03.08.2023- Şafak Gündüz SARIKAYA

ERİK DALI
Bir Kızılderili atasözü der ki :
“Bitkilerin canlı olduğunu düşünürüz. Onların suyu, kanlarıdır. Doğar ve büyürler. Aynı gerçek, ağaçlar için de geçerlidir. Her şey ölür. Her şey öldüğüne göre, her şey canlıdır. Her şey canlı olduğu için, her şeye hediyeler vermek, gönüllerini hoş tutmak gerekir.”
Ilık bir rüzgarda dalları nazlı nazlı sallanan bir erik ağacı düşünün. Baharda çiçek açıyor, dalları pencereye kadar uzanıyor, komşunun bahçesinde bu ağaç ve odanıza uzanan dalları var. “Bu erikleri yersem komşuya ayıp olur mu?”, diyorsunuz. Daha sonra o bahçe satılıyor ve o sizin bahçeniz oluyor. Bir gün o canım ağaç kesiliyor, anılar da gidiyor onunla birlikte.
Aslında o bahçe her köşesinde anı biriktirmiş. Rahmetli babam da özellikle bu bahçede çalışmayı çok severdi. Zamanının çoğunu geçirirdi, yoruluncaya kadar çalışırdı. Biz de bu kadar kendisini yormasın diye ona yardım ederdik. Kimi zaman da erik dalının içeri uzandığı odada onu, bağdaş kurmuş eski makaralı teyplerle kayıt yaparken bulabilirdiniz.
Babam o zamanlar uzun yıllar çalıştığı Amerikan Üssü’nden emekli olmuştu. Elektronik aletlere çok meraklıydı. Makaralı teyplerin küçük büyük her çeşidini almıştı. Şimdiki neslin bilmediği eski makaralara o kadar çok kayıt yapardı ki. Her bir makarayı da özenle, ilgiyle, dikkatle fihristlendirirdi. Kaydı yaptığı odadan, yine sevgi dolu erik ağacının pencereye değdiğini, -sanki ben buradayım der gibi- tıkırtısını duyardınız.
Bu makaralarda neler var, neler yoktu ki? Tüm ailemin hayatlarının farklı dönemlerinde söylediği şarkılar, kimi zaman radyodan ve zaman ilerledikçe televizyon kayıtları, ne ararsanız. Benim doğduğum günün anısına ağlama sesim bile vardı. Elbette o zamanlar Google, Youtube ve sosyal medyanın olmadığı zamanlardı. Kayıtları ailecek dinlediğimizde çoğu zaman gülerdik, Sarıkayaların çaldığı bağlama, gitar, elektro bağlama gibi enstrümanlar ile çoğunlukla anneme eşlik edilirdi. Babam bu işten büyük bir keyif alırdı, elbette ki bizler de. O eski seslerde enerji öyle müthişti ki. Dijital olmayan, saf temiz sesler daha mı etkiliydi bilemiyorum.
Nayniya Türküsü’nü ben ilk defa bu makaralardan dinlemiştim. Ben doğmadan yapılan bir kayıttı bu. Annem ve kardeşlerim seslendirmiş, babam da kaydetmişti. Keşke o kaydı bulup sizlere de dinletebilseydim. Ama enerjisini çok beğendiğim için tekrar bunu nasıl yaparız diye düşünmüş ve rap sound’u ile yeğenlerimin altyapısı ile ve becerisi ile biz de yeni teknoloji ile kaydettik.
Babamın o özenle fihristlediği makaralar, zamanla teybin bozulması sonucu koliler içinde çatıya kaldırılmıştı. Tüm kayıtlar ve hatıralar, hep belleğimizde kalacaktı.
Bu keyifle birlikte paylaşılan neşe, eğlence, kahkaha artık yalnızlığımızda içimize doluyor ve bizi o günlere sürüklüyor. Bu da hayatın bir paradoksu ya da insanların hayata bakışıyla ilgili olabilir mi? Tam tersine, İlber Ortaylı da “Yalnız kalamayan insanın düşünce ve gözleme kabiliyeti yarım oluyor. Bu yüzden ben insanlara yalnız kalmayı öğrenmelerini öneriyorum. Yalnız kalmayı bilmek iyidir, önemlidir”, demiş.
Neyse o konu bir yana, rahmetli babam gel arkada (bahçede) 5 dakikalık kısa bir işimiz var derdi, anlayın ki, o işi 2 saatle ter içinde bitireceksiniz ve o zaman içten içe kızardım biraz. Tahtalar, tuğlalar taşınır; üzüm asması onarılır, bahçe sulanır, babamın işi her zaman çoktu. Zamanla bu yorgunluktan keyif alır oldum. Fazla soru sormadan, fazla mantık yürütmeden yardım ederdim, hatta hepimiz ederdik. Hep beraber yapılan iş ona da huzur verirdi, Bu durum bana Gabriel Garcia Marquez’in Yüzyıllık Yalnızlık Romanında yaşanılanları hatırlatıyor. Babamın kayıt yapma hobisi genetik olarak sanki torununa geçmiş gibi.
Zamanla hiçbir şey yok olmuyor aslında, sadece değişiyordu. Dalı gevrek olan erik ağacı kesilmiş ama bahçede köklerinden 2 ağaç ve hatta daha fazlası bitmişti. Erik ağacı yok olmuyordu. İnsanlara inat tüm ağaçlar da yok olmayacaktı.
Babam artık gitmişti, enerjisi, heyecanı, varlığı yoktu, ama her köşede bıraktığı izler kaybolmamıştı. Yok olan sadece bedendi. Kayıtlar da, nemlenen makaralarda kayboldu ama hafızamızdan silinmedi.
Evet, bugün 4 Ağustos, babamın aramızdan ayrılışının 4.yılı ve yine ne tuhafdır ki; 4 Ağustos aynı zamanda ikiz torunlarının da doğum günü.
Kızılderililere göre, “Doğa akarsu gibidir.” Çünkü akarsu her zaman değişir doğa da, akarsu gibi kendini yeniler, bakmışsınız hayat ta yenilemiş kendini.
Bir yerde acı varken, o acı yerini bir umuda ve yenilenmeye bırakmış, o akış içinde kendine yer edinmiş.
Heyecanınız ve enerjiniz hiç dinmesin, umutlar asla yok olmasın!
Babam ve erik ağacını 4 Ağustos’ta anmak istedim. Yakınlarını kaybeden herkese bu vesile rahmet diliyorum,
Kızılderilinin dediği gibi; “Her şey öldüğüne göre, her şey canlıdır.”
ŞGS










