime sabah 8.30 başlıyoruz ve akşam 17.00′ de bitiriyoruz. Öğle arası da bayram için koro, halkoyunları çalışmaları yapıyoruz.

Gönlümde,  öğretme aşkının ışığı  yanıyor. Bu ışığın sorumluluğu omuzlarımda kendimce çalışıyor, çabalıyorum.  Ev sahibimin kızı Gülsüm evlenecek. O zamanlar köylerde gelinlik adeti yok. Nasıl cesaret ettim bilmiyorum, ona gelinlik diktim. Maaş günü ayda bir Fatsa’ya iniyorum. ÇAMAŞ henüz nahiye, yürüyerek Çamaş’a oradan da jeep ile Fatsa’ya gidiyorum. O zaman bu günün yolcu minibüsleri yok, 5 kişilik jeepe  9- 10 kişi biniyoruz.

gelinlik dikmek için Manifaturacıdan gerekli malzemeleri aldım. Dikiş makinesi buldum, teyel, prova derken makinada diktim.    Köyde ilk defa bir kız, düğününde gelinlik giymiş oldu. İlçeden etamin de almıştım, genç kızlara etamin üzerine kanava işlemesini öğrettim. Sabahtan akşama kadar okuldayım, akşamı da boş geçirmiyorum. Okulda tiyatro, koro, halk oyunları çalışmayı da sürdürüyoruz. Köylünün ilgi ile katılım sağladığı çok güzel 23 Nisan Bayram kutlaması yaptık.

4. sınıfta gözleri şimşek gibi pırıl, pırıl parlayan Ali ve tatlı kız kardeşi Ayşe, bu gün de gözlerimin önünde. Ayşe’ye bayram için prenses giysisi dikmiştim. Ali, sobaların yanmasında, odunların kesilmesinde, okul nöbetlerinde, bir yerden alınması gereken ihtiyaçlarda en yakın yardımcımdı.

Bir gün biz sınıfta ders yaparken, dışarıdan sesler geldi. Dışarı çıktım ve baktım.  Köyün adamları, hep beraber hasta taşıyorlardı. Ali ve Ayşe’nin annesi fındık bahçelerken kaza geçirdiğini öğrendim. Dere tarafında bir tarlada fındık diplerini kazarken, tepeden üstüne kocaman bir kaya yuvarlanmış. Tarladan alınıp dereden köye gelene kadar aradan 2 saat geçmiş. İlçeye götürülecek, köyün ileri gelenleri, sen de bizimle gel dediler. Bindik cipe gidiyoruz. İlk hastaneye gidene kadar 1 saat daha geçti, yani 3 saat zaman kaybedildi. Hastada hareket yok, sadece nefes alıp veriyor. Çocuklar gözümün önüne geliyor, ne yapsam da anneleri kurtulur, kime gitsem ne yapsam diye düşünüyorum. Hastaneye geldik, atladım hemen acili harekete geçirdim, sedye geldi, hastayı içeri aldılar. Hastayı röntgene, gerekli tahlillere hazırladım. Hayatımın ilk deneyimlerini yaşıyordum. Sonra doktor, ameliyata alacağız, üstündekileri çıkar ameliyat giysisini giydir dedi. Ameliyata hazırlarken hastanın yarasını çok yakından gördüm, yüzünde kocaman bir yarık vardı. Giysisini çıkarırken yarık açıldı. Çok etkilendim, daha ok gençtim. İyi olmasını umut  ederek hazırladım. Hastanın eşi, annesi ve ev sahibimle birlikte sonucu bekliyorduk.  15-20 dakika sonra çıkardılar. Bize  tam teşekküllü bir hastaneye götürün dediler.  Artık anlaşılmıştı, hasta beyin kanaması geçiriyordu. Hastayı tekrar giydirdim ve hazırladım.

Eşi hastayı doktorun tavsiyesi üzerine Samsun Hastanesine götürdü, ben akşam köye döndüm. Ali ve Ayşe’ye ne diyecektim. İçim sızlıyor, yüreğim dayanmıyordu. Onlar benden iyi haber bekliyordu. Eve gittim, gözlerimin içine bakıyordu çocuklar.

Çocuklar, anneniz güzel bir hastaneye gitti, baban ilgileniyor, bize haber verecek. Bekleyelim, dua edelim iyi haber gelsin dedim. Hayatımın en zor anıydı.   Sanıyorum hepsi 6 kardeştiler. Çocuklarla göz göze geldikçe içim yanıyordu.

Ertesi günü köye cenaze geldi……….

Ali ve Ayşe ile bu gün karşılaşsam, zaman sıfırlanır ve ben o günlere geri dönerim eminim. Ali şimdi İstanbul’da iyi bir işte çalışıyor. Telefonla bana ulaştı, konuştuk. O beni unutmamış, ben de onu unutmamıştım. Öğretmenim sizi unutmadım dediğinde sesi, eski acı anıları saklayamıyordu. Yaşadığımız olay, ikimizde de derin izler bırakmıştı.

Yaşar SARIKAYA

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,