RSS

Etiket arşivi: sinop anılar

PERİ KIZIM PERİHAN KIZIM

26.08.2023- A.Yaşar SARIKAYA

Sinop Kız Yetiştirme Yurdu vardı yıllar önce. 1976- 1978 yıllarında orada öğretmenlik yaptım. 20 yaşlarımda idim, öğretmen arkadaşlarımızın en büyüğü de olsa olsa 26 idi. Gençtik, tecrübesizdik. Müdürümüz Fehmi AYDIN, Köy Enstitüsü mezunu bir öğretmendi. O, hepimizi yetiştirdi. Yurt bizim ailemiz gibiydi.

Şimdi hala öğrencilerimiz ve torunları ile görüşüyoruz. Biz gençliğimize dönüyor, onlar da çocukluğuna. O günlerin tadı damağımızda, her karesi hafızamızda, geçmişte sörf yapıyoruz.

Grubumda bir öğrencim vardı, hiç unutmadığım. Yazları gidecek yeri, akrabası, hiç kimsesi yoktu. Sabunluk örmeyi severdi. İp ve tığ alırdım yazları, örgü ile oyalanırdı. Hala ona ulaşamadım, ördüğü lif ve mandal torbalarını hatıra olarak saklıyorum.

Müdür Baba ile yolda karşılaştık. Parkta bir ağacın dibine oturduk. O öğrencimin kardeşi ile nasıl buluştuğunu anlattı. Ben her zamanki gibi yine hüzünle doldum. İzlemek isteyenler için:

 
Yorum yapın

Yazan: 26 Ağustos 2023 in Fehmi AYDIN

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

//ayşe’ce//

07.01.2023-BİLKE

Sabahları erken uyanıp ananemi izlemeyi severdim. Elini yüzünü yıkar idare elinde önce dama inerdi. İneklerin samanlarını verir, damı temizlerdi. O sıra ezan okunur sessizce pencereyi açar dua eder namazını kılar,ardından tekrar dama iner inekleri sağardı.

Kuzineyi yakar , sütü süzer tencereyi yanan kuzinenin üzerine koyar radyoyu açardı. Saat 6,5 gibi olmalı türkü saati. Süt taşmasın diye beklerken dinlediği türkülerle gözleri dolar,kederli kederli elini sallardı.Kaynayan süt tenceresini tezgaha bırakır ılımasını beklerdi. Bu arada da ajans saati gelmiştir,haberleri dinler söylenirdi hayat pahallılığına dair. Demek ki her dönem yaşanmış bu.

Haberler bitince pili bitmesin diye radyoyu kapatır günlük işlerine bakardı. Bu arada da gün aydınlanmıştır. Onu izlediğimi bilmeden bana seslenirdi. “Ayşenur öğlen oldu kalk “ oysa gün yeni aydınlanmış ananem işlerinin çoğunu bitirmişti. Kahvaltı zamanıydı bol tere yağında pişmiş yumurta kendi elleriyle yaptığı peynir sıcacık sac ekmeği …

Bugün pazar yine anılarda gezeledim. Sağlıklı mutlu huzurlu pazarlarınız olsun sevdiklerinizle, GÜNAYDINNNN…!!

25 Aralık 2022

//ayşe’ce//

 
Yorum yapın

Yazan: 07 Ocak 2023 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

İÇİMİZDEKİ ÇOCUK YİTMESİN

07.12.2021- Şafak Gündüz SARIKAYA

foto-tipitip

Eskiden cep telefonu, internet olmadığı zamanlardı.

Hayat basit ancak rafineydi sanki, kim bilir o zamanlar daha mutluyduk belki de.

Şimdi dijital ve global dünyada insanlar daha kopuk, bireyci ve pragmatik olmaya başladılar gibi.

Çocukken, oyun oynamak için gelen arkadaşlarım eve seslenirlerdi. Ya balkondan ya da mutfak camından bakardım.

Yine bir gün bir arkadaşım gelmişti, evin önünde başı önüne eğik duran kavak ağacının hışırdayan yaprakları arasından gördüm arkadaşımı. O kavak ağacının başı önüne hep eğikti, saygılıydı ama bir o kadar da mutluydu. Bu gün yerinde olmasa da, hışırdayan yapraklarının melodik sesi hala kulaklarımda.

Neyse arkadaşımı unutmayalım, bana “N’apisin, tipitip oynilim mi?”, diye sordu. Bu konuşma tarzı Sinop merkezde olup, bir tür n’apiyon, n’örüyon gibi bir ağız diyebiliriz. Ayrıca tipitip de, 1970’li yıllardan günümüze kadar uzun burunlu, büyük gözlüklü, papyonlu, yuvarlak şapkalı bir çizgi kahramanı. Sakızın ambalajında tipitipin ayrı maceraları olurdu o günlerde.

Hala var mı, inanın bilmiyorum. Ama bakın burası çok önemli, alt tarafta da bir sıra numarası olurdu. Biz oyunumuzu bu numaraya göre oynardık. Arkadaşım:

“n’apisin, geli misin?”, dedi. Ben de doğal olarak:

“gelim” (anlamı geliyorum) diye karşılık verdim.

Cebime tipitipleri doldurup aşağı inip, alt 10, üst 15 diye oynuyorduk. Alt 10 yani alttaki rakam üsttekinden büyükse kaybeden karşı taraf kazanana 10 adet veriyordu. Gel zaman git zaman ben bu oyunu çok iyi oynar oldum, hatta namımı duyan Sinop’un çok farklı yerlerinden çocuklar benle tipitip oynamaya gelirlerdi. Hani batının hızlı silahşörleri gibi(!), neyse onun sonu iyi olmuyordu galiba. Yani havam o biçimdi tipitipte.

Ben de bir gün, iyi oyunculardan birini İstiklal İlkokuluna davet etmiştim. Okulun dik yokuşu evimizin de olduğu Kuruçeşme Sokağa çıkıyordu, sokağın sonundan kıvrılan yol Tarzan Kemal’in evinin önünden Balatlar Kilisesi’ne dönüyordu. Tarzan Kemal’in evinin önünden devam eden yol ise Ada Mahallesi’ne ve Zeytinliğe devam ediyordu. Okuldaki çocuklar terleyince musluktan kana kana su içiyorlardı, yani su bile o zaman daha berrak ve temizdi.

Tipitip işinde ilerleyince, ablamın öğretmen okulunda yaptığı güzel mukavva kutuya tipitipler koymak için kullanmaya başladım. Oynadığım kişiler karton kutunun içindeki tipitip kağıtlarını görünce, özenime çok şaşırıyorlardı.

Daha ilkokulda olmama rağmen, benden büyük kardeşlerimle birlikte evde öğrenmediğim iskambil oyunu kalmamıştı. Sayı tamamlamak için oyuna ablamı da davet ederdik. Biz 3 erkek kardeş oyunda tecrübeliyiz, ablamın sorularını da gülerek hatırlıyorum.

” Koz hangisi? ” Sonunda, aramızda o da tecrübe kazandı.

Tavlayı da çok iyi öğrenmiştim. (Rahmetli Selçuk Bıçakçı hatta çok şaşırıyordu bu halime, toprağı bol olsun.) Bu becerilerim, daha sonraki yıllarda beni kahve köşelerine çekmeyi başaramadı. Düşünüyorum da, o gidişle kumarbaz bile olabilirdim.

Bu tür oyunlar ve kazanma hırsı aslında insan egosunu, bilinç altına sürülmüş kırılganlıklarından dışa vuruş yansıması bir nev’i. Yani geliri iyi olanlar da olmayanlar da yapıyor. Belki başka faktörler de olabilir, kısa ve çabuk yoldan zengin olma, topluma kendini ispat etme v.s.

Günümüzde cep telefonları, sosyal medya, arama motorları ile dolu dünyamızda, teknoloji hayatı rahatlatmasına rağmen eskiye daha mutlu olduğumuz geçmişimize özlem duymuyor değil miyiz?

Bakın, Tuncel Kurtiz şunları söylemiş:

“Yastık değil, kafa rahat olacak,

Döşek değil, vicdan rahat olacak,

Ve insan yorgana değil,

Huzura sarılıp uyuyacak.”

ŞGS

 
Yorum yapın

Yazan: 07 Aralık 2021 in ŞAFAK SARIKAYA ANILAR

 

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

6 YAŞINDA KÜÇÜK BİR KIZDI

27. 04.2021-A.Yaşar SARIKAYA

6 yaşında küçük bir kız çocuğuydu. Kimsesi yoktu, uzak akrabalarından biri getirdi yuvaya ve nöbetçi öğretmene teslim etti. Sevimli yavrucuğun ayağında çiçekli Boyabat şalvarı, başında da yazması vardı. Yırtık şalvar, el teyeli ile dikilmiş yama üstüne yama doluydu. Üstünde ise bayağı eskimiş bir kazak.

Elinden hiç bırakmadığı küçük bez torba içinde, salkımlarından ayrılmış, gelene kadar da epeyce ezilmiş üzüm taneleri, birkaç tane ceviz ve bir parça da ekmek vardı.

40 yıl önce, yurt öğretmenliği, biz öğretmenlere unutamayacağımız deneyimler yaşatmıştı. Küçük kızın o sahnesi ne zaman aklıma gelse, küçüklüğün içindeki büyüklüğün gücünde kayboluyordum.

Akrabası bıraktı gitti, nöbetçi öğretmen de çok yakından ilgilendi.

“Yeni giysiler giyelim mi kızım” dedi.

“Giymem” dedi kız.

Öğretmen mümkün değil ikna edemedi. Küçük kız yuvasının, anasının, babasının kokusunu, anılarını taşıyan giysilerini çıkartmak istemiyordu. 6 yaşında bir çocuk, trafik kazasında anasını babasını kaybetmiş, hayatta kimsesi kalmamıştı. Bildiği sevgiler tümüyle yitmiş, yabancı hiç bilmediği bir yere getirilmişti. Tüm sevgiler yüreğinde koskocaman olmuş, onları küçücük bedeninde taşıyor, dışarıya da yansıtıyordu.

Banyo gününde, arkadaşları ile birlikte banyoya girince giysileri çıkarmak zorunda kalmıştı. Artık giysiler de yıkanacaktı. Banyodan çıkınca hemen giysilerini aradı. Banyo annesi,

“yıkadım kızım, kuruyunca buradan alırsın” dedi. 

Yeni giysilerini giydirdi banyo annesi şefkatle, sevgiyle. Artık eski giysilerini unutur diye düşünüyorduk. Hiç de öyle olmadı.

Yuvada yıkanan ve kuruyan çamaşırlar giysi odasına gelir, oradaki görevli anne onları tasnif eder, ütüler, katlar, raflara koyardı. Bizim kız o odaya girip, günlerce kendi eski giysilerini aradı. Katlanmış, raflara konmuş çamaşırları da dağıtarak. Anneler, öğretmenler hepimiz, onun yüreğindeki kocaman sevgiyi eşleştirdiği küçük giysilerine veda edeceği günü saygıyla bekledik.    

 

Etiketler: , , , , , ,

SOKAĞIN SESLERİ

Şafak Gündüz SARIKAYA- 30 HAZİRAN 2019

Ne güzel insanlar geçerdi kapımızın önünden

Kimi elinde davulu,

Kimi akordeonu.

Yanından eksik olmazdı köpeği kiminin,

Kiminin de gülümsemesi yüzünden.

Tarzan Kemal’den önce,

Davulunun sesi gelirdi kulaklarımıza,

Sonra adımlarını duyardık.

Köpekler de ardı ardına

Yürürlerdi hep birlikte yeşile doğru dostça….

Deli Emin küçük davuluyla gelirdi sokağa. Sessiz, sessiz gelip sessiz, sessiz giderdi. Önce utanarak boğazını hafifçe temizler, sonra aynı hafiflikle başını kaldırırdı. Etrafına mahcupça bir bakış fırlatır, sonra başını öne eğerdi. Hele bir de karnını doyurdu mu? Sevine sevine, geldiği gibi sessizce giderdi.

Rahmetli teyzem, her geçişlerinde onlarla sessiz bir iletişim kurardı. Teyzem sezgileri çok güçlü, sadece mecbur kaldığın zaman çok az konuşan, insanlarla iletişim kurmayan biriydi. Etrafında olan biten hiçbir ayrıntıyı kaçırmadığını görürdük. O, bizim için çok değerliydi. Bu insanların her geçişinde yüzünde hafif bir tebessüm belirir ve için, için sevgisini gülümsemesine yansıtırdı.

Neydi bu insanların sırrı? Kaygısız, içten, menfaatten uzak, hakiki, dingin bir gülümsemenin bedeli. İnsanlara, imbikten süzülmüşçesine bir rahatlık bırakan; dersle, terbiyeyle öğretilmesi zor, doğal hal ve tavırlardı.

Tarzan Kemal’in, Deli Emin’in davul sesi, iç dünyalarının bir yansıması gibiydi. Hayata bakışlarını, davulun ritmi ile anlatıyorlardı. Dinlediğim zaman, o ses sanki bir kitabın sayfalarını teker teker aralıyor, okumak da insanı hiç yormuyordu.   Tarzan ve Deli Emin’in giyimleri kendilerine hastı. Deli Emin, camilere gider namaz vakitlerini kaçırmazdı. Tarzan, sadece kışın giyinir, yaz ve baharlarda doğanın güneşinden faydalanırdı. Biz onları unutamıyoruz, çünkü üst giysilerinden çok, içlerinde sakladıkları güzellikler aklımızdan çıkmıyordu. Tarzan’da kıyafet yoktu, ama kifayet çoktu.

Bir de her daim gülen ama aynı zamanda şık olan Şenol belirirdi sokakta. Şenol, sürekli iyi giyinirdi. Takım elbisesini bazen bir papyonla ya da kravatla tamamlar, elleri arkaya bağlar, mahalleyi teftişe gelmiş edasıyla hacıyatmaz gibi ağır ağır yürürdü. Başında bir kasketi olur havalı olsun diye onu biraz yan takar ve ağır ağır konuşurdu. Çocuklar onunla dalga geçmeye çalışırlar, muzip ve çokbilmiş bir tavırla ironi yaparak cevaplar verir çocukların kafasını karıştırırdı. Şenol bir anlamda biz kaçın kurasıyız der gibi bir kaşını hafifçe yukarı kaldırır, bu birkaç saniye sürerdi, siz kiminle dans ediyorsunuz der gibi yüzünde bir mimik belirirdi. Ama bir yandan da sabrın, tevazunun güçlü bir örneğiydi. Mutlu ve gülen Sinop’un o zamanlar kuvvetli bir timsaliydi, yüzünden gülümseme hiç eksik olmazdı. Demek ki, şehrin havasında, suyunda tılsımlı bir etki vardı. Bu da havayı kapsıyor insanları etkiliyor, mutlu ve güler yüzlü Sinop oluyordu.

20190701_092659

foto, Eczacı Seyhun ÜSTÜN’den alınmıştır, üst köşedeki küçük foto, Sinoplu Kore Gazi’sine aittir

Ramazanları ellerinde süslenmiş kayıkları ile helesa (1) manileri söyleyen çocuklar gelirdi sokağa. Seslerini sokağın ötesinden duyardık. “Heyamola”, diyerek mani başlar, çok sevdiğim “ayva varsa taşlama” kısmı gelirdi. sonra maninin içinde bana çok komik gelen “dan dili dandan kuyruğu yandan” mısralarına sıra gelirdi. Sanıyorum bu ifadeyle anlatılmak istenen fareydi. Helesa kelimesi Yunanca deniz anlamında kullanılıyordu.  Kelimenin kökeninin deniz sözcüğünden gelmiş olması, Helesa’nın gemici ezgisi olarak Trabzon Rize illerinde de söylenmesi, kültürlerin nasıl da yayıldığını ve her ilde farklı yerel motiflerle doldurulduğunu gösteriyordu.

Gerek Ramazan gerekse Kurban Bayramında Davuli, sokağımıza konuk olurdu. Kendinden emin ifadesi ile ve eşsiz tekerlemeleri ile sesi, sokağımızda yankılanırdı. Yanında yardımcısı olur, elinde uzunca bir sopa ve ucunda bir bayrak bulunurdu. Bu sopa rengarenk süslenmiş bir flamaya benziyordu. Davuli, ritmik çalan davulcusu ile birlikte maniler söyler, ciddiyetini asla yitirmezdi. Tiyatral yeteneğini de ustaca konuşturan Davuli her geldiğinde, babam bu eşsiz gösteriyi hiçbir zaman karşılıksız bırakmaz bahşişi çıkarır  bana verir, ben de Davuli!nin yanındaki asistanına uzatırdım. Davuli, mani sonunda “bahşişi aldım, giderim” der, giderdi. Ne güzeldi eski bayramlar.

not: fotoğraf Zeynel.Z.ÖZCAN’IN fotoğraf sergisinden fotoğraflanmıştır

Bunun yanı sıra, üzülen suratlar da vardı. Sokaktan her geçen mutlu değildi. Herkesin dalga geçtiği, down sendromlu olduğunu tahmin ettiğim bir genç vardı. Genç olmasına karşın minyondu, tipi nedeniyle çocuk zannedilirdi. Kimi zaman bariton sesiyle irkilip ne dediğini anlamaya çalışırdık, o buna gülerdi, peşinden biz de gülerdik. Bu sebeple çocuklar kendisiyle dalga geçerler, özellikle kızdırır, ergenliğe adım atan bariton sesini duymak isterlerdi. Bir gün hastaneden geldiğini ve annesine başını yasladığını gördüm, çok hastaydı, gülen halinden eser yoktu. Annesi için zor olmalıydı ama acı içinde annesine sarıldığını ve kadıncağızın çaresizliğini, ümitsizliğini yüzünde görmüştüm. Daha sonra annesiyle birlikte, kömür zehirlenmesinden hayatlarını kaybettiklerini öğrendim. Annesi ona o kadar çok şefkatliydi ki, kader onu annesinin arkasına bırakmadı.

Evet, ne güzel insanlar geçerdi ama ne çaresiz insanlar da geçerdi sokaktan. Hemen bir aşağı sokakta, ağzından köpükler saçan ufak bir çocuk aniden karşınıza çıkardı. Zeka yaşı ne kadardı bilmiyorum ama giyimi, kuşamı hali hareketi insanları kaçırırdı.  Bir gün annesi ile beraber sokakta görüldü. Anne çocuğuna ne güzel ilgi gösteriyordu. İnsanlar ona ve çocuğuna garip ve utançla bakarken o, çocuğuna daha fazla, daha da fazla sevgi sunarak eksiği tamamlamaya çalışıyordu. Hayat ne garipti, herkes kendi penceresinden bakıp duruyor, kimse birbirini anlamıyordu.

Ne güzel insanlar geldi ve geçti bu sokaktan.  Şimdi bu sokaklarda ne davullarının sesi, ne de onların sesleri kalmadı ve tebessümleri de.

Ama o bilgelik, o tevazu, o güler yüzlülük asla unutulmadı. O sabır, o annelik o şefkat unutulmadı. Tılsım devam ettiği sürece yeni Tarzan’lar, yeni Şenol’lar, yeni Emin’ler, yeni Davuli’ler, yeni anneler gelmiştir belki.

Kibirden uzak, güler yüzlü Sinop’un yüz gülümseten müşfik insanlarına saygı ve rahmetle.

 

ŞGS

 

1-Helesa, Ramazan ayında iftardan sonra çocukların ev ev dolaşıp maniler söyleyerek ve bahşiş toplayarak yaptıkları tören. Sinop’un yanı sıra, İnebolu’da da benzer törenler yapılmakta.

 
Yorum yapın

Yazan: 30 Haziran 2019 in ŞAFAK SARIKAYA ANILAR

 

Etiketler: , , ,