RSS

Etiket arşivi: bilke anılar

HAFIZADA KALANLAR

09.07.2024- A. Yaşar SARIKAYA

Hafıza, hacimsiz ve ağırlığı olmayan yapısıyla duygularımıza ne kadar da yön veriyor. Yine HAFIZADA KALANLAR PROGRAMI ve konuğumuz değerli eğitimci Fehmi AYDIN.

O, Sinop Kız Yetiştirme Yurdunda öğretmenlik yaparken müdürümüzdü. Çocuklar Müdür Baba derdi, biz öğretmenlerin de Müdür Babasıydı. Öğretmenler değişti, Fehmi AYDIN hep Yetiştirme Yurdunda kaldı. Kahvaltısını çocuklarla beraber yapar, onların masasında sırayla gezerdi. O’nu, elinde süpürge ile de görebilirdiniz, toz bezi ile de. Çocuklarla ip atlarken de, top oynarken de. Biz çok şanslı öğretmenlerdik. Köy Enstitüsü eğitimini almış bir eğitimci ile çalışmıştık.

Hafızada Kalanlar Programı için derneğimize geldi. Bu gün İstiklal İlkokulu ve İl Genel Meclisi olan iki binanın nasıl yapıldığını anlattı. Sinoplu olup da o binalarda anısı olmayan yoktur. Gelin videoyu birlikte izleyelim. İyi seyirler…

Teşekkürler Müdür Baba. Bir başka programda buluşmak dileğiyle.

 
Yorum yapın

Yazan: 09 Temmuz 2024 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , , , ,

KALDIM SIFIR NOKTASINDA

13.03.2024- Ayşe Yaşar SARIKAYA

Etkisiz ve yetkisizce bir noktada çakılıp kalır mı insan?

Dört yıl önce, uzak bir köyde evi tamamen yanan aileye ev eşyası götürmüştük. İşimiz bitince, oraya yakın köylerde eğitim desteği verdiğimiz öğrencilerimizi de ziyaret ettik. Bir yıl önce, Köy Atölyesi Etkinliğimizde cıvıl, cıvıl pırıl, pırıl olan kızımızı, aşırı kilo almış ve yaşam enerjisi sönmüş gördük.

Aileye halı sözüm vardı. Halımızı ve diğer ev eşyalarını birlikte eve taşıdık. Evlerinin arkadan görüntüsünü aldım. Yan tarafta inşaat halinde yeni ev yapıyorlardı. Paraya ihtiyaçları vardı.

Öğrenci, “size özel bir şey anlatmam gerek” dedi.

“Hocam kanser oldum, benim 3 böbreğim varmış. Doktor birini ameliyatla alacak. İlaç tedavisi verdi, ilaçlar kilo aldırdı”

Kız, lise birinci sınıf öğrencisi, henüz çocuk, kıyamam. Şaşırdım, başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Boğazım düğüm oldu, bir güç gittikçe artarak sıkıyor da sıkıyor boğazımı.

” Kızım, doktor ve hastane adını verebilir misin? Ben de görüşür, detayları öğrenirim” dedim.

Birden panik oldu;

” Doktor adını veremem, kimseye adımı vermeyin” dedi. Doktor akrabamız, özel hastanede parasız yapacak, çok iyiliksever.”

“Kızım yakın akraban mı, bu köyden mi? Tahlillerini görebilir miyim? Onları tanıdık doktorlara gösteririm yavrum” dedim. Akraba olmadığı açıkça anlaşılıyordu.

Israrla” hocam, doktorumuz çok iyi, benim için çok uğraştı adını veremem” dedi.

Anne ve baba ile ayrıca görüştüm, onlar da takılmış plak gibi aynısını söylediler. Hiç birini ikna edemedim ve döndük. Kafam karmakarışıktı. Eşi üroloji profesörü olan eğitim gönüllümüzü aradım. Her hastanede böbrek alınamaz, Hastane adını öğrenelim dedi. Öğrenciyi aradım açmadı. Babayı aradım açmadı. Yılmadım, günlerce aradım, açmadılar. Elim kolum bağlı kalakaldım sıfır noktasında. Hangi adımı atarsam, aileye dokunacaktı. Olumsuzluklar ard arda gelecekti.

Aydınlanma kırsallara ulaşmadıkça, yüzümüz gülmeyecek. En uzak köylerde okul açılmadıkça eğitim dengesi sağlanmayacak.

Güçlüyü daha güçlü, zengini daha zengin, zayıfı daha zayıf, fakiri daha fakir yapan sistem, yerini Köy Enstitüsü Modelini çağa uyarladığımız EĞİTİM SEFERBERLİĞİNE bıraksın diliyoruz. İstiyor ve bekliyoruz.

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

FATMA AGUŞLARI’IN ANISINA(Yanınızdan Melekler Geçer Göremezsiniz)

31.07.2023- Seyfullah ÇALIŞKAN

Akıl yüktür insana. Bir yol kenarında terk edip gidemezsin. Cami avlusuna da bırakıp kaçamazsın. Kaynar bir kazandır. Ateşi altında hiç azalmayan bir kazan. Suyun üzerine çıkanlar durmadan değişir. Bir kıyıya itmeye çabaladığınız düşünceler, imgeler, anılar hiç beklemediğiniz anda suyun üzerinde çıkıverir. Elinizden bir şey gelmez. Tutsağı oluverirsiniz.

Akşam öylesine huzurlu, sakin, tanıdık ve huzurlu bir zamana doğru gidiyordu. Akliman’da falezlerden aşağıya olta atıyorduk. İçlerinde en acemisi bendim. İstavrite çapara atmak avcılıktan bile sayılmaz. Atıp çekiyorum, atıp çekiyorum. Hiçbir beceri ve deneyim gerektirmiyordu. Balığın suyunu bulmak diye bir şey vardır. Ben ne balığı arıyordum, ne derinliği, ne akıntıyı. Balık hevesim de yoktu aslında.

On metre ileride olta atan biri makarayı sararken bana bakıp;

– Balık nasıl, dedi.

– Tek tük, arada sırada, dedim.

– Ya nasip ,dedi. Her zaman bir olmaz zaten. Bazen at çek yaparsın bazen yaprak kımıldamaz.

Onu sokaktan, çinakop zamanı iskelede olta attığımız akşamlardan tanırdım. Adını bilmem ama iyi balıkçıdır. Bu akşam da herkesten farklı bir şeyler yapıyordu. İrice bir istavriti kancaya takıp kıyıdan atabildiği kadar açığa gönderiyordu. Ağır bir kurşun ve kalın bir misina kullanıyordu.

-Sen ne yapıyorsun, dedim.

-Kalkana atıyorum, dedi.

Kalkan bu kadar kıyıya gelmez ki, dedim.

Bu zamanlarda gelir, dedi. Belki on beş, yirmi gün geyir daha sonra bir yıl görünmez…

Yarım saat bile geçmeden denizden bir balık çekti. Kocaman yası ve karnının altı bembeyaz… Ama bu kalkan değildi. Vatoz çekmişti. Kuyruğundaki iğnesi zehirlidir. Neyse ki adam balık işinden anlıyordu. Vatozun kuyruğuna ayakkabısıyla bastı ve kancayı hayvanın ağzından çıkardı. Yem olarak takılan istavrit etten bir paçavraya dönmüştü…

Siyah volkanik kayalar akşamın güneşinde yeşile dönüyordu. Küçük kuş yuvası gibi oyuklar geçmiş fırtınadan kalmış su birikintileri ile doluydu. Burada kayıp düşmek, kayaya sürten dokuyu kesip kanatmakla aynı şey demekti. Oltayı, balığı kendi haline bıraktım. Hamsilos koyu ağzına doğru alçalan güneşle büyülendim. Az sonra deniz kan kırmızısına boyanacaktı. Gök yüzünün kızıllığı önce turuncuya ardından mora dönüp perde perde kararacaktı. Rüzgarın sürekli dövdüğü bodur çalıların gölgeleri uzamaya ve birbirine karışmaya başlamıştı. Yüz kere, bin kere tanık olduğum bu manzaraya kayıtsız kalmayı başaramazdım. Her defasında beni büyüleyip, içinde bulunduğum gerçeklik perdesini yırtar, içinde bulunduğum zaman ve mekânın ötesinde uzak bir yere savururdu.

Akıl yüktür insana. Ne ipte durur ne de kazıkta. Bir bulutun ucunda asılı kalmışsın. Rüzgâr nereye sen oraya. Bakır rengi çam gövdesinde susmayan bir cırcır böceği. Gündüzleri kavurucu güneş altında, geceleri reçine kokan yaprakların buğusunda… Akıl yüktür insana. Ne duracağı yeri bilir, ne varacağı yeri… Birbirine dolaşmış misina yumağı gibidir. Kessen düğüm olacak, çözmen imkânsız.

Akliman akşamı beni alıp yine aklının estiği yere savurdu. Yıllar öncesine ve binlerce kilometre uzağa… Şairin dediği onlar küçüktü, ufacıktıktı. Top oynamadan bile acıkırlardı. Arılar gibi vızıldar, kıpır kıpırdılar. Sınıf kara lastik, soğan, silgi ve kalem kokuyordu. Yazı yazmak için dikkatlerini topladıklarında sümükleri akmaya başlardı. Ve tam sayfanın ortasına iri bir damla düşerdi. Kirli mendilleriyle çıkarıp öğretmen görmeden siliverirlerdi. Ama izi öylece sırıtmaya devam ederdi. Siyah önlüklerin beyaz yakaları vardı. Adı beyaz ama kendisi gri yakalar. Siyah önlüklerimiz de solup yakalarımızdan daha azıcık koyu bir griye dönüşürdü.

Mezarlık mahallesinde kerpiç avlu duvarlı daracık bir sokakta bekledi. Bir sigara yaktı. Bu saatlerde bir bahane uydurup hep sokağa çıkardı. Bekliyordu. Sigara sayısı üce çıktı. Biraz daha takılırsa sokaktakiler kıllanacak işin tadı kaçacaktı. Boynuna uzayan saçlarını geniş yakalı gömleğinin üzerinde düşürdü. İspanyol paça panolundaki geniş tokalı kemerini eliyle yokladı. Pantolon ceplerinin üzerinde parmaklarını gezdirdi. Bir şey aklına gelmiş arıyor gibi görünüyordu. Dört parmağını sonra arka cebine takıp fiyakalı bir görüntü yaratmaya çalıştı. O mektubu kıza başkası ile göndermesi daha olası görünüyordu. Mektubu yazmak, zarfa koymak işin en zor kısmıydı. Delikanlı çat pat okuyabilir ama kesinlikle yazamazdı. O satırların üstesinden gelebilmek için kendisi gibi dört kafadarın bir araya gelmesi gerekmişti. Ama o kız o akşam sokağa çıkmadı. Mektup hiçbir zaman sahibine ulaşamadı.

Neden hep bir yaz akşamadır zaman? Neden Ayıtlı Dere’ye su bırakılmıştır? Sazlar ve otlar akıntıda salınıp yalpalamakta ve hep aynı noktaya geri gelmektedir. Ördeklerin sevinci ve kanat çırpmaları okulun duvarlarında yankılanmaktadır. İlla ki bir yaz akşamadır ve sıcak çoktan güneşin peşine takılıp ovayı terk etmiştir. O küçük kız ne zaman bizi bırakıp gitmişti? Hiç anımsayan kaldı mı? Neden okuldaki sırası boş kalmamıştı. Neden giriş zilinden sonra onu anıp saygı duruşunda bile bulunmamıştık. O kara ve çirkin bir kız olduğu için bunu hak etmiyor muydu? Yoksul olduğu için görünmez mi olmuştu? Akliman üzerinde güneş batarken neden bunları düşünüyordum? On yıldır zaman zaman bu kız neden gelip aklıma takılıyordu?

Öğretmen ikide bir getirip bu kızı bizim kümeye oturtuyordu. Biz çalışkanlar kümesiydik. Ama o çalışkan değildi. Sadece bütün kızlar gibi yazısı güzeldi. Üstelik onun da yazı yazarken bazen burnu akıyordu. Çok hızlı davranıp uzayan damlayı burnunun ucuna gelmeden çabucak siliveriyordu. Kömür gibi kapkara saçlarına beyaz bir kurdele bağlıyordu. Sessiz sakin bir kızdı. Sınıftaki kızların çoğu onu oyunlarına çağırmazlardı. Bir tek Güllü bir de Mahide… Genelde yalnızdı. Durgun ve suskun… Onu hiç sevmezdim. Bizim kümede oturmasın, öğretmen onu başka kümeye versin isterdim. Oysa hepimiz üç aşağı beş yukarı pasaklıydık. Yoksulduk ve yetersiz besleniyorduk. Defterlerimiz kirli ve kırışık, çoraplarımız delik veya yamalı… Coğrafya kaderdir son günlerde çok kullanılan bir aforizma… Buna bir yenisini de ben ekliyorum. İlkokulda arkadaşlık için aynı küme de kaderdir. O zaman öyleydi. Çünkü diğer kümelerle rekabet ediyorduk. Fatma’yı ne zaman arkadaştan saymaya başladım. Kesinlikle anımsamıyorum.

Akıl yüktür insana. En kalın, en kaliteli çeliği delip geçer. Yağmurda ıslanmaz, güneşte kurumaz… Ateşte kaynamaz, suda erimez. Yıldızları ağaçtan turuncu yanaklı şeftaliler gibi toplar. Bir sepet alıp eline gökyüzünden bulutları yakalar. Götürüp eski bir iskelenin ayağına bağlar. Yaşlı bir kadını süpürgesine bindirip masallarda dolaştırır. Akıl yüktür insana. Sen sen ol, aklından geçeni diline söyletme. Delidir derler, gücenme.

Hep bir akşamüzeri gitmiştir sanıyorum. Dut yapraklı rüzgarla ürperir gibi titrerken. Erikler sarıdan mora geçerken. Arılar kaldırımlarda dut suyuna doymuş, şerbetten sarhoş… Kerpiç avlu duvarları kireç, kavrulmuş toprak, saman kokarken. Tulumba sesleri avlulardan sokaklara taşarken. Bir akşam üzeri annesinin çığlıkları önce evin duvarlarında sonra sokakta yankılanmıştır. Kırlangıçlar panikle yuvalarından uçmuştur.

İnsan sevince güzelleşir. Aşktan meşkten söz etmiyorum. Daha ne o kız ne ben oğlandık çünkü. Sevgilerin en yalını, en masumu sadece çocukların sahip olduğu bir ödüldür çünkü. Günler geçip gittikçe daha güzelleşmişti gözümde. Tanıdıkça sever insan. Sevdikçe güzelleştiriverir. O küme arkadaşım, kardeşim, silgisini alıp geri verdiğim, leblebi tozunu paylaştığım kızdı. Ve biz hala kara lastik kokardık. Salça ekmek, tütmüş soba ve mutfakta pişen son yemek gibi kokardık…

Aklimanın alacakaranlığında bir akşamüstü hüznümün gözyaşlarını içtim. Deniz kadar tuzluydu. Bu saatten sonra balık olmaz, dediler. Misinemi sardım, kancalarımı tahtama batırıp dizdim. Gidelim, ben hazırım, dedim. Steyşın renoya doluştuk. Akşamı dalgaların son gümüş pırıltılarında oynaşırken bıraktım. Ben gittim gitmesine ama aklım kayalarda oturup kaldı. Mayıs başında karayolları çamlığında kadın, çocuk, genç ve ihtiyar kalabalıktık. Aynı sokağın kızları kol kola piyasa yapıyorlardı. Betondan piknik masalarına oturmuş yiyip içinler vardı. Top oynayan veya ip atlayanlar. Davul zurna ile kafası iyi delikanlılar harmandalı oynuyordu. Sarı uzun saçları omuzlarında dalgalanan bir delikanlı gölge gibi bütün gün Fatma’yı takip ediyordu. Bir bakıverse dünyalar onun olacaktı. Bir gülüverse çam ağaçları hatmiler gibi pembe çiçekler açacaktı. Azıcık konuşsak, azıcık bir tenhada… Adım gibi biliyordum. Gözlerden uzak azıcık yalnız kalsalar dili tutulacaktı. Dili ağzının içinde kocaman olacak, şişip kalacaktı. Heyecandan tir tir titreyecek ve aklına tek bir cümle bile gelmeyecekti. Falcı olduğumu kim söyledi. Yaşadıklarımdan biliyorum.

Aklimanda kum zambaklarının zamanıydı. Dalgaların kumlara yufka gibi serilip, yuvarlanarak yeniden maviliklere aktığı mevsimdi. Yabani nane kokuyordu akşam… O kız hiç büyümedi. Hiç aşık olmadı. Ne günahın tadını öğrendi, ne de pişmanlığın sivri dikenlerinin tenindeki acısını… Hastalığı varmış, dediler. Ölüvermiş. On yıl mı yaşadı? Dokuzun da mı kaldı? Okula geldi mi? Fatma gerçek mi? Sadece yazarın fantezisi mi? Bunu bilse bilse Hayrullah Abim bilir. (Hacırahmanlı’da Kilit Ahmet’in Hayrullah’ı)

Not: Fatma Aguşlar’ı yaşıtlarımdan hiç kimsenin anımsamadığını biliyorum. Aklımızda yer edecek kadar yaşamadı. Yada çocuk aklı çok uçarı bir şey. Çabucak unutup hüzünleri silip atma eğilimi var. Var oluşundaki sessizlik, sakinlik ve durgunluk gideceğini bildiğinden mi kaynaklanıyordu? On yıldır aklıma arada bir misafir olup yeniden geçip gidiyordu. Ama beni bir türlü terk etmiyordu. Onun anısından kaynaklanan cümleler kurmak artık vazgeçilmez bir hal aldı. Ne anısına saygı duruşunda bulunmak istiyorum. Ne de birilerin onu elli yıl sonra anımsasın istiyorum. Beynimin ürettiği kabarıp alçalan bu dalgayı susturmak için yazdım. Keşke o da büyüseydi. Aşık olsaydı. Acılar ve hüzünlerden payına düşeni alsaydı. Küçücük bir kızken öylesine sessiz sakin ve hiç yaşamamış gibi yaşamını yitirişini içime sindiremedim. Hepsi bu…

Temmuz 2023-Sinop Seyfullah

 
Yorum yapın

Yazan: 31 Temmuz 2023 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

KİMSESİZLİĞİZ

29.05.2023- Nejat GÜMÜŞ

KİMSESİZLİK…

Kimsesizliğimi buldum bir köşe başında, duvar dibinde.

Yanına gittim, diz çöktüm onun gibi… Yanakları ıslaktı. “Nerelerdesin?” diye sordum, sitem dolu. “Birbirimizden başka kimsemiz olmadığını bilmiyor musun?” dedim.

Başını kaldırdı, elinin tersiyle gözlerini sildi.“Biz birbirimizin kimsesi değiliz, kimsesizliğiyiz,” dedi…

Öksüz olmak, yetim olmak zordur. Kapı önünde saçlarını okşayan bir el yoktur… Yok olanlarla var olmaya çalışmak zordur. Zordur, ama yaşama isteği daha ağır basar; acıyan yerlere tuz basılır, yüreğin sesini kısarak hayata tutunulur.

Büyümek dedikleri, azalarak yola devam etmektir bir bakıma…

Her parçanı bir yerde bırakarak; yüreğini nasırlaştırarak asılmaktır küreklere.

Belki daha güzel olmayacak ama bir şeyler değişecek. Değişen ne olur bilinmez. Mekan mı, hissettikleriniz mi, yoksa tamamen benliğiniz mi, ama bir şeyler değişmelidir.

Sıkılırsınız bu kimsesizlik halinden. Konuşamamak, dertleşememek, kafanızı koyacak bir omuz aradığınızda her daim boşluğa düşmek… Zordur bunlar… Planlarına kimseyi dahil edememek, keyif aldığınız şeylere katılacak birini bulamamak… “Çok mu zor bunlar” ya da “hak etmiyor muyum” diye düşünürsünüz.

Kilitli bir kütüphanede durmadan tozlanan, hiç okunmamış bir kitap gibi merak da edilmemektir kimsesizlik…

Yaşınız beş ya da elli beş; baba ya da çocuk, artık her kimseniz… Kimseyi kimsesiz bırakmayın, kimsesiz kalmayın!.

Saygılarımla…Nejat GÜMÜŞ 16 Aralık 2020

HAYAT KÜTÜPHANESİNDEN ALINTI

 
Yorum yapın

Yazan: 29 Mayıs 2023 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , , , ,

BENİ DE ALIN

16.11.2022-Safak Gündüz SARIKAYA

Umutsuzluktan çöktüğü bir andı.

“Olmuyor işte, olmuyor”, dedi genç adam.

İçindeki ses susmuyordu,

“hayır pes etmek yok”, dedi, “ne olursan olsun hayallerimi gerçekleştireceğim.”

İşte böyle gelgitlerle kimi zaman deniz kenarında düşüncelere dalar, Gerze’ye bakıp,

“acaba eşimi, oğlumu ve kızımı yanıma alabilecek miyim?”, derdi.

Neden olmasındı, 14 yaşında bile köyden ilk kaçışında adada bir aile yanında hayvanlara bakmıştı. Babası Sinop’a gelip onu köye tekrar götürse de, ikinci kaçışında Bafra ve Ayancık’ta iş bulmuştu. Yorgun ayakları onu Tersane^ye doğru itti ve orada bir hareketlilik gördü. Amerikalılar gelmiş işçi alımı yapıyorlarmış diye duydu. Koşa koşa Kaleyazısında bekleyen askeri araca binmek istedi. Birden kalabalığın içinde buldu kendini,

“beni de alın”, diye bağırıyordu.

Ama ustabaşı gibi görünen bir adam, kalıplı uzun boylu işçi seçiyor; çelimsiz olan genç adamı itekliyordu.

“Sen işimize yaramazsın git” diye.

Kulağında çınlayan bu söz adamı durdurmadı. Vazgeçmiyor, tekrar tekrar deniyordu ama olmadı. Arabanın içinde bir Amerikalı subay, bu genç adamın çabasını fark etmiş ve tebessümle ona bakarak “hadi bir kez daha dene” der gibi adama baktı. O bakış yeni bir umuttu o bakış haydi bir gayret daha göster seni alalım diyordu.

Bir hamle daha yaptı, ustabaşı başka yere bakarken insanların arasından sıyrılarak bindi arabaya. Amerikalı sesinin çıkarmadı ve o günlerde daha yeni kurulan ve sadece çadırlardan ibaret Amerikan Üssüne böyle giriş yapmış oldu. 50’li yıllardı. Emekli oluncaya kadar önce işçilikle başlayan bu süreç dil öğrenme isteğiyle devam etti. Emekli subaydan aldığı birkaç dersle dil öğrenme hevesi pekişti.

Kalem kağıt bulamadığında taşlara yazıyor, kendi kendine kelimeleri tekrar ediyor, dilini geliştirmeye çalışıyordu. Subayların konuşmalarını dinliyor, kelime haznesini geliştiriyordu. Amerikalıların dikkatini çekmeyi başarmıştı ve bir müddet radarda tercümanlık yapmıştı. Eşi de yardım ediyor, gece gündüz çamaşırların ütü ve kolasında eşine yardım ediyordu. Motorpool , İtfaiye bölümlerinde sevk amiri görevlerini başarı ile sürdürdü.

“BENİ DE ALIN” haykırışı, bir motivasyon, özgüven ve hayata bir kafa tutuştu. Diktelerin ve kuralların boyun eğdirdiği bir yaşam içinde, bu dik duruş mücadelesiydi. İtaatkarlık yerine, çalışmak ve sorgulamaktı beni de alın.

Bir oyuncunun, istediği rolü alması yapımcı ve yönetmene; yedek futbolcunun sahaya girmesi antrenöre bağlı olsa da “BENİ DE ALIN” direnişi engelleri yıkacak, hayatın şansını yaratacaktır. Yetenek avcısı ustalar, meslekte başarıyı ölçen uzmanlar, hassas terazili yürekler gerekir bazen.

Beni de alın bireyci bir yaklaşım gibi gözükse de; aradan geçen yıllar genç adama çok şey öğretti. Kendi geçtiği yollardan geçenlerin elinden tuttu hep. Yaşlandığında ve çok ağır hasta olduğunda bile,

“para mı lazım benden de alın” derdi.

Her şey kötü gitse de, ümidimizi kaybetmeyelim ve asla vaz geçmeyelim. Hayaller er ya da geç gerçeğe dönüşür.

Kim bu adam, işte o adam benim babamdı.

ŞGS

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

EMEKLİ OLDUM-SEYFULLAH ÇALIŞKAN

03.08.2022- BİLKE KONUK YAZARLAR

İlk olarak ne zaman para kazanmak için çalıştığımı anımsamıyorum. On on bir yaşlarındayken sergiden üzüm kaldırmaya yardım etmiş olabilirim. Ya da akşamüzeri pamuk yüklü traktör kasasının (romörkun) sayaya boşaltılmasına gitmiş de olabilirim. İhtimal iki buçuk lira falan vermişlerdir. İlk olarak gündelikçi olarak çalıştığımda on iki yaşındaydım. Akif Abi Toto Abdurrahman ile beni soğan çapasına götürmüştü. Yanımızda Ünver de vardı. Saruhanlıya doğru uzanan kanal boyunda bir tarlaydı. Kanal ile zeytinlik arasında bir iki dönüm kadar boş bir alana soğan ekilmişti. O gün ilk kez soğanları köstebeğim kestiğini de öğrenmiştim. Akif abi köstebek tümseklerinin bir ikisini kazıp kapan yerleştirmişti. Deliklerin ağzının açılması köstebeği çok rahatsız edermiş. İlla açılan deliğin ağzını gelip kapatırmış. Ünver’in annesi yanımıza yoğurt ve ıspanak yemeği de koymuştu. Sanırım turşu da vardı. Ve sapsarı teneke tulum peyniri… Çarşı ekmeği ile güzelce karnımızı doyurmuştuk. Akşam olunca Akif Abi bana çıkarıp on iki lira verdi. Büyüklerin gündeliği de büyük bir ihtimalle on beş falan olmalıydı.

O günden sonra okuldan arta kalan zamanlarda gündeliğe gitmeye başladım. Pamuk çapası, pamuk toplama, zeytin silkme, zeytin çapası, bağ beli, set ve tir yapma, tava bölme, ark açma, kavun, karpuz taşıma, üzüm kesme, kerter çekme, suculuk… Çok çalışkan, becerikli ve gayretli bir yevmiyeci değildim. Ama kimsenin tarlasında görmeyi istemeyeceği bir adam da olmadım. Bin dokuz yüz seksen üç kışının yirmi sekiz Kasımında devlete atandım. Elbistan’ın Demircilik köyüne bayram sevinci yaşayan bir çocuk kadar mutlu gittim. Devlet Baba ilk maaşımda bana tam yirmi dört bin lira verdi. Mutemet hatalı olmasın diye parayı iki kez saydı. Kendimi hiç iyi hissetmedim. Okulda çocuklarla olmak beni delicesine mutlu ediyordu. Bu kadar eğlencenin üzerine bir de çıkarıp para veriyorlardı. Bu sanki haksız bir kazanmış gibi hissetmiştim. Bu sevincim ve mutluluğum tam otuz yıl sürdü. İki bin on beş senesinde işimin gazı kaçtı, hevesimin balonu sönüverdi. Kendimi çok gereksiz, önemsiz hatta verimsiz hissettim. Yaptığım işi herhangi biri, hatta sokaktan geçen biri bile yapabilir gibi hissetmeye başladım. Yazdığımızın, çizdiğimizin hiçbir önemi yoktu. Madem öyle işimize son verirler diye bekledim. Öyle de yapmadılar. Yeniden düzenlenir, iyileştirilir, bir amaca hizmet eder diye düşündüm. Olmadı… Bir şeyler değişir gibi oldu ama ben artık soğumuştum.

Otuz yedi yıl iki ay süren çalışma yaşamımı bu gün sona erdirdim. Ne yapacaksın diye soranlar oldu. Bilmiyorum, dedim. Gerçekten bilmiyorum. Çünkü emekli olmak için önüme bir hedef koymadım. A, B ve hatta C planım falan da yok. Büyük bir ihtimalle sıkılacağım. Gittikçe daha huysuz ve çekilmez biri olacağım. Dünya hızla değişmeye devam edecek. Ben elbette ayak uyduramayacağım. Yaşam beni nehrin durgun bir yerine sürükleyip bir süre daha oyalayacak. Ve son bulacak.

Ağustos 2022

Seyfullah-İzmir

 
Yorum yapın

Yazan: 03 Ağustos 2022 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

YOK SAYILAN HİKAYELER

20.07.2022- A. Yaşar SARIKAYA

Suyu metre ile, ağırlığı litre ile ölçme alışkanlığımız var mı nedir, ölçemiyoruz bir türlü. Ölçü şaşıyor, tartı tartmıyor. Şöyle bir düşünüyorum da, güneş milyarca yıldır hiç ölçüsünü şaşmadan döngüsünü sürdürüyor.

İnsanoğlu, hep üstün varlık olarak övünür de, bu ölçme işini bir türlü beceremez, ne dersiniz. Üniversite sınavında iyi koşullarda yetişen ve özel ders alan öğrenciyi, çobanlık yaparak sınavlara hazırlananla aynı kefeye koyarız. Sınav sorularını çalanla, çalışarak başaranı da. Böylelikle başarıyı ölçmek şöyle dursun, sistemi üst sınıflara fırsat sunmak için kullanırız.

Nedense, yurdumun göz ardı edilen yaşam kesitleri, gazete sütunlarının kıyısında köşesinde kalmış haberlere benzer. Bürokratın, dizi dizi konvoylarla açılışlara katılması her zaman flaş haber olurken, yanlış uygulamalara kurban edilen insan haberleri unutulur.

Siyasi partilerin, varlıklarını korumak için kıran kırana yaptığı yarışlar da aynı. Gereksiz kavgalar, münazara benzeri tartışmalar ülkeye ve halka bir şey kazandırmadığı halde gündemden düşmez. Ana temadan ayrılmak gibi bir alışkanlığımız var. İşin özü, halkın refah düzeyinin artması olmalıydı. Ana öge HALK, ana tema HALKIN RAFAHI olmalıydı, baskın lider siyaseti yerine.

2016 baskılı kitabımdan bir bölüm sunmak istiyorum. Kahramanı babamın anneden kardeşi olan amcam. O çocukluğumuzda evimize geldiğinde hepimiz bayram ederdik. Alnının teri ile kazanılan bir başarı öyküsüdür hayatı. Yıl 1969, evimizin bahçesi, fotoğrafta amcam ve kardeşlerim. En küçük kardeş henüz dünyaya gelmeden önce.

 
 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , ,

GÜNAYDINNNN…!! //Ayşe’ce//

14.07.2022- Ayşe EKŞİ ELMACI

Doğduğum evde güneş denizden doğardı. Şehir ayaklarımızın altında, taa şirin Gerze’sine kadar görünürdü. Rüzgara karşı mavilerin içinde beyaz kelebekler gibi yelkenliler süzülürdü.

Nevzer Yenge inekleri sağmış, Zeki dayım da önüne katmış adaya götürüyor. Biz incir ağacının tepelerinde. Selver anane bağırıyor:

”sabah sabah rüyanızda mı gördünüz incirleri” .

Şimdi önümüzü binalar kapattı. Gökyüzümüzü bile çalıyorlar. Selver ananenin evi çökmüş, tarihi eser diyorlar, ama bakan yok. Bahçeler de yok oldu, iki bina fazla olsun, üç beş dairem daha olsun. Yılların parkı dümdüz olmuş. Benim şehrim, güzelleştirme adına kelaynağa dönmüş.

Baba evinden bir seyreyleyeyim dedim şehrimi, kahve uzatsa alabileceğim mesafede binalar. Küçük bahçemiz de olmasa, dut ağacı dallarını nazlı nazlı sallamasa, taş duvarlara sıkışmış gibi hissedeceğim kendimi. Serin ve güneşsiz Sinop sabahından, GÜNAYDINNNN…!!

11 Temmuz 2022- Ayşe EKŞİ ELMACI

 
Yorum yapın

Yazan: 14 Temmuz 2022 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

TAYYİP SANDALCI’NIN SON EMANETLERİ

24.06.2022- BİLKE

Paylaşacağım 05. Nisan 2022 tarihli bir fotoğraf, sonlu dünyanın acı gerçekliği ile yüzleştirecek hepimizi. Neden derseniz, hayatının son evrelerini yaşayan bir kişinin, dünyadan göçeceğinin farkındalığıyla, bilinçli bir selfi çekip yazıları ile birlikte bana göndermesi ve “uygun yerlerde kullanırsın” notunu düşmesi. Ailesinin bu fotoğraftan haberi var mı bilmiyorum ama bana yüklediği sorumluluğun, sırtımda kat kat arttığının farkındayım. Yaptığım çalışmaların özünü kavraması, araştırmasına sahip çıkacağımdan emin olması da ayrıca hüzünlendirdi beni.

Gönderdiği 7 dosyanın hepsini açmamıştım, tarih sırasına göre yayınlıyordum. Dünyaya veda etmeden önce yazılarının 3 bölümünü kendisi de okumuştu. Bu gün postanın içindeki son dosyadan çıkan fotoğrafı sanki ” işte gidiyorum kalanlara selam olsun” diyordu sevenlerine. Son 4 postadan biri foto, diğeri kitabe, üçüncüsü kitabenin çevirisi, dördüncüsü de biyografidir. Bu alemden göçse de sözü kendisine bırakıyorum: Ayşe Yaşar SARIKAYA

Tayyip SANDALCI-

Selam sevgi saygılarımla –TAYYIP SANDALCI – 12/01/2022

Cami girişindeki hitabenin okuyamadığım bir iki kelime dışında tercümesini yapamaya çalıştım, küçük eksikler olabilir ama kitabenin özü anlaşılmaktadır .

“Ayasofya hatibi Ebu Bekir Lütfü efendiniğ ulvi himmeti kıldı bu camii inşa

Vekili Azam’ı ecmein Abdülhamit Hana 

Düa ihvan eyledi mü’e minler

Ol amiri minel ilah

Didiler…….ser askeri muhbaresi

Yapıldı cami Lailaheillallh…….

1317 (1901)”

Dudaş Köyü Camii Hitabesi-foto-Tayyip SANDALCI

    BİYOGRAFİSİ            

1947 yılında Dikmen Dudaş köyünde doğdu. 16 yaşına kadar eski Türkçe okuma yazma ve kuran okumayı öğrendi, çobanlık ,çiftçilik, Ramazan imamlığı yaptı. Bu arada yeni Türkçe okuma yazmayı öğrenerek dışardan ilkokul diploması aldı(Dudaş köyünde ilköğretim 1970 den sonra başladı).
16 yaşında köyden ayrılıp Sinop’a geldi. Halk Eğitim Merkezinin düzenlediği, Amerikalı Barış Gönüllüsü , Robert Dankoff’un ingilizce kurslarına katılarak ingilizce öğrendi, gündüzleri iş seçmeden her tür amelelik yaparak harçlığını kazandı.
1965 yılında, Mülkiyeti Sosyal Sigortalar kurumuna ait olan, Türkiye Otel Lokanta ve  Eğlence yerleri işçileri (TOLEYİS) Sendikasının uygulama oteli olarak açtığı , daha sonra el değiştirerek  özel kişiler tarafından işletilen,  halk arasında Turist otel olarak bilinen otelde resepsiyonist olarak işe başladı.
1966 yılında Amerikan üssünde(RADAR) Araç Sevk ve Harekat memuru olarak çalışmaya başladı.
1967-69 yıllarında İzmir ve Ankarada hava muhabere , Mors Operatörü olarak 2 yıllık askerlik görevini yaptı.
Askerlik dönüşü Amerikan üssündeki işine döndü. 1973 yılında Amerikan Üssünde İstihkam mühendisliği bölümüne transfer olarak, Demirbaş malzeme memurluğu, iş programlayıcılığı (scheduler), maliyet muhasebeciliği, plan bütçe yapım ve uygulaması, ve nihayet Üretim Kontrol şefliği (Chief Production Control) yaptı.

Bu arada hiç okula gitmeden (o yıllarda açık öğretim de yoktu), ilk ,orta, lise ve Türkiye Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsüne bağlı Sevk ve İdare Yüksek okulunu (TODAİE-SİYO)dışardan bitirdi.
1993 yılında Üssün kapanmasıyla Sinop’ta yaşamaya devam etti. 14 Mar 2022- Tayyip SANDALCI

NOT: TAMAMI

https://sinopbilke.com/category/tayyip-sandalci-anilar/

Tayyip SANDALCI ANILAR “KATEGORİSİNDE bulabilirsiniz

 
2 Yorum

Yazan: 24 Haziran 2022 in Tayyip Sandalcı anılar

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

//ayşe’ce// GÜNAYDINNNN…!!

15.06.2022- Ayşe EKŞİ ELMACI

Serin ve geceden yağmış, pencereyi açtığında bahçeden gelen buram buram toprak kokusu. Yaşam gailesinden ve her tarafın betonlaşmasıyla unuttuğumuz dokular. Kendi ellerimizle yok ettiğimiz doğa ve mutsuz insanlar.

Komşunun bahçesinden gelen çilek kokusu. Annem geliyor aklıma geceden şekerlediği çilekleri biz uyurken sabah erkenden, ayaklarına dolanmayalım diye mutfakta kaynatmaya koyuluyor. Evi mis gibi çilek kokusu sarıyor. Oysa ben reçel sevmem, ama annemin bütün attığı çilekleri reçelin içinden toplar suda yıkar yerdim😅.

Bugün günlerden cumartesi , gemiler geçiyor boğazdan sabahı yaran düdüklerini çalarak. Daha dün çocuk sesleriyle doluyken bu ev, bugün sessiz sedasız. Çay demliyorum , kaynıyor kaynıyor kalkasım yok yerimden. Kahvaltı yapasımda yok. Ben reçel sevmem ama özledim annemin çilek reçelini . Çocukken varlıklarına inandığım periler gelse tutsa elimden o Rum evimize , o yıllara götürse beni . Annemin o güzel sesiyle söylediği şarkı mutfaktan gelen tıkırtılar, kardeşlerimle paylaştığım yer yatağı, yorgan çekiştirmelerimiz.

Bu sabah toprak kokusuyla uyandım. Çok uzun zamandır farkına varamadığım şeyler dans etti usumda. Ah!…biz insanoğlu ne çok şeyi kaçırıyoruz yaşarken. Haziran yağmuru ince ince inerken yeryüzüne, unuttuğum ne varsa hatırlatıyor bana …Bugün de böyle bir yazı çıktı umarım birilerinin yüreğine dokunmuşumdur.

Mutlu haftalar diliyorum.//ayşe’ce// 11. HAZİRAN.2022

 
Yorum yapın

Yazan: 15 Haziran 2022 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , , ,