RSS

Etiket arşivi: kadın

YÜZLER ve GÖRMEK

21.10.2025- Şafak Gündüz SARIKAYA

Bakmak, görmek demek mi?

Bakınca yalnız seyrederiz, görünce bir hükme varırız. Bakmanın üst seviyesi tanımak, görmenin ise yaşamaktır. Görmek derinliği ifade eder. Bakan kişi anlatır, gören kişi sorgular ve yorumlar.

Bakmak sadece gözle olur. Görmek, akıl, kalp ve gözün devreye girmesiyle gerçekleşir. Bakmak bir göz hareketi, görmekse bir şuur faaliyetidir.

Simaları görürüz ve zihnimizde yer ederler. Bazı simalar kalıcıdır, hatta hiç görmesiniz de bazen düşünürsünüz sanki bir yerde görmüş gibiyim, daha önce hiç karşılaştık mı diye sorarsınız.

1998 yılıydı galiba, Ataşehir, Ümraniye civarlarında babamla ir emlakçıya gitmiştik, önce ben girdim,“şu evi görebiilr miyiz”, dedim ardımdan babam içeri girdi, adam babamı görünce şaşırdı, “Ah, inanılmaz, dayı sen nerelisin?é dedi, “içimden nereden çıktı bu gereksiz muhabbetler, kim bilir ne gereksiz şeyler söyleyecek”, dedim. Babam , “Sinop’luyum” , diye karşılı verdi adam bu sefer, “neresinden”diye cevap verdi, Gerze mi deyince, çok şaşırdım, hiç böyle bir şeyle karşılaşmamıştım, nokta atışı buna denir, adam da Gerze’nin bir köyündeydi, en azından ailesi oralıydı, emlakçıydı ama konuştukça, ressam olduğunu da öğrendik ve Paris sokaklarında yaptığı resimleri bize gösterdi ve hatta elime bir sürü karakalem çalışmasını verdi, gerçekten yetenekliydi ayrıca çok iyi bir bakış açısı vardı, bizim göremediğimiz ayrıntıları hemen fark etmişti, burun, alın yapısı, gözler, elmacık kemikleri, belki başka detaylar, kaşlar, dudak, saç şekli gibi, ya da bizim baktığımız gibi bakmamıştı, o görmüştü.

Karakalem deyince yine zihnim beni eski siyah beyaz bir fotoğrafın önüne bırakıverdi, Sinop’ta usta karakalem işi yapan biri vardı o zamanlar. Kalenin altında küçük bir işyeri vardı bu adamın. 4 kişiyi kara kalemle bir arada çizilmişti, aslında 3 farklı siyah beyaz fotoğraftaydı 3 kişi. Annemin babası ve kızkardeşi de vardı karakalem çalışmada. (Dedem, teyzem ve halam vardı.) Annemin yüz hatları babasına benzemiyordu, acaba hiç görmediğim anneanneme mi benziyordu. Üçü de annemden çok önce hayata gözlerini yummuştu, şimdi kimse hayatta değildi.

Bir omuzu düşük, hafif kambur başında kasketi olan yaşlı bir adamdı fotoğrafta, başka bir fotoğrafta annem kızkardeşi ile gülümsüyordu, iki kardeşin yüz hatları benziyordu birbirine. Duvarda bir çerçevede asılı zamana meydan okuyan bir karakalem çalışma, usta ellerde bir resmin ötesine çoktan geçmişti, zamana meydan okuyordu, 4 farklı karakter, 4 farklı hayatı anlatıyordu aslında. İşte o yüzde görmesini bilmek gerekiyordu ressam gibi. (içimden bir ses her birinden çok hikaye çıkar diye ama o sesi susturuyorum.)

Akrabalar, yüzler derken Gabriel Marquez Yüzyıllık Yalnızlık romanını düünüyorum. Macondo kasabasında, Buendía ailesinin yedi kuşağı aşk, unutuluş ve geçmişlerinin ve kaderlerinin kaçınılmazlığı arasında yaptığı yolculuk etkiliydi.(1) Kendi ailemde değil, bu insanlık tarihi boyunca, genetik aktarım, kültürel aktarım hep devam etmiştir, devam edecektir de… Usta eller sadece resimde değil her alanda usta eserler ürettiler, iyi gördüler.

Her gören bakmıştır ama her bakan görememiştir çünkü görmek için düzgün bakmak gerekir. Ayrıca herkes bakar ama görebilenler farkı yaratır.(2)

Şimdi söyleyin bakalım, bakmak görmek mi demek?

ŞGS

(1) Wikipedia

(2) Ekşi Sözlük

 
 

Etiketler: , , , , , ,

ANADOLU GERÇEK BİR MASAL COĞRAFYASI

03.07.2025-Yusuf YAVUZ

Yaşayan bir kültür ya da gelenek özünü yitirdikçe yerini simgesi alıyor. Tıpkı 1958 yılında Ürgüp’te çekilen bu fotoğraftaki gerçekliğin yerini artık dramatik müzikler eşliğinde banka reklamları ya da siyasi partilerin tanıtım videolarının alması gibi.

Nevşehir Ürgüp’te bir ailenin bayram gününü yansıtan bu fotoğraf, National Jeographic Magazine Dergisi’nin 1958 Ocak sayısında Kapadokya’yı ele alan kapsamlı bir yazıdan.

Peri bacalarından dolayı “Koniler ülkesi Kapadokya” başlığıyla yayımlanan yazıya Ürgüp, Göreme ve Uçhisar’dan yöre halkının gündelik yaşamından çeşitli kareler de eşlik ediyor.

Ürgüp’te bir dini bayram günü konuk olunan ailenin sofrasında çeşitli meyve ve kuru yemişler, bir tabakta salatalıklar dikkat çekiyor. Masa örtüsünden işlemeli köşe yastıklarına, kadınların ve kızların saç örgülerinden erkeklerin kıyafetlerine, kayadan oyulma odanın düzeninden bir arada olmanın yarattığı ortak duyguya kadar birçok ayrıntı yansıyor fotoğraftan. Fotoğrafçı Marc Ribound, bu karenin altına Ürgüplü aile ve yakın akrabalardan oluşan sofradakilerin peri bacalarının olduğu bölgede yetişen meyveleri yediğini ekleyerek, erkeklerin modern, kadınların ise geleneksel kıyafetlerinin tezatlığına değinmiş.

Orta Anadolu coğrafyasının 20 yüzyılın ortalarındaki manzaralarını yansıtan bu kareler, aynı zamanda giyimden yeme içme kültürüne, biyolojik çeşitlilikten gündelik yaşamın akışına kadar birçok ayrıntıya işaret ediyor.

Derginin ilgili sayısında yer verilen bir başka fotoğraf ise ağaç çubuklarına geçirilerek gerilmiş koyun kaburgalarını sonbahar güneşinin altında kurutan bir çifti yansıtıyor. Bir zamanlar birçok et kurutma ve saklama yöntemi vardı Anadolu’da.

Fotoğrafta, Göreme’de bir evin avlu kapısının üzerine asılarak kurutulmaya bırakılan koyun etleri görünüyor. Fotoğrafçı Marc Ribound, bu karenin altına düştüğü notlarda, Kapadokyalı her çiftçinin kendi kendisinin hem kasabı, hem de bakkalı olması gerektiğini belirtiyor. Bu, bir bakıma Anadolu insanının kendi kendine yetebilmeyi öne alan yaşamının özeti gibi. Etler, peynirler, üzümler ve tahıllardan oluşan kışlık gıda ihtiyaçlarının önceden hazırlandığı bir üretim ve yaşam kültürü, tüm Anadolu coğrafyası gibi Kapadokya’nın da gerçeği. Aynı zamanda hayvanlar için de kış hazırlıkları yapılıyor, kurutulmuş otlar evlerin ya da ahırların damlarında yığılıyor.

Eski adı Maccan olan Göreme’de kadınlar kayadan oyulma evleri onarıp kireçle badanalıyorlar. Fotoğrafa yansıyan bir kıs çocuğu, üzerindeki kıyafete ve saçlarına kireç damlamasına aldırış etmeksizin gülümseyen yüzüyle yaşadığı dönemden geleceğe bakıyor.

Ürgüp-Uçhisar arasındaki yol kenarlarında peri bacalarına tüneyen güvercinlerin gübrelerini toplayan köylülerin görüntüleri de bölgenin bir başka gerçekliğini yansıtıyor. Kayseri’den Nevşehir’e, Niğde’den Aksaray’a Kapadokya coğrafyasının ayrılmaz parçası olan güvercinler, aynı zamanda tarımsal üretim için de önemli olmuş. Çoğu yerde halen varlığını sürdüren güvercin evleri, insanla kuşlar arasındaki karşılıklı ilişkinin binlerce yıllık hikâyesini anlatıyor.

20. yüzyılın ortalarında Kapadokya’dan yansıyan bir başka kare de canlı hayvan pazarındaki pazarlık geleneğinin kutsallığından söz ediliyor. Ankara keçisi başta olmak üzere keçinin Orta Anadolu için önemli olduğuna değinilirken kendi kültürel dokusu içinde sürüp giden bir yaşamdan kareler aktarılıyor. Halıcılığın o yıllarda oldukça güçlü olduğu bölgeden yansıyan kareler arasında çokça halı dokuyan kadın figürü de var…

Bugün gerçekliğini giderek yitiren yaşamların yerli ve milli sosu eklenerek abartılı biçimde siyasi malzemeye dönüşmesiyle aslında neden bir türlü bütünlüklü, kimlikli ve irade kullanacak halde olunamadığını düşündürüyor bu fotoğraflar. Ürgüplü ailenin bayram sofrasındaki bütünlük ve gerçeklik, bankaların, küresel meşrubat şirketlerinin ya da siyasi partilerin Ramazan ayında ve bayramlarda dolaşıma soktuğu duygu sömürüsü dolu reklam videolarının nesnesi haline geldi.

Metropollerden taşraya, kamu idaresinden yerel yönetimlere kadar hemen her yere sirayet eden “görüntüyü kurtarma” siyaseti tam da buradan besleniyor. Gerçeği yok olup ortadan kalktıkça her türlü değerin, kültürün ve güzelliğin sanal çeşitleri dolaşıma sokulup durdukça aslında tam olarak neyi kaybettiğini bile anlayamadan sürüklenip duruyoruz.

İnsan bazen bir halkın çıkarsız, sade ve içten gülümsemesini bile özlüyor işte…

Görseller: (Marc Ribound, National Geographic Magazine, Ocak 1958, sayfa:122-146)

(Yusuf Yavuz)

 
Yorum yapın

Yazan: 03 Temmuz 2025 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , ,

ŞERİFE 16 YAŞINDA EVLENDİRİLİR

10.03.2025- Hayat Ve Farkındalık

UNUTULMAZ KADINLARIMIZDAN BİRİ

Şerife 16 yaşında evlendirilir.

Düğünden 2 ay sonra savaş çıkar eşi Çanakkale’de şehit düşer.

21 yaşına geldiğinde köylü onun yalnız kalmasını doğru bulmaz,ve Topal Yusuf’la evlendirilir. Yusuf savaşta sol bacağını ve bir gözünü kaybetmistir. Kulakları da günden güne az işitmektedir.

3 yıl sonra bir kız çocukları olur, adını Elif koyarlar.

Ankara’dan talimat gelir,İnebolu ‘dan kağnılarla #Kastamonu‘ya cephane taşınacaktır.Her evden bir kağnı yola çıkacaktır.

Erkek varsa erkek yoksa kadın bu VATAN GÖREVİNİ yapacaktir.

Şerife Bacı Elif’ini bırakacak kimse bulamaz.Bebesi hala annesini emiyordur.

1921 yılının son günlerinde (Aralık sonları )Şerife baci Elif’iyle yola çıkar.

Bebesi için top mermilerinin arasında bir yer ayarlar.Uzerine yün yorgan örter. Bu halde uzun bir yol alır. Bir süre sonra kagnisi durur çünkü öküzünün biri olduğu yere yığılır.

Kendi de açtır bebesi de açtır.

Hava şartları çok çetindir.

Kar ve soğuk dermanını keser.

Son bir gayret Kastamonu Kışlası’na yaklastiginda top mermileri ıslanmasın diye gocuğunu mermilerin üstüne örter.

Yorgun ve aç Serife Baci Elif’i ölmesin diye de üzerine abanır…

Vücut sıcaklığını yavrusuna verir. Şerife Bacı keskin ve dondurucu soğuğa daha fazla dayanamaz.

24 yaşında donarak şehit olur…😥

Allah ona ve tüm şehitlerimize rahmet eylesin mekanları cennet inşallah 🤲

Biz bu Vatan’ı işgalcilerden böyle kurtardık

Biz Cumhuriyeti böyle kurduk …🇹🇷🇹🇷🇹🇷

 
Yorum yapın

Yazan: 10 Mart 2025 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

ANANI ÖPEN KADI

12.02.2025-Hayat ve Farkındalık

Osmanlı döneminde, yolsuzlukları ile ünlü Karakuşi adında bir kadı varmış. Bir gün Karakuşi Kadı, bir fırının önünden geçerken, burnuna güzel bir koku gelmiş. Vitrinde güveç içinde nar gibi kızarmış, sahibini bekleyen nefis bir ördek duruyor. Karakuşi Kadı, fırıncıya,

‘Ben bunu aldım’ demiş.

Kadıya itiraz edilir mi? Fırıncı hemen ördeği paket yapıp vermiş. Az sonra ördeğin sahibi gelmiş:

‘Hani bizim ördek?’ diye sormuş. Fırıncı boynunu büküp,

‘Uçtu’ deyince, iş kavgaya dönüşmüş. Kavga sırasında fırıncı, araya giren bir gayrimüslim müşterinin gözünü çıkarmış; korkusundan kaçmaya başlamış. Gayrimüslim vatandaş da peşinde koşuyor. Duvardan atlarken, öteki taraftaki hamile bir kadının üstüne düşmez mi! Kadın oracıkta düşük yapmış; kocası da fırıncının peşine düşmüş. Fırıncının çarpıp devirdiği Yahudi bir vatandaş da kızıp peşlerine takılmış…

Sonunda duruma müdahale eden zaptiyeler, hepsini yakalayarak Karakuşi Kadı’nın karşısına çıkarmışlar. Ördeğin sahibi,

‘Bu adam ördeğimi hiç etti’ diye şikayet etmiş. Kadı, fırıncıya sormuş:

‘Ne yaptın bu adamın ördeğini?’ Fırıncı

“Uçtu” demiş.

Kadı, kara kaplı defterini açmış: Ördeğin karşısında ‘Tayyar’ yazılı.

“Tayyar ‘Uçar’ anlamına gelir. O halde ördeğin uçması suç değil” diyerek fırıncının beraatına karar vermiş. Gözü çıkan gayrimüslim vatandaşın şikayetine de kara kaplı defterden bir madde bulmuş:

“Her kim, gayrimüslimin iki gözünü çıkara, o Müslüman’ın tek gözü çıkarıla.” Karakuşi Kadı, “Şimdi” demiş, “Fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, biz de onun tek gözünü çıkaracağız.”

Tabii gayrimüslim şikayetinden hemen vazgeçmiş. Çocuğunu kaybeden kadının kocasına da Karakuşi Kadı, “Karını vereceksin, bu adam yerine yeni çocuk koyacak” diye hüküm kesmiş. Böyle olunca adam da şikayetini anında geri almış. Kadı, Yahudi’ye sormuş:

“Senin şikayetin ne?” Yahudi ellerini açmış,

‘Ne diyeyim kadı efendi’ demiş, “Adaletinle bin yaşa sen, e mi!”

* Merhum Süleyman DEMİREL : fıkrayı anlattıktan sonra kendisini dinleyen topluluğa dönerek; “Ananı öpen, kadı ise; kime şikayet edeceksin? Bugün ülkedeki durum bu! Anladınız mı?” demişti. #Hayatvefarkındalık

 
Yorum yapın

Yazan: 12 Şubat 2025 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , ,

ÇÜRÜK TOHUM

08.02.2025- Suat ÖZGE

Eşi öldükten sonra, çeşit çeşit hastalığıyla uğraşamadığı ve sürekli “çürük tohum” diyerek hor gördüğü oğlunu çocuk esirgeme kurumuna veren baba tam on sene sonra bir okulun kapısında karşılaşır oğluyla.

O an tanımıştır evladını. Delikanlı olmuştur artık. Ne yatalaklığı kalmıştır, ne de başka bir hastalığı…

Adam asla iyileşemeyeceğini düşündüğü oğluna dehşetle bakmaktadır o an. Işıl ışıl gözleri, ay gibi parlak yüzünü pişmanlıkla seyreder.

-“Ben senden adam olmaz diye düşünürdüm hep. Nasıl bu hale gelebildin? Zıpkın gibi delikanlı olmuşsun” diye sorar oğluna..

O an nemli gözlerle bir zamanlar kendini hor gören adama bakar delikanlı. Ve az ileride kendisine doğru gülümseyerek yaklaşan onu evlatlık edinen yaşlı kadını işaret eder. Ve şöyle der onun için artık hiçbir anlam ifade etmeyen adama:

-” Hani sen, beni kuruma verirken çürük tohum yeşermez deyip beni istemedin ya. O kadın senden sonra beni evlat edindi…Ve şefkatli ellerini başımdan hiç eksik etmeden, sevgiyle sulanan her tohum yeşerir dedi.”

#Yazar#Suat#Özge

 
Yorum yapın

Yazan: 08 Şubat 2025 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,

İSKENDERİYELİ HYPATİA

28.03.2024- Mehmet Fatih IŞIK- Zeynep YILMAZ KURT

Antikçağın sonlarındaki en etkili bilgindir. Tarihte bilinen ilk kadın matematikçidir.
‘Özgürlüğü savunan’ ilk kadındır. (MS. 370-415)

O dönemin üniversitesi kabul edilen İskenderiye’deki Museion’da felsefe,matematik ve astronomi dersleri vermiştir. Platon ve Arisroteles’in o bölgede tanınmasını sağlamıştır.

13 ciltlik bir matematik eseri yazmıştır. Alman matematikçi ve astronomu Kepler’in
gezegensel hareket yasalarını ondan önce anlayan ve açıklamaya çalışan kişidir.İLKÇAĞ FELSEFESİ

Dr. Öğr. Üyesi Mehmet Fatih IŞIK-Bilim İnsanı ve Bir Filozof Olarak Hypatia-OAD

ÖZ– Bilim, sanat, felsefe edebiyat ya da başka disiplin alanlarındaki çalışmalar toplumların ortak mirasıdır ve bu tür çalışmalarda erkekler kadar kadınlar da katkı sunmuşlardır. Ancak çoğu zaman düşünce tarihinde ya da toplumlarda hâkim olan cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklanan algısal ve tutumsal tabulardan dolayı kadınların sözü edilen alanlardaki katkıları ve çabaları görmezden gelinmiştir.

Oysa düşünce tarihinde başta bilim ve felsefe alanları olmak üzere çeşitli alanlarda başarılarıyla ve yaptıkları katkılarla isimlerinden söz ettiren yüzlerce bilim insanı ve filozof kadından söz etmek mümkündür. Kuşkusuz bu kadınlardan biri de İskenderiyeli Hypatia’dır. İskenderiye Okulu’nun ekollerinden biri olan Yeni-Platonculuk anlayışının en önemli temsilcilerinden biri olan Hypatia, kadim ve güçlü bir düşünce sisteminin eğitiminden geçmiştir.

Özellikle matematikçi ve aynı zamanda bilim insanı olan babası Theon, Hypatia’nın iyi bir eğitim alması için ayrıca çaba sarf etmiştir. Çok boyutlu (felsefe, matematik, astronomi…) bir eğitim tedrisatından geçen Hypatia, toplumda egemen olan erkek egemen anlayışa karşı yapmış olduğu cesur mücadelesiyle ve düşüncelerine olan bağlılığıyla tanınan bir filozof ve bilim insanıdır. Farklı inançlara ve düşüncelere sahip olan öğrencilere felsefe ve bilim öğretmiş olan Hypatia, sağduyulu tavrıyla yaşadığı dönemin ileri gelenlerinin dikkatlerini üzerine çekmiştir. Cesareti ve zekasıyla Platon’un ruhuna ve güzelliğiyle Afrodit’in bedenine sahip olan bir insan olarak tanımlanan Hypatia, yaşadığı dönemin etkili filozof ve bilim insanından biri olmuştur. Hypatia’nın yaşamı, bilimsel ve felsefe alanındaki çalışmaları ile tarihte bıraktığı iz, bu çalışmanın amacını
oluşturmaktadır.

Filozof Hypatia’nın Yaşamı ve Çevresi
Hypatia MS. 355/370-4156 yılları arasında İskenderiye’de yaşamıştır. Dönemin en önemli
matematikçilerinden biri olarak kabul edilen İskenderiyeli Theon’nun kızıdır ve babası Hypatia’nın
hayatında çok önemli bir yere sahiptir. İskenderiye’nin önemli düşünürlerinden biri olarak kabul edilen
Hypatia’nın babası Theon, matematikçi kimliğinin yanı sıra Güneş ve Ay tutulması başta olmak üzere
astronomi ve başka pek çok bilimsel konuda da çalışmaları olan bir bilim insanıdır.7
İlk eğitimini
babasından alan Hypatia, daha sonra Atina ve Roma başta matematik olmak üzere felsefe ve astronomi
alanlarında eğitimi almıştır. Sözü edilen yerlerde eğitimini tamamladıktan sonra İskenderiye’ye dönen
Hypatia, dönemin en önemli bilim merkezlerinden biri olan İskenderiye Kütüphanesi’ndeki Platon
Okulu’nda felsefe, matematik ve astronomi eğitimleriyle ilgili dersler vermeye başlamıştır. Bu okulda
eğitim verirken “Bizi birleştiren şeyler ayıran şeylerden daha fazladır. Hepimiz kardeşiz!” mottosuyla
felsefesini öğrencilerine anlatan Hypatia, din, dil, ırk ayrımı yapmadan herkesi okuluna kabul etmiştir.
O, farklılıkları bir çatışma unsuru olarak değil, “Bir”in ve birliğin farklı tezahürleri olarak görmüştür.
Dinlerin çatıştığı o karanlık çağda Hypatia, bilimi ve felsefesiyle adeta bir ışık olmuştur

Bu bağlamda Hypatia, İskenderiye Okulu’nda Hıristiyanlık, Musevilik ve Paganizm gibi farklı inanışlara sahip öğrencilerine Platon ve Aristoteles’in felsefelerini öğretmeye çalışmıştır. Burada birçok öğrenci
yetiştirmiş olan Hypatia, daha sonra Mısır valisi olan Orestes ile piskopos olan Synesius gibi kişilere de
öğretmenlik yapmıştır.

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/3041469

BİLKE YORUM: MS 300 yılında doğan ve ÖZGÜRLÜĞÜ SAVUNAN İLK KADIN DİYOR Kİ: “Bizi birleştiren şeyler ayıran şeylerden daha fazladır. Hepimiz kardeşiz!” Bu mottosu, günümüze de ışık tutmaktadır. Birleştiren değerlerden kolayca uzaklaşıyor, ayıran şeyleri çok çabuk kabul ediveriyoruz. Kadınlarımızın sahip olduğu anaç özelliğe toplumun ihtiyacı var. Her kadın, bir ışık olabilir çevresine. YALNIZCA İSTESİN.

 

Etiketler: , , , , , , , ,

MERHAMETSİZ YÜREKLERE HAKKIMI HELAL ETMİYORUM

02.10.2023-Hakan ARABUL- Kültür Merak Grubu

Annem, evi, babamı ve bizi terk ettiğinde ben altı yaşında, abim sekiz yaşındaydı. Annemin babamı terk etmesini o yaşta bile anlamıştım da, bizi terk etmesini anlamamıştım. Anne çocuklarını terk eder miydi?

Babam, annemi döverdi. Babam beni, abimi döverdi. Ben o yaşlarda babalar döver diye biliyordum. Babalar döver…

Anneler olmayınca, evlerin yalnız dört duvardan ibaret olacağını da, annem gidince öğrenmiştim. Sabahları Elinizi, yüzünüzü yıkayın, kahvaltı hazır” diyen olmadığı gibi, günlerce aç kalsan, “Aç mısın?” diye soranında olmadığını öğrendim.Öğrendiklerim içinde canımı en çok yakan şey ise, anne kokusu olmayınca, çocuklar kaç yaşında olursa olsun, büyüdüğüydü.

Ben altı yaşında büyüdüm.

Annem evi terk ettiğinden sanırım on gün sonra evimize polisler geldi. Söylediklerine göre, annem intihar etmiş. Elinde sıkı sıkı tuttuğu bir zarf varmış.

Zarfın üzerinde, kızım ve oğluma verilsin, yazıyormuş.

Ben o zamanlar okumayı bilmiyorum, nasıl okuyacağım? Abim okudu, mektubu dinlerken, ağladım. Abim de ağladı. Biliyor musunuz, ben en son o gün ağlamıştım ve şimdi bunları yazarken. Elimde o mektup, yeni bir mektup yazmama gerek yok. Annemin yazdıkları ile benim hayatım arasında fark yok. O genç yaşta intihar etmekten başka çare bırakılmayan kadın, ben yaşarken ölüme mahkûm kadın.

Annem, bizi terk edince, baba evine gitmiş. Babası sinirlenmiş. Kadın dediğin evinde otururmuş. Kadın dediğin, ağzı dolu kan olsa, kızılcık şerbeti içtim, demeliymiş. Ona o evde yer yokmuş. Annem dedeme yalvarmış. “Bir ay kadar kalayım, sonra bir çare bulurum, çocuklarımı yanıma alır, yeni bir hayata başlarım” demiş.

Vay! Vay! Vay! Kadın tek başına yaşayacakmış. Dedemin namusunu beş paralık edecekmiş, kahveye bile gidemez edecekmiş, ölsün daha iyiymiş.

Annem o akşam, çamaşır ipini hiç düşünmeden boynuna geçirmiş. Bunları yıllar sonra anneannem ölüm döşeğinde, ben on dokuz yaşında iken anlattı. Babam, annemin ölüm haberini alınca, hiç üzülmedi. Bizi yetiştirme yurduna vereceğini söyledi. Abim sekiz yaşındaydı ama her şeyi biliyordu. Biz artık orada yaşayacakmışız. Orası bizim evimiz olacakmış. Birbirimizden ayrılabilirmişiz, Kardeşler birbirini unutuyormuş. Biz unutmazmışız ama çok yıllar sonra birbirimizi tanımayabilirmişiz, onun için ikimizde annemin mektubunu saklamalıymışız.

Saklarız da tek mektup var, nasıl ikimizde saklayacağız, diye sormama gerek kalmadan, abim makasla mektubu boyundan tam ortadan kesti. Cümlelerin baş tarafı olan kısmını bana verdi. Cümlelerin baş kısmı bende olunca, ben okumayı öğrenince devamını tahmin edermişim. O zaten ezberlemiş.

Halam bizim yurda gönderileceğimizi öğrenince, bize geldi. Babama “Kız çocuğu yurda verilmez. ”Ben alayım hayatı” dedi. Kız çocuğunun yurda neden verilmeyeceğini de, halamla yaşamaya başladığımda anladım. Kız çocuğu demek, evde iş yaptırılacak bedava hizmetçi demekti. Halam, bir gün olsun ismimi söylemedi. İsmim, Uyuşuk olmuştu. Uyuşuk su getir… Uyuşuk şu tabakları yıka… Uyuşuk şu çoraplarımı bir güzel sabunla…

Abim ayda bir kez halama beni ziyarete geliyordu. Yurtta rahat olduğunu söylüyordu. Bende rahat olduğumu söylüyordum. Abim üzülsün istemiyordum. Acaba abim de, ben üzülmeyeyim diye mi, rahatım diyordu? Bunu sormaya hiç cesaret edemedim.

Okula başlamıştım. Sınıfta okumayı ilk öğrenen bendim. Nasıl öğrenmeyeyim, annemin mektubunu okuyacaktım. Mektupta, “Hayat güzel kızım, ben seni…” yazan cümlenin bu kısmından kesilmişti. Ben her gece yatağımda, o cümleyi farklı tamamlıyordum.

“Hayat kızım ben seni ÇOK SEVİYORUM.”

“Hayat kızım ben seni ÇOK ÖZLEDİM.”

“Hayat kızım ben seni BEKLİYORUM.” Cümleye eklediğim sözcüğe göre hayal kuruyordum. Hayallerimde hep mutluydum. İnsan mutsuz hayal kurar mı?

Ortaokulu bitirdiğimde, halam artık okula gitmeyeceğimi söyledi. Oysa ben okumak istiyordum. Okuyup, ayaklarımın üzerinde durabilmek ve abimle bir evde yaşamak…

O yaz mahalle bakkalı üç çocuklu Hasan Amca’nın karısı kanserden öldü. Çok üzüldüm. Üç çocuk ne yapacaktı, annelerinin kokusunu ne çok özleyeceklerdi. Anneler neden ölüyordu? O üç çocukta benim gibi isimlerini unutacak, uyuşuk mu olacaklardı?

Ben Hasan amcanın çocuklarına üzülürken, meğerse Hasan amcanın sözlüsü olmuşum. Sekiz bileziğe, üç bin liraya satılmışım. Yaşım resmi nikâh için küçük olduğundan, kırk gün sonra, imam nikâhı ile Hasan Amcanın karısı oldum.

On beş yaşındaydım. Hasan amcanın karısıydım. İki, beş, altı yaşında üç çocuğum vardı. Birde bir çocuğum olmasını öğütleyen halam… Benimde bir çocuğum olmalıymış ki, yerim sağlam olsun. Hasan amca başka kadınlara gitmesin.

Hasan amcadan ilk tokadı, Hasan amca dediğim için yedim. Bir kadın kocasına, “amca” der miymiş… Ben altı yaşında annem gittiğinde susmayı öğrenmiştim. Hiç der miydim, İnsan on beş yaşında bir kıza karım der mi, diye…

Hasan amca bana tokat attığında, üç çocuk babasının ayaklarına sarıldı. “Hayat ablamı dövme, o bizimle oyun oynuyor. Masal anlatıyor” diye yalvardılar. Ben, o çocukların ablasıydım. Masal diye anlattıklarım ise hayallerimdi.

Hasan amca evden gidince, aynanın karşısına geçtim. Hasan demeyi öğrenecektim. Her Hasan, deyişimde aynada, Hasan amcanın, tepeden saçları dökülmüş başı, burnunun üzerine düşmüş gözlüğü, göbeğiyle görüntüsü belirliyordu. Ben her Hasan dediğimde suç işlemiş gibi utanıyordum. Hasan amcaya, Hasan diyemiyordum.

Aynanın karşısında deneme yaparken, Hasan amcanın altı yaşındaki oğlu yanıma geldi. “Hayat abla” dedi “Annem, babama bey derdi. Sende bey de.”

Bey, evet, evet bey iyiydi. Eğilip kara gözlü, hayallerimi masal diye dinleyen, Sami’yi öptüm. Beş yaşındaki Elif’i, iki yaşındaki Zehra’yı da çağırıp, onlara masal anlatmaya başladım. O gün masalıma; Tatlımı tatlı, güzel mi güzel altı yaşında, ismi Masal olan bir kız çocuğu varmış. Masal annesini kaybetmiş. Her yerde annesini aramış, bulamayınca hayaller ülkesine gitmiş. Masal, hayaller ülkesinde o kadar mutluymuş ki, bir daha gerçek dünyaya gelmemiş, diye başladım.

Masal, masalımda hep mutluydu. Hep gülümsüyordu. Her gün çocuklara Masal’ın masalını anlatıyordum. Çok mutluyduk.

Hasan amcada iyiydi. Artık, Bey diyordum. Zaman zaman öfkeleniyordu ama ben onun neden öfkelendiğini anlıyordum. O sekiz bilezik ile üç bin liraya bir masal abla satın almıştı. Oysa o, bir kadın almak istemişti.

Abim ziyaretime geliyordu. Her geldiğinde, annemin mektubunun yarısını vermek istediğini söylüyordu. Kabul etmiyordum. Mektubun diğer yarısını okursam, Masal hayal ülkesinden, acımasız dünyaya dönecek, mutsuz olacak gibime geliyordu. Benim tüm hayalim, mektubun diğer yarısı üzerine kurulmuştu.

Kırk yaşına geldiğimde, masalımı dinleyen çocuklarım büyümüştü. Sami doktor olmuş, tayini bir başka şehre çıkmıştı. Ne zaman mutsuz olsa, beni telefonla arayıp, “Hayat abla” diyordu “Bana masal anlat” Ben hemen Masal’ın hayaller ülkesindeki serüvenlerini anlatmaya başlıyordum.

Elif öğretmen olmuş, evlenmişti. Bir kız torunum olmuştu. İsmini Hayat koymayı çok istemişlerdi. İzin vermedim. Elif, “O zaman torunun ismi Masal, olacak” dedi. Torunumun ismi, Masal.

Zehra’m benim küçük kızım, veteriner olmuştu. “Hayat abla, hangi hayvan huzursuzluk yapsa, masal anlatıyorum, sakinleşiyor” diyordu. Zehra da evlenmişti. Bir erkek torunum olmuştu. Torunuma masallarımda ki, Masal’ın arkadaşının ismini koymuştu. Kahraman.

Kırk beş yaşımda iken, Hasan Amca yani Bey’im öldüğünde çok üzüldüm. Son sözü, “Hakkını helal et” olmuştu. “Hakkını helal et”

Tüm içtenliğimle hakkımı helal ettim. O iyi bir insandı.

Hakkımı, on beş yaşında kız çocuklarının evlenmesinde bir beis görmeyen zihniyete ve bu zihniyeti destekleyenlere helal etmiyorum.

Hakkımı her gün şiddete maruz kaldığını bildikleri kızlarının boşanmasını namussuzluk sayan, kör zihniyete ve bunu destekleyenlere helal etmiyorum.

Hakkımı yaralı bir kuş gibi, çaresizce umutlarına düşmüş çocuklara merhametsiz davranan yüreklere helal etmiyorum..

ALINTI

BİLKE YORUM: Yaşanmış bu olay, bir filmde konu edilmişti. Film senaryosu ya, bizden uzaklarda birileri yaşamış yazık, biraz hüzün ve sonra yine yaşama devam değil mi?

Kalbur üstü mü, bilgi sahibi mi, halktan biri mi, sokaktaki kişi mi diyelim; bu konu üstüne her kademede insanın söyleyecek bir sözü olacak mutlaka. Kapitalizm, liberalizm, neoliberalizm, emperyalizmin sonuçları diyen olacak. Kız kısmı dizini kırıp oturacak diyen olacak. Müslümanız, kadınlar evden dışarı çıkmaz, dinimizin gereği tabii ki diyen de. Çözüm bekliyorsak, adım gerekli, sorun çözücüler gerekli. Doğru seçmek gerekli.

Yaşananlar, beş yüz yıl önce de vardı, bu gün de var. Afganistan’da da, Arap ülkelerinde de, Türkiye’de de, Sinop çevresinde de var. Bu toplumun her ferdinin sesini duyurmaya ihtiyacı var. İnsan gibi yaşamaya hakkı var. Toplumun sesini duyan ve çözüm üretenlere ihtiyacı var. Okuyalım, okutalım, sesimizi duyuralım.

 
Yorum yapın

Yazan: 02 Ekim 2023 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , ,

ÇALIŞAN VE ÜRETEN KADINLARIMIZ

07.03.2022-A.Yaşar SARIKAYA

Biz, olumsuzluklarla mücadele eden çalışkan kadınlarımızın yanında oluyor ve onlarla zamanımızı paylaşıyoruz. Bu gün yine dernekte onlarla beraberdik. Güzel bir gündü, yeni yaşamlar, yeni hikayeler öğrendik. Üreten kadınlarımızın kadınlar gününü kutladık. Tüm kadınlarımızın KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN.

İyi bir aile eğitimi almış, yokluk nedir bilmeyen, her şey istemeden önüne gelen bir arkadaşımın yorumunu yıllardır hafızamın bir köşesinde saklıyorum.

“Bir kadın nasıl kuma gider, aklı mı yok, bunlar insan değil” demişti. Çaresiz kalmayanların, masa başında çare üretmesine, “ekmek bulamazlarsa pasta yesinler” anlayışına tanık olmayı istemezdim.

Anadolu’da döve döve kuma verilenler, babasının borcu karşılığı satılanlar, elleri bağlı sürükleye sürükleye götürülenler var, daha neler neler var… Kadın ya, eksik etek, onun görüşü onun fikri mi olur diye düşünenlerin yediği bu haltları yazmaya devam edersem benim de içim kaldırmayacak eminim sizin de.

Köyde derleme yaparken yaşlı bir teyzenin dediği geldi aklıma:

A kızım ne edelim, uçam desem uçamıyon, kaçam desem kaçamıyon kaldık buralarda hapis gibi” diyerek tertemiz duygularını ifade etmişti.

Eşitlik ilkesi sisteme yerleşse ve bu örnekler yaşanmasa. Beklerken boş durmuyor, sistemin içinde ezilen kadınlarımızın yanında olmaya devam ediyoruz.

 
Yorum yapın

Yazan: 07 Mart 2022 in Etkinlik, Uncategorized

 

Etiketler: , , , , , , , ,