RSS

Etiket arşivi: bilke sinop

1927 SİNOP SALNAMELERİ

23.12.2021-BİLKE

1927 SİNOP ViLAYETi EĞiTiM DURUMU VE DERNEKLER
Sinop Vilayetinde “73” talebeli bir orta mektep,

“16755” talebeli muhtelif “19” ilk Erkek ve Kız Mektebi vardı.
Vilayette Cumhuriyet Halk Fırkası, Türk Ocağı, Hilal-i Ahmer, Teyyara, Himaye-i Etfal Ģubeleriyle Muallimler Birliği, Ticaret Odası ve Asar-ı Atika-yı Muhibler Cemiyeti vardı.

Boyabat, Ayancık, Gerze Kazalarında Cumhuriyet Halk Fırkası, Himaye-i Etfal, Türk Ocağı ve Teyyare Cemiyetlerinin Şubeleri de vardı. (15)

VİLAYETİN SAĞLIK DURUMU
Vilayette malarya (sıtma), frengi, zatürre gibi hastalıklar görülmektedir. Ayrıca 40 yataklı bir “Memleket Hastanesi” mevcuttur. Gerze, Ayancık, Boyabat kazalarında muvazene-i umumiyeden idare olunan onar yataklı birer “Muayene ve Tedavi Evi” vardı. Bunların muamelat-ı sıhhiye ve idariyeleri mahalli hükümet etıbbasının (doktorlar) mesuliyeti altındaydı.(16)
Sinop’un sağlık açısından en önemli sorunu yerleşim merkezlerinin birbirinden uzak ve küçük birimlere bölünmüş olmasıydı. Ayrıca yerleşim merkezleri arasındaki ulaşım güçlüğü sağlık merkezine ulaşmayı da geciktirmekteydi. Altyapı olanaklarının yaygınlaşmamış olması ve yerleşim birimlerinin dağınıklığı sağlık hizmetlerinin istenilen düzeye ulaşmasında en büyük engel olarak görülebilir.

VİLAYETİN EKONOMİK DURUMU
Hayvancılık

Sinop Vilayetinin dağlık ve ormanlık olması hayvancılığa elverişli bir ortam hazırlamıştı. Bunun yanında yüksek kesimlerde sert ve soğuk geçen kışlar hayvan yetiştiriciliğinde önemli yem sorunları yaratmıştı.
Vilayette bargir, kısrak, merkep, katır, inek, öküz, manda, koyun ve keçi gibi hayvanlar beslenmekteydi. Hayvanlardan elde edilen ürünleri ise süt, yün, yapağı kılı ve keçi kılı oluşturmaktaydı.(17)


Sinop Vilayetinin genel olarak hayvancılık faaliyetlerine baktığımızda en çok keçi beslendiğini görmekteyiz. Keçinin küçükbaş hayvan olması ve hareket olanağının daha kolay olması, sütünün ve keçi kılının bir gelir kaynağı olması bunda etkili olmuş olabilir. İkinci sırada en çok yetiştirilen koyun için de aynı durum söz konusudur diyebiliriz. Dikkati çeken bir nokta da Sinop merkezde inek sayısının diğer kazalara nazaran az olmasına rağmen süt üretiminin fazla olmasıdır.
Tabloda dikkati çeken bir durum da hayvansal ürünlerin üretiminin olmayışıdır. Buna sebep vilayette bu dönemde hayvansal ürünleri değerlendirecek kuruluşların henüz olmayışı olabilir. Ayrıca tabloda et üretimiyle ilgili bir bilgi de verilmemiştir.
Karadeniz’e oldukça uzun bir kıyısı olan Sinop Vilayetinin su ürünleri ile ilgili bilgi de bu salnamede verilmemişken 1925-1926 Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesinde tuzlu balık üretiminin yapıldığı görülmüştür.(18)

Bunun sebebi mübadele sonucu Rum nüfusun göç etmiş olması ve büyük olasılıkla onların iş sahaları olan tütün işleme ve tuzlu balık üretiminin de yavaşlamasıdır. Bir başka ihtimal ise veriler aynı olduğu için belirtilmemiş olabilir.

Madenler

Sinop yeraltı kaynakları açısından oldukça fakirdir. Bundan dolayı madencilikle uğraşan insan sayısı da çok azdır. Boyabat ve Durağan’da linyit damarları mevcuttur.(22)

Salnamede de madenlerden Ģu şekilde bahsedilmektedir; Boyabat Kazasının Durağan mevkiinde Haziran 314 tarihinde Musa Ağa namında birisi tarafından imtiyazı alınan ve elyevm gayr-i faal bulunan arsenik madeni ile yine Boyabat Kazasının Ekinviran mevkiinde petrol madeni vardı.(23)

15 Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesi 1927-1928, 941.

16 Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesi 1927-1928, 941.
17 Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesi 1927-1928, 937.

18 Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesi 1925-1926, İstanbul.

22 Yurt Ansiklopedisi, “Sinop”, C. 9, 6747-6829, İstanbul.
23 Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesi 1927-1928, 938.

KAYNAK: Hürü SAĞLAM TEKİR-

Kafkas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Kafkas University Journal of the Institute of Social Sciences
Sayı Number 13, Bahar Spring 2014, 133-145
(DOI:10.9775/kausbed.2014.009)

PDF tamamı:

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/116204

 
Yorum yapın

Yazan: 23 Aralık 2021 in eski sinop

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

İÇİMİZDEKİ ÇOCUK YİTMESİN

07.12.2021- Şafak Gündüz SARIKAYA

foto-tipitip

Eskiden cep telefonu, internet olmadığı zamanlardı.

Hayat basit ancak rafineydi sanki, kim bilir o zamanlar daha mutluyduk belki de.

Şimdi dijital ve global dünyada insanlar daha kopuk, bireyci ve pragmatik olmaya başladılar gibi.

Çocukken, oyun oynamak için gelen arkadaşlarım eve seslenirlerdi. Ya balkondan ya da mutfak camından bakardım.

Yine bir gün bir arkadaşım gelmişti, evin önünde başı önüne eğik duran kavak ağacının hışırdayan yaprakları arasından gördüm arkadaşımı. O kavak ağacının başı önüne hep eğikti, saygılıydı ama bir o kadar da mutluydu. Bu gün yerinde olmasa da, hışırdayan yapraklarının melodik sesi hala kulaklarımda.

Neyse arkadaşımı unutmayalım, bana “N’apisin, tipitip oynilim mi?”, diye sordu. Bu konuşma tarzı Sinop merkezde olup, bir tür n’apiyon, n’örüyon gibi bir ağız diyebiliriz. Ayrıca tipitip de, 1970’li yıllardan günümüze kadar uzun burunlu, büyük gözlüklü, papyonlu, yuvarlak şapkalı bir çizgi kahramanı. Sakızın ambalajında tipitipin ayrı maceraları olurdu o günlerde.

Hala var mı, inanın bilmiyorum. Ama bakın burası çok önemli, alt tarafta da bir sıra numarası olurdu. Biz oyunumuzu bu numaraya göre oynardık. Arkadaşım:

“n’apisin, geli misin?”, dedi. Ben de doğal olarak:

“gelim” (anlamı geliyorum) diye karşılık verdim.

Cebime tipitipleri doldurup aşağı inip, alt 10, üst 15 diye oynuyorduk. Alt 10 yani alttaki rakam üsttekinden büyükse kaybeden karşı taraf kazanana 10 adet veriyordu. Gel zaman git zaman ben bu oyunu çok iyi oynar oldum, hatta namımı duyan Sinop’un çok farklı yerlerinden çocuklar benle tipitip oynamaya gelirlerdi. Hani batının hızlı silahşörleri gibi(!), neyse onun sonu iyi olmuyordu galiba. Yani havam o biçimdi tipitipte.

Ben de bir gün, iyi oyunculardan birini İstiklal İlkokuluna davet etmiştim. Okulun dik yokuşu evimizin de olduğu Kuruçeşme Sokağa çıkıyordu, sokağın sonundan kıvrılan yol Tarzan Kemal’in evinin önünden Balatlar Kilisesi’ne dönüyordu. Tarzan Kemal’in evinin önünden devam eden yol ise Ada Mahallesi’ne ve Zeytinliğe devam ediyordu. Okuldaki çocuklar terleyince musluktan kana kana su içiyorlardı, yani su bile o zaman daha berrak ve temizdi.

Tipitip işinde ilerleyince, ablamın öğretmen okulunda yaptığı güzel mukavva kutuya tipitipler koymak için kullanmaya başladım. Oynadığım kişiler karton kutunun içindeki tipitip kağıtlarını görünce, özenime çok şaşırıyorlardı.

Daha ilkokulda olmama rağmen, benden büyük kardeşlerimle birlikte evde öğrenmediğim iskambil oyunu kalmamıştı. Sayı tamamlamak için oyuna ablamı da davet ederdik. Biz 3 erkek kardeş oyunda tecrübeliyiz, ablamın sorularını da gülerek hatırlıyorum.

” Koz hangisi? ” Sonunda, aramızda o da tecrübe kazandı.

Tavlayı da çok iyi öğrenmiştim. (Rahmetli Selçuk Bıçakçı hatta çok şaşırıyordu bu halime, toprağı bol olsun.) Bu becerilerim, daha sonraki yıllarda beni kahve köşelerine çekmeyi başaramadı. Düşünüyorum da, o gidişle kumarbaz bile olabilirdim.

Bu tür oyunlar ve kazanma hırsı aslında insan egosunu, bilinç altına sürülmüş kırılganlıklarından dışa vuruş yansıması bir nev’i. Yani geliri iyi olanlar da olmayanlar da yapıyor. Belki başka faktörler de olabilir, kısa ve çabuk yoldan zengin olma, topluma kendini ispat etme v.s.

Günümüzde cep telefonları, sosyal medya, arama motorları ile dolu dünyamızda, teknoloji hayatı rahatlatmasına rağmen eskiye daha mutlu olduğumuz geçmişimize özlem duymuyor değil miyiz?

Bakın, Tuncel Kurtiz şunları söylemiş:

“Yastık değil, kafa rahat olacak,

Döşek değil, vicdan rahat olacak,

Ve insan yorgana değil,

Huzura sarılıp uyuyacak.”

ŞGS

 
Yorum yapın

Yazan: 07 Aralık 2021 in ŞAFAK SARIKAYA ANILAR

 

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

MİNAS BIJIKYAN- SİNOP 817-1819

12.11.2021-BİLKE

Liman Şehri

   Ağlimanın dokuz mil mesafesinde, eski devirde PAMFİLAGONYA denilen eyaletin meşhur başşehri olan Sinop veya Sinap’ın doğu koyunda mükemmel bir limanı ve Roma devrinden kalmış olup içinde bugün Osmanlı Devleti için büyük gemiler inşa edilen bir tersanesi vardır. Polibios ve Strabon, Sinop’un meşhur bir şehir olduğunu ve iki iyi limanı bulunduğunu söylerler ki, bunlardan biri Ağliman olsa gerek. Bazı eski tarihçilere nazaran burasını, Asobos’un “peri” lakabı verilen SİNOPİ adlı kızı yaptırmıştır.

Büyük Sinop’un Gölgesi

Valerios da, Yason veya Argonotlar’ın “ Yüksek Karampe’ye doğru sahilden seyrederlerken büyük Sinop’un gölgesi denizde yüzüyordu” beyti ile şehrin o zaman esasen yapılmış olduğunu söyler. Diğer bazı yazarlar da, daha muhtemel olarak, şehrin Argonotlar‘dan olan ve şehirde heykeline tapınılan AUTOLİKOS tarafından yapılmış olduğunu söylerler. Plutarkos’un dediği gibi Romalılar şehri zapt ettikleri vakit, sahilde gördükleri güzel bir gencin heykelinin AUTOLİKOS’a ait olduğunu anlayarak Roma’ya götürmüşlerdir. Anlaşıldığına göre, orada önce ufak bir şehir yapılmış olup, Autolikos, Grek tarzındaki kaleyi inşa etmiş, sonra Akdeniz’den gelen Milezyalı bir kolon, mevkiin güzelliğini görerek, yerlilerin zaifliğinden dolayı kendileri oraya yerleşmiş, şehri büyütmüş, intizama koymuş ve refah içinde o kadar çoğalmışlardır ki, Giresun ve Trabzon’a da birer koloni göndermişlerdir.

Böylelikler Sinop’un kurucuları sayılan Milezyalılar, Mihridates’in korkusundan şehri çok tahkim etmişlerdir. Mihridates’ın zamanında payitaht şehri olan Sinop, sonra Romalıların eline geçmiştir. Memnon ve başkaları, Sinop’un Mihridates’ın doğduğu ve atalarının başşehri olduğunu söylerler.

Mabette Put

   Sinoplular eskiden çok kuvvetli olup birçok savaşlar yapmışlardır. Başlıca ilahları, Mısırlıların Serapis Putunun aynı olan Dios olmuştur. Sinopluların kalenin içinde yaptıkları muhteşem bir mabette tapındıkları bu put, Tacitus’a nazaran, Mısır Kralı Ptolemeos tarafından Mısır’a götürülmüştür. Adı geçen Kral putu almak için üç sene uğraşmış ve Sinop kralına elçilerle büyük hediyeler göndermiştir. Nihayet putun, gemiye kendi kendine uçmuş olduğuna dair çıkarılan rivayetle halkı aldatmışlar ve put Mısır’a götürülerek orada muhteşem bir mabede konulmuştur. Bu put pek meşhur olup kahinleri de alim kimselerdi. Pontuslu filozof HERAKLİTES, mazkur putun :”önce ilah, sonra kelam ve ruh bir aradadır” diye bir mesajını nakleder.

Sinop Sikkesi

   Sinop sikkesinin bir yüzünde, Autolikos’a ait olması muhtemel açık bir baş, diğer yüzünde de memleketin verimliliğini gösteren bereket boynuzu resmedilmiştir. Bulunan diğer eski bir sikkede, bolluk ilahı Pluton’un yan yatmış vaziyette resmi vardır. Diğer bir sikkenin üzerinde de, bu gün de görüldüğü gibi, balığın bolluğunu işaret etmek üzere bir balık resmi vardır.[1]

Romalıların bastırdıkları sikkelerin birinde C.J.F.SİNOPES, yani ”Julius kolonisi mesud Sinop kolonisine” yazılıdır ki bu, Roma imparatorlarının Sinop halkını kendi kolonileri saydıklarının ifadesidir.

Kale

Sinop kalesi Strabon zamanında çok güzelmiş. Fakat zamana eski bina yıkılmış ve Grekler zamanında kalıntıları ile yenisi yapılmıştır. bazıları yeni kalenin Cenovalılar tarafından yapıldığını söylerler. [2]

Peygamber Eremya ve Kale

EUSEBİOS, Sinop’un M.Ö.625’de peygamber EREMYA’nın zamanında yapıldığını söyler ki, bununla kalenin ikinci yapılışı ima edilse gerektir. Kale duvarları üzerinde birçok yerde taşlarla beraber örülmüş insan ve hayvan heykelleri, tezyinat ve sütun parçaları, Müslüman mezarlığında da sütun kaideleri parçaları gördük. Bunlar STRABON’un tasvir ettiği eski akademiya holunun kalıntıları olsa gerek.

 Kalıntılar içinde Grekçe yazılar vardı; fakat kopya etmeye vaktim olmadı. Kale duvarının içinde bulunan çok eski şeylerin arasında yüzü bozulmuş, fakat boynu ve saçları görülen mermer bir büst vardı. Deniz tarafında, elinde bir kap yan gelmiş bir adam, bunun ayak tarafında da elinde bir kapla yatmış kadının yanında, üç geyik ayaklı halka biçiminde bir masanın resmedildiği mermer bir heykel vardır. Bunun biraz ötesinde bir tapınak duvarının kalıntısı görünür.

   Kale kuzey taraftadır, güneyde iç kale vardır. Kapının birisinin üzerinde Grekçe yazı ve iki sed üzerinde Cenovalılar’dan kalmış tamamiyle mevcut iki arslan şekli vardır. Çevresi iki milden fazla olan kale, berzah üzerinde yapılmış olup bir ucu sahilin batısına, diğer ucu da büyük liman olan doğu koya kadardır. Kalenin kumluk arazi üzerinde bulunması, Türkler arasında bir efsanenin vücut bulmasına vesile olmuştur. Güya kale önce kumla örtülü imiş, sonra devler onu sihirle açmış ve kumu ağlimana dökmüşlerdir.

Yarımada

   Sinop’un Boztepe ( Grekçesi KARAPİ) denilen yarımadası ucu sekizyüz adım genişliğinde bir dildir. Denildiğine göre, bu dil vaktiyle açık olduğundan kaleye gitmek için karadan bir köprü yapılmış, kayıklar da bir koydan diğerine geçerlermiş. Dilin çevresi 18 mil olarak hesaplanıyorsa da, kale üzerinden ölçüldüğü takdirde o kadar tutmaz.

Yarım adada Türbe ve şapel yanyana

Dilin üzerinde Seyyid Bilal Tekkesi denilen meşhur bir ziyaretgah ve mezarlık gördük. Orada iyi bir su dahi vardı. Yakınında, bir köşesi Ağlimana, biri kaleye, diğeri de limana bakan üçgen şeklinde bir harabe vardır ki, bunun bir şapele ait olması muhtemeldir. Romalılara ait mezarlar aynen kalmış olup buradan çok defa, eski taş ve sikkeler çıkarılır. Orada bulunduğumuz günlerde toprak kazılıp Mihridates’e ait birkaç altın sikke çıkarıldı. Romalılar, hazine ve dini yazılarını kal’ede hıfzederlerdi. Horenli Moses, Mihridates’in Sinop’a hakim bulunduğu zaman kahinlerin yazmış oldukları Ermeni Kralları tarihini Africanus tarafından, üçüncü asırda oradaki tapınaklardaki yazılardan çıkarılmış, bilahere de Pontus’dan Urfa’ya götürülmüş olup, kendisinin gördüğünü söyler. [3]

Strabon, Sinop dağ ve bahçelerinden büyük sitayişle bahseder. Hakikaten de bu gün dahi her tarafı ağaçlıkla süslü bir vaziyettedir. Buradan İstanbul’a büyük gemi inşaatına mahsus, muazzam keresteler sevk edilir. Burada bir nevi kırmızı kilden kaplar yapılır. Denildiğine göre Sinop dağlarında yeşil renkte bir kil de vardır.

Sinop’ta zeytin ağaçları yetişir ve zeytinyağı imal edilir. Sahilin bazı yerlerinde, eskiden “Pontos Absenti” dedikleri absente benzer otlar, dağlarda ise bundan başka çeşitli şifalı otlar vardır.

Hrıstiyan halk kale dışında oturur. Rumlar, cesur ve gururlu insanlar olarak kalmışlardır. Ermenilerin sayısı azdır ve bir kiliseleri vardır. Haçlılar İstanbul’u zapt ettikten sonra Sinop, Osmanlı fethine kadar Trabzon imparatorlarının başlıca bir şehri olmuştur.1461’de İsmail Bey orada tek başına hüküm sürüyordu ve Osmanlı fethinden evvel Trabzon imparatorları Sinop Beyi Şatir’e yıllık bir vergi öderlerdi. 

   Sinop’tan birçok meşhur adam çıkmıştır. Bunlardan filozof Diogenes M.Ö.340’da burada doğmuştur. Sinik ( Cynique) felsevi mezhebine ait olup sefil bir hayat süren ve bir fıçının içinde oturan mezkur filozofun mermerden mamul mezar taşı bulundu. Taşın üst tarafında bir köpek resmi, altında da sual- cevap şeklinde şu yazı vardır:

S-           Söyle ey köpek, bu kadar dikkatle kimin mezarını bekliyorsun?

C-           Köpeğin.

S-           Köpek dediğin o adam kimdir?

C-           Diogenes.

S-           Bu adam nereli idi?

C-  Sinopludur. O bir zaman fıçı içinde yaşardı, fakat şimdi meskeni yıldızlar olmuştur.” [4] 


[1] Tournefort –II.206-, “Sinopluların kendi zamanında, İstanbul için urgan imalatı mükellefiyetinden başka, başlıca işlerinin balıkçılık olup, tuzlama ve balık yağı ticareti ile meşgul olduklarını; tuzlamayı daha çok uskumru ve palamut balıklarından yaptıklarını, yağı da yunus ve fok balığından çıkardıklarını söyler.”

[2] Aynı müellif kalenin kendi zamanında çok bakımsız olduğunu şehirde az sayıda yeniçeri bulunduğunu, Yahudilere tahammül edilmediğini, Rumların da müdafaasız açık bir mahallede ikamete mecbur edildiğini söyler. Feruhan Bey ise kendi zamanında (1847) içinde Türk evlerinin bulunduğu ve tamir edilmiş olan Sinop kalesinde 150 kadar top ve 500 asker bulunduğunu söyler.

[3] ERMENİ Tarihi, Venedik 1827, s. 182

[4] Minas Bıjıskyan- Karadeniz Kıyıları Tarih ve Coğrafyası

ARAŞTIRMA: Y.SARIKAYA

 
Yorum yapın

Yazan: 12 Kasım 2021 in eski sinop

 

Etiketler: , , , , , , ,

SİNOP TABİAT PARKLARI

05.09.2021-BİLKE- ARAŞTIRMA

Doğal güzelliğin kenti SİNOP, bu güzelliğinin korunmasıdır derdimiz. Doğanın sunduğu değerlerin, insan eliyle yok edilmemesidir hedefimiz.

Bilimsel çalışmalar, resmi kurumlarca takip edildiğinde, ilimiz artı değerler kazanacaktır. Bürokratik otorite, yetkileri kullanırken, veri tabanına ne kadar özen gösterir, dikkate alırsa, o kadar olumlu sonuç alır.

“NE KADAR BİLİRSEN, BİR BİLENE DANIŞ” demiş Pir Sulan Abdal.

Kaynaklardan faydalanmak, bilgi ve deneyimlerden faydalanmak insanlık için değerlidir. Bilgi, kullanıldıkça yenilenir ve büyür. Bilimsel makale ve araştırmalara bu nedenle yer veriyor ve ilimizin değerlerinin korunmasını istiyoruz.

Sinop’ta bulunan tabiat parklarında ekoturizm ve rekreasyon aktivitelerinin sürdürülebilirliği araştırmasını paylaşmak istiyoruz sizlerle:

TABİAT PARKLARINDA EKOTURİZM VE REKREASYON FAALİYETLERİNİN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ: SİNOP ÖRNEĞİ

Öz: Ülkemizde özellikle sanayileşmenin olmadığı veya düşük düzeyde gerçekleştiği bölgelerin kalkınmasında turizm sektörü önemli bir gelişim aracı haline gelmiştir. Bununla birlikte, turizmin planlı bir şekilde gelişim göstermediği
destinasyonlarda, turizm faaliyetleri ve rekreasyonel aktiviteler, bölgenin sahip olduğu doğal ve kültürel değerler üzerinde yıkıcı etkiye neden olan olumsuzluklara sebep olabilmektedir. Bu nedenle, sürdürülebilir turizm anlayışının, bir
bölgede turizmin gelişiminde ve çevrenin korunmasında önemli bir etkiye sahip olduğu öne sürülebilir.

Bu çalışmada, Sinop’ta bulunan tabiat parklarında ekoturizm ve rekreasyon aktivitelerinin sürdürülebilirliği araştırılmıştır. Araştırma verisi çalışma alanıyla ilgili kaynak taraması, önemli aktörlerle yapılan yarı yapılandırılmış
görüşme ve gözlem yoluyla toplanmıştır. Çalışmanın örneklemini Sinop’ta yer alan korunan alanlardan en fazla ziyaret edilen Hamsilos Tabiat Parkı ve Tatlıca Tabiat Parkı oluşturmaktadır.

Çalışma sonucunda, Sinop’ta yer alan tabiat parklarının ekoturizm ve rekreasyonel aktiviteler için önemli doğal ve kültürel değerlere sahip olduğu belirlenmiştir. Korunan alanlarda, kaynakların verimli kullanımı ve biyolojik çeşitliliğin korunmasına yönelik, başta Doğa Koruma ve Milli Parklar Bölge Müdürlüğü olmak üzere, paydaşlar tarafından çeşitli çalışmaların yürütüldüğü tespit edilmiştir. Bunun yanında, sürdürülebilir turizmin temel ilkelerinden birisi olan yerel refahın artmasına yönelik daha fazla çaba gösterilmesi gerekmektedir. Bu kapsamda yerel istihdamı arttırmaya yönelik düzenlemelerle birlikte, özellikle yerel halkın ziyaretçilere yöresel ürünlerini satarak gelir elde etmeleri için uygun olanakların sağlanmasının yararlı
olacağı söylenebilir.

Mehmet KESKİN- 1 Sinop Üniversitesi, Gerze MYO, Turizm ve Otel İşletmeciliği Programı,
Sinop / Türkiye

Orhan AKOVA- 2 İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi, Turizm İşletmeciliği Bölümü,
İstanbul / Türkiye

Suna MUĞAN ERTUĞRAL -3 İstanbul Üniversitesi, İktisat Fakültesi, İktisat Bölümü, İstanbul / Türkiye

Geniş bir kadro tarafından hazırlanan kitap, okumaya değer. Emeği geçen akademisyenlere teşekkür ediyoruz. Bu veriler yetkili makamlarca değerlendirilmelidir.

Kitap linki: https://www.guvenplus.com.tr/imagesbuyuk/1-CEVRE-BILIM-TEKNOLOJI-BILIMSEL-KITABI.pdf

 
Yorum yapın

Yazan: 05 Eylül 2021 in Genel Kültür

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,

EFLATUN’UN “KURBAĞA”SI SİNOPE’DEN SİNOP’A

20.05.2021- BİLKE

Fulya ÜSTÜN DEMİRKAYA, Ömer İskender TULUK

Eflatun, antik dönemdeki ismi Pontos Euxeinos olan Karadeniz’in kıyıları boyunca sıralanmış kolonileri bir havuzun etrafında oturan kurbağalara benzetir. Ona bu benzetmeyi yaptıran, Miletoslular’ın tüm Karadeniz kıyısı boyunca kurdukları doksan kadar kentin varlığıdır.

RESİM:William G. Alan’a göre Antik dönemde Sinop (Delaney, 1960).

Bunların çoğu emporion düzeyini aşamamışken, Sinope, Amisos, Kerasus ve Trapezus kentleri zamanla önemli birer yerleşim alanı olmuşlardır (Işık, 2001).

Hiç şüphe yok ki Sinop, yarımada ile ana karayı birbirine bağlayan bir berzahta yer alan konumu nedeniyle antik dönem insanı için olağanüstü bir yerleşim alanı olarak görülmüştür. Doğu’ya doğru uzanan yarımada, Güneydoğuya bakan derin ve demirlemeye olanaklı limanı, kuzeybatı, kuzey ve doğu rüzgarlarından koruyan bir yapıya dönüştürmüştür. Bu karakteristik oluşum kente, Karadeniz kıyısı boyunca var olan tek doğal liman olma özelliğini kazandırmıştır.

Bıjışkyan seyahatnamesinde bunun altını çizer: Karadeniz’de liman denilen pek çok yer bulunmasına karşın kışlık limanların çok az oluğunu, en büyük ve en iyisinin Sinop limanı olduğunu söyler. Kentin ikinci emin doğal limanı ise kuzeybatısındaki Ağlimanı’dır (Akliman); ancak yeterince geniş değildir (Bıjışkyan, 1998).

İşte bu nedenledir ki Sinop, ilk kolonist girişimlerle birlikte zamanla coğrafik ve stratejik konuma da sahip olmuş, iki doğal limanı ile Anadolu’nun kuzey bölgesinde bir liman şehri olarak tarihin hemen her döneminde önemini korumuştur. Dahası, Anadolu’dan Karadeniz’e belli başlı çıkış yerlerinden birisi olması, hemen karşısında yer alan Kırım Yarımadasıyla bağlantı noktası konumunda olması bu önemini daha da artırmıştır (Demir, 2001).

Bu, kentin ilk kolonist hareketlerden başlayarak sürekli yerleşim alanı olduğu ve sürekli imar edildiği anlamını

taşımaktadır ki, farklı dönem ve kültür katmanlarının izlerini bugün kentin fiziksel dokusu üzerinden kısmen de olsa okumak olasıdır. İşte bu çalışmada bir bakıma kentin fiziksel okumasının gerçekleştirildiği söylenebilir. Kentsel doku üzerinde gözlenen aşikar bu izlere ek olarak tarihsel yazılı kaynaklarda geçen bilgi ve bilgi kırıntıları, bu fiziksel

okumayı olanaklı kılan diğer önemli kaynaklar olmuşlardır.

ARAŞTIRMA: Fulya Üstün (2008) tarafından, Yrd. Doç. Dr. Ömer İskender Tuluk danışmanlığında hazırlanan “Tarihsel Kaynaklara Göre Sinop Şehrinin Fiziksel Gelişimi (Antik Dönemden 19. Yüzyıl Sonuna Kadar)” başlıklı yüksek lisans tezi temel alınarak hazırlanmıştır.

 
Yorum yapın

Yazan: 20 Mayıs 2021 in eski sinop

 

Etiketler: , , , , , , , ,

Bir Tavuk Hikayesi

21.04.2021-Şafak Gündüz SARIKAYA

Evet, bu bir tavuk hikayesi. Oturduğumuz evin üçüncü katının inşaatı bitmiş, camları takılmamış, henüz oturmamıştık. Babam pencereleri ağlarla kaplamıştı. Tam ortaya da oynamak için bir masa tenisi kurmuştu. Ağ,  masa tenisi oynarken topun kaçmasını engellemek içindi. Ben genelde kardeşlerime yenilirdim. Sokaktan geçenler topun masadaki sesini duyup gayriihtiyari yukarı bakarlardı. Ama ilginç olan sadece bu değildi. O masadan önce yine aynı katta tel örgü ile ayrılan köşede,  taze yumurta için babamın baktığı birkaç tavuk vardı. Zeminden yukarıda tam üçüncü katta düşünebiliyor musunuz? Babamın böyle değişik uğraşıları olurdu. Elektronik cihaz parçaları ile yeni icatlar yapmak gibi.

Gelelim tavuklara. Civciv olmalarından büyümelerine kadarki süreci izlemek ayrı bir keyifti. Küçük horozların birbirleri ile anlaşamamalarını gördükçe horozlanmak deyiminin ne kadar doğru olduğu net görülüyordu. Zamanla tavuklar ve hatta horozlar büyüyor, alan onlara küçük gelmeye başlıyordu.

Bir gün tavuklardan biri, ağın kenarından bir açık bulup sanki kanatlanmışçasına kaçtı. Kuruçeşme Sokağı’nın arka bahçelerinde tavuk arama faaliyetimizi bugün bile unutamam.

Annem:

“koş tavuğu yakala “deyince

“yahu nasıl yapacağım” demiştim içimden.

Diğer taraftan bir Cyborg ya da yapay zeka ürünü bir robot gibi,

“evet bugün görevin tavuk yakalamak, görev anlaşıldı, yerine getirilecek, hedef İlyas Amca’nın bahçesinde, bugün görevin Jim, kaçan tavuğu yakalamak” gibi cümleleri de tekrar ediyordum. Annem:

“yakala oğlum tavuğu, bu beceriksiz ya”sözleri arasında zavallı tavukçağız, Kuruçeşme Sokağı gezintisine başladı.

Önde tavuk arkada ben, benim  arkamda annem, mancarlar arasında o bahçe senin bu bahçe senin fellik fellik  tavuk arıyorduk. Tavuk hızını alamayıp diğer bahçeye geçmişti bile. (Tavşan kaç tazı tut misali)

 Cyborg görevini yerine getirme sorumluluğunda hedefine hızla ilerliyordu. Bahçelerde tavuk ararken,

 “a bahçeye giren kim, hırsız mı o”, sözlerine muhatap olunca durumu da izah etmek güçtü. Neyse “tavuk kaçtı da yakalamaya çalışıyorum”

“ Niye kaçırıyorsunuz tavuğunuzu, sahip çıkın tavuğunuzu, bak ezdin mancarları”

“ yok teyze ezmiyorum, dikkat ediyorum, annem de arkadan geliyor zaten.”

(Bir de o tavuğun üçüncü katta bakıldığını bilseydiniz boş ver Cyborg, görevini tamamla)  Sanıyorum üçüncü bahçede tavuğu köşeye sıkıştırdım ve bir kaleci planjonuyla yakaladım ve tavukcağız ise çok korkmuştu.

Bir yandan da düşünüyordum. Kimsenin tavuğuna kışt dememiştim, kendi tavuğumuza ise çok eziyet çektirmiştim. Anneme götürüp tavuğu teslim ettim. Görev tamamdı.

Gerçi oradaki tavuklar yerinde yine rahat durmayacaktı. Komşu da kaçan tavuğumuzun yerine kendi tavuğunu tanımamış, alın bu tavuk sizin bu diyerek bize vermez mi?  Tavuklar karışmıştı ama bize yanlış tavuk gelmiş, bu bizim tavuk değil desek te, komşu kabul etmemişti. Bizim tavuk tekrar yerine geliyor, onların tavuğu da tekrar evine dönüyordu. Sonunda tavukların ve bizim dediğimiz oldu. Babam bu alemden göçse de konuşulacak çok anı biriktirmiştik. çoğu da Aziz Nesin hikayelerine benziyordu.

Yani işin özeti hayvan besleyecekseniz, bahçeli bir alanda besleyin, ona ya da onlara uygun bir alanınız olsun, maazallah kaçabilir.

Sağlıcakla kalın!

ŞGS

 
 

Etiketler: , , , , ,

SİNOP’TA ESKİ UYGARLIKLAR

29.03.2021- BİLKE

Eski çağlardan beri SİNOP insanlığa yurt olmuştur. Bu güzel coğrafya, kaçıncı zamanda kaçıncı kez canlılara ve insanlara kucak açtı diye düşünebiliriz. Bu konularda araştırmalar olsa da, daha fazla araştırmaya, daha fazla kazıya, daha fazla incelemeye ihtiyacımız vardır. Şurası kesindir ki, SİNOP doğal konumu ile her zaman insanların ve uygarlıkların dikkatini çekmiştir.

Anadolu, en eski uygarlıkların anasıdır. Ne Ortadoğu’ya ne de Avrupa’ya benzemez. Eski dönemlerden kalan olumsuz geleneklerin izlerini yaşatanlar hala olsa da; bunun yanında 3 tarafı denizle çevrili olan ANAKARA, dünya ülkeleri ile ticari ilişkileri ile modernliği de yakalayabilmiştir. Yerinde bilime, modernliğe önderlik etmiş, yerinde uygarlığa ANA olmuştur.

Sinop da 3 tarafı denizle çevrilidir. Uygarlık konusunda, Anadolu gibi zengindir. Hangi uygarlıklar , hangi tarihlerde Sinop’ta bulunmuşlar, birlikte bakalım:

Sinop tarihindeki bazı önemli eski çağ dönüm noktaları ise söyledir (Bilge Umar, 2000, 168);
• M.Ö. 2200-2000 Akaların Sinop’a gelisleri,
• M.Ö. 1800 Sinop’un bir ara Hititlerin faydalandıgı bir iskan yeri olusu,

M.Ö. 1330 Gaskaların Sinop ve çevresine egemen olusları,
• M.Ö. 1344-1180 Sinop’un zaman zaman Hitit kontrolüne girisleri,
• M.Ö. 1200-1180 Hititlerin tarihten silinisi,
• M.Ö. 1117-1090 Asurluların Karadeniz’e çıkısları, Sinop’la ilgilendikleri sanılır.
• M.Ö. 679 Sinop’a Friglerin egemen olusları,
• M.Ö. 676 Frig kralı Midas’ın Kimmerlere yenilisi ve kendisini öldürmesi,
• M.Ö. 676 Kimmerlerin Sinop’u baskent yapmaları,
• M.Ö. 650 Kimmerlerin tarihten silinmesi,
• M.Ö. 690 Sinop’un Milletlerin kolonisi haline gelisi,

M.Ö. 656-546 Sinop’un Karadeniz’de Lidya’nın en önemli bir ticaret limanı
olusu,
• M.Ö. 480 Sinop’un bagımsızlıgı ve ilk kez para bastırılması,
• M.Ö. 169-120 Sinop’un Pontus krallıgının baskenti olusu,
• M.Ö. 70 Sinop’un Romalıların eline geçmesi.

SİNOP ARAŞTIRILDIKÇA, TARİHİ KAZILAR YAPILDIKÇA DAHA NE ZENGİNLİKLER GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK. KÖYLER, DAĞLAR, TÜMÜLÜSLER ARAŞTIRILMAYI BEKLİYOR.

YAZILARIMIZ, ARAŞTIRMALARIMIZ DAHA GELİŞMİŞ, DAHA ZENGİN BİR SİNOP İÇİN…BİLKE

 
Yorum yapın

Yazan: 29 Mart 2021 in eski sinop

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

AKASYALAR AÇARKEN

Şafak Gündüz SARIKAYA-SİNOP VE BEN

Bir okul hayal edin.

Bahçesinde top oynayan çocuklar,

Ve yine o bahçede akasya ağaçları olan,

Ve bu ağaçlar baharda, mis gibi kokusunu salsın havaya,

Burnunuzu, havada uçuşan polenler bir güzel kaşındırsın.

 

İşte benim okulum tam böyle bir okuldu. Yalnız polenler, hapşırtırdı hep beni. Okulun bahçesinde deli gibi bir topun peşinde bir o yana bir bu yana koşturur dururduk, top akasya ağaçlarının arasına kaçtığı zaman, o müthiş kokusunu hissederdiniz ve akasya ağaçları tüm ihtişamları ile rüzgarla beraber salınarak uğuldardı.

Tam o ağaçların karşısında, dörtlü beşli gruplar halinde kız çocukları çeşitli oyunlar oynardı. Biz top peşinde koşarken, akasyanın kokusu, kızların sesi bizimkine karışır, biz de birbirimize bağırır gol, penaltı, faul derdik ve o esnada kızlardan da;

O sallar bebek, o sallar bebek,

Bebekler hep fır döner.

Diye tekerlemeler duyulurdu. Top onların tarafına gidince bizden çekilsene be, git buradan gibi çıkışmalar olur ama daha sonra tatlıya bağlanır herkes oyununa devam ederdi. Ama kızlar kendi evlerinin önünde oynuyorlardı aslında evet burası Kız Yetiştirme Yurdu idi ve bu kızlar da bu yurdun öğrencileriydi. Burası onların eviydi.

Okulun büyük bahçesinin diğer tarafında bir öğretmenin sesi yankılanırdı, bağıra, bağıra:

“Ulan Hasan’a Ulan Hasan’a,

Danalar girmiş bostana, kovalasana.”

Yine öfkeyle “n’apıyonuz ben size ne dedim? “ Okulun bando takımına o yıllar başlamıştım ve trampet çalıyordum aslında eğlenceli gibi gözükse de; yetişkinler için hazırlanmış bu trampetleri taşımak küçük bir çocuk için oldukça yorucuydu. Öğretmen bir gün annemi görmek istedi, evimiz okula çok yakındı, koştum, gittim annem de yemek yaptığı için gelemeyeceğim dedi. Bu sinirli öğretmene nasıl anlatacağım derken imdadıma okulun bahçesindeki bir kız yetişti, “ablası Yurt’ta öğretmen, onu çağıralım” dedi, o günden sonra o yurda girip çıkarken bir sürü ablam olmuştu.Ellerimden tutup beni küçük kardeşleri gibi gezdirirlerdi. Burası çok kalabalık bir aileydi aslında. Yetiştirme Yurdu, Rumlardan kalma eski bir binaydı, tarihi çok eskiydi. Kızlar, Müdür Baba’larını çok severlerdi. Düşünsenize yüzlerce kız ve tek bir babaları var. Bir çocuk gözü ile; Müdür Baba, bence bu sevgiyi ve saygıyı hak ediyordu. Onlarca öğretmenleri, Müdür Babaları ile beraber kalabalık bir aileydiler ama 18 yaşına gelince Yurt’tan ayrılmak zorunda kalıyorlardı.

Yurt’ta, Ayşe isminde bir kız vardı,saçları kısaydı. 14-15 yaşlarında idi, kulakları işitmesine rağmen ancak bir iki kelime konuşuyordu.  Melekelerini normal kullanabilen biri değildi.  Bazen, diğer kızlar bana yardım ediyor diye, beni zaman zaman da kıskanırdı. Aradan yıllar geçti, İstanbul’da  E-5’in kenarındaki Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’ne gitmiş ve hayatı burada sona ermişti Zaman zaman İstanbul’un metropol hayatı içinde, kalabalık ve boğucu havasının aksine, sakin ve huzurlu bir ortam sunan Hastanenin de içinde bulunduğu geniş alana, gelip, ağaçların arasında oturur ve yürürken, Ayşe kim bilir nerede yatmıştır ve hayatı nerede son bulmuştur diye düşünmüşümdür, zira burada nice hikayeler vardır, ve neler yaşanmıştır.

Kız Yetiştirme Yurdu, yanılmıyorsam, 1984’te kapatılmış ve oradaki kızlar Rize’ye gönderilmiş. Zaman zaman Sinop’ta bir araya geldiklerini, eski öğretmenleri ve Müdür Babaları ile buluştuklarını da biliyorum. O tarihi bina restore edilmiş, tıpkı yan tarafındaki okul gibi. Binalar değişmiş, akasyalar kesilmiş ama ağaçların, eski binaların ve seslerin ve her santimetrekaresini ezbere bildiğim oyun alanı tamamen değişmişse de; hafızama kazındığı kesin.

Sinop’ta, okul bahçesinin önünden geçerken kulağıma bir ses gelir ve kızlar hep beraber seslenirler;

“Mor mor menekşeler,

Bizden size kim düşer?”

Sizi bilmem ama benim yüzüme, hafif bir tebessüm düşer.

 

ŞGS

 

 
 

Etiketler: , , ,

KONUĞUMUZ FEHMİ AYDIN-SÖYLEŞİ 2. BÖLÜM

**************

Uzun bir aradan sonra konuğumuz Fehmi AYDIN ile söyleşimize kaldığımız yerden devam ediyoruz.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Yetiştirme yurtlarında çalışırken ilginç olaylar yaşadığınızı biliyorum. Müdür Baba bu anılar içinden sizi en çok etkileyen hatıraları bizimle paylaşır mısınız? Biliyorum anıları deşifre etmeden önce, şöyle bir süzgeçten geçireceksiniz.

Fehmi AYDIN: Yetiştirme yurtlarında geçirdiğim 14 yıl, inanın 14 ciltlik kitabı doldurur. Yaşadıklarımızın bazıları çocuklara ve ailelerine özel hatıralardır. Hepsini açıkça anlatmak mümkün değil. Beni etkileyen bir olayı hatırladım şimdi, onu paylaşayım.

Erkek yetiştirme yurdunda çalışırken, bir akşam sınıfa girdim. Çocuklar beni fark etmediler, hepsi pencerelerden dışarıya bakıyorlardı. Çok merak ettim, ben de baktım ama dikkat çekecek bir şey göremedim. Beni görünce herkes yerine geçti. Durumu anlamak için ısrarla ne var diye sordum. Sonunda birisi açıkladı. Hocam orada ev var dedi.

Baktım, akşam vakti 33 evler mahallesinde bir evin ışıkları yanmıştı. Perdeler açık olduğundan evin içi görünüyordu. Baba dışarıdan gelmiş eş ve çocuklar babayı karşılamışlardı, normal bir aile görüntüsüydü bu…

Bu aile görüntüsü çocuklarımızın özlemiydi. Bazılarının hiç tatmadığı bir hayattı. Şunu anladım ki, limon yememiş bir kişiye limonu anlatamadığımız gibi biz bu çocuklara aile hayatını anlatamayız.

Hele doğumdan önce babayı, doğum anında anneyi kaybeden, çocukluğu yuvalarda gençliği yurtlarda geçmiş çocuklara aile ne ifade eder acaba?. Bu konu beni bir hayli düşündürdü.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Müdür Baba, biliyorsunuz mesleğimin 3.ve 4. yıllarında kız yetiştirme yurdunda birlikte çalıştık. Bildiklerim, yaşadıklarım yurt ortamında çalışmaya başlayınca hafızamdan sıfırlanıvermişti. Hayatın bilinmeyen çok yüzünü görmüştüm. Siz ise 9 yıl yurt ortamında ne çok olaylara şahit oldunuz, ne çok problemi çözdünüz, ne çok deneyimler yaşadınız. Bize bir anı daha anlatabilir misiniz?

Fehmi AYDIN: Bir gün Sinop Kız Yetiştirme Yurduna, Yozgat Çocuk Yuvası Müdürü Şahin Bey gelmişti. Yanında bazı çocuklar da vardı. Onları Samsun’a götürüyordu. Bizim kızlarımızdan Perihan YAVUZ yanımıza geldi ve Yozgat yurt müdürüne “siz Yozgat’ın babası mısınız dedi? Benim orada kardeşim var, ona mektup yazdım verebilir misiniz diye sordu. Müdür bey olur kızım, kardeşinin adı ne dedi. Kardeşimin adı Orhan dedi Perihan. Onların şoförü de yanımızda idi. Arabadaki çocuklardan birinin adı Orhan dedi şoför.

Çocuklar bahçede oynuyorlardı. Biz merakla dosyaları getirdik, inceledik ve o anda ikisinin kardeş olduğunu öğrendik. Çocukları getirdik ama o kadar etkilenmiştik ki, hiç birimiz siz kardeşsiniz diyemedik. Öyle etkili bir duygu yoğunluğu yaşamıştık ki, odadan dışarı çıktık. İçeride Şahin Bey’in hanımı kalmıştı. O çocuklara kardeş olduğunu nasıl söyledi görmedik ama geri döndüğümüzde ablanın küçük kardeşin ellerini öptüğünü gördük. Kardeşini nasıl seveceğini bilmeden, hasretle ellerini öpüyordu. Bu tabloyu hiç unutamıyorum.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Müdür Baba söyleşimizi takip edenler için şu açıklamayı yapmam iyi olacak. Perihan benim grubumun öğrencisiydi. O, yazları da hep yurtta kalırdı. Gidecek kimsesi yoktu çünkü. İki kardeş bebekken yuvaya verilmişler, ilkokul çağında Perihan Sinop’a yerleştirilmişti. Kardeşi de ilkokul çağına gelince Yozgat yurduna gönderilmiş demek ki. Ne tesadüf, kardeşi Yozgat’a giderken ablasının yurduna uğramış ve karşılaşmışlar. Perihan da kardeşinin Yozgat’a gideceği bilgisine ulaşmış, konuyu sorup araştırdığı anlaşılıyor. Sizin sayenizde bu bilgiye ulaşmıştır mutlaka.. Ben çalışırken Perihan 5. Sınıf öğrencisiydi ve kardeşi ile yazışıyorlardı………………

Aradan çok zaman geçti….Hayatta çok şey değişti. Şimdi yıl 2012.

O günlerden bu günlere 30- 35 yıl geçti. Görüştüğümüz çocuklarımız var. Hepimiz onlarla gurur duyuyoruz. Birçoğu öğretmen, memur, yönetici, hemşire. Hepsinin hafızasına BABA olarak kazındınız, Sinop’a geldiklerinde hemen sizi buluyorlar. Bizlerle de görüşüyorlar. O günleri bu günlere bağlayan köprü nasıl oluştu?

Fehmi AYDIN: Kız yetiştirme yurdunda 9 yıl çalıştım. Mesleğinde başarılı olmak için mücadele eden öğretmen arkadaşlarım, canla başla çalıştılar, yurtta çocuklara aile havası yaşattılar. Birbirlerine güveniyorlar, çocuklara şefkatli yaklaşıyorlardı. Öğretmen arkadaşlarımız iyi çocuklar yetiştirdiler, her şeyi birlikte başardık. Onlara sevgi ve saygılarımı sunuyorum.

Onlarla karşılaştığım zaman, kendimi minnet borçlu hissederim. Hayattakilere sağlıklı uzun ömürler diliyor, kaybettiğimiz arkadaşları da rahmetle anıyorum.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Arkadaşlarım ve kendi adıma çok teşekkür ediyorum. Yoğun çalışma temponuzdan sonra emekli oldunuz, emeklilikte neler yapıyorsunuz?

Fehmi AYDIN: Bana göre hayat üç perdelik bir tiyatrodur:

  1. Perde çocukluk ve gençlik: hazırlık dönemi
  2. Perde yetişkinlik: iş- meslek- çalışma- başarma dönemi
  3. Perde emeklilik:  inziva dönemi.

Çocuklarımın hepsi tahsil yaptı. Eşim ev hanımı olduğu için tek benim kazancım aileye yetmedi. Hayatımın 3. Perdesinde yeni bir çalışma ortamına adım attım. Kendimi tekrar çalışma ortamında, 2. Perdede buluverdim. 20 yıl esnaflık yaptım. Çocuklar yetişip iş-meslek sahibi olunca esnaflık hayatım sona erdi. Şimdi emekliliği yaşıyorum. Kitap okuyorum, bilgisayarda oyalanıyorum.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Bugün yetiştirme yurdunda müdür olsanız neler yapmak istersiniz?

Fehmi AYDIN:  Geçmişe baktığımda noksanlarımı görüyorum. Keşke şimdi yurtta olsam da şunu şöyle, bunu böyle yapsam diyorum. Zaten çoğu kez rüyalarıma giriyor.

Yatılı okulda okumam, yetiştirme yurdunda rahat görev yapmama yardımcı oldu. Yatılı okulda tatilden dönerken annem çantama 2 takım yedek çamaşır koyardı. Onun bir takımını uzun zaman giymez yastığımın altında saklardım Geceleri koynuma alır, annem yıkadı diye koklayarak uyurdum. Bu nedenle annelerinden ayrılan çocukların geceleri nasıl uyuduklarını iyi bilirim.

Yatma saatlerinde hiçbir şekilde çocukları kırmazdım. Aynı titizliği yemek saatlerinde de gösterirdim. Kırgın bir çocuğun karnını doyuramayacağını bilirdim.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Her sabah kahvaltınızı çocuklarla yapardınız. Onların yemek masalarını sırası ile dolaşır hepsinin gönlünü alırdınız.

Fehmi AYDIN:  Bunu severek yaptım. Yurtlarda çocukların problemleri ile karşılaştığımda, hep kendimi onların yerine koydum. Kendi çocuk hallerimi hatırlayıp, onları anladım. Bu yöntem, çözümü kolaylaştırdı. Olayları daha anlayışla, tebessümle karşılama vesile oldu. Bu gün mesleğime geri dönsem, daha da anlayışlı olmaya çalışırdım diyebilirim.

Burada hatırladığım bir anıyı anlatmak isterim. Bir müfettişin teftiş raporumda benim için “öğretmeni RAÇİNSKİ’ye benzetmem isabetli olur demişti. RAÇİNSKİ, bir eğitim kahramanı Rus profesörmüş.

BİLKE-A.Y.SARIKAYA: Benzetme isabetli olmuş. Sizin anlayışınızdaki insanların çoğalmasını istiyoruz. Bu söyleşinin amacı da tam buydu:

“Çalışan, üreten, başaran bireylerin süreklilik kazandığı, özgür ve uygar bir Türkiye Cumhuriyeti”..

Söyleşimize katıldığınız için derneğimiz adına size çok teşekkür ediyorum.

 

Etiketler: ,