Öğretmen Okulu öğrencisiydim, Psikoloji dersinde işlediğimiz Pavlov’un “şartlı refleks” deneyi ilgimi çekerdi. Pavlov, köpeklere et verirken zil çalmış ve bu deneyi sürekli tekrarlamış. Sonra zili çalmış ama et vermemiş, köpekler de et gelecek zannettiklerinden salyaları akmaya başlamış.
Reklam filmlerini izlerken, siz de benim gibi bu deneyle ilişkilendirir misiniz bilmiyorum. Katkı maddeleriyle allanan pullanan gıda ürünleri, reklamasyonla ağız sulandırır. Sonra da toplumu bağımlı hale getirir. Hele çocuklar, bu kandırmacanın içinde, kendi olmayı keşfedemeden büyürler. Sürdürülebilir kazanç kapısı oluşur, gdo’lu ürünlerin de istekli tüketicileri hazırdır.
Kralın çıplak olduğunu bile bile KRAL ÇIPLAK diyemeyen toplum ve KRAL ÇIPLAK diyen küçük çocuk, ne güzel bir derstir. Pavlov’un zil sesi etkisi gibidir korku ile oluşturulan dayatmalar. Toplumun normlarını oluşturur ve toplum da kabulleniverir. Sorgulamaz, araştırmaz ve boyun büker.
Ne isterdim biliyor musunuz? Öğrenilmiş çaresizlik, yerini öğrenilmiş uygarlığa bırakabilseydi. Filmi tersine çevirseydik de, zil sesi iyiliğin, doğruluğun anonsunu özümüze işleseydi. Kötülüğün hızla büyüdüğünü göreceğimize, iyiliğin hızla büyüdüğünü ve yayıldığını görebilseydik. Y.SARIKAYA
Sinop, tarihin her döneminde önemli insanların yetiştiği bir kenttir. Nasıl sevmem bu kenti, çocukluğumun sınırsız hayalleridir Sinop. Zeytinlikte semaya uçmak sanılı koşmalarım, Rum çocuklarından kalma SAAT KAÇ oyunu oynadığım mahallem, bahar bayramında komşularla zeytinlikte top oynarken kolumu bacağımı, çokça da ayak bileğimi burktuğum Sinop’um.
Boztepe adı, birçok ilde vardır biliriz ama bizim Sinop öyle mi? İki burun, birbirinden uzaklaşarak süzülür Karadeniz’in içine, içine ve de hava atarlar birbirlerine. Gece, önü ardı denizle sarılan boğazın en dar kıstağında; inci gerdanlık gibi parlayan başka bir şehir var mıdır? Bu doğada yaşamak, her yönden esen rüzgarı içine çekmek, kısacası Sinoplu olmak bir ayrıcalıktır.
Bağımsız koloni dönemlerinden bu güne dek süregelen SİNOPLU özelliği, kentin coğrafyası ile beslendiğini her dem yansıtır. Eşsiz doğası, zengin tarihi ile ilimizin turizm potansiyeli çok yüksektir. Doğru değerlendirilmelidir ve zenginliklerini dünyaya duyurmalıdır.
Ölümsüzlük iksiri ve Sinop ne alaka der misiniz bilmiyorum ama geçmişin verilerini ilişkilendirelim mi ne dersiniz? M.Ö 132-63 yıllarında Sinop’ta yaşamış olan, BÜYÜK MİTHRİDATES diye de anılan Pontus Kralı, M.Ö 120-63 yıllarında hüküm sürmüştür. Arsenik deyince, çoğumuzun aklına mutlaka Mithridates gelecektir. VI. Mithritdates ömrü boyunca geliştirdiği ve adını verdiği zehre karşı bağışıklık kazanma yöntemi olan Misriditüzmin ustasıdır.
Mesir macunu ve MİSRİDİTÜZM konusuna yer veren Tıp Tarihi Kitabı 148. sayfadan bir bölümü paylaşıyorum:
“Mesir macununun geçmişi 2000 yıl öncesine dayanır. Pontus kralı VI.Mithridates’in [M.Ö. 132-63] zehirlenmekten korunmak amacıyla hazırladığı terkip, daha sonra Roma’da Neron [37-68] zamanında, Andromaque tarafından thériaque adıyla geliştirilmiş ve popüler olmuştur. Başta zehirlenmelere karşı kullanılan bu terkip, daha sonra her derde deva bir ilaç durumuna gelmiştir. (TIP TARİHİ- PROF. DR ALİ HAYDAR BAYATs,148)”
Sinoplu Ömer Şifai Dede’nin 18. Yüzyılda yazdığı kitaplar da aynı konularla ilgilidir.
“Ömer Şifaî, XVIII. yüzyılda Sinop’ta doğmuş bir hekimdir. Çocuk yaşta yetim kaldıktan sonra Sinop’u terk ederek Kahire, Konya ve başka pek çok yer gezmiştir. 1746 yılında vefat etmiştir. Değersiz metallerden altın yapılabileceğinin ve ölümsüz yaşam sağlayan el-iksir elde edilebileceğinin ipuçlarını verir. Simyaya olan inançlarını da, altın ve el-eksirin elde edilebilmesi için en önemli koşulun, bu işlere niyetlenen birinin, öncelikle ruhu ve bedeninde ulaşılabilecek en üst düzeyde arınma ve olgunlaşmaya ulaşması gerektiğini ifade ederek ortaya koyar.(Ayten Koç,18. yüzyılda Osmanlılarda İatrokimya çalışmaları(Avrupa ile Mukayeseli ve Ömer Şifaî’ninÇalışmaları Esas Alınarak),Yüksek Lisans Tezi(Ankara Üniversitesi-basılmamış), Ankara199, s.71.)”
Sinop’ta arsenik bulgusunu paylaşıyorum:
“2010 yılında Durağan (Sinop)ilçesinin 6 km doğusunda yer alan Çayağzı köyü güneyinde izlenen arsenik mineralizasyonu incelenmiş ve aynı yıl MTA adına ruhsatlandırılmıştır. Doğal Kaynaklar ve Ekonomi Bülteni (2018) 26: 41-43”
TIP TARİHİ 148. SAYFA TAMAMI:
MİTHRİDATES’TEN MESİR MACUNUNA
Mesir macununun geçmişi 2000 yıl öncesine dayanır. Pontus kralı VI. Mithridates’in [M.Ö. 132-63] zehirlenmekten korunmak amacıyla hazırladığı terkip, daha sonra Roma’da Neron [37-68] zamanında, Andromaque tarafından thériaque adıyla geliştirilmiş ve popüler olmuştur. Başta zehirlenmelere karşı
kullanılan bu terkip, daha sonra her derde deva bir ilaç durumuna gelmiştir.
İslam dünyasında, 750-950 yılları arasında, Antik Yunan dünyasının bütün eserleri Arapça’ya tercüme edilmiştir. Bu tercümelerde, Arapça karşılıkları olmayan bazı Yunanca kelimeler, okunuşları Arapça’ya uydurularak, tahrif edilerek kullanılmıştır. Mitridates’in terkibi de tıbbi eserlere Misridates/misiridates/misroditus/misrûditûs/misriditus olarak girmiştir. Bunun en açık delili, Huneyn bin
İshâk’ın, Hippokrates ile Galenus arasındaki hekimleri sayarken Mithridates’ten “misriditûs sâhibü’l-akâkîr” (bitki kaynaklı ilaç yapıcısı, eczacı) olarak bahsetmesidir. İslam hekimleri, mesela Taberî, Mecûsî, İbn Hubel ve Antakî de ufak değişikliklerle terkipten aynı isimle bahsetmişlerdir. Bazı eserlerde mejdikos/
mısr-ı taytis olarak da yazılmıştır.
Klasik Osmanlı tıbbının temel kaynakları, başta İbn Sînâ olmak üzere İslam hekimlerinin yazdığı eserlerdir. Misrûditûs, Hacı Paşa’dan itibaren İbn Şerîf, Kahvecizâde, Sâlih bin Nasrullah gibi birçok Osmanlı tıp yazarının kitaplarında yeralmıştır. Ayrıca, İmâmeddîn Ebi Abdullah Muhammed ibnü’l-Abbâs’ın [ö.
1287] Kitâbu’l-Misrûditûs adlı müstakil bir eseri vardır.
Antikiteden gelen ve İslam medeniyetinin geliştirdiği hekimliğin zirvesinde olan İbn Sînâ’nın en muhteşem tıbbi eseri el-Kânûn-ı fi’t-Tıb, Yunan tıbbının tamamını sistematik olarak ihtiva etmektedir. Onun muhtelif tıbbi eserlerinde, bilhassa Kânûn’unda misrûditûs’un tarihçesi, terkibi ve kullanıldığı hastalıklar
detaylı olarak verilmiştir. Kânûn’daki ilgili bölümü aynen aktarıyoruz:
“el-Misrûditûs: Misrûditûs’un icat ettiği bir macundur. İsmi de kendi adıyla anılır. Misrûditûs özellikle zehirlenmeler konusunda faydası denenmiş bir ilaç olup başka hastalıklarda da kullanılırdı. Daha sonra Andromah, yılan eti ve diğer bazı nesneler katarak veya eksilterek tiryak adını verdi. Andromah’ın ilacı yalnız yılan zehrine karşı Misrûditûs’tan daha etkilidir.
Halkbilim ödüllerine ara verme yazımızın sitede ilgi görmesi dernek olarak bizi sevindirdi. Bu gün de 2012’den 2020’ye kadar “BİLKE HALKBİLİM ÖDÜLLERİ” Akademik Kategoride Düzenleme Kurulu- Yönetim Kurulu ve Üst Kurulun kararı ile ödül alan bilimsel çalışmaları paylaşıyoruz.
2014 2. Bilke Halkbilim Ödülleri: Prof.Dr. Mehmet Ali ÜNAL- Ödül Törenine gelemediği için plaketi Pamukkale Üniversitesi adresine gönderildi.
1487 yılından başlayarak tüm Sinop ilçe ve köyleri için tutulan defterlerin çevirileri bulunan kitap, bizim aracılığımızla valiye tanıtıldı, vali kitap baskısı için yazar ile görüştü.
2016 3.Bilke Halkbilim Ödülleri: Prof. Dr. Melih GÖRGÜN- Uluslararası Sinop Tanıtım Ödülü
2016 3. Bilke Halkbilim Ödülleri- Sinop Su Altı Dünyası – Dr. Yakup Erdem- Sertaç Çelik
FOTOĞRAFLAR: Sualtı Fotoğrafçısı Sertaç ÇELİK,
Dr.Yakup Erdem:Su Ürünleri Fakültesi Su Ürünleri Avlama ve İşletme Teknolojisi Bölümü Avlama Teknolojisi
2016 3. bİlke Halkbilim Ödülleri- Dr. Alpay TIRIL-HALK KÜLTÜRÜ BAĞLAMINDA KIRSAL PEYZAJ OKUMALARI- SİNOP ÖRNEĞİ
2016- 3. Halkbilim Ödülleri: .Dr.Ergün ACAR-Sinop Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi-Sinop Yöresi Söz Varlığı Kitabı
2016 3. Halkbilim Ödülleri: Dr.Songül ÇEK-Sinop Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü – Bir Senkretizm Örneği Olarak Sinop’ta Helesa ve Mitik Nitelikleri
2018 4. Halkbilim Ödülleri: Prof.Dr. Serap USTAOĞLU TIRIL- Sinop Üniversitesi Rektör Yardımcısı- BİLKE AKADEMİK BAŞARI ÖDÜLÜ: Ulusal bilimsel toplantılarda sunum ve bildiri kitabında basılan birçok bildiri ve makale. Kaybolmaya yüz tutan deniz canlısı MERSİN balığının Türkiye denizlerinde yaşama ve çoğalma çalışmaları, bu alanda STK kuruculuğu ve başkanlığı
2018 4. Bilke Halkbilim Ödülleri- Prof. Dr. İbrahim BAŞAĞAOĞLU- Uluslararası Akademik Tanıtım Ödülü-Akademik alanda sayısız makale, basılı kitaplar, araştırmalar, uluslar arası yayınlar, danışmanlık, Nükleer Tıp, Tıp tarihi ve Tıp Hukuku alanlarında uluslararası çalışmalar, uluslararası tıp derneklerinde kuruculuk ve başkanlık Sinop’a kazandırdığı eserler: “Sinoplu Mümin Mukbil’in Göz Nurunun anahtarı ve Sevinç Hazineleri ( dünyadaki 8 nüshadan biri) “Sinop’un Sıhhi İçtimai Coğrafyası” Kendisi gelemediği için ödülü isteği üzerine akrabası gazeteci Erkan TURAN’A verildi
2020 Bilke 5. Halkbilim Ödülleri:
Prof. Dr. Hülya TURAN yürütücülüğünde 118O109 nolu TUBİTAK-1002 projesi
AKADEMİK ÖDÜL *** “YEREL ÜRETİM VE İSTİHDAM” KATEGORİSİ PROJE: “Modifiye atmosfer paketlenmiş MTGaz katkılı balık köftesi” “Patent” başvurusu yapılmış Araştırma ekibi: Prof. Dr. Hülya TURAN (Yürütücü) Doç. Dr. Demet KOCATEPE Dr. İrfan KESKİN Arş. Gör. Can Okan ALTAN Arş. Gör. Bayram KÖSTEKLİ TÜBİTAK 1002 Projesi (Proje No: 118O109)
2020 5.Bilke Halkbilim Ödülleri HALK ANKETİ ÖDÜLÜ
Prof. Dr. Azmi HAMZAOĞLU- Sinop ve Sinoplu’ya hizmetleri konusunda Sinoplu’nun sevgisini kazanan değerli insanı kutluyoruz. Mesleki başarıları ve yardımsever kişiliği ile tüm Sinopluların ve özellikle İstanbul’daki Sinopluların gönüllerine taht kuran Sayın Azmi HAMZAOĞLU’ na başarılar diliyoruz. Plaketi, sekreteri aracılığı ile adresine gönderilmiştir. Telefon, mesaj ve anket formu ile anketimize katılan değerli Sinoplulara teşekkür ederiz.
Amacımız, Sinop için Akademik çalışmaların artmasıdır. Halkbilim Ödülleri Projesi derneğimize özgü bir çalışma olarak yaratıcı ve üretici eserler ortaya kondukça devam edecektir. Bize destek olan, yanımızda olan herkese teşekkür ediyoruz.
Neden köy kültürleri çalışması yapıyorsun, bırak şu köyleri diyen çok arkadaşım oldu. Popüler kültür, zengin görsel medya, sanal göz boyamalarla toplumu etkisi altına almışken, kendimi bu çalışmalara devam etmek zorunda hissediyorum. Doğanın belleğinde saklı olan izler, toplum bilincini etkileyen kültürler, insanlık için ne kadar önemli. Bu gün anlamayan, anlamamakta ısrar edenler olsa da, özü KENDİNİ BİLMEK erdemi olan çalışmalarım devam edecek. 2006 baskılı MEMLEKETİM TİLKİLİK kitabımda beşikte SİNOP’A yolculuğumu yorumladım. İyi okumalar…
1956 yılı Ekim ayıydı, Kezban gelin beşiği sırtında Tirkilik köyünden Gerze’ye yürüyordu. 7- 8 saat sürecek olan bu yolculukta, babası Molla Hasan’ın Mehmet de ona eşlik ediyordu. 8 aylık kızı Ayşe beşikte, 4 yaşındaki oğlu Mehmet de yanında idi. Mehmet, dedesinin diktiği çarıkları ayağına giymiş, küçük adımlarla onları takip ediyordu. Kezban gelin, annesinin dokuduğu 3 yün kilimi, bir gelinlik yorganı ve birkaç parça eşyasını eşeğe yüklemişti. Ablasının kocası Mehmet UYSAL, yükü Gerze’ye bırakıp sonra eşekle beraber tekrar köye dönecekti.
Kezban gelin, sabahın erken saatlerinde umuda yelken açmış, kaderine yürüyordu. Dere tepe geçti, zor yollardan Gerze’ye ulaştı. Akşam olmak üzereydi. Otobüsler Sinop’a sabah saatlerinde gittiğinden, akşam Gerze’de kalmak zorundaydı. Çocukluk arkadaşı Cılız’ın Emine Gerze’de evliydi. Onu buldular. 13 Şubat günü çıkan Gerze yangınında evleri yanmıştı. Yangından sonra 8 ay geçmişti ama hala çadırda kalıyorlardı. Kezban, o gece çocukları ile yangın çadırında misafir oldu.
Ertesi günü Sinop otobüsüne bindiler. Eşi Cafer Sinop’ta işe girmiş ve onları yanına çağırmıştı. Kezban gelin Sinop garajında indi, çocuklarını ve yüklerini toparladı. Cafer, Sinop’a geldiklerinde at arabacısı Ömer’i bulun diye köye haber göndermişti. Babası da hemen at arabacısı Ömer’i sordu ve buldu. Sonra yüklerini yerleştirip kendileri de at arabasına oturdular. Arabacı Ömer, onları adada Cafer’in verdiği adrese götürdü.
Beşikteki Ayşe, bu yolculukta olan bitenden habersizdi. Yaşadığı o günleri hafızasında Sinop’a taşımıştı. Ayşe, Sinop’ta büyüdü, okudu ve öğretmen oldu. Doğduğu toprakların kokusunu, beşikteki yolculuğu unutmadı. Annesinin yanık türküleri onun vefa duygusunu besledi. Ve bu kitaba vesile oldu…
Sinoplu olup da Mamalika ya da kaşık kesmesi adını verdiğimiz yemek türünü bilmemek mümkün değil. Ne zengin bir coğrafyada yaşıyoruz. Sinop otlarından yapılan sac böreği çeşitlerini, yoğurtlu ve kavurma otlarımızı, yine bu otlardan yapılan tepsi ve çiğ börekleri değerlendiremedik. Her biri zengin soğuk ve sıcak meze, ara sıcak, ana yemek olabilecek özellik taşıdığı halde.
Sinop rüzgarı eser kuzeyden güneyden
Eksik kalmaz doğudan ve batıdan
Bir serin, bir sıcak, bazen de alabora
Rüzgarın mesti olmuşuz hepimiz
Esinti sersemliğinde.
Değerlendirilir bir gün diyelim ve gelelim mi kaşık kesmesine. Yazıyı yazmama sebep olan aşağıdaki 1893 yılı fotoğrafı. Alman gezgin Flottwell TİLKİLİK köyünde araştırma yaparken çekmiş. Flottwell gezgin ama, bu fotoğraftakiler de gezginliğin kitabını yazmışlar desem inanın kelime tam da anlamını bulacak. Kim bilir belki de içlerinde büyük büyük dedem vardır. Kostüm, yemek kapları, oturuş, duruş 120 yıl öncesi TİLKİLİK halk kültürü hakkında çok şey anlatıyor.
Fotonun sol kenarında bir kadın oturuyor. Hep derim ki, bizim kadınımız erkeğimiz misafirperverdir. Kadın, erkek birlikte iş yaparlar, kadın her alanda erkeğinin yanındadır. İşte fotoda yabancı araştırmacıların içinde köyün kadını ve erkeğini bir arada otururken görüyoruz. Foto için Sayın Bünyamin KIVRAK’A vesile olan Sayın Ahmet KÜÇÜKBAŞ’A teşekkür ediyorum.
İşte bu köyde kaşık kesmesinin adı, beni sözcüğün hafızası içine öyle bir sürükledi ki, zamanda geçirdiği evreler gözümün önümde açılıverdi. Ve doğru, bir çok doğru ile desteklendi.
2010 baskılı BİR İNCİ MEMLEKETİM kitabımın KÖLAMUR bölümünü bu foto eşliğinde paylaşmak istedim:
Biz, olumsuzluklarla mücadele eden çalışkan kadınlarımızın yanında oluyor ve onlarla zamanımızı paylaşıyoruz. Bu gün yine dernekte onlarla beraberdik. Güzel bir gündü, yeni yaşamlar, yeni hikayeler öğrendik. Üreten kadınlarımızın kadınlar gününü kutladık. Tüm kadınlarımızın KADINLAR GÜNÜ KUTLU OLSUN.
İyi bir aile eğitimi almış, yokluk nedir bilmeyen, her şey istemeden önüne gelen bir arkadaşımın yorumunu yıllardır hafızamın bir köşesinde saklıyorum.
“Bir kadın nasıl kuma gider, aklı mı yok, bunlar insan değil” demişti. Çaresiz kalmayanların, masa başında çare üretmesine, “ekmek bulamazlarsa pasta yesinler” anlayışına tanık olmayı istemezdim.
Anadolu’da döve döve kuma verilenler, babasının borcu karşılığı satılanlar, elleri bağlı sürükleye sürükleye götürülenler var, daha neler neler var… Kadın ya, eksik etek, onun görüşü onun fikri mi olur diye düşünenlerin yediği bu haltları yazmaya devam edersem benim de içim kaldırmayacak eminim sizin de.
Köyde derleme yaparken yaşlı bir teyzenin dediği geldi aklıma:
” A kızım ne edelim, uçam desem uçamıyon, kaçam desem kaçamıyon kaldık buralardahapis gibi” diyerek tertemiz duygularını ifade etmişti.
Eşitlik ilkesi sisteme yerleşse ve bu örnekler yaşanmasa. Beklerken boş durmuyor, sistemin içinde ezilen kadınlarımızın yanında olmaya devam ediyoruz.
Bu gün geçmişe doğru bir yolculuk yapalım yine. Biliyorsunuz sitemizde amaçsız bir konu işlemiyoruz. Köylerimize yerleşimler konusuna, sosyolojik açıdan değinmek istiyorum.
Belgelerden, dağınık grupların, farklı zamanlarda Sinop köylerine göç ettiği sonucunu çok net olarak görülür. 1487- 1580 hane sayılarının olduğu tabloda bulunmayan köylerde yerleşim olmadığı anlaşılıyor.
Biz Sinop’ta, 1487 yılından 1580 tarihine kadar köy yerleşimlerine bakalım:
.
Köylerde yaşayan halk, yaşam ihtiyaçlarını gidermek için birlikte hareket ediyor, temel ihtiyaçları karşılamak için el ele veriyorlardı. Birlik ve beraberlik içinde, imeceler yapılıyordu. Büyük şehirlerin rant merkezi oluşu, köyden göçlerin artması ve köylerin boşalması toplumun sosyolojisini oldukça etkilemiştir. Köyler, artık ziyaret edilen tatil merkezi gibidir.
Köy yollarımız, Karadeniz bölgesinin ihmal edilen yollarının başındadır. Toplum için el ele vermek, birlikte hareket etmek artık yerini bireyselliğe bıraktığından, ihmaller zinciri devam edegelmektedir. Zor yılların kahramanı olan bir nesil, artık yerini bu gün teknolojinin esiri olan nesle bırakmıştır. Toplumsal duyarlılığın yerini de bireysel doyumsuzluk almıştır.
Sosyolojik ve psikolojik etkiler, eğitimciler tarafından bilinmekte, uygulama aşamasına ne yazık ki geçilememektedir. Eğer toplum, bu konuda köydeki imeceler gibi aynı duyarlılıkla hareket etse, olumlu gelişmeler olabilir, iyi sonuçlar alınabilirdi.
Bu tablodan sonra hane sayımı olarak yapılan nüfus sonuçlarına bakalım:
2006 yılında 2. kitabım baskıya girdikten sonra, sıra ailemin ve köyümüzün Başbakanlık Osmanlı Arşivinde olan nüfus kayıtlarını bulmaya gelmişti. Söylerken çok kolay geldiğine bakmayın. Bulunduğumuz yere uzaktı, dolmuş, otobüs, taksi derken arşive ulaştım.
Kapıda kimlik kontrolünden sonra, araştırma yapabilmem için panoramik fotom çekildi, giriş kartı çıkarıldı ve sonunda arşive girebildim. Kayıtlar tamamen Osmanlıca. Sadece sancak, kaza ve köy isimlerini okuyabiliyorum. Sinop’un zaman zaman Kastamonu, Bolu ve Canik sancaklarına bağlı olduğunu gördüm. 2 gün çalıştım, okuyabildiğim köy ve divanların kaydını aldım.
Doğduğum köyün nüfus kayıtlarını, 2 sülale dışında çözümledim. BOA uzmanından ve Sinoplu çevirmenden yardım aldım. Sonra sitede yayımladım, ilgi gördüğünü söyleyemeyeceğim. Elimde olan kayıtlardan Sinop merkez mahallelerini sıra ile veriyorum. İlgi görürse diğer mahalleleri de vereceğim. Mutlaka çevirmene ihtiyaç olacak. 1835 yılında yapılan nüfus kaydı, BALATLAR MAHALLESİ ve KEFEVİ:
İlgi olursa, diğer mahalleleri de yayımlarım. hoşça kalın.
Sinop köylerinde, yerleşimler dağınıktır. 1071’den sonra Anadolu’nun her tarafından Sinop’a yapılan göçler dağınık gruplar halinde olmuştur. 2-3 ev bir mahalle, bir sülale bir mahalle oluşturmuş, bu yüzden evler dağınıktır. Sahilden yükseklere çıkıldıkça, evlerin ve ambarların mimarisi değişir, detay azalır, kullanım amacı öne çıkar ve işlev kazanır.
Gerze- Tilkilik Köyü AmbarFOTO: Vitrin Haber-Sinop’un Erfelek ilçesi Kaldırayak köyü Kuz Mahallesi. Karadeniz’in mühendislik harikası serender yapıları her geçen gün çürümeye ve yıkılmaya yüz tutuyor. Vitrin HaberFOTO:Gerze- Tilkilik Köyü- Doğal Temel Taşları-Yaşar SARIKAYAFoto – Eğimli alanlarda her zaman minazların arasına taş örülmez. Burada ev sahibinin bu alanı kullanmak istemesi ya da taşa ulaşamama gibi etkenler minazların arasının boş bırakılmasına neden olabilir ( Ayancık Kızılcakaya Köyü)-Prof.Dr. Cevdet YILMAZ-Mutlu KAYA
Sinop’ta ahşap konaklar, kent merkezinde olduğu gibi köylerde de vardır. Konaklar sülale adı veya sülalenin ileri gelen kişisinin adı ile anılırlar. Sinop Merkez Avdan Köyü Sarıdüz Mahallesi 1 numarada yer alan Tercümanoğlu Konağı akademik bir çalışmaya konu olmuş.
FOTO: HAYRUNNİSA TURAN-Sinop’ta Geleneksel Bir Türk Evi: Tercümanoğlu Konağı
Çalışmanın detayını aşağıdaki linkte bulabilirsiniz:
Ne emeklerle yapılmış bu yapılar. Ustaları bu dünyadan göçüp gitseler de tahtaların her zerresine sinen izleri bu gün de gelecekte de yaşayacak. Köylerde saklı olan ahşap ev ve ambar kültürümüzü, kentin karmaşası sevdasına yitirmeyelim, fotoğraflayalım.
Bora fırınının önünden geçerken, herkes o güzelim gevrek simitlerden alırdı. Birkaç yıl önceydi, simit aldım eve dönüyordum. Gördüm ki, mahallenin çocukları birbirine girmiş, kavga ediyorlar. İçlerinden biri, sanırım grubun reisiydi. Ortalarına kendilerinden küçük bir çocuğu almışlar, yer misin yemez misin misali kıyasıya pataklıyorlardı. Diğer çocuklar da, olayı film seyreder gibi zevkle seyrediyorlardı. Güçlü olanın gözüne girme modası var ya toplumda; çocuklar da büyüklerinden gördüğü gibi çete reisinin gözüne girmek için arada birkaç yumruk, bilemedin tekme kaptırıyorlardı. Ne güçlü, ne cesaretli, ne korkusuz insanız sanıları; belli ki gururlarını okşuyordu.
Yaklaştım ve yüksek sesle
“ne yapıyorsunuz çocuklar, ayrılın” diyerek daldım aralarına. Sopa yiyen çocuğu çekip aldım almasına da, arada olduğum için bir iki de şaplak yedim. Yine de, serde eğitimcilik var ya, aklım sıra öğüt vereceğim;
“Oğlum neden kavga ediyorsunuz, gün gelir senden güçlü olan da seni döver. Lütfen yapmayın, bu çocuk sizden hem küçük hem de tek başına. Bir araya gelip onu dövmekten utanmıyor musunuz?” dedim.
Önder olan, delikanlılığın kitabını ben yazdım havalarında;
“bize küfür etti, sopayı da hak etti” dedi.
“Oğlum, çare dayak atmak mı; hem de bire karşı beş kişi” .Reis çocuk, lafı gediğine oturttu;
“ Sana ne be MORUK” diyerek.
Söylediğine güleceğim, ama ciddiyeti bozmamam lazım ki etkili olayım. Evde annem:“siz daha dünkü çocuksunuz yaşınız genç” derken; çocuk gelmiş bana MORUK diyor. Gel de gülme şimdi bu duruma. Çocukluğumdan beri zayıfın ezilmediği, kavgasız bir dünya umudu içimi kuşatmıştı. Bana söylediğine takılmaktan çok, doğru mesajı vermek beni ilgilendiriyordu. Araya girdiğimde, sopa yiyen çocuk kaçtı kurtuldu. Lider çocuk “moruk karışma” dese de, kaba kuvvet yerine anlaşmaya ikna etmeliydim.
“Hangi okula gidiyorsunuz” dedim. Reis olan:
“Sana ne, İstiklal’e gidiyoruz, nolmuş yani” diye cevap verdi.
“Yarın okula geliyorum, müdürle öğretmenle görüşeceğim” dedim.
“Selam söyle” demez mi?
Arsızlık- hırsızlık- yalancılık- hilekarlık- rant gibi alanlarda, özgürlük almış başını giderken; sosyal yaşam hep kötü örneklerle doldu. Akıl özgür olmalı, hukuk özgür olmalıydı. Telefonlar, sosyal medya, birincil eğitim araçları oldu. Siyaset de kişileri öne çıkaran, zengin eden kurumlar.
Oysa devlet büyümeli, devletin kasası dolmalı, BEKA da anlamını bulmalı, insanlar mutlu olmalıydı. Simitler elimde, annem evdeydi, bana “nerede kaldın kızım” diyecekti. Kafamda “ bozulan eğitim sistemi, küreselleşen dünya, toplumdaki olumsuz değişim dönüp duruyordu. Bu gün, Bora fırınının yerinde yeller eserken, umutlarımıza yeller esmesin düşünü kuruyordum. A. Yaşar SARIKAYA
not: Sinop’a gelirseniz, bir simit alın ve Yalı kahvesine gidin, bir bardak çay- simit eşliğinde denizi seyredin.