RSS

Etiket arşivi: yaşar sarıkaya

SİNOP TİCARİ PAZARI HAK EDİYOR

16.06.2021-BİLKE

Önceliğimiz, sürdürülebilir olması ve bu işten halkın faydalanmasıdır. Yazılarımızın da temel dayanağı budur. Konu, Sinop el sanatları ürünlerinin kamu ve sektörel alanlarda tanıtımının sağlanması için özellikle ele alınmaktadır. Kastamonu, Çorum, Çankırı, Sinop Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı kapsamındadır. Bu iller arasında biz neredeyiz?

Sinop el sanatları bakımından gereken donanıma sahiptir. Sadece Safranbolu, Denizli, Kastamonu gibi bu değerleri üst aşamaya taşıyacak kurumsal adımlar gerekmektedir.

tasarım: Y. SARIKAYA- 2004- dikiş: Hamdiye ŞAHİN- Manken: Bengül ÖZKARA

Gelin bu gün Boyabat ve Durağan çemberi hakkında yapılan bir çalışmayı okuyalım:

Seyfullah GÜL -SİNOP’UN KÜLTÜR COĞRAFYASI

Boyabat- Durağan Çember Dokuma
Çember, yörede çok eskiden beri dokunan ve başörtüsü olarak kullanılan kenarları renkli şeritlerle çevrili ortası renkli ipliklerle işlenmiş motiflerle bezeli Boyabat, Durağan ve Saraydüzü ilçelerinde sıklıkla görülen bir dokuma
türüdür.

Çember, Orta Asya kültürü kökenli olmakla birlikte kültür aktarımı ve kültürel yayılma ile yöreye gelmiş, yöreye has bir biçim kazanmış kültür ürünüdür. Halen yörenin kırsal kesimine ait köylerde yüzlerce çember tezgâhı
bulunmaktadır.

FOTO-S.GÜL

Günümüzde Vezirköprü, Durağan, Boyabat ve Saraydüzü gibi yerleşim yerlerinde başörtüsü olarak kullanılmaya devam eden çember, bu işlevinin yanı sıra masa, sehpa gibi yüzeylerde örtü olarak, ayrıca gömlek, bluz gibi elbiselerde model veya aksesuar olarak da kullanılmaya başlanmıştır.

baygın isimli çember deseni-S.GÜL

Önceleri sadece pamuk ipliğiyle dokunan çember, günümüzde sentetik ipliklerle de dokunur olmuştur. Doğal beyaz ya da ağaç külüyle ağartılmış pamuk ipliklerle dokunan çemberin kenarları makam ipi denilen kök boyasıyla elde edilmiş
bordo renkli pamuk ipliğiyle oluşturulmaktadır.

büyük demirkırat isimli çember deseni-S. GÜL

Çözgü dolabında çözme işlemi yapıldıktan sonra bezayağı dokuma örgüsüyle yörede düzen ya da işlik denilen dokuma tezgâhlarında dokunmaktadır. Tarak boyuna göre genellikle
50‐60 cm eninde ve 100‐120 cm boyunda dokunur. Kenarları şerit halinde orta kısmı bütün olarak desenlidir. Çemberin üzerine dokuma yapılırken demir kırat, kibrit kabı, baygın gibi nakışlar atılır.

SİNOP’UN KÜLTÜR COĞRAFYASI-Seyfullah GÜL

 
Yorum yapın

Yazan: 16 Haziran 2021 in Genel Kültür

 

Etiketler: , , , , , , , ,

YANGIN VAAAAAAAAR!

04.05.2021-A. Yaşar SARIKAYA

MAHALLENİN DELİSİ

İki katlı evin alt katı tutuşmuş yanıyor. Herkes panik içinde, yangın gittikçe büyüyor. Mahalleli ayakta, itfaiye aranmış merakla bekleniyor. Bağıran, çağıran, dedikodu yapan, üzülen, her çeşitten var.

Anne temizlik işine gitmiş, 3 çocuğunu evde bırakmış. Başlarında12 yaşında abla varmış. Çocuklar birlikte oynarken sobaya odun atmış. Sobanın üstünde çamaşır asılıymış. Sonra balkona geçmişler orada kalmışlar bir süre. Sobanın üstündeki çamaşırlar aniden tutuşmuş, yere düşmüş önce halı derken bütün eşyalar alev almış. Dışarı çıkmak için alevlerden geçmek gerekiyormuş. Abla, bir yol bulup kardeşlerini kurtarıp alevlerden çıkarmış, ama kendisi içeride kalmış.

Yangın gittikçe büyüyor, üst katta oturan evime sıçrayacak diye korku içinde, feryat figan yangını seyrediyor. İtfaiye sesi geldi, ama itfaiye ortada yok. Neyse birazdan göründü. Ama o da ne, itfaiye park eden özel araçlardan geçemiyor. Yangın aldı başını gidiyor. Herkes tedirgin. Kalabalık gittikçe arttı. Elinde çekirdek çıt çıt çitleyip,  bir taraftan da yangını sinema seyreder gibi izleyen de var, slogan atan da.

yan- gın bu-ra-da dev- let- ne-re- de

Yangın burada devlet nerede” diye bağırıyorlar.

12 yaşındaki kız içeride, yahu hiç mi vicdanlı biri yok. Etmeyin eylemeyin. Çekirdek çitleyenler, elinde telefonla videoya alanlar, bağıranlar, 3 çocuk evde bırakılır mı yuh kadına diyenler var. Var da var yani, ama bir tek yardım eden yok.

Neyse mahallenin delisi dedikleri biri var. Aslında adamda, mahallelinin toplam aklından  fazlası var eksiği yok. Adam baktı seyreden seyredene, komşulardan battaniye istedi. Yalvar yakar buldu, bir kova da su istedi. Isladı battaniyeyi kafasından başlayarak doladı vücuduna. Daldı içeri, herkes heyecan içinde. İtfaiye acı acı siren çalıyor, araç sahipleri yok meydanda. Artık itfaiyeciler uzaktan seslendi kalabalığa

“ yahu yok mu yardım eden, gelin şu arabaları kaldırıma alalım”.

3 araba, az da değil. Ha gayret, tuttular arabayı zar zor çektiler kaldırımın üstüne. Yol açıldı, itfaiye arabası geçti. Su sıkmaya başladı, o sırada mahallenin delisi dedikleri var ya, abla kucağında çıktı alevler arasından.

İtfaiye yangını söndürdü. Çocuklar ambulansla hastaneye gitti. Vizyondaki sinemanın seyircileri dağıldı. Yerde çekirdek kabukları kaldı…

 
 

Etiketler: , , , , ,

EŞEK KAPI YER Mİ? YEDİ VALLAHA

30.04.2021-A.Yaşar SARIKAYA

Dışarıda lapa lapa kar yağıyor, ben de ahşap köy evinden dışarıyı seyrediyordum. Yukarıdan aşağıya inen kar taneleri değil de sanki notalardı. Portenin, arştan yeryüzüne kadar inen beşlisi üzerinde notalar yerleşiyor, melodileri de yüreğime iniyordu. Beni benden alıyor, senfoni orkestrasının konserine götürüyordu.

      “Ayşe Hoca, gız Ayşe Hoca”

Birden bu sesle irkildim, Ümmehan’ın sesiydi bu. Okula en yakın evin bir odasında kalıyordum. Ümmehan evin en büyük kızı idi, Hacer Teyze’nin ineği doğum yapmış ne olur beni de oraya götür demiştim.

“Efendim” dedim.

      “Babam çığır açtı, Hacer Yenge’ye gidiyon, geliyon mu?

       “Biraz bekle, geliyorum” dedim.

Hazırlandım, çıktık. Siyah lastik çizmelerimi giydim. Eğer çığır açılmasa, kar kesinlikle çizmeden içeri dolardı. Neyse ki komşu yakındı ama kar bizi bir hayli oyaladı. 15 dakika sonra eve geldik.

Ümmehan mert yürekli bir kızdı. Açtı kapıyı, daldı içeri. Ben kapıda bekliyorum, Hacer Teyze,

       “ gel hocanım kızım” dedi.

Girdim, sevimli buzağı evin içinde değil mi? Ocak ateşi çıtır, çıtır yanıyor, buzağı da evin içinde dolaşıyordu, sevdim doyasıya. Teyze bu soğukta buzağı üşümesin diye eve getirmişti. Buzağı büyüyecek, inek olacak süt verecek, teyze yoğurt yapacaktı. Ayran yayıp ondan da yağ çıkaracaktı. Köy yerinde kıymetliydi buzağı.

Bizim köy kadınlarımız taşı sıksa suyunu çıkarırlardı. Ne kadar çalışkan, ne kadar dayanıklıydı kadınlarımız.

Ümmehan,

“Hacer Yenge odunu ne ettin” dedi.

“Kızım oduna gidemedik, mısır köklerini edivedim, unları yakıyon” dedi.

Her taraf çam ormanıydı ama çam ağacı kesmek yasaktı. Diğer ağaçlar da her yıl odun ihtiyacı için kesildiğinden, kalın değildi. Köylü dağdan odun diye çalı çırpı getiriyordu. Odunlarını sonbaharda hazırlayanlar, kışın rahat ediyorlardu. Hazırlamayanlar da işte Hacer Teyze gibi mısır köklerin yakıyordu.

Ben buzağıyı seviyordum, birden Ümmehan’ın kahkahası yükseldi.

“Ne diyon Hacer Yenge doğrumu”

Ben anlamadım, kulak kabarttım.

“ Doğru kızım doğru, kar doldurunca eşeğe iki gün yal vemedim. O da acıkmış damın kapısını yemiş” dedi Hacer Teyze.

Eşeğin kapıyı kemire kemire karnını doyurmasına çok üzülmüştüm. Ümmehan bu olayı daha sonra konuşup konuşup gülecekti. O konuştukça gülecek, benim de yüreğime bıçak saplanacaktı.

 

Etiketler: , , ,

ŞEHİRLEŞME KÜLTÜRÜ

01.04.2021-Ayşe Yaşar SARIKAYA

Köy Atölyesi Çalışması-Dikmen -Kadı Köyü

Avcı toplayıcı, yaylacı dönemi, dünyadaki tüm insanların geçmişte yaşadığı bir gerçektir. Bu sürecin, ne sihirli değnekle, ne de sihirli kelimeler söyleyerek aşılmadığını biliyor ve görüyoruz. Sosyal ve toplumsal değişim o kadar hızlı oluyor ki. Bu değişimin sonuçlarından; getiri piyasasını beslendiğine fakat toplum kalkınmasının ise aynı oranda gerçekleşmediğine tanık oluyoruz.

Değişim her an devam etmektedir. Çok uzak değil, 60- 70 yıl geriye gidelim. Annem o zamanlar, Sinop merkezde yemeği maltız ve gaz ocağında pişirildiğini anlatıyor. Elektrik yeterli olmadığı için de aydınlanma için gaz lambası kullandıklarını. Görüyoruz ki, ne kadar hızlı değişiyoruz.

Değişimin hızına insanca ayak uydurabilmek, ilkel alışkanlıkları aşmak masallardaki gibi sihirli değnekle olmuyor ne yazık ki. Emek istiyor, yürek istiyor, çalışmak istiyor, anlayış istiyor. Yani UYGARLIK istiyor. Kentlere göçmek sorunu çözseydi, toplumda bu kadar ayrışma olur muydu? Kıyafet yerine aklı, duyguları ve vicdanı kullanmak konusunda yarışırdık. Covid sürü bağışıklığı tanımını yeni öğretti gibi görülse de, aslında her ayrışan topluluğun bu mantıkla yürüdüğü aşikardır.

Bilinçlenme süreci, eskiden kasaba ara kültürü ile  yaşanırdı. Kasabalar ve beldelerde yaşamak insanı kent kültürüne hazırlardı. Okul süreci, eğitim ve öğretim ile öğrenciye ve köylü halka davranış gelişiminde çok şey kazandırılırdı. Öğretmenlik yaptığım dönemlerde, köylerde ve kasabalarda ne kadar değerli insanlarımız vardı. Birbirimizden ders alır, deneyimlerimizden faydalanırdık. Bilinçli bir alış verişti bu. Köyler boşalınca, insanlar alışık olduğu hayattan koptular ve yeni hayata adaptasyon sorunu başladı.

Köy aileyi geçindirmeyince, hayatını kazanmak isteyenler kentlerin göbeğine göçtü. Meslek yok, eğitim yok, sermaye yok. Eşit olmak istiyor olamıyor. Yarış ediyor yetişemiyor, okumuyor okumuş gibi,  bilmiyor bilmiş gibi, nazik değil nazikmiş gibi davranıyor. Ne olacak bu işin sonu? Değer görmek istiyor ve dini kullanan, siyaseti kullanan odaklara sığınmakta çareyi arıyor. Toplumda yer edinme, arkadaş bulma ihtiyacı, kişisel gelişimin, bilinçlenmenin, kendini eğitmenin önüne geçiyor. Köyde imece birlikteliğini yürüten insanlar, kentte ayrışıyor da ayrışıyor.

İpin ucu kopuyor. Öfke artıyor, suç artıyor, yokluk artıyor, psikoloji bozuluyor. Sonra OLAN KADINLARA VE ÇOCUKLARA OLUYOR. Vur kadına döv kadını, öldür kadını, 90 yaşında kadına tecavüz et.

Toplumda oluşan bu tabloyu, yine birbirimize el uzatarak, birbirimizden kültür alış verişi yaparak çözmek zorundayız. Siyaset kurumu, önemli sorunları göz ardı ettikçe kabak bizim başımıza patlıyor.

Kız çocuklarının bedeni konuşuluyor utanmadan. 5 yaş çocuğunun evliliği nasıl dillerde dolaşıyor? Toplumda bu eğilimlerin çoğalması, yapılan yanlışların bedelidir. Konuşmaya değil ÇÖZÜME ihtiyacımız vardır. Yaşar SARIKAYA

 
Yorum yapın

Yazan: 01 Nisan 2021 in Etkinlik

 

Etiketler: , , , , , ,

17 YAŞIMDA YAZDIĞIM BİR HİKAYE

07.03.2021-Ayşe Yaşar SARIKAYA

EMEK başlığını attığım ve duygularımı sözcüklerle buluşturmak için çabaladığım hikayemi, sakladığım anılar arasında buldum. Okuduğumda, eskiden de toplumun kanayan yaralarının hep aynı olduğunu gördüm. Bireyin aklını, mantığını kullanabilecek seviyeye getirecek bir eğitim sistemi. Taraftarlık, gruplaşma, yandaşlık olmadan, ÖZGÜR birey yetiştirme eğitimi. Kişisel farklılıkları ortaya çıkaran ve üretici bireyler yetiştiren bir sistem.

Köy ve kırsallardan, kentlere okumak amaçlı gelen gençlerin sorunlarını bu gün de çözemedik. Hikayede, bu durumun açtığı sorunları konu etmek istemişim. 1974 yılı, Öğretmen Okulu 7. sınıf kompozisyon ödevimdi. Ailelerinden uzak olan yatılı arkadaşlarımız, meslek sahibi olabilmek için çok emek veriyorlardı. Diğer liselerde de okuyanların yaşamlarına tanık oluyorduk. Bir oda kiralayan, sobası odunu olmayan, battaniyeye sarılıp derslerine çalışan örnekler vardı.

Ben gündüzlü okuyordum, sosyolojik yapıyı o zaman da inceliyordum. Babam, annem bu konuda çok duyarlıydılar. Köyden gelen öğrenciler, hastanede işi olanlar, resmi dairelerde evrak takip edenler hep evimizde konuk edilirdi. Gördüğüm sosyal dengesizlikleri kapatacak bir eğitim sistemi olmalıydı diye düşünüyordum. Bu düşünce o zaman da kafamı fazlasıyla meşgul ediyordu. Bu sorunlar, lokal tedavilerle nereye kadar giderdi?

Bu gün, üniversite sayısı çoğalmış olmasına rağmen, öğrencilerin yurt ihtiyacı karşılanamamaktadır. Yurtlar ihtiyaca cevap vermeyince, çocuklar ve gençler sığınacak bir yer ve bir lokma ekmek için örgütlerin kucağına düşmektedir. Yurttaş olarak bu duruma seyirci kalmak ve bir şey yapamamak çok üzücü. Eğitime yatırım yapılması için hep beklemede mi kalacağız?

Hikayemin ilk sayfası:

EMEK

Her günün hazin bitiminde topraklar, taşlar, ağaçlar yanıyor; yerdeki küçük su birikintileri üzerine serpiştirilmiş elmas kristalleri, ışınını yolladığı yeri büyülüyor ve insanlar bitkinleşiyordu.

Issız arazi üzerine kurulmuş çorak topraklarla çevrili değirmen de akşam kızıllıklarını üzerinde taşıyordu. Kah perişan çatısı, kah kırık dökük duvarları sonsuzdan gelen kızıllıklarla eriyor, eriyordu. Eşsiz enerji kaynağımızın akislerinde eriyen değirmen de, kulakları değirmenin çağlayan suyuna, tahta kapısının gıcırtısına, küçük buğday tanelerini öğütürken çıkardığı uğultuya alışılmış ihtiyaç hisseden değirmenciyi, akıntısıyla sürüklüyor, götürüyordu.

Tan ağarmaya başladığında, değirmenin yanında bulunan küçük kulübesindeki yatağından kalkar, un çuvallarını oradan oraya taşır, boşaltır….öğütürdü.

Tepesi dökülmüş saçları, iki üç kıvrım olmuş ensesine doğru uzanıyor; renginde çileli hayatının acı dolu yıllarının izlenimleri okunuyordu. Bu izlenimleri aynen bembeyaz, güneşin ışıkları ile parlayan sakallarında görmek mümkündü. Kendi gibi çileli, yüzü buruşuklarla dolu karısı ile hayat yolunda el ele yürüyorlardı. Nasıl ihtiyar değirmencinin sırtı un çuvallarının zalim yaraları ile dolu ise, karısının da eli çorak toprakların kazmanın, orağın yaraları ile dolu idi.

Bir çocukları vardı.23 yaşını doldurmuş ve İstanbul’ da okuyordu. Bütün çabaları, çalışmaları onun içindi. Oğulları için çalışıyorlardı. Çilekeş hayatlarının bir parçasıydı o. Kendilerini yıpratarak,  ezerek kazandıklarını ona yolluyorlardı. Bu para değil de sanki vücutlarından koparılan et parçasıydı. Çünkü o derece acı çekerek kazanıyorlardı. Çocukları okuyacak, büyük adam olacak, onlara bakacaktı. O zaman, bu acıların hepsi dinecekti.

Acaba insanlar her zaman düşündüklerini elde edebiliyorlar mıydı? Mutlaka hayır. Çünkü insanlar her zaman dünyayı kendi gözleri ile görürler, tek yönlü düşünerek olayları yorumlarlardı. İşte bu ihtiyar da öyleydi.

O sırada radyolar, gazeteler, üniversitede çıkan öğrenci olaylarından bahsediyor, aranan öğrencilerin isimlerini anons ediyorlardı.

………………………………………………………

Vicdan sahibi insanlar yetiştirecek bir EĞİTİM SİSTEMİ beklentisiyle… A. Yaşar SARIKAYA

 
Yorum yapın

Yazan: 07 Mart 2021 in Genel Kültür

 

Etiketler: , , , , ,

SEN GÖRMEZSEN BEN GÖRMEZSEM

23.02. 2021-Ayşe Yaşar SARIKAYA

80’lerde başladı arşivleme çalışmalarım. Erfelek’te öğretmenlik yapıyorum. Derlediğim yöre halkoyunlarından ekip oluşturmuşum, yarışmalara hazırlanıyoruz. Oyunlar ve müzikleri ilk olarak sunulduğu için derleme zorunlu. O zaman bilgisayar yok, okulda oturdum daktilonun başına. Elimden geldiği kadar kaynak kişilerle görüşüyor, ses kaydı alıyor, fotoğraflıyordum. Sadece o işi yapıyor sanmayın, sınıfım da var. Ayrıca diğer sınıfların müzik derslerine de giriyorum, bir de Halk Eğitimi Merkezinde Bağlama kursu veriyorum.

Neden diye bir sorun da, ben de cevap vereyim isterseniz. Atamalar konusunda hiç sansım olmadı; merkez ilçeye alındım ama kadrom köyde görünüyordu. Merkezi hak etmem için de verilen işleri yapmam gerekiyordu. Kolay yolunu bulan buluyordu da, bu kolay yolları ben hiç bulamamıştım.(!)

Ben yine de çalışmalarıma devam ediyordum. 1994 yılında emekli olduktan sonra araştırma çalışmalarıma daha fazla zaman ayırdım. İlimiz turizmi için önemli gördüğüm, soyut ve somut kaybolan kültürler hakkında kurumlarla görüşmelere başladım. Ben tüm kurumlara yardım ediyordum.

Bu süreçte, hiç de kolay olmayan çalışmaların içinde yer aldım. Gördüm ki, sosyal dengesizliklerin yarattığı sonuçların bedeli, toplumdaki bireylerin sırtına yükleniyordu. Köy- kent arasındaki dengesizliği görmezden gören bir sistem, kaçınılmaz olumsuz sonuçlar doğuracaktı. Bu nedenle, köylerde değerli olan ne varsa gözler önüne sermeliydim.

İşte, o zor çalışmalardan biri olan, dağların tepesindeki tarihi bir dokuyu kurtarmak için çok uğraştım. Milli Parklar Müdürlüğü bölgeye geldi, incelemeler yapıldı. Milli Park olması için rapor hazırlandı.

Milli Park Görevlilerinin tespit ettiği görüntülerden bir kaya

Müze görevlisi arkeolog, son kalan dağın tepesindeki kalıntıyı incelemeye gelene kadar alan talan edilmiş.

Çektiğim görüntüler için o kadar zor bir yokuş yürüdük ki. Tam 3 saat yürüdük sanıyorum. Sonra da bir başka köye derleme için gittik. Karşılık beklemeden canla başla yapılan işleri, topluma anlatmanın ne kadar zor olduğunu biliyor musunuz? Menfaat dünyası olmuş dünya, niye bu kadar emek ediyorsun, sen ne kazanacaksın diyorlardı. Haydi buyur bir de bunu izah et.

Konu uzun ve detaylı, uzatmadan görüntülere geçelim diyorum. 2 video halinde youtube kanalımda izleyebilirsiniz. Çekimlerim arasında, yayınlanmayan bu görüntüleri buldum. Araştırmacılara kaynak olması ve kaybolmaması için paylaştım. Değerlendirildiğinde, doğal güzelliği, tarihi dokusu ve şelaleleri ile ileride 5 köye mutlaka faydası olacaktır.

Bir ucundan tutan bulunacak bir gün umuduyla…

 

Etiketler: , , , , , , ,

ÖZEL ALT SINIFTA STAJ

04.12.2020-Yaşar SARIKAYA

1973-74 Eğitim Öğretim yılı, son sınıflar merkez ve köy okullarında staj yapıyoruz. Teftiş Kurulu Başkanı Müfettiş Sayın Mustafa CANİPEK de Eğitim ve Öğretim Uygulamaları dersimize giriyordu. Öyle güzel ders işlerdik ki. Ondan dinlediğim ve hiç unutmadığım bir olay ile yazıma başlamak istiyorum.

Mustafa Bey, bize köy öğretmenlerinden örnekler verirdi. Çocuklar şu öğretmen gibi olun, asla bu örnekteki gibi olmayın diye öğütler verirdi. Bir gün tahtaya geçti, eline bir tebeşir aldı ve tiyatro sanatçısı gibi bize olayı yaşatarak sergiledi.

“Aha buna dirler C, porçiği de oldu mu eder Ç”.

“Sakın böyle öğretmen olmayın, kılığınız kıyafetiniz, düzgün konuşmanız ile herkese örnek olun” diye dersimiz devam etti.

Öğretmenimiz Mustafa CANİPEK ve Mualla ATAKAN – Hülya ÇİLİNGİR MEZUNİYET GÜNÜ 1974 Haziran

Hepimiz verdiği örneğe katıla katıla gülmüştük. Merkez Gazi İlk Okulunda staj ayarlaması yapılıyordu. Mustafa Bey, Özel Alt Sınıfı kimse almak istemedi, alan var mı diye sordu? Ben istedim, zor olacaktı biliyorum. Ama önemli olan zor işleri başarmak diye düşünüyordum. Staj gününe kadar çok heyecanlıydım.

3. sınıf ders Hayat Bilgisi. Sınıf öğretmeni ve Mustafa Bey dersi izliyordu. Kış mevsimi ünitesinde o günün konusunu anlatmaya başladım. Çocuklardan biri “KAR NE” diye sordu? “Çocuklar yüksek olan yerlere çok kar yağar, ayaklar tam dize kadar karın içine gömülür” dedim. Kış mevsimi ile ilgili diğer özellikleri anlattım. Mevsim şeridi, fotoğraflar gösterdim.

Çocukların dikkatini toplamıştım. Zevkle derse katıldılar ve zil çaldı. Dersin eleştirisi için Mustafa Bey ne diyecek diye bekliyorum. Hayatımda hiç unutmayacağım bir ders verdi bana.

” 3. sınıf öğrencileri ve de özel alt sınıf için KAR soyut kavram”. Sinop’a kar yağmıyor, yağsa da tutmuyor. Fotoğraflar ve mevsim şeridi ile örnekledin, güzeldi ve dersin akıcı idi. Ama “dize kadar kar yağar” dedin. Bu anlatım çocuklar için soyut kaldı. Buna dikkat et” dedi.

Bu gün bile hatırladığım bu anı, itirazlar ve kabuller dünyasına bakışımı aydınlatır. Öğretmenlerime saygı ve sevgiyle.

 
Yorum yapın

Yazan: 04 Aralık 2020 in Eğitim

 

Etiketler: , , ,

KİTAP SEVGİSİ

13.11.2020-BİLKE

Kitap okumak, özel bir tutkudur. Kitap kokusunu tadanlar, BU alışkanlıktan vaz geçemezler. Sanatçılar, tiyatro için sahne tozu yutmak derler ya, kitap kokusu da işte aynen onun gibidir.

Akıl farklı yaşamlar, coğrafyalar, sevinçler, hüzünler ve mutluluklar arasında seyyah gibi gezer. İnsan, farkındalığını ve bilinç potansiyelini artırır.

Bu gün derneğe gönderilen masal, hikaye, roman ve diğer kaynak ders kitaplarını SEVGİ EVLERİ öğretmenimize teslim ettik.

Öğretmenimiz, Sevgi Evlerinde kütüphane oluşturmayı hedefliyordu. Biz de Sinoplu iş adamı Emre GÜNDOĞDU’NUN özenle sakladığı çocukluk ve gençlik kitaplarını, uyun ellere teslim etmek istiyorduk. Kitaplar yerini buldu, çocuklar ve gençlerimize İYİ OKUMALAR diliyoruz….

BİLKE

 
Yorum yapın

Yazan: 13 Kasım 2020 in Eğitim

 

Etiketler: , , , , ,

DURAĞAN KİLİMİ

A. Yaşar SARIKAYA- 08.10.2020

2006 yılında Durağan’da 3 gün derleme ve araştırma yaptım. Nakış ve desen konusunda ilimizin en zengin ilçesi olduğunu gördüm. Hele mahramada rakibi yoktu. Kadın entarisi önündeki işleme ise bildiğim kadarıyla Türkiye’de tekti.

3 gün boyunca, türkü, hikaye, masal, oyun, giysi ve işlemeler konusunda çalıştım. Dolu dolu geçen 3 gündü. Kameraman, kaynak kişilerle görüşme, soru soran bir tek kişiydim. Amaç kültürümüze hizmet etmekti. Bu güzellikler kaybolmamalı, gelecek kuşaklara taşınmalıydı.

2020 yılında yapacağım kilim sergisi için çekimlerini yaptığım kilim örneklerinin sergide sergilenmesi için çok kişi ile görüştüm. 20 telefon görüşmesi yaptım ama sonuç alamadım.

Sergide eski kamera çekimlerinden fotoğraf çektim ve sergiledim.

Durağan’de HEYBELİ denen heybe
Durağan torba
Durağan kilim

Durağanlı, çalışkan bir hukuk öğrencisi ile görüştüm. Bizim için köyünden bilgi topladı ve bize ulaştırdı. Bu araştırma için Ülkünur ERDOĞAN’A çok teşekkür ediyoruz.

Durağan’da Üçlü Dokuma

Ülkünur ERDOĞAN- ANKARA UNV. HUKUK ÖĞRENCİSİ


Sinop’un Durağan ilçesinde Durağan çuvalı, heybesi ve torbası olmak üzere üçlü bir takım dokurlarmış. Bunlar hakkında bilgi edinmeye çalıştım. Durağan ilçesinin Aşağı Karacaören köyünde yaşadığım için bilgi toplama ve araştırma işine kendi köyümden başladım. Köyümüzün kuruluşunun çok eskiye dayanmamasından ve köyümüzün Durağan merkeze çok yakın olmasından dolayı köyümüzde dokuma işleri geri plana atıldığından çok fazla bilgi toplayamadım.

1955 doğumlu Hatice Çetin ile bir sohbet gerçekleştirdim. Köydeki gençler olarak biz Hatice Ebe diyoruz. Hatice Ebe bana bildiklerini şöyle anlattı:
“Kızım, ben sadece bir kere annemle torba dokumuştum. Torbayı büyük yün saçaklardan yapmıştık.
Boyutu 80 ilmeğe 80 ilmekti. Her ilmek 4 düğümden oluşuyordu. Başka bir şey hatırlamıyorum. Bizim köylerde böyle şeylerle uğraşılmaz. Bunları dağ köyündeki kadınlar yapardı önceden. Durağan’da oturan bir tanıdık yapardı ama o da 3 sene önce rahmetli oldu.”
Hatice Ebe’nin gelini 1977 doğumlu Mükerrem Abla ise şöyle dedi:
“Önceden Kızılcepet köyünde yapılır diye duyardık ama o köy bize çok uzak hiç bilmiyoruz ki hâlâ yapılır mı yapılmaz mı? Bir de önceden Durağan Halk Eğitimde dokuma kursları açılmıştı ama biz gidemedik. O kurslara kim gitti kim öğrendi hiç bilmiyoruz.”

Kendi köyümden toplayabildiğim bilgiler bu kadardı. Beybükü, Ortaköy, Dağdelen gibi farklı köylerlerde olan ilkokul arkadaşlarım Betül Güngör, Ayşe Özlü, Gamze Nur Kabakçı gibi arkadaşlarım da benim için
kendi çevrelerinden bilgi toplamaya çalıştılar ancak onlarda bir bilgi edinemediler. Sanırım bir kültür daha yavaş yavaş yok oluyor.
Ülkünur ERDOĞAN

 
Yorum yapın

Yazan: 08 Ekim 2020 in sinop kilimleri

 

Etiketler: , ,

1687 SİVAS’TAN SİNOP KÖYLERİNE GÖÇ

BİLMEDİKLERİMİZ-10.09.2020-BİLKE

KÖYLERE YAPILAN GÖÇLER 

Eski yazılı kaynakların çevirisini yapan Sayın Prof.Dr. Mehmet Ali ÜNAL, 1560 YILINDA yazılı belgelerde nüfus yerleşimi olan köyleri haritada gösteriyor. İlk kitabımda tespit ettiğim köy yerleşimlerini, bu belgeler doğruluyor.  Haritada köy isimlerini büyüterek  daha net görebiliriz.

Bu gün olup da haritada olmayan yüksek köylere yerleşimin daha sonra olduğu anlaşılıyor. BOA kayıtlarından temin ettiğim 1830 nüfus kayıtlarında haritada olmayan köylerde yerleşim olduğu görülüyor.

Bu yazıda esas konumuz, Sivas ilinden Sinop’a yapılan göçler. Avarız Defteri Belgesi:

XVI. yüzyılın son tahriri olan 1582 tarihli defterde Sinop kazasına tabi 270’in üzerinde köy bulunurken 1641 tarihli avarız defterindeki köy sayısı 123’e düşmüştür.

Sinop kazasındaki nüfusun azalması üzerine önemli ölçüde bir nüfus hareketi yaşanmış Sivas’tan Sinop’a göçler vuku bulmuştur. 1687-88 tarihli avarız defterine göre Gerze Kazasına tabi Günlüce, İbrak, Hınzıralanı, Kozluviran. Büyükdağ, Hani, Yassıdağ, Yeniköy, İskender, Hunfaz, Gündüzlü köylerine Sivas civarından gelen 130 hane civarında re’aya dağlık ve sengistan olan sarp yerlere yerleşmişlerdir. Osmanlı idaresi bunların 8 neferini bir bir avarız hanesi kabul ederek vergilendirme yoluna gitmiştir.

İşin ilginç tarafı bu köylerin hiç birinin 16. Yüzyılda olmayışıdır. Köylerin isimlerinde veya yerlerinde önemli değişmeler meydana gelmiş, eski bir çok köy ortadan kalktığı gibi yeni yeni köyler ortaya çıkmıştır.

KAYNAK: M.Ali ÜNAL OSMANLI DEVRİNDE SİNOP

Sinop ve köyleri hakkında detaylı bilgilere ulaşabildiğimiz kitaptan yazıları paylaşmaya devam edeceğiz.

Yaşar SARIKAYA

 
8 Yorum

Yazan: 19 Eylül 2020 in eski sinop köyleri

 

Etiketler: , , , ,