Belgelemede, en çok sıkıntı çektiğimiz, GÖÇERLERİN İSKANI VE YERLEŞİMLERİ konusudur. Yüzlerce yıl önce, elverişsiz koşullarda, dağlarda, yaylalarda yaşam kavgası verenler; türküsüne, el sanatlarına, değerlerine sahip çıkmışlardı. Ezberlerden uzak, yaparak yaşayarak, doğa ile iç içe ve doğa dostu olarak.
İşlemeli ağaç kapıların güzelliği, oymalardaki detaylar gibi diğer yadsınamaz sanat eserleri, onların emeklerini günümüze taşımıştır. Korunanların yanında, kaybolanlar için üzülmemek elde değildir. Yılların göç yorgunluğunu taşıyanlar, modern çağda tekrar göç yaşamaktadırlar. Bu göç, aile geçimini sağlamak temelindedir, kültürlerini unutmaya kapı aralamıştır. Hayatının planını kendileri yapanlar; artık planlanmış, kurgulanmış, başı ve sonu ölçülüp biçilmiş yaşam alanında kurgunun bir parçası olmuştur. Dikkat çekmek ve farkındalık yaratmak için çabalıyoruz.
Yeri geldikçe, unutulmasın diye belgeleri paylaşıyoruz. Y.HALAÇOĞLU’ nun kitabından 1500 yıllarında Boyabat çevresine iskan edilen göçerlerin kayıtları:
Mahalleye yeni bir komşu geldiği zaman mahalle sakinleri hemen yardıma koşarlar, eşyalarını taşırlardı. Hiç tanımadıkları dahi olsa kanlarından, canlarından biri gelmiş gibi kucak açılırdı. Birkaç gün yorgunluğun çıksın diyerek yemek yaptırmazlar, evini yerleştirene kadar evlerine alırlardı, (yemek ve yatmak için). Yeni komşu bu mahalleye taşındığına çok sevinir, komşuların yaptıkları bu içten ve samimi davranışlar karşısında kendisinin de komşulara karşı samimi ve dürüst olmak zorunda olduğunu kabul ederdi. Mahalleye uyum sağlar, komşusuyla birlikte güler, onunla birlikte ağlar, iyi veya kötü anlarında hep insanlar birbirlerinin yanında olurlardı.
Bir komşu mahalleden taşınırken yine toplanırlar, eşyasını arabaya yüklerlerdi. Vedalaşırken gözyaşları sel olurdu.
Şimdi gelen de tanınmıyor, gidende.
Komşunun çocuğu yanlış bir hareket yaptığında müdahale edilir, yaptığının yanlış olduğu söylenirdi. Aynı yanlışı tekrarladığı görülünce anne ve babasına söylenir onlarda teşekkür ederlerdi. Şimdi yanlış görülüyor ama müdahale edilemiyor, anne ve babaya söylendiğinde ise “sana ne” diye tepki alınıyor.
Dayanışma; köylerde daha belirgindi. Örneğin; bir kişinin bahçesine bir zarar geldi, sebzeleri yok mu oldu. Diğerleri o eksikliği fark ettirmezler, kalbur, kalbur sebze verirlerdi. Birinin bir meyvesi mi yok, olanlar o eksikliği tamamlarlardı. Kimin evinde ne noksanı var ise komşular tarafından sağlanırdı.
Köyde birinin bir hayvanının başına, yaralanma, kurt yaralaması gibi bir olay geldiğinde hayvanın iyileşmesi mümkün görülmüyorsa hemen o hayvan kesilir, eti komşulara dağıtılırdı. Kan düşmanı olan dahi o eti alır ve kasap fiyatından komşusuna değerini öder zararına ortak olurdu. Şimdi kasap çağırılıyor, 60 bin-60 bin liralık et olan hayvanı 5-10 bin liraya alıp gidiyor.
Bu acıyı paylaşma işine “bu bir ekmek sacıdır, hangi gün kimin ocağında kapanacağı belli olmaz”. Komşuyla gelen, düğün bayram denirdi.
Toplumda oturup sohbet edilirken oradaki insanların durumu göz önünde bulundurularak konuşulurdu. Örneğin toplumda çocuğu olmayan bir kişi mi var, onun yanında çocuk kelimesi konuşulmazdı.
Eskiden her şey hakiki idi, pişen ekmeklerin uzaktan kokusu gelirdi, sacdan inen veya fırından çıkan ekmeklerden yakında bulunanlara “kokmuştur” denilerek ikramda bulunulurdu. Her zaman yapılamayan bilhassa yapımı zor ve pahalı olan yemekler yapıldığında komşuya kokusu gitmiştir veya onun bunu yapmaya imkânı yoktur denilerek birer tabak dağıtılırdı. Kimin bahçesinde hangi sebze ve meyve yetiştiyse komşunun evine de giderdi.
Hoş şimdide resimleri çekilerek sosyal medyadan dağıtılıyor.
Eskiden kasaptan, manavdan, pazardan gelirken pazar sepetleri taşınır, içindekiler görülmezdi. Şimdi şeffaf poşetlerde göstere göstere geliniyor, alamayanların gözü kalıyor.
Nerede o eski dayanışmalar?
Nerede örf ve geleneklerimiz?
Nereye gidiyoruz?
Cevap arıyorum.
BİLKE YORUM: Yazı bizi aldı eski günlere götürdü. Çok haklısınız Necati Bey, kazandıklarımız, kaybettiklerimize değdi mi? Hepimizin düşünmesi gerekiyor. Düşünmekle birlikte, kaybettiğimiz değerleri yaşatmamız da tabii ki. Yazınız için teşekkürler.
Türkiye ve dünyada Kültür Tanıtım Fuarlarında zengin Sinop tanıtımının yapılması, eski kültür birikimlerimizin değerlendirilmesi amaçlı hazırlanan bu kitabı UYGAR TÜRKİYE, UYGAR İNSANLIK için sunmaya devam ediyoruz:
ESKİ KAYITLAR- KAYNAK, “Y. SARIKAYA Bir İnci Memleketim-2010, s,14-20”
Eski kayıtlara göre, Boyabat köylerine çok fazla Türkmen ve Yörük göçü yapılmıştır. Osmanlı İmparatorluğunda Oymak Aşiret ve Cemaatler isimli kitaptan aldığım bilgi ve belgeler, 203 ile 222 sayfaları arasındadır. Bu bilgiler içinde, Boyabat ve Sinop’a yerleşen Türkmen, Yörük ve Konargöçer topluluklar yer almaktadır.
16. yüzyıl kayıtlarına baktığımızda( sayfa 318), Dodurga, Kiçi Dodurga ve Kayı boyunun Boyabat ilçesine yerleştiğini görürüz. Cumhuriyet Dönemi kayıtlarında, Şeyhli veBayat[1] boyunun Boyabat’a yerleştiği yazar.
Ala-Yuntlu Boyu ve Boyabat:
“Kastamonu: Bu bölgedeki Alayuntlu oymağı Kastamonu Sancağının Boy Ovası (Boy- Abad) kazasında yaşamaktadır. Bu oymak da Ankara Yörükleri arasındaki Ala-Yuntlu oymağı gibi çok küçük olup ancak 20 vergi nüfusludur.” [2]
Sayın Doç. Dr. S. GÖMEÇ, Boyabat ilçesine yapılan Türkmen ve Yörük göçü hakkında detaylı bir araştırma yapmıştır. Bu çalışmayı, Boyabat sitesinde bulabiliriz.