RSS

Etiket arşivi: yaşam

GÜVENMEK SEVMEKTEN DEĞERLİDİR

17.02.2025- Yazar Suat ÖZGE

~SEN BENİ HAKETMİYORSUN~

Sabaha karşı yatağın sallandığını hissedince deprem korkusuyla uyanmış, ama eşi Halim’in sanki bir kriz geçirirmişcesine titrediğini görünce eli ayağına dolaşmış, zorlukla arabilmişti sonrasında ambulansı. Ve gün doğarken vardıkları hastahanede, canından çok sevdiği eşinin beyin felci geçirdiğini öğrendiğinde içi titremişti. Zorlu bir süreç olacaktı doktorun dediğine göre. Çok uzun bir süre konuşamayacak, hastahanede gözetim altında tutulacak, iyi bakılacak ve morali yüksek tutulacaktı Halim beyin. Yoksa hiç istenmeyen durumlarla karlılaşılabilirdi…

Kendi ihtiyaçlarını dahi karşılayamayan eşine ağlamaklı bir halde baktı. Canını verirdi onun için…Ağabeyini birkaç saat eşine rafakatçi olması için hastahaneye çağırıp, evden lazım olan eşyaları almaya gittiğinde, kapının altında bir zarf, birde kapıya asılmış bir demet gül gördü. Zarfı açtığında ise beyninden vurulmuşa dönmüştü Zarife hanım.

“Eşinden benim için boşanma kararın beni ne kadar mutlu etti bilemezsin Halim’im. Yurt dışından sana sevincimi belli etmenin en güzel yolu bu çiçekleri göndermek olacaktı. O güzel başlangıca bir gün kaldı demek?” yazıyordu o zarfta. Çöküp kalmıştı. Yüzü bembeyaz olmuştu. Sonra gözyaşları ıslattı yanaklarını. Ellerini duvarlara vura vura ağladı. Neden belki beş saat sonra kendine gelebilmişti… İç çamaşırı ve bir kaç çift pijama takımını bavula koyup, sanki bir ölü gibi hastahaneye doğru yola çıktı. Eşinin kaldığı odaya girdiğinde abisine birşey belli etmek istemedi. Aldatılmak çok zor gelmişti Zarife hanıma. O gece yüzüne bile bakmadı eşinin. Ama yüreğine ağır geliyordu bu durum. Bir hafta gitmekle kalmak arasında karar vermezken, sadece eşine doktorun verdiği mama tarzı yemeğini yedirip ihtiyaçlarını gidermede yardım etmiş, tek bir sevgi sözcüğü söylememişti bile…

Bir hafta sonra, tekrar eve temiz eşya almaya gittiğinde kapıya asılmış hafif solmuş güller ve kapının altından atılmış yeni bir mektup daha bulmuştu.

“Bir haftadır senden haber alamıyorum bitanem. Yeni yuvamızı istediğin gibi hazırladım bana gönderdiğin parayla. Sadece senin gelmeni bekliyorum.Şimdi bu gülleri ben sana gönderiyorum. Ama defalarca yaptığın gibi, koca bir buket çiçeği geldiğinde kucağıma koyacağından adım kadar eminim Halim’im… “yazıyordu mektupta. Öyle kötü olmuştu ki.Senerlece gözlerine sevgiyle baktığı adamın bir sahtekar olduğunu, yalancı olduğunu kabul edemiyordu. Saatlerce ağladı. Yine kimseye birşey diyememişti ama, kafasına da koymuştu. Terkedecekti Halim beyi. Ne durumda olursa olsun. Aldatılmayı ve yalanı kabul edemezdi.

Yüzü bembeyaz bir halde hastahaneye gitti. Odaya girdiğinde sadece gözleriyle kendisiyle iletişim kuran eşine bağırdı çağırdı. “Sen beni haketmiyorsun Halim. Sen benim gibi bir kadını haketmiyorsun. Saçımı sana süpürge ettim bunca yıl. Bir evlat veremediysem rabbimin takdiri buydu. Ama sen beni canevimden vurdun. Gidiyorum. Çok sevdiğin, kucak dolusu güller götürdüğün kadın sana benden iyi bakacaktır eminim”dediğinde sesi titremiş, ağlamamak için zor tutmuştu kendini.

Baba evine döndüğünde belki üç gün doğru düzgün lokma girmemişti ağzına. Kimseye birşey anlatmadı. Gururlu kadındı Zarife hanım. Sadece ağladı ağladı.

Tam bir hafta sonra eşinin ölüm haberi geldiğinde, bir garip olmuştu içi. Demek ölmüştü. Sevinmeli mi? Üzülmelimiydi?Karar veremiyorum. Ama cenazesine bile gitmedi. Kayınvalidesi ve kayın babası yıllar önce öldüğü için ve kendisinden başka kimsesi olmadığı için ortada kalan cenazesini bile ortak dostları defnetmişti.

Cenazeden bir ay sonra yıllarca çabalayıp yaptıkları ve çok mutlu günler geçirdiklerini sandığı eve tekrar gittiğinde eşyalarını toplamak için, kapının altından atılmış,çiçek ulaştırma şirketi tarafından gönderilen bir özür mektubu bulmuştu. Ve bir kaç zarf daha.

-“Gönderici ve alıcı kısımlarında ki isim benzerliği bulunan Halim Gülçiçek isimli müşterimizin mektuplarının karıştığını bildirip sizden yaptığımız hatadan dolayı özür dileriz. Eleman değişikliğine gittiğimiz sırada acemice yapılmış bir hatadır. Şirketimiz bu hatadan dolayı, göndermiş olduğunuz dört gönderinin ücretini özür mahiyetinde size bu zarfın içinde iade etmektedir. Tarafımızdan yapılan hata yüzünden tekrar özür dileriz”yazan mektubu okuyunca, yüreğinin hızlı hızlı çarptığını hissetmişti. Sonra sırasıyla açtığı zarflarda,

“Zarifem bilirsin ben öyle duygularımı yüzüne diyemem.Öyle yetişmişim napayım. Bir arkadaşım da benim huyumdaymış. Böyle bir yolla diyormuş eşine diyeceklerini. En güzel çiçekleri hakediyorsun gül Kokulum. Bu güller sana”

“Benim kendi güzel gönlü güzel eşim. Çok sevdiğin ve yapmamı istediğin Şarkışla daki köyde o dağ evin hazır. Seni cuma günü öğleden sonra orada bekliyor olacağım . Canımı bile veririm senin için. Seni çok seviyorum. HALİM” yazıyordu. Çöktü kaldı olduğu yere. O an sicim gibi gözyaşları ıslattı yanaklarını. Pişmanlık ne demek iliklerine kadar hissetti.

Güvenmek sevmekten değerlidir…

#Yazar#Suat#Özge

 
Yorum yapın

Yazan: 17 Şubat 2025 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , ,

SENİN GİBİ SAFLAR İNANIR BUNA

05.12.2024- Tarihtir Kütahya- GÜNÜN HİKAYESİ

Genç adam sokağın başındaki büyük binanın giriş katında camın tam kenarında oturup dışarıya bakan yaşlı kadınla selamlaşıyordu her sabah… Kadın bir gün genç adama seslendi:

– Bakar mısın delikanlı?

– Buyur teyzecim? dedi her sabah selamlaştığı kadına ve cama yaklaştı. Yaşlı kadın:

– Evladım benim iki bacağım da yok bana ekmek parası verir misin? dedi.

Genç adam çok üzüldü ve bütün parasını kadına verdi. Sonra işe gitti. İş yerinde hep o kadını düşündü. Kim bilir ne zordu kadının durumu. Kendi ihtiyaçlarını karşılayamayacak kadar zordaydı. İki bacağı da yoktu. Ertesi sabah erkenden kalkıp bakkala gitti. Bir şişe süt ve bir ekmek aldı…Kadın camdaydı. Poşeti kadına verdi. Kadının gözlerinde ki mutluluk onu heyecanlandırdı. İyi bir şey yaptığına inanıyordu. İçinde çok büyük bir huzur vardı. İş yerinde ki bir arkadaşına durumu anlatınca, arkadaşı kahkahalarla gülmeye başladı: – Oğlum sen manyak mısın, hangi devirde yaşıyoruz. Senin gibi saflar inanır buna sadece. Bacakları yokmuş? Ben de yedim! Safsın oğlum kabul et. Her cam kenarında oturanın bacakları olmasaydı memleket bacaksızdan geçilmezdi ,dedi ve alay etti. O gün akşama kadar genç adamın ağzını bıçak açmadı. Arkadaşının sözlerini düşündü hep! Ya Ümit haklıysa? Ama kadının bakışları çok inandırıcı ve huzur doluydu. Ertesi sabah yine bir şişe süt ve bir ekmek aldı. Kadının penceresine doğru yaklaştı, ona görünmeden binanın arka tarafında bulunan giriş kapısından içeri girdi ve elindeki poşeti usulca yaşlı kadının kapısının önüne bıraktı. Gazete dağıtıcılarının aceleci tavrıyla zile basıp içindeki yüksek tedirginlikle kapı açılmadan hızlıca uzaklaştı binadan. Kadın kapıyı açmamalıydı. Ya sakat değilse, ya Ümit haklıysa…

O günden sonra genç adam bir daha da kadına görünmedi. Onun gözlerinde gördüğü mutluluğa olan inancından dolayı her sabah aynı şekilde içi dolu beyaz poşeti kapının önüne gizlice bırakıp, zile basıyor ve kaçıyordu. Bu iş böyle yıllarca devam etti. Hiç kimseye anlatmadı. Yine bir sabah kahvaltısını yaptı. Poşeti hazırladı ve sokağa çıktı. Binaya girmek üzere kapıya doğru yönelince kalabalığı fark etti. Ciddi bir kalabalıktı bu. Belli ki kötü bir şey olmuştu. Kapının önündeki memura yaklaştı ve ne olduğunu sordu.

– Giriş katta yaşayan yaşlı bir kadın varmış. Dün sabah üst kattaki komşusundan aşağı inerken merdivenlerden kaymış ve kafasını basamaklardan birinin köşesine çarparak ölmüş, dedi memur.

Dünyası başına yıkıldı genç adamın, elindeki ki beyaz poşet yere düştü. İçindeki süt şişesi kırıldı. Ümit haklı çıkmıştı ve o tam üç sene boyunca bir sahtekara hizmet etmişti. Neyse polis poşeti yerden aldı ve içine baktı. Aradığı parmak izini bulmuş bir dedektifin yüzünde oluşan ifadeyle merdiven boşluğuna doğru seslendi:

– Amirim beklenen kişi geldi… Amir, dışarı seslendi:

– İçeri yolla! Polis memuru genç adama:

– Amirim sizi bekliyor içeride… diyerek genç adamı içeri yolladı.

Ne olmuş olabilirdi ki? Şüpheliler listesinde adının geçtiğini duyan bir masumun sıkıntılı yüz ifadesiyle içeri girdi. Amir üzerinde ‘Sabah 8:15’te elinde süt şişesiyle gelen adama verilecek!’ yazan sarı zarfı,

– Bu mektup rahmetlinin üzerinden çıktı. diyerek adama uzattı… Eski bir zarftı. İçinde bir mektup vardı. Ne olabilirdi ki? Az önce hezimete uğramış bir beden yeni bir sarsıntıyı kaldıramazdı. Mektupta aynen şunlar yazıyordu:

– Birine bir iyilik ya da kötülük yaparken, içinde zerre kadar şüphe oluşursa hemen vazgeç yapacağın iyilik ya da kötülükten. Sen her sabah kapıma bir ekmek, bir şişe süt ve kocaman bir şüphe bırakıp gidiyordun. Acı çekiyordun. Kapıyı açma ihtimalimden korkuyordun hep. Oysa ben sana sarılmayı ne çok isterdim. Oğlum demeyi, gözlerine bakmayı isterdim. Hesap yapmadan yaşa evlat ve yüzleşmekten korkma… Eğer iyi bir şey yaptığına inanıyorsan, yaptığın şey mutlaka iyidir. İyi bir şey yaparken acı çekenler, başkaları için iyilik yapanlardır. Hayatın boyunca kimse için hiçbir şey yapma, her ne yapıyorsan sadece kendin için yap; çünkü ben hep öyle yaşadım.

Etkilenmişti; ama yazılanlar kadının yalanının üstünü kapatmıyordu. Mektubu cebine koydu, çıkmak üzere kapıya yönlenirken üst kattan gelen yüksek bir ağlama sesiyle irkildi. Kadının biri ;

‘Benim yüzümden öldü, benim yüzümden öldü!’ diyerek hüngür hüngür ağlıyordu. Amire sordu:

– Bu ağlayan kadın kim? Sabahtan beri olup biten her şeyden haberi olan amir, konuya tam olan vukufiyetiyle anlattı:

– Rahmetli iyi bir kadınmış. Her sabah bir şişe süt ve bir ekmek götürüyormuş üst kattaki bu yatalak komşusuna. Dün sabah yine götürmüş, dönerken koltuk değneklerinden biri kırılmış, yaşlı kadın o yüzden düşmüş merdivenlerden; ama aldırış etme, yaşlılar böyle olur. Ekmeği sütü kesildi ya ona ağlıyordur. Genç adam küçük dilini yutmuş gibiydi. Üst üste aynı kişi hakkında taban tabana zıt bu kadar şeyi düşünmek… Hemen yukarı çıktı. Ağlayan kadına yaklaştı. Kimsesiz bir yatalaktı. Gözyaşını silip sarıldı ve elini öptü. Kadının gözlerinde ölen yaşlı kadının bakışları vardı.

 
Yorum yapın

Yazan: 05 Aralık 2024 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

BİZE BÖYLE GERÇEK ÖĞRETMENLER GEREK

29.09.2024-Serkan ÖZMEN

“Çankaya’daki küçük okulda okuyan kızların bilgilerini yoklayan Gazi, iyi yetişmediklerini görmüş, Rüsuhi Bey’i bunun nedenini öğrenmekle görevlendirmişti. Gazi çalışırken Rüsuhi Bey ile Genel Sekreter Tevfik Bey geldiler.

‘Evet?’

Rüsuhi Bey bilgi sundu:

‘Öğrencilerin çoğu hatırlı kimselerin çocukları. Öğretmen bu yüzden öğrencileri sıkmıyor, ders yapmak yerine daha çok oyun oynatıyormuş.’

Gazi Tevfik Bey’e,

‘İlgililerle konuş..’dedi,

‘..bu dalkavuk öğretmeni oradan alsınlar. Hatır gönül dinlemeden öğretmenliğin gereğini yapacak birini yollasınlar.’

‘Peki efendim.’” (3)

“Çankaya’daki küçük okula yeni bir öğretmen atanmıştı. Çalışkan, ciddi, öğrencilerini yetiştirmek için çabalayan gerçek bir öğretmendi. Sabiha, Rukiye ve Zehra yine ödevlerini yapmamışlardı. Üstelik öğretmene kafa tutuyorlardı. Üçüne de bağırmaya başladı:

‘Susunuz! Hem tembel hem şımarıksınız. Kimin nesi olursanız olun, tembelliğe, şımarıklığa, hele küstahlığa hakkınız yok. Şimdi okulu terk edin. Bir daha da buraya ayak basmayın!’

Zehra, ‘Sizi Gazi Paşa’ya şikâyet edeceğiz! dedi.

Öğretmen kıpkırmızı kesildi. Kapıyı gösterdi:

‘Çıkııııııın!’

Kızlar çantalarını toplayıp sınıftan çıktılar. Öfkeden gözlerinden yaş iniyordu.

‘Her şeyi Gazi Paşa’ya anlatalım.’

‘Bizi azarlamak, kovmak ne demekmiş anlasın.’

‘Eski öğretmen ne iyiydi. Hep oyun oynatırdı.’

Koşa koşa köşke geldiler. Gazi’yi buldular.

‘Ne oldu? Anlatın bakayım.’

İçlerini çeke çeke anlattılar:

‘Eski öğretmenimiz çok iyiydi.’

‘Bu her gün ev ödevi veriyor.’

‘Her gün sınav yapıyor.’

‘Bilemezsek azarlayıp duruyor.’

‘Tembeller diyor.’

‘Şımarıklar diyor.’

‘Bu yoksul millete kaça mal olduğunuzu biliyor musunuz diyor.’

‘İyi davransın diye sizin kızınız olduğumuzu söyledik.’

‘Aldırmadı bile.’

‘Çok gücümüze gitti.’

‘Biz de kızdık, ev ödevimizi yapmadık, bundan sonra da yapmayacağımızı söyledik.’

Sabiha elinin tersi ile gözyaşlarını sildi:

‘Üçümüzü de sınıftan kovdu.’

‘Bir daha da gelmeyin dedi.’

Gazi ‘Bitti mi?’ diye sordu.

‘Bitti.’

Ayağa kalktı:

‘Çok kötü bir şey yapmışsınız çocuklar. Savaştı, işgaldi, iyi bir eğitim görmediniz. Öğretmen eksiklerinizi tamamlamaya çalışıyor. Daha ne istiyorsunuz? Öğretmene karşı gelmek ne demek? Öğretmenlikten daha yüksek bir mevki mi var sanıyorsunuz?’

Kızlar Gazi’yi herkesten yüksek sanıyorlardı. Çok bozuldular.

‘Rüsuhi Bey!’

‘Buyrun efendim.’

‘Al bunları hemen şimdi okula götür. Öğretmenin elini öpüp af dilesinler. Mesleğinin gereğini yaptığı için de kendisine çok teşekkür ettiğimi söyle. Bize böyle gerçek öğretmenler gerek. Haydi okula!’

Kızlar süklüm püklüm okulun yolunu tuttular. Demek öğretmen Gazi Paşa’dan daha yüksekti ha!” (4)

(1) Mustafa Kemal Atatürk; Zabit ve Kumandan ile Hasbihal, Kültür Bakanlığı Yayınları 393, Ankara, 1981, s.11.

(2) İsmail Hakkı AKANSEL, Atatürk ve Yaverleri, Harp Akademileri Basımevi, İstanbul, 2006

(3) 244 Turgut Özakman; Cumhuriyet Türk Mucizesi, İkinci Kitap, Bilgi Yayınevi, 24.Basım, İstanbul, Ekim 2010, s.216.

(4) Turgut Özakman; Age, İkinci Kitap, s.225-22

 
Yorum yapın

Yazan: 29 Eylül 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

4 AĞUSTOS DOĞUM VE ÖLÜM

03.08.2023- Şafak Gündüz SARIKAYA

ERİK DALI

Bir Kızılderili atasözü der ki :

“Bitkilerin canlı olduğunu düşünürüz. Onların suyu, kanlarıdır. Doğar ve büyürler. Aynı gerçek, ağaçlar için de geçerlidir. Her şey ölür. Her şey öldüğüne göre, her şey canlıdır. Her şey canlı olduğu için, her şeye hediyeler vermek, gönüllerini hoş tutmak gerekir.”

Ilık bir rüzgarda dalları nazlı nazlı sallanan bir erik ağacı düşünün. Baharda çiçek açıyor, dalları pencereye kadar uzanıyor, komşunun bahçesinde bu ağaç ve odanıza uzanan dalları var. “Bu erikleri yersem komşuya ayıp olur mu?”, diyorsunuz. Daha sonra o bahçe satılıyor ve o sizin bahçeniz oluyor. Bir gün o canım ağaç kesiliyor, anılar da gidiyor onunla birlikte.

Aslında o bahçe her köşesinde anı biriktirmiş. Rahmetli babam da özellikle bu bahçede çalışmayı çok severdi. Zamanının çoğunu geçirirdi, yoruluncaya kadar çalışırdı. Biz de bu kadar kendisini yormasın diye ona yardım ederdik. Kimi zaman da erik dalının içeri uzandığı odada onu, bağdaş kurmuş eski makaralı teyplerle kayıt yaparken bulabilirdiniz.

Babam o zamanlar uzun yıllar çalıştığı Amerikan Üssü’nden emekli olmuştu. Elektronik aletlere çok meraklıydı. Makaralı teyplerin küçük büyük her çeşidini almıştı. Şimdiki neslin bilmediği eski makaralara o kadar çok kayıt yapardı ki. Her bir makarayı da özenle, ilgiyle, dikkatle fihristlendirirdi. Kaydı yaptığı odadan, yine sevgi dolu erik ağacının pencereye değdiğini, -sanki ben buradayım der gibi- tıkırtısını duyardınız.

Bu makaralarda neler var, neler yoktu ki? Tüm ailemin hayatlarının farklı dönemlerinde söylediği şarkılar, kimi zaman radyodan ve zaman ilerledikçe televizyon kayıtları, ne ararsanız. Benim doğduğum günün anısına ağlama sesim bile vardı. Elbette o zamanlar Google, Youtube ve sosyal medyanın olmadığı zamanlardı. Kayıtları ailecek dinlediğimizde çoğu zaman gülerdik, Sarıkayaların çaldığı bağlama, gitar, elektro bağlama gibi enstrümanlar ile çoğunlukla anneme eşlik edilirdi. Babam bu işten büyük bir keyif alırdı, elbette ki bizler de. O eski seslerde enerji öyle müthişti ki. Dijital olmayan, saf temiz sesler daha mı etkiliydi bilemiyorum.

Nayniya Türküsü’nü ben ilk defa bu makaralardan dinlemiştim. Ben doğmadan yapılan bir kayıttı bu. Annem ve kardeşlerim seslendirmiş, babam da kaydetmişti. Keşke o kaydı bulup sizlere de dinletebilseydim. Ama enerjisini çok beğendiğim için tekrar bunu nasıl yaparız diye düşünmüş ve rap sound’u ile yeğenlerimin altyapısı ile ve becerisi ile biz de yeni teknoloji ile kaydettik.

Babamın o özenle fihristlediği makaralar, zamanla teybin bozulması sonucu koliler içinde çatıya kaldırılmıştı. Tüm kayıtlar ve hatıralar, hep belleğimizde kalacaktı.

Bu keyifle birlikte paylaşılan neşe, eğlence, kahkaha artık yalnızlığımızda içimize doluyor ve bizi o günlere sürüklüyor. Bu da hayatın bir paradoksu ya da insanların hayata bakışıyla ilgili olabilir mi? Tam tersine, İlber Ortaylı da “Yalnız kalamayan insanın düşünce ve gözleme kabiliyeti yarım oluyor. Bu yüzden ben insanlara yalnız kalmayı öğrenmelerini öneriyorum. Yalnız kalmayı bilmek iyidir, önemlidir”, demiş.

Neyse o konu bir yana, rahmetli babam gel arkada (bahçede) 5 dakikalık kısa bir işimiz var derdi, anlayın ki, o işi 2 saatle ter içinde bitireceksiniz ve o zaman içten içe kızardım biraz. Tahtalar, tuğlalar taşınır; üzüm asması onarılır, bahçe sulanır, babamın işi her zaman çoktu. Zamanla bu yorgunluktan keyif alır oldum. Fazla soru sormadan, fazla mantık yürütmeden yardım ederdim, hatta hepimiz ederdik. Hep beraber yapılan iş ona da huzur verirdi, Bu durum bana Gabriel Garcia Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık Romanında yaşanılanları hatırlatıyor. Babamın kayıt yapma hobisi genetik olarak sanki torununa geçmiş gibi.

Zamanla hiçbir şey yok olmuyor aslında, sadece değişiyordu. Dalı gevrek olan erik ağacı kesilmiş ama bahçede köklerinden 2 ağaç ve hatta daha fazlası bitmişti. Erik ağacı yok olmuyordu. İnsanlara inat tüm ağaçlar da yok olmayacaktı.

Babam artık gitmişti, enerjisi, heyecanı, varlığı yoktu, ama her köşede bıraktığı izler kaybolmamıştı. Yok olan sadece bedendi. Kayıtlar da, nemlenen makaralarda kayboldu ama hafızamızdan silinmedi.

Evet, bugün 4 Ağustos, babamın aramızdan ayrılışının 4.yılı ve yine ne tuhafdır ki; 4 Ağustos aynı zamanda ikiz torunlarının da doğum günü.

Kızılderililere göre, “Doğa akarsu gibidir.” Çünkü akarsu her zaman değişir doğa da, akarsu gibi kendini yeniler, bakmışsınız hayat ta yenilemiş kendini.

Bir yerde acı varken, o acı yerini bir umuda ve yenilenmeye bırakmış, o akış içinde kendine yer edinmiş.

Heyecanınız ve enerjiniz hiç dinmesin, umutlar asla yok olmasın!

Babam ve erik ağacını 4 Ağustos’ta anmak istedim. Yakınlarını kaybeden herkese bu vesile rahmet diliyorum,

Kızılderilinin dediği gibi; “Her şey öldüğüne göre, her şey canlıdır.”

ŞGS

 
Yorum yapın

Yazan: 03 Ağustos 2023 in ŞAFAK SARIKAYA ANILAR

 

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

MUTLULUK

15.02.2023- Nihal TURHAN- Görkemli Hatıralar ve Sanat

Okulda öğretmen her çocuğa birer kağıt verir ve, “Üzerine kendi adını yaz, kağıdını buruştur ve havaya at” der.

Her öğrenci kağıdını, adını yazdıktan sonra buruşturur ve havaya atar. Öğretmen, ” Şimdi kendi kağıt parçanızı bulmak için beş dakikanız var” der.

Öğrenciler bu beş dakika içinde ararlar ama kendi kağıtlarını bulamazlar. Sonra öğretmen öğrencilere, “Şimdi yerdeki herhangi bir kağıt parçasını alın, isme bakın ve bu kağıdı o kişiye geri verin” der.

Sadece birkaç dakika içinde herkes kendi kağıdını geri almıştır. Öğretmen kendisine merakla bakan çocuklara “Mutluluk da aynıdır. Sadece kendi mutluluğumuzu bulmaya çalışırsak işimiz zor! Ama birbirimize bakarsak, insanlara yardım edersek mutluluğu bulmak kolay! ” der.

 
Yorum yapın

Yazan: 15 Şubat 2023 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,