TABULAR- 08.07.2019 Ayşe Yaşar SARIKAYA
Çoğumuz, hayatın içinde tabularla körebe ve saklambaç oynuyoruz. TABU sözcüğü, sözlüklerde, “yasaklar” olarak tanımlanmaktadır. Günlük yaşamda, kendimize uyguladığımız birçok kişisel yasaklarımız vardır. Kesinlikle vaz geçemediğimiz, değiştiremediğimiz, kural olarak kabul ettiğimiz alışkanlıklarımız. İnce belli çay bardağı olmadan çay içmeyenler, içkisiz sofraya oturmayanlar, özel yastığı olmadan asla uyumayanlar, hatta bu yüzden yastığını yurt dışına bile götürenleri tanıyorum.
Tabular, tarih boyunca toplumları etkilemiştir. Eski dönemlerde yaşananlar, utanç derecesinde insanlık ayıbıdır. Bunlar gerçekten yaşanmış mı acaba diye, bizi düşünceden düşünceye sevk ederler. Böylece, zaman sayfalarında “AN” küçüklüğü ve “ÇAĞ” büyüklüğünde bilinç evrelerini gözleyebiliriz insan denen varlığın.
Sayfaları okurken içimizi acıtan, bir ilkel dönem tabusu karşımıza çıkıyor. Kadınlar regl dönemlerinde, pis ve uğursuz sayıldığı için eve alınmazlarmış. Bu gün, Nepal’de hala yaşatıldığına inanmak mümkün olmasa da gerçek olan yaşadığıdır. Bu tabuya “chhaupadi” adı verilmiş, ülkede gelenek yasaklansa da, ücra köylerde hala uygulama devam ediyormuş. Bu dönemi, ahırlarda ineklerle birlikte geçirmeye zorlanan kadına, o zaman yeterli yiyecek de verilmiyormuş.

Nepal’de regl olduğu için tecrit edilen genç kız
Kadını alçaltıcı bu tür kabuller, aslında yaratılış gerçeğine aykırıdır. İlkel dönem tabularının, bu gün bile devam etmesini aklım ve mantığım kabul etmiyor. Modernleşen dünyada, reklam kampanyalarının tamamı kadın bedeni üzerinden yürütülüyor ve tabulaşıyor.
Biz aklı, erkek aklı veya kadın aklı diye ayırıyor muyuz? İnsan, yalnızca bedenden oluşmamıştır ki. Aklı, mantığı, düşüncesi, duyguları, fikri, muhakemesi, sezgisi, algısı, bilinci ve idraki olan bir varlıktır. Sadece bedeniyle değil, bu donanımlarını da kullanıp ürettikçe, kadın toplumdaki gerçek yerini bulacaktır.
Tarih sayfalarını çevirdikçe, tüm hücrelerimin içini kor gibi yakan başka bir tabu çıkıyor karşımıza. Arabistan’da, nüfus artmasın bir boğaz eksik olsun diye, kız çocukları diri diri toprağa gömülürmüş. Baba, minik bebeği kucağında kıpır kıpır ederken, elleri ile onu toprağa hangi duygularla gömer anlamak mümkün değil. Ağlayan bebeğin ağzına toprak dolarken hiç mi insanlık duyguları kıpırdamaz? İmparatorlar da devlet bekası için erkek bebekleri ve erkek kardeşlerini öldürürmüş. Düşünüyorum da, bir çocuğun yaşadığı bu korkuyu hangi terazi tartabilir?

Tarih sayfalarını karıştırmaya devam ettikçe, aklımızı kullanmanın değeri o kadar net anlaşılıyor ki. İnsanların elleriyle yaptığı taştan heykellere tapma yıllarını okuyoruz sayfalarda. Putlara tapma dönemleri, tabular kavramına en iyi örneklerden biridir. İmparator, firavun veya kralların heykelleri yapılır ve onlara tanrı diye tapılırmış. Yüzyıllar süren bu tabu, İbrahim Peygamber tarafından yıkılmıştır. İnsan kurban eden öğretilerin, “İNSAN KURBAN ETME” tabusunu da, İbrahim Peygamber sonlandırmıştır. Mitolojide, semavi kaynakların hepsinde, dini öğretilerde bu konuların ayrıntılarını bulabiliriz.
Aztek kültüründe insan kurban etme ayini
İnsanlık, utanılacak bu tabuları geride bıraksa da, yerine yeni tabular koymuştur. Köy ve kent yaşamında, birbirinden farklı da olsa hala çok etkili yasaklar vardır. Sırtta kambura, başta ağırlığa, zihinde sis bulutuna benzerler. Eınstain’ın “ÖN YARGIYI PARÇALAMAK, BENİM ATOMU PARÇALAMAYA ÇALIŞMAMDAN ÇOK DAHA ZORDUR” sözü, burada anlamını bulmaktadır.
Günümüzün sayfalarını karıştırdığımızda, durumun pek de parlak olmadığını görürüz. Bazı anneler, çocuk korkutma akademisini birincilikle bitirmiş gibidirler. Öyle zevkle, sınır tanımadan “ÖCÜ” korkusu yaratırlar ki. “sus öcü gelecek”, “dur öcü var”, “aha öcü geldi” diye kıyamet koparırlar. Öcü kavramı çocuğun belleğinde hangi ağırlıkta, hangi hacimde, hangi yoğunlukta, hangi şekilde yer alır bunu düşünmezler. Küçük beden, aklının yettiği kadar algılamaya çalışır öcüyü. Gelecekte soyut bir ÖCÜ kavramı, onun da çocuklarını korkutacağı bir tabu olacaktır belki de.
Şimdiki zamanımızın sayfalarını artık tabular doldurmuyor demeyi çok isterdim. Her an yepyeni tabuların tohumları ekiliyor, sulanıyor, besleniyor, büyütülüyor, eh bir de GDO(!) verilince, palazlanıyor da palazlanıyor. Ve insanlar üzerinde toplum baskısı yaratıyor. Görsel- yazılı medya, ekonomik ve siyasi güç desteği ile birleşince, yenidünyanın doğurduğu tabularla içi içe yaşamak zorunda kalıyoruz. Bu soyut ağırlık, ne yazık ki bireylerin özgürlüğüne, siyasi eğilimlerine ve sosyal yaşamına yön veriyor.
Bu değişimler, en fazla köylerde kalan ve köylerden göçen halkı etkilemektedir. Derlemelerimi yaparken sözün etkisiz, sevginin yetersiz, insanlığın çaresiz olduğu durumlarla karşı karşıya kaldığım oldu. Kırsallarda kent gözlüğü ile bakmaya devam edersem, hiçbir şey göremeyecektim. Oranın doğasına uygun gözlük gerekiyordu. Tabuların görünmez gücü, ellerimizi kollarımızı bağlıyordu zincirlere vurulmuşçasına. Türkü derlerken, annesinin sesini kaydettim diye oğlu neredeyse savcılığa suç duyurusunda bulunacaktı. Erkeklere “HAS ÇOCUK”, kızlara ise” EL ULAĞI” tabusu yaşarken, ben erkek olmadan herkesle konuşuyor ve söyleşi yapıyordum. Tabuların kırsallarda, nükleer sızıntıya maruz kalmış belde etkisi yarattığını gördüm. Hayatını cüzzam hastalığı tedavisine ve tabuları yıkmaya adayan Türkan SAYLAN, burun buruna geldiğim her güçlükte aklıma geldi.
Binlerce yıl belki de daha fazla, Anadolu topraklarını karış karış yürümüş, kendine korunaklı yer bulana kadar göçmüş, gele gele Sinop kırsallarına sığınmış bu insanların tabuları, asırlarca dağlar, yaylalar, yollar aşarak geldi. Belki Pagandan, belki Şamandan, belki İskit’ten, belki Hitit’ten, yürüdükleri her coğrafyadan izler vardı. Zamanın belleklere kopyalayıp aktardığı izler araştırılmaya değerdi.
BİLKE, bu sorunlar için yola çıktı. Ben de bu yola baş koydum. Bu ideale inanan arkadaşlarımla birlikte çalışmaya devam ediyoruz ve edeceğiz. Türkiye Cumhuriyeti’nin her vatandaşının eşit olduğunu unutmadan. Dezavantajlı koşullarda yaşayanlar ezilmemeli, sorunun bilincine varan aydın ise çözüm üretmelidir. Bilke olarak, sınavlarda derece yapan kırsalımızın çocukları ve gençlerini buluyor tabular altında ezilmemeleri için yanlarında olmaya çalışıyoruz. Bizi yalnız bırakmayın.
Ayşe Yaşar SARIKAYA