RSS

Etiket arşivi: cevdet yılmaz

Cumhuriyetin İlk Yıllarında Modern Toplum İnşa Sürecinde Sanayi Tesislerinin Rolü

21.06.2022- Doç. Dr. Mutlu KAYA- Ondokuz Mayıs Üniversitesi, Turizm Fakültesi, Turizm Rehberliği Bölümü-Öğretim Üyesi

foto: Doç. Dr. Mutlu Kaya ve Prof. Dr Cevdet YILMAZ, Sinop konusunda yaptıkları akademik çalışmalar için kendilerini kutluyoruz. Dernek olarak, bu değerli çalışmaları Sinoplularla paylaşmak istedik. BİLKE HALKBİLİM ÖDÜLLERİ’ne ara verdik. Yeniden başladığımızda, iki akademisyenimiz Akademik Halkbilim Ödülleri adaylarımızdır. Çalışmalarını kutluyor ve Sinoplulara tanıtmaya devam ediyoruz BİLKE

GİRİŞ

Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, Osmanlı’dan nüfusun beşte dördü doğrudan veya dolaylı
olarak tarımla uğraşan, tarımın ilkel metotlarla ve daha çok köylülerin kendi tüketimi için yapıldığı bir
ülke devralmıştır. 1912 yılından başlayarak on yılı aşkın bir süre boyunca Anadolu, birbirini izleyen bir
dizi savaşın yıkımına uğramıştır. Balkan Savaşları (1912-1913), Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) ve
Kurtuluş Savaşı’nın (1920-1922) getirdiği yıkım ve ölümler, çok ciddi ve uzun süre etkili olacak
demografik, toplumsal ve iktisadi sonuçlar doğurmuştur. 1913 yılında, daha sonra Türkiye sınırları
içinde kalacak topraklar üzerinde toplam nüfus 17-18 milyon dolayındayken izleyen on yıllık dönemde, gerek askeri gerekse sivil Müslüman halk arasındaki kayıp toplamda yaklaşık 2 milyona ulaşmıştır.
Buna göçler de eklendiğinde 1920’li yılların başında Türkiye’nin nüfusu 13 milyon seviyesine
gerilemiştir. Bu durum on yıl öncesine göre %25 oranında bir nüfus azalması anlamına gelmektedir.
Savaş yılları boyunca üretim düzeylerinde de belirgin bir gerileme yaşanmış, tarım, sanayi ve
madencilik, gerek savaş yıllarında yitirilen insan varlığından gerekse aynı dönemde ekinlerin, yük
hayvanlarının, araç-gereç ve fabrikaların yok edilişinden olumsuz yönde etkilenmiştir (Pamuk ve Owen, 2002; Ünal, 2010).

Çiftçiler tohum, tarım aletleri ve koşumluk hayvan bulamamış, bu nedenle de toprakların büyük bölümü işlenememiştir. Ticaretin gelişimine uygun ulaşım imkanları oluşturulmamış, demiryolu az ve mevcut olanlar da kötü durumda, kara yollarının en iyisi ancak kağnıların geçişine izin verecek şekildedir. Ticaretin neredeyse tamamı azınlıkların elinde, sanayi el sanatlarından ibarettir. Kapitülasyonlar ve serbest ticaret, sanayi gelişimini engellediği gibi mevcutları da ortadan kaldırmıştır.


Fındık, kuru üzüm, incir, tütün gibi tarım ürünleri ile halı gibi el sanatları ürünlerinin dış satımı sonucu
elde edilen gelirle ülkenin ihtiyacı olan sanayi malları karşılanmaya çalışılmaktadır (Aktan, 1998). 1927
yılında yaklaşık 65.000 sanayi şirketi vardır ve bunlarda yaklaşık 250.000 işçi çalışmaktadır. Fakat bu
işletmelerden sadece 2.822’si makine gücüne bağlı olarak faaliyet göstermektedir (Zürcher ve Gönen,
1999) ve sadece 155’inde çalışan sayısı 100 kişinin üzerindedir (Ünal, 2010). Cumhuriyet Türkiye’sinin
ilk sanayileşme hamlesini üç beyazlar (un, şeker ve tekstil) ile simgelemesi aslında sanayileşmenin
durumunu özetlemektedir. Nitekim bunlardan tekstil bir sanayi kolu iken un ve şeker özünde birer
tarımsal üründür (Boratav, 2003).

Bu nedenledir ki Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran kadrolar zaferden sonra hemen milli kalkınma davasını başarmaya odaklanmıştır (Özel, 2002). Böyle bir ortamda kurulan Cumhuriyet rejiminin ülkede sadece siyasi yaşamda belirleyici olduğunu söylemek eksik olacaktır. Cumhuriyet, toplumsal ilişkilere belli bir biçim veren, bu biçimi yeniden üretmek için gerekli kurumsal ve söylemsel pratikleri toplum üzerine empoze eden aktif bir özne olarak, ulus-devlet, sanayileşme ve modern-laik ulusal kimlik üçgeni üzerine yükselecek bir modern ulus hayali içeren bir modernite projesidir (Keyman ve İçduygu, 1998).
Modernlik, Batı Avrupa toplumunda on altıncı yüzyılda biçimlenmeye başlamış ve onu önceki
dönemlerden ve çağdaşı olan diğer toplumlardan ayırmış olan yapısal özelliklerin ifadesidir. Bu
özellikler endüstriyel genişleme, siyasal iktidarın kullanımı üzerine getirilen anayasal kısıtlamalar, sivil
bürokrasilerin yükselişi, kent merkezlerinin büyümesi, okuryazarlığın ve kitlesel eğitimin
yaygınlaşması, sekülerlik, içsel psikolojik benliğin ortaya çıkışı ve işlevsel farklılaşmayı içermektedir
(Jusdanis, 1998). Modernleşmeyle birlikte toplumun geleceğe yönelik beklentileri, çevrelerine bakış
açıları, çeşitli alanlardaki tutum ve davranışları, gündelik ilişkileri, kendi yaşam deneyimlerini
Mutlu Kaya-406

değerlendirme şekilleri değişime uğrar ve yeni bir biçim ve içerik kazanır. Diğer bir deyişle
modernleşme temeldeki kapitalist gelişmenin toplumsal, siyasal, ideolojik, kültürel, kurumsal ve etik
alanlarda yol açtığı değişimin bütünü olarak tanımlanabilir (Çulhaoğlu, 2007).
Türk modernleşmesinin temelini, teknik ve bilimsel ilerlemenin nimetlerinin, çoğunlukla devlet
yoluyla, her türlü insani faaliyet alanına uygulanması oluşturmaktadır (Bozdoğan, 2001). Cumhuriyet
rejimi, toptan bir toplumsal, ekonomik ve siyasi dönüşüm beklentisi içindedir. Modernleşme, ekonomik
ve toplumsal boyutlarla birlikte siyaseti ve kültürü de içeren geniş bir bütünlük olarak görülmekte,
toplum mühendisliği ve yukarıdan aşağıya modernleşme eğilimiyle gerçekleşecek köklü değişikliklerin
hem çağdaşlığı hem de çağdaşlaşmayı gerçekleştireceğine inanılmaktadır (Ahmad, 2006).

Bu sebeple Cumhuriyet’in siyasi otoritesi, ilke ve kurallarını kendisinin belirlediği, siyasal ve kültürel çağdaşlaşma gereğince kurmak istediği tamamen farklılaşmış yepyeni düzen için aslında bir tezat olarak geçmişteki hiyerarşiye dayalı yönetim geleneğini kullanmıştır (Kaliber, 2007). Bu durum yapılan değişikliklerin tam bir modernleşmeden ziyade imparatorluğun reorganizasyonu olarak görülmesine sebep olmuştur.
Fakat aslında Türk modernleşmesi geç ya da gecikmiş modernleşmenin güzel bir örneğini
oluşturmaktadır. Geç modernleşme, Batı’nın kendine özgü koşulları içerisinde yaşadığı modernleşme
sürecinin aşamalarını bir olağan süreç olarak yani kendiliğinden bir gelişme olarak ortaya çıkmasını
beklemeden bu süreçlerin sonuçlarının bilgisine sahip modernleştirici iradenin tarihin akışını
hızlandırması, önündeki basamakların birkaçını birden atlaması biçiminde tanımlanabilir (Çulhaoğlu,
2007; Livan, 2020). Ademi merkeziyetçi ve feodal toplumlarda modernleşme amacıyla belirli siyasal ve
kültürel kurumların ithal edilmesiyle oluşturulan modeller çoğunlukla dirençle karşılaştıkları için
Avrupa’daki benzerleri gibi işlev görmeleri pek mümkün olmamaktadır. Gecikmiş bir modernleşme
sürecinde modelin özelliklerini elde etmek amacıyla telaşlı bir çaba içine girildiği için bu değişimi
merkezi bir planlamayla yapmak zorunlu hale gelmektedir (Jusdanis, 1998).


Atatürk’e göre, Cumhuriyet ile birlikte bir devlet her şeyiyle yeniden inşa edilecektir. Bu
sebeple üniformasını bir kenara bırakıp sivil bir Cumhurbaşkanı olarak halkının karşısına çıkmış ve bu
yeni imajıyla halkına artık yeni bir döneme girildiği mesajını vermiştir. Acilen ülkeyi kalkındırma ve
halkının hayat düzeyini yükseltmek için başta endüstri olmak üzere her alanda hızlı bir gelişim
gerekmektedir (Lewis, 1993). Bu gelişimin, tarihsel özellikleri, yerel gelenekleri ve bölgesel dengeleri
gözeterek, yabancılaşmadan, taklitçiliğe düşmeden ve bağımlı hale gelmeden, yoksulluktan kurtulup
uygarlaşma olarak gerçekleştirilmesi hedeflenmiştir (Aydoğan, 1999).

Sanayi alanında meydana gelecek gelişim Cumhuriyet için hayati bir bileşen olarak görülmekte, sanayi ile uygarlığın beraber büyüyeceği düşünülmektedir. Avrupa mallarını ithal etmekten hoşnut olan yerli burjuvazinin tarımsal gelişime sıcak bakmasına rağmen Türkiye’nin uygarlık hedefine ulaşması için, güçlü, dengeli ve bağımsız bir sanayi ekonomisine sahip olması gerektiği temel düşünce olarak belirlenmiştir (Ahmad, 1995; Georgeon, 2000).
Yeni bir ulus devletin oluşturulması ve çağdaşlaştırılması, birbiriyle yakından ilişkili iki hedef
olarak görülmekte ve benimsenen iktisadi politikalara doğrudan doğruya bu bakış açısı kaynaklık
etmektedir (Pamuk ve Owen, 2002). Bu değişim önceleri özel sermaye ya da yabancı sermayeli
şirketlerin yatırımları ile gerçekleştirilmeye çalışılmıştır. Bu şirketlerle yapılan antlaşmalara özellikle
yerli hammadde kullanma zorunluluğu getirilmiş böylece yatırımların Anadolu’ya yayılması
Cumhuriyetin İlk Yıllarında Modern Toplum İnşa Sürecinde Sanayi Tesislerinin Rol

Mutlu KAYA- 407

hedeflenmiştir (Kaya ve Yılmaz, 2016). Ülkemize bu dönemde yatırım yapan yabancı sermayeli
şirketlerden olan Ayancık Zingal Kereste Fabrikası genç Cumhuriyet’in sanayiden beklentilerini ilk
ortaya koyan işletmelerden biridir. Şirketle yapılan sözleşme bu doğrultuda hazırlanmış, şirket üretimin
şekli yanında mesleki eğitim ve sosyal konular başta olmak üzere birçok konuda sözleşme ile teminat
vermiştir (Anonim, 1948). Ayancık’ta denenen proje her manada oldukça başarılı olmuş fakat ne yazık
ki ülkedeki sanayileşme özel sektör yoluyla istenen seviyeye ulaşamamıştır.

Lozan Antlaşması’nın gümrük tarifeleri için koyduğu sınırlamalar 1928 yılı içinde son bulmuş,
dolayısıyla 1929’dan itibaren yeni ve yerli üretimi korumacı bir gümrük tarifesi uygulama imkânı
doğmuştur. Dünya ekonomisini derinden etkileyen 1929 ekonomik buhranı, bu sistemin bağımlı ve
azgelişmiş çevresini oluşturan ülkelerde ilk kez kendi dinamikleriyle, ulusal bir sanayileşme fırsatı
yaratmıştır. Bu durumun ortaya çıkardığı sanayileşme fırsatını değerlendiren Türkiye’de devlet ekonomi
alanında doğrudan etkin olmaya başlamıştır (Boratav, 2003).

Atatürk’ün ekonomide devlet, fikrini özel
sektörün varlığı ve gelişimi için gerekli şartların sağlandığı bir ortam yaratma yanında devletin toplum
ihtiyaçlarını göz önüne alarak bazı alanlarda varlık göstermesi olarak tanımlamak mümkündür (Akpınar,
2013).

Diğer bir deyişle Atatürk döneminde uygulanan devletçilik politikası, kapitalizm ve sosyalizm
arasında, her ikisinin de bazı özelliklerini almış, bir iktisadi politika olmanın yanında aynı zamanda
bağımsızlığını yeni elde etmiş bir ülkenin kurduğu toplumsal bir sistemdir (Boratav, 1974).
1930’lu yıllardan itibaren devlet, coğrafi dağılış içinde hammaddelerimizin değerlendirileceği,
ithal edilen ürünleri durduracak ve böylece dışarıya döviz ödenmesini engelleyecek sanayi işletmelerini
kendi kurmaya başlamıştır (Doğan, 2013). İsmet İnönü’nün Karabük’te demir çelik fabrikasının temel
atma töreninde söyledikleri devletin sanayi tesislerinden beklentilerini ortaya koyar niteliktedir (Kiper,
2004: 27):
“Karabük Demir ve Çelik Fabrikaları ile memleketin her sahada çok kıymetli olan başlıca
ihtiyaçlarına cevap verecek bir müessese kurmakla kalmıyoruz, cumhuriyetçi ve milliyetçi Türkiye’nin
manevi ve içtimai bir medeniyet ve kültür müessesesini de meydana getirmiş oluyoruz.”
Fabrikalar kuruldukları bölgelerde yarattıkları istihdam olanakları sayesinde bu bölgelerin
nüfusunu arttırarak kentleşme sürecini hızlandırmıştır. Halk, tarımsal faaliyetlerden sanayi üretimine
geçmiş, beraberinde sanayi üretiminin gereklerine uygun bir yaşam sürmeye başlamıştır. Sanayi
yerleşmelerinde fabrikalar tarafından organize edilen faaliyetler işçilerin ve halkın sosyalleşmesine,
geleneksel kent dokusundan çıkılarak planlanmış mekanlarda yaşamın başlamasına ve kadınların da iş
hayatına ve sosyal yaşama karışmalarına imkan sağlamıştır. Fabrikaların bünyesinde üretim tesislerinin
yanında lojmanlar, alışveriş birimleri, yüzme havuzu, basketbol-futbol-tenis sahası gibi spor alanları,
sinema, balo salonu-gazino gibi eğlence mekanları ve mesleki kurslar ile ilk ve orta öğretim için
okullardan oluşan sosyal donatılar oluşturulmuştur.

(Şekil 1. Alpullu Şeker Fabrikası yerleşim planında sosyal alanların dağılışı
Kaynak: Durukan Kopuz ve Tetik, 2016.)

Fabrikaların çevresinde yaşayanlar sinema, tiyatro, konser, balo gibi etkinlikleri bu fabrikalar
sayesinde tanımış ve kadın – erkek toplumun tüm kesimi bunlardan faydalanmıştır. Her tesisin
kuruluşundan bir süre sonra çevresi ayrı bir şehir haline gelmeye başlamıştır. Ayancık, Alpullu,
Eskişehir, Nazilli, Ereğli, Malatya, Kayseri, Karabük, Kırıkkale gibi sanayi alanları Şevket Süreyya
AYDEMİR’in tabiriyle tesisleriyle, lojmanlarıyla, parklarıyla, spor alanlarıyla gün ışığında dünyaya
gülen ve geceleri ışıl ışıl parıldayan şehirlere dönüşmüşlerdir (Aydemir, 2003).


Bu çalışmanın amacı, Türkiye Cumhuriyeti’nin sanayileşme sürecinin sadece ekonomik
kalkınma mücadelesi olmadığını, ekonomik boyutunun yanında sosyo-kültürel boyutu olan,
Cumhuriyet’in oluşturmaya çalıştığı kültür devriminin öncüsü olacak bir modernite projesi olduğunu
ortaya koymaktır. Bu anlamda çalışma Türkiye’de sanayileşme hareketine farklı bir bakış açısı
getirmektedir. Çalışmanın konusunu teşkil eden Cumhuriyet’in ilk dönemlerinde kurulan sanayi
tesislerinin toplumsal etkileri üzerine birçok çalışma yapılmış (Akpınar, 2013; Asiliskender, 2008;
Asiliskender, 2009; Bancı, 2006; Bigat, 2017; Cebecik, 2017; Demirer, 2013; Doğan vd., 2011; Durukan
Kopuz, 2018; Eldeş, 2019; Eren ve Tuna, 2018; Kaya, 2011; Kaya ve Yılmaz, 2016; Kaya ve Yılmaz,
2018; Kiper, 2004; Kiper, 2006; Mülayim ve Kaprol, 2016; Oğur, 2015; Özcan, 2020; Peri, 2006; Semiz
ve Toplu, 2019; Tekeşin, 2012; TOBB, 2016; Yavaşoğlu ve Özgül, 2020; Yücel, 2015) fakat genel
olarak yapılan çalışmalar konuya devlet eliyle kurulan sanayi tesisleri üzerinden yaklaşmıştır. Bu
çalışmada konu, 1925-1945 yılları arasında kurulan yabancı sermaye yatırımları, özel sermaye
yatırımları ve devlet teşekkülleri açısından ele alınmış böylece aslında Cumhuriyeti kuran kadroların
toplumsal değişim için sanayi tesislerinden beklentilerinin devletçi ekonomik uygulamalardan çok daha
önce var olduğu ortaya konulmaya çalışılmıştır. 1925-1945 yılları arasında kurulan sanayi tesisleri
içinden yabancı sermaye yatırımları olarak Sinop Kibrit Fabrikası ve Ayancık Zingal Orman İşletmesi,

Mutlu KAYA- 409

özel sermaye yatırımı olarak Alpullu Şeker Fabrikası, devlet teşekkülleri olarak da Eskişehir Şeker
Fabrikası, Karabük Demir-Çelik Fabrikası ve Sümerbank teşekkülü olan Nazilli, Kayseri, Ereğli
(Konya), Bursa Merinos fabrikaları araştırmaya dahil edilmiştir. Bu tesislerin kuruldukları çevrelerde
yarattıkları istihdam ve ekonomik etkilerle şehirsel gelişime, yarattıkları eğitim, sağlık, spor, sosyokültürel imkanlarla da halkın kültürel gelişimi ve modernleşmesine etkileri açıklanmaya çalışılmıştır.
Çalışmanın ele alındığı 1925-1945 yılları arasında kurulan sanayi tesislerine ait belge, fotoğraf ve arşiv
kayıtların yetersizliği nedeniyle konunun sadece belirli başlıklar (kentleşme, ulaşım, kırsal kalkınma,
sosyal –kültürel değişim) açısından değerlendirilmesi ve sadece 9 fabrika üzerinden ele alınması
çalışmanın sınırlılıklarını oluşturmaktadır.

Makalenin tamamı:

https://dergipark.org.tr/en/download/article-file/1552841?fbclid=IwAR1VDuqXXP-9sCABu87yBTyFthjuZGDWUEyn_fxcAzv8fN7T7j4OsJuI_3Y

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , ,

SİNOP CEZAEVİ NEDEN MEŞHUR

06.02.2022-Prof.Dr. Cevdet YILMAZ-TARİHİ SİNOP KALESİ CEZAEVİ

Hapishaneyi Meşhur Kılan Sebepler
Sinop hapishanesinin kurulus yerinden kaynaklanan bazı hususiyetler ile bizzat cezaevinin kendisi onun kaçılması imkânsız bir yer olarak söhret kazanmasını saglamıstır. Burayı, ABD’de San Fransisco yakınlarındaki bir ada üzerinde bulunan ve birçok filme konu olan ünlü Alcatraz hapishanesine benzeterek, “Anadolu’nun Alcatraz”ı olarak tanımlayanlar da vardır (Foto 3). Sinop Cezaevi’ni “girilir, ama çıkılmaz” yapan bu söhretin temelinde cezaevi ve onun bulundugu yerin, baska birçok faktör yanında, fiziki ve beseri cografya özellikleri önemli rol oynamıstır.

Foto 4. Sinop sehrinin tarihten gelen en önemli özelligi Karadeniz kıyılarında tek dogal limana sahip yerlesme olusudur. Aynı hava sartlarında sehrin kuzeyi dalgalarla bogusurken hemen 300 m güneyi oldukça sakin olabilir. Fırtınalı bir havada sehrin iki kıyısındaki bu fark daha önce tarafımızdan (Boztepe yarımadasından batıya dogru) çekilen bu fotografta net olarak görülmektedir. Günümüzün modern
gemilerinin bile dayanmakta güçlük çektigi Karadeniz fırtınalarına geçmisin basit ahsap gemilerinin dayanmasının ne kadar zor oldugu düsünülürse, antik çagdan günümüze kadar geçen süre içinde verdigi hizmet bakımından Sinop limanının önemi daha iyi anlasılacaktır.

* Sinop’un konumundan kaynaklanan nedenler
Sinop sehri dogu-batı dogrultulu Boztepe Yarımadası’nın ana kara ile birlestigi kesimde kurulmustur. Sehrin denize bakan kuzey kıyıları Karadeniz’in hâkim kuzey rüzgârlarına açık oldugu için gemilerin güvenli bir sekilde yanasmasına imkân vermezken, güneyde kalan iç liman (Ak Liman) gemilerin kolaylıkla kıyıya yanasmasını saglayan ideal derinligi ve fırtınalı havalarda sagladıgı güvenli bir liman olmasıyla dikkat çekmektedir. Bu özellik sadece ticaret gemilerinin degil, stanbul’dan mahkûm getiren gemilerin de
kolaylıkla limana yanasmasına ve limanın hemen kenarında bulunan hapishaneye
mahkûmların yine güvenli bir sekilde transferini mümkün kılıyordu. Karadeniz’de bu sartlara sahip olmayan yerlerde mahkûm getiren gemilerin fırtınalı havalarda deniz sakinlesene kadar açıkta beklemeleri ve bu nedenle tahliyenin gecikmesi gemide isyan dâhil türlü problemlerin çıkmasına neden olabilirdi. Sinop Cezaevi’nin bu sekilde güvenli bir limanda bulunması ona ayrı bir üstünlük saglamıstır (Foto 4).
Sinop Kalesi anakarayı Boztepe yarımadasına baglayan tombolonun (kıstagın) en dar yerine kurulmustur. Cezaevi olarak kullanılan İç Kale’den kaçan bir mahkûmun önce Dıs Kale’den de çıkması, ardından da anakaraya geçmesi gerekecektir. Cezaevinin kuruldugu yer ile ana kara arasında kalan saha berzahın en dar yeri olup iki deniz arasında kalan yaklasık 300 m’lik mesafe güvenlik kuvvetleri ile sarıldıgı takdirde kaçan mahkûmu yakalamak çok kolaydır.
Bir mahkûm kale ve sehirdeki tüm engelleri asarak kaçmayı basarsa bile o zaman da karsısına bir baska engel olan Sinop ilinin daglık, engebelik ve ormanlık yapısı çıkmaktadır. Yörede yerlesmenin seyrek, ormanlık alanların da genis yer kaplaması karadan kaçan bir mahkûmun uzun süre fark edilmeden çok uzaklara gitmesini ve yiyecek bulup karnını doyurmasını engellemektedir. Firar eden bir mahkûmun bu sartlarda kendini güvende hissedecegi bir yere ulasması çok zor bir ihtimal olarak görülmektedir.
Deniz yoluyla kaçıs ise daha da imkânsızdır ve ancak sehirden birilerinin tekne
destegi vermesi ile mümkündür. Gerek Sinop sehir halkı, gerekse çevredeki köylüler bu
konuda hep devletin yanında olmus, hiç asi olmamıs, bu tür girisimlere hiçbir zaman destek
vermemislerdir. Böyle bir kaçma durumunda yönetimin köylülere haber salması yeterli
olacak, halkın ihbarı ile kaçaklar kolaylıkla yakalanabilecektir.
Sinop sehri yerel cografi sartları ve konumundan kaynaklanan bu özellikleri nedeniyle, “kalebent” ve “pranga” mahkûmları için, (Akka, Diyarbakır ve Musul ile birlikte) Osmanlı’nın en önemli sürgün yerlerinden biri olmustur. Nitekim arsiv kayıtlarında 1913 yılına gelindiginde Sinop’tan baska bir yerde kalebent mevkisi kalmadıgından ve buranın da dolu olmasından, bu cezayı uygulamak için gerekli baska yer bulunamadıgından sikayet edilerek, bu cezanın uygulanmasına yönelik iyilestirmelere gidilmesi için gerekli kanunların çıkartılması istenmistir (Sen 2007:56).
* Cezaevinin konumundan kaynaklanan nedenler
Sinop Cezaevi İç Kale içinde yer almaktadır. Cezaevinden kaçmak isteyen birisi önce İç Kale’nin yüksek duvarlarını, bu duvarlar üzerinde nöbet tutan ve devriye gezen güvenlikçileri geçmek, sonra asagı atlamak ve tekrar Dıs Kale’yi geçmek zorundadır (Foto5).

1900’lü yılların baslarına kadar Dıs Kale’nin kapısı aksamları kapanır, sabahları açılırdı.
Böylece sehre giris çıkıs kontrol altındaydı. Kale içinde kale olan Sinop Cezaevinden bu nedenle imkânsızdır ve bu imkânsızlık Sinop Cezaevi’ni mahkûmların korkulu rüyası
yapmıstır.
Osmanlı’da askeri veya siyasi suç isleyen kisilerden herhangi birine verilen idam cezası genellikle zindanlarda yapılır, idam sonrasında cesetler denize atılırdı (Sen 2007:5).
Daha çok İstanbul’da görülen bu uygulamanın benzerlerinin Sinop Cezaevi’nde de
uygulanıp uygulanmadıgı bilinmemekle birlikte, Sinop Hapishanesi’nde zindan ve denizin
bir duvar kalınlıgı mesafesi kadar birbirine yakın olması buranın dikkat çekici bir diger özelligidir.
Yine mahkûmlar açısından Sinop Hapishanesi’nin ürkütücü olan diger bir özelligi
de kalenin zemin sartlarıdır. Özellikle kalenin güney duvarına yakın olan kısımda bulunan
disiplin hücreleri ve bazı koguslar, zeminin deniz seviyesinde olması nedeniyle asırı
rutubetlidir. Bu nedenledir ki buraya düsen bir mahkûmun bir süre içerde kaldıktan sonra,
ceza süresi bitse bile, buradan tekrar saglıklı bir sekilde çıkması zor bir ihtimaldir.

Makalenin tamamı:

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/26910

 

Etiketler: , , , , , , , ,

BELGELERLE SİNOP CEZAEVİ

18.04.2021- BİLKE

Sinop hafızasında derin izler bırakan, unutulmaz acıların yaşandığı bir yapı, SİNOP CEZAEVİ. Prof. Dr. Cevdet YILMAZ çalışmasına yer veriyoruz bu gün:

Doç. Dr. Cevdet YILMAZ*

ÖZET
Eski çağlardan beri deniz ve ticaret kenti olarak bilinen Sinop Anadolu’nun en eski şehirlerinden biridir. Tunç çağından günümüze dek çeşitli uygarlıkların buluştuğu Sinop’u yüzyıllardır bu kadar vazgeçilmez kılan şey sahip
olduğu coğrafi konumudur. Sinop şehri anakara ile Boztepe yarımadasının birleştiği kıstak (yükselmiş tombolo) üzerinde kurulmuş ve tarih boyunca güçlü kalesi ve doğal limanı ile dikkat çekmiştir.
Sinop’ta Karadeniz’e hâkim olmak isteyen bütün uygarlıkların izlerini bulmak mümkündür. Şehir sırasıyla Romalıların, Bizanslıların, Selçukluların ve Osmanlıların hâkimiyetinde kalmıştır. Selçuklular döneminde şehre büyük önem
verilmiş, bu dönemde Sinop Kalesi güçlendirilerek bir bölümü dönemin en önemli
tersanelerinden biri haline getirilmiştir.

Osmanlılar döneminde de varlığını sürdüren tersane, 1887’den itibaren hapishane olarak kullanılmaya başlanmıştır. Sinop hapishanesi coğrafi konumu ve yüksek duvarlarla çevrili bir kaleden meydana gelmesi nedeniyle buradan
kaçmanın imkânsızlığı yüzünden mahkûmların korkulu rüyası olmuş, Sinop şehri de hapishanesi ile anılmaya başlamıştır. 1997’de mahkûmlar yeni cezaevine taşınmış, Tarihi Sinop hapishanesi günümüzde müze olarak kullanılmaya
başlanmıştır. Bu araştırmada Tarihi Sinop Kalesi Cezaevi coğrafi bakış açısıyla ele alınmış ve değerlendirilmiştir.
Anahtar Kelimeler: Coğrafya, Sinop, Sinop Kalesi, Sinop Cezaevi

OMÜ, Fen-Edebiyat Fak., Coğrafya Bölümü, Samsun. cyilmaz@omu.edu.tr

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/26910

 

Etiketler: , , , ,