Yıllar yıllar önceydi. Turizm Danışma Bürosu’na bir Yeni Zelandalı gelmişti. Heyecanla gezdiği yerleri anlatıyor, anlatımını elleri, kolları ve hareketleri ile zenginleştiriyordu. Çankırı yakınlarında yolda kalmış, otostop çekmiş, köylüler ona çay ikram etmişler, Türkçe arkadaş demeyi öğrenmiş. Gözlerinin içi gülüyor, mutluluğunu belli ediyordu.
O zaman, “ Türkiye dünyanın bir ucu, ama bak aramış bulmuş gelmiş ve üstelik geldiğine de hiç pişman olmamış”, diye düşünmüştüm.
Aradan siz deyin 4 ben diyeyim 5 yıl geçmiş bu sefer müzenin karşısında aile kuruyemişçimiz ÖZBİL’ e bir müşteri gelmişti. Onun yorumu dikkate değerdi. Sinop için:
“çok ufak bir yer, burada çok fazla şey yok galiba” diyerek küçümseyici ifadeler kulandı.
Ben de:
“ne aradığınıza bağlı” dedim.
Sonra da:
“eğer metropoller gibi uzun katlı taş bloklar arıyorsanız bulamazsınız, ama yine de eskiye göre betonlaşmış olmasına rağmen Sinop, doğası, tarihi ve denizi ile eşsiz bir yer” diye cevap verdim.
İki farklı portre, iki farklı yorum. Biri dünyanın bir ucundan, diğeri ise Sinop’a yakın bir yerden gelmiş. Ne kadar farklı pencerelerden bakıyorlar, mutlulukları da farklı, arayışları da…
Ama Yeni Zelandalılı’ yı görmeliydiniz esprili, basit şeylerden mutlu olan biriydi. Dünyanın bir ucunda da olsa, güzelliklere aynı bakacak insanlar vardı.
Yıl 1959, üç buçuk yaşındayım. Annemin başında yumurta kadar ur oluşmuş. Amerikan Radarının doktoru ve babamın da arkadaşı olan Orhan Bey, duruma müdahale etmiş ama tedavi işe yaramamış.
Merdivenin en üstünde ben ve yanımda ağabeyim Kuruçeşme Sok. Mahalle çocukları birlikte oynarken. Bu merdivenler yıkıldı, yerine yeni bina yapıldı
Annemin yanağında, sırtında, kafasında aynı türden urlar çoğalmış ve akıntılı yaralara dönüşmüş. Yüzünde gözünde şişmeler meydana gelmiş.
Durum tehlikeli olmaya başlayınca, doktor annemin hemen İstanbul’a götürülmesini istemiş. Annem daha Sinop’a geleli üç sene olmuş. Annesini erken kaybetmiş, tanıdık yok, akraba yok, köyü ise çok uzakta. Zaten Sinop’a sorunlardan kaçarak gelmişler. Karı koca el birliği ile yuva kurmaya ve ev geçindirmeye çalışıyorlarmış.
Zorunlu olarak sağlık beklemez demiş ve gitmişler İstanbul’a. Ağabeyim altı, ben üç buçuk, beşikteki küçük kardeşim 1,5 yaşında toplam 3 çocuk İstiklal okulunun yanındaki evde yaşlı Mehmet Dedeme emanet edilmişiz.
Yalı köyünde annemin köyünden Hamdiye Teyze varmış. Annem ona çocuklar yalnız, arada gidip bakar mısın demiş. Sinop’a pazara ürün satmak için gelen Hamdiye Teyze, dedemi ve bizi görmeye gelmiş. Bakmış durum hiç iyi değil, yaşlı adamın haline acımış.
“Üç çocukla işin zor Mehmet Abi, kızı bana kat annesi gelene kadar bizimle köyde dursun” demiş.
Ben bu olayları hiç hatırlamıyorum. Ama hafızama kazınan bir kesiti, korku ile öyle net hatırlıyorum ki. Bu gün bile, hala içimi acıtıyor.
Bir hafta kadar Yalı köyünde kalmışım, bilmiyorum belki de daha fazladır. Annem Çapa’da başarılı bir operasyon geçirmiş, Doktor Orhan Bey’de işlemleri takip etmiş. Annemin yanında refakatçi olarak babam kalmış. Annem ameliyat sonrası narkozun etkisinde gördüğü rüyayı bize şöyle anlatır hep:
“ Kızım rüyamda sen göle düşüyorsun, seni kurtarmak için kolumu uzatıyorum ama sana ulaşamıyorum. Ameliyatlı olduğum için neredeyse yataktan düşecekmişim. Ağlayarak uyandım rüyadan”.
Tedavi bitmiş, bizimkiler Yalı köyüne Sinop’a döndük diye haber göndermişler. Bir kamyonun kasasına bindiğimizi net hatırlıyorum. Köylülerin küfelerinde pazara satmaya getirdikleri ürünleri de. Geldik Sinop’a, Hamdiye Teyze, küfelerini ve beni Kaleyazısı camiinin olduğu yerde indirdi. Bana dedi ki:
“Kızım, bu yoldan hiç ayrılma dümdüz git”. Kendisi de küfelerini aldı o zamanın HAL YERİ’ ne gitti.
Haydi, bakalım şimdi yalnız başıma kaldım mı? İçimden “ bu yoldan hiç ayrılma dümdüz git” sözünü tekrarlaya tekrarlaya gidiyorum. Sakarya Caddesi boyunca kıyıdan hiç ayrılmadan dümdüz gittim. Sonunda tanıdığım Dispanser binası önüme çıkıverdi. İşte bildiğim yerdi burası, nasıl sevindim anlatamam. Buraya abimle oynamaya gelirdik. Oradan evi rahatça bulurdum artık.
Ama iş hiç de öyle olmadı. İşte Bora Fırını orayı görünce daha çok rahatladım. Artık buradan sonrası kolaydı. Ahşap evlerin olduğu sokakta, iki katlı evimizi tanıdım nasıl sevinçle kapıyı çaldım, kalbim pır pır ederek.
O da ne, ikinci katın penceresi açıldı, ev sahibi camdan:
“yörükler, gidin köyünüze” diyerek başımdan aşağı su dökmez mi.
Kafamdan aşağı suyu yiyince aklım başıma geldi. Eyvah, biz bu evden İstiklal Okulunun yanına taşınmıştık. Ağlaya ağlaya, korka korka nasıl koştum anlatamam. Kadın arkamdan geliyor zannediyordum. Yakalanmamak için koşuyor koşuyorum, nefes nefese kaldım. Hafızamdan çıkmayan kısmı burasıydı işte.
Babamın ölümünden sonra yazdığı hatıraları bulduğumda olayın sebebini daha iyi anladım. Ev sahibinin kocasını babam radarda işe yerleştirmiş. Yerleştiği işin süresi dolmuş ve şirket adama çıkış vermiş. Adam babama beni tekrar işe koy, yoksa evden çıkarsın demiş. Babam avukata danışmış, evden çıkarım ama benden sonra kiracı oturtamazsın demiş. Adam da oğlum oturacak demiş. Annem babam, çok sıkıntılı günler yaşamışlar. İş yoğunluğundan kiralık ev arayacak fırsatları bile olmamış.
Bir arkadaş aracılığı ile ev bulup çıkınca adam sözünü tutmamış. Evini kiraya vermiş. Babam, sıkıntımızın içinde bizi evden çıkardın, hastalık da vardı, nasıl insansın diyerek adamı mahkemeye vermiş. Adam da ceza yemiş mi?
İşte üç buçuk yaşımda, hafızama kazınan bu olay aklıma geldikçe yıllar öncesinin korkusunu bu gün yine aynen yaşıyorum…
Çocuğu suya gönderir ya hoca, testiyi kırma diye de bir şamar atar ya…
Hocanın bu öğretisini biliriz bilmesine de, ders alır mıyız acaba? Ne gördüklerimizden, ne yaşadıklarımızdan ders çıkarmadıkça, ardımızı felaketler de bırakmayacak. Sahile, derenin kenarına yüksek binalar dikilirken devletin ve belediyelerin bir yaptırımı olmayınca afetlere davetiye çıkarmak değil de nedir?
Bu yanlışlıklar artıyor ve ceremesini de halk çekiyor. Ayancık, Türkeli, Erfelek, Kastamonu GEÇMİŞ OLSUN. Yardım elini uzatan SİYAD, SİNDEF, BOYABAT, Sinop Halkı ve yardım gönderen herkese teşekkür ediyoruz.
Afetler insanı çaresiz bırakıyor. Başımıza gelmeden önce tedbir alınması gerekiyor. Dere kenarlarının, sahil kıyılarının, ormanlık alanların imara açılmaması gerekiyor. Bunu herkes biliyor ama yine de bu yanlışlara engel olunamıyorsa, bu işte bir terslik var demektir.
Tersliği düzeltmek istiyorsak, bireyler olarak sorumluluklarımızın bilincinde olmalıyız. Derdimiz ortada, çare olacak yöneticilere ihtiyaç var. Felaket başımıza gelmeden önce çözüm yolları üretenlere ve tedbir zincirleri alanlara ihtiyacımız var. Salgın ve küresel ısınmaya karşı bilim adamları yıllar önce söylediler yazdılar. Nedense dünya getiri odakları duymadılar, duymazdan geldiler.
Halk olarak bilinçlenmek ve duyarlı olmak zorundayız. Biz bilinçlenmedikçe felaketler ve salgınlar ardımızı bırakmayacak. Güzel bir dünya, güzel bir Türkiye, insanların huzurla yaşadığı günler diliyoruz…
MUTFAK KÜLTÜRÜNÜN SÜRDÜRÜLEBİLİRLİĞİ BAKIMINDAN YÖRESEL YİYECEKLERİN MENÜLERDE YER ALMA DÜZEYİ: SİNOP ÖLÇEĞİNDE BİR ARAŞTIRMA- Öğr. Gör. Şaban KARGİGLİOĞLU -Sinop Üniversitesi, Aşçılık Programı- Öğr. Gör. Sibel AYYILDIZ- Karabük Üniversitesi, Aşçılık Programı
Öz Yöresel yemekler, o bölgede gelenek haline gelmiş, kültüre yerleşmiş ve halk tarafından diğer yemeklerden üstün tutulan yiyeceklerdir. Bunların oluşumunda coğrafi konum, üretim şekli, tarihsel gelişim, ekonomik ve kültürel ilişkiler, inanç ve etnik durum gibi faktörler etkili olabilmektedir.
Bu çalışmada, Sinop ilinin mutfak kültürünün sürdürülebilirliği bakımından bölgeye özgü yiyeceklerin yiyecek içecek işletmelerinin menülerinde ne ölçüde yer aldığını ortaya konulması amaçlanmıştır. Çalışmanın örneklemini, Sinop ilindeki yiyecek içecek işletmeleri oluşturmaktadır. Çalışmada yöresel yiyeceklerin envanteri için yerel halktan konu ile bilgisi olan birkaç kişi ile görüşülmüş ve yiyecek içecek işletmelerinin menüleri içerik analizi yapılmıştır. Araştırma sonuçlarına göre Sinop’a özgü yöresel yiyeceklerin Sinop Merkez’deki yiyecek içecek işletmelerinin menülerinde yer aldığı ve özellikle “Mantı”nın ön planda olduğu ortaya çıkarılmıştır. Araştırmanın sonucunda; turizm planlayıcılarına ve yiyecek içecek işletmelerine bir takım önerilerde bulunulmuştur.
SİNOP ARKEOLOJİ MÜZESİNDE BULUNAN GELENEKSEL GİYİM ÖRNEKLERİNDEN ÜÇ ETEK ENTARİ ÖRNEKLERİ-Yüksel DOĞDUÖğr. Gör., Sinop Üniversitesi,-Emel BULMUŞÖğr. Gör., Sinop Üniversitesi
Önce, bu çalışmada dernek başkanımızın kitabından alıntı yapılan bölümlere yer verelim:
Tarihte Asya’dan İpek Yolu ile gelen tüccarlar, çevre ilçelerdeki hanlarda konaklar ve deniz üzeri gideceği yerlere Sinop Limanı’ndan giderdi.
Bu nedenle Sinop, önemli bir liman şehridir. Sinop, tarihte farklı kültürlerin bir arada yaşadığı bir şehir olmuştur. Şehrin konumu sebebiyle yaşadığı ticari hareketlilik giyim kuşama da yansımıştır. Sinop kadınları her zaman temiz, süslü ve modayı takip eden kadınlar olmuştur (Sarıkaya, 2010: 309). Karadeniz bölgesinde, geleneksel olarak giyilen giysiler incelendiğinde bölge giyiminde en önemli giysilerin peştamal, üç etek entariler, havuz içi (bindallı), göynek, entari ve şalvarlar olduğu görülmektedir. Bölgede yıllarca dokumacılık yapılmış olması ve halen bu geleneğin devam ediyor olması giysilere diğer bölgelerde yer alanlardan farklı özellikler katmıştır. Bölgede dokumalar pamuklu yahut keten dokumalardır. Bu dokumalar çoğunlukla işlemeler yapılarak renklendirilmiştir. Yapılan işlemeler bu bölgeye ait değişik isimler ile özdeşleşmiştir (Sarıkaya, 2010: 328-329).
Çalışma için akademisyenlerimizi tebrik ediyoruz.
Öz Köklü bir birikime ve kültüre sahip olan Türklerin kendilerine özgü giyim kuşam örnekleri geçmişten bugüne ulaşarak tarihte yerini almıştır. Giyim kuşam örnekleri ait oldukları dönem ve topluluklara dair derin kültürel izler taşır. Yaşayış şekli, inanış, gelenek, görenek ve yaşanılan coğrafya ’ya özgü pek çok unsurun cevabı giysilerde bulunmaktadır.
Kültürel birikimin yadsınamayacağı illerden olan Sinop ili özellikle coğrafi konumu sebebiyle denizden gelen pek çok kültürün uğrak yeri olmuştur. Özellikle Karadeniz giyimi ile özdeşleşen peştamal yörede önemli bir giysi olmuş olsa da üç etek de tarih boyunca çevre ilçelerde ve köylerde giyilmiştir. Çalışma kapsamında yer alan üç etekler yörede giyilmiş ve halen benzer tarzda üç etekler özel günlerde giyilmeye devam etmektedir. Geleneksel giysilerin içerisinde çok önemli bir yere sahip olan üç etek entariler bu çalışma kapsamında incelemeye alınmıştır. Özellikle Osmanlı döneminde oldukça fazla giyilmiş olan üç etekler kadın giyiminin en önemli parçalarından birisidir. Çalışmada incelenen altı adet üç etek Sinop arkeoloji müzesinde depoda yer almaktadır. Otuz beş adet benzer kumaşlardan olan üç etekler içerisinden seçilen 6 farklı üç etek çalışmada incelenerek kayda alınmıştır. Çalışmada yer alan üç etek örnekleri boyut, kesim, dikim ve süsleme özellikleri bakımından incelenerek resimleri çekilmiş, envanter kayıtları karşılaştırılarak kontrolleri yapılmıştır.
…………………………………..
çalışmanın tamamını aşağıdaki linkte bulabilirsiniz:
Sinop sıcaktan kavuruluyor. Oysa, bilim insanlarımız küresel ısınma konusunda halkı bilgilendirmek için yılardır dil döküyorlar. Konuya duyarlı olanlar okuyor, yazıyor ve dikkatle paylaşıyorlar; ama bu yanlış gidişe engel olunamıyor.
eski SİNOP eskileri hep kaybediyoruz
Dünyada işleyen sistemin çarkına, ne çarkmış yahu diyesim var. M.Ö.’ den beri çıkar gruplarını besliyor, güzel değerlerin hepsini yutuyor, yok ediyor. Bilim kurgu filmlerinde yaratılan, özel sanal canavarlar gibi.
Toplumda, güzel ve doğru değerleri neden yaşatamıyoruz sorusunun cevabını çocukluk yılarımdan beri arıyorum. Yıl 1972, 16 yaşında yazdığım “DÜNYA İNSANLIĞI YUTUYOR” şiirimi okuyan arkadaşlarım;
” ne kadar karamsarsın, eğlence, gezme dururken sana ne dünyanın gidişinden” diyorlardı.
Sorun bu değil miydi? Eğlence, yeme içme, gezme tozma, para sahibi olma konuları insanları her şeyden çok cezbediyordu. Bulunduğu sosyal statüden bir basamak yükselen, bir süre sonra içinde bulunduğu arkadaşlarını küçümsemeyi tercih ediyor, onlara veriyor veriştiriyordu. Sorunlarla boğuşmak, insanı neler nelerle karşı karşıya getiriyor, ortaya sayısız sınıflar çıkıyordu.
Ne çoktu sınıflar, onlara çağın yeni trendine uygun(!) başka sınıflar da ekleniyordu. Olaya tarih boyunca sosyolojik olarak baktığımızda ise hepsinde ortak paydanın DOĞRULAR ve YANLIŞLAR olduğunu görmek kaçınılmazdı.
Esnaflar arasında “onun günlük cirosu bizimle bir olmaz” deyip para ile boy ölçenler, soy- sop statüsünden ” biz çok asil sülaleyiz” diyerek mezarda yatanlarla öğünenler, çok şımartılarak büyütülen ve kendini dünyanın merkezi zannedenler……..o kadar çok sıralayabiliriz ki.
Bu yanlış gidişin önüne geçmeye yaramalı farkında olduklarımız. Bir yolu olmalı ve eşitlik ilkesi işlemeli insanlık için. Siyasi çatışma yerine ÇÖZÜM üretmeliyiz.
Asırlık Sinop zeytininin yeniden yetiştirilmesi için 2019 Ağustos ayından beri yaptığımız çalışmaları sizlerle sürekli paylaştık. Akademisyenlerimiz, Sinop Belediyesi ve Sinop Bilim Kültür Derneği olarak her bir paydaş görevini tam anlamıyla yerine getirdi.
Özenle yürütülen projede, asırlık zeytin çelikleri bir sene serada bekletildi. Sinop Belediye Başkanı, Başkan Yardımcısı, BİLKE Yönetim Kurulu ve Prof. Dr. İbrahim BAŞAĞAOĞLU ile belediye yetkililerinin katıldığı dikim gününde, fidanlar UYGULAMA ALANINA dikildi.
Belediye Başkanı fidan
dikiyor
Kasım-2020
Havalar son günlerde çok sıcak gittiği için, fidanları yerinde görmek istedik. Dernekten arkadaşlarla 14.07.2021 Çarşamba günü uygulama alanına gittik.
Asırlık zeytin fidelerini tek tek kontrol ettik. Alan otlanmış ve fideler bakımsızdı. Yaz sezonu olduğundan izine ayrılanlar mı oldu diye düşündük? Alanın tamamını taradık, çok emek verilerek çimlendirilen çelikler, alana dikilmişti ve umutla sonuç almayı bekliyorduk.
Asırlık zeytinlerden, hayata tutunmaya çalışanlar olduğunu gördük. Alanın sulamaya ve bakıma ihtiyacı vardı. Sayın Belediye Başkanımız projenin her aşamasında Sinop Zeytini konusunda çok duyarlı davrandı. Aynı hassasiyetin devamını bekliyoruz.
Hayata tutunmaya çalışan filizlerden biri, yaşamını sürdürmek için mücadele ediyor. Sinop zeytini zamana direnerek asırlardır yaşamış. Filizlerinin de yaşaması için gerekli görüşmeleri yapacağız.
Bu yıl, eski orijin Sinop zeytinlerinden alınan zeytinler, “Zeytincilik Araştırma Enstitüsü-Bergama-İzmir “de literatüre geçen SİNOP ZEYTİNİ1,2,3,4,5,6 kodu ile kayıtlanan çeşitlerle eşleştirilecek. Özenle başlayan proje, yine özenle sürdürülecek ve daha sonra coğrafi işaret alınacaktır.
Köy ve kırsallarımıza yapılan yerleşimler, toplum içindeki davranış biçimlerinin temelini oluşturuyor. Geçmişin ve ailenin birikimlerine zamanla eklenen kişisel kazanımlar da sosyal yaşama yansıyor.
Bu günlere nasıl geldiğimizi ve bu yurdun ne emeklerle kazanıldığını unutmamak için, köylerimiz ve yerleşimlere değer veriyor ve sıklıkla yerleşimler hakkında yayımlanan akademik eserleri kaynak gösteriyoruz.
Toplumda uyum sağlamak, aile içindeki bireylerin uyumuyla başlar. Komşuluk, mahalle, köy ve kent uyumları uygarlığın sonuçlarıdır. Köyden kente göçler, uyumu kaybetmesin.
Köylerimiz ve eski tarihli üretimler hakkındaki yazılarımız yoğun ilgi görüyor. İlgi gördükçe de biz araştırmaya devam ediyor ve sizlerle beraber biz de bilgileniyoruz.
Üretim konusunda eski belgelerle günümüzü karşılaştırdığımızda, gerçek apaçıktır. Üretme konusu ihmal edildikçe halk zorunlu alıcı olma mecburiyetinde kalmaktadır. Üretime ağırlık verme yerine, gökdelenler dikmeyi tercih edenler, toprağın ve doğanın AHI ile karşı karşıya olduğumuzu bilmiyorlar mı diye düşünmeden edemiyoruz. Sorunları temelinden çözme neden tercih edilmez ki?
Sinop bağ üzümü, Sinop köy üzümleri konusunda yıllardır yazıyor, akademik bulguları paylaşıyoruz. Dernek Yönetim Kurulu, yetkililerle bu konuda çok görüşmeler yaptı. Sinop’ta kesinlikle canlanması gereken bir üretim. Görüşmelerimizden sonuç alamadık, ama biliyoruz ki doğanın gücü cehaleti yenecek. Eski üzüm bağları kökleri ile direnecek ve geleceğe taşınacak. İbn_i Batuta, Evliya Çelebi ve diğer yabancı seyyahlar, eski tarihlerde Sinop’ta üzüm bağlarının varlığını anlatmaktadırlar.
SİNOP KOKULU ÜZÜM
1487 SİNOP’TA ÜZÜM ŞIRASI ÜRETİMİ VE ALINAN VERGİLER:
Kaynak: Prof. Dr. M. Ali Ünal-Osmanlı Devrinde Sinop
İmparatorluk ve Beylikler döneminde köylü ürettiği her mahsulün vergisini devletine misli ile ödemiştir. Günümüzde artık o topraklar boş, üretim yok denecek seviyededir. Halk AVM, dış ticaret ve ithalat bağımlısı durumundadır. Yerli üretim için canla başla çalışacak samimi, yurdu için kendisini feda eden insanlara özlem duymaktayız.
Yarın babalar günü. Sokağa çıkma yasağı olduğu için babalar gününü dernek olarak bu gün kutladık. Babalar günü denilince Sinop’ta herkesin aklına Sayın Fehmi AYDIN gelir. Gerçekten gelmelidir de. Neden biliyor musunuz? 1976- 77 öğretim yılında, ben 20 yaşında iken Sinop Kız Yetiştirme Yurduna öğretmen olarak atandım. Öğretmen arkadaşlar arasında benden üç beş yaş büyükler ve akran olanlar vardı.
Müdür baba, kurumu hepimize ailemiz gibi hissettirdi. Hem biz genç öğretmenlere, hem personele hem de çocuklara çok emeği geçti. O, köy enstitüsü mezunu değerli öğretmendi. Ondan hepimiz çok şey öğrendik.
Çocuklarımızın hepsi ayrı ayrı değerliydi. Aralarında hiç birimizin unutmadığı, özel bir kız vardı. Dikmen köyü nüfusuna kayıtlı hem konuşma hem zeka engeli olan kızımızdı. O yöreye sorduğumda, annenin de aynı engeli olduğunu, tecavüze uğradığını ve çocuğun da doğduğunda Çanakkale yuvasına teslim edildiğini öğrenmiştim. Çocuk 6 yaşına girdiğinde Sinop Yetiştirme Yurduna getirilmişti. Benim çalıştığımda ise Ayşe 16 yaşında bir genç kızdı. Mutfakta annelere işlerde çok güzel yardım ederdi ve yurdun tüm işleyişine de hakimdi. Konuşmuyordu ama algısı ve sezgisi çok yüksekti.
Bir gün çocuklarla NESİ VAR oynuyoruz. Ayşe konuşamıyor ama, e, e diyerek kendini işaret ediyordu. Çocuklar sen oynama deseler de o oyuna katıldı. Salonun dışına çıktı Ayşe. Çocuklar da içerde bir nesneyi sakladılar. Ayşe gel dediler. Canım Ayşem güle güle, seke seke girdi içeri. Sesli harflerin üstüne basarak kendini ifade etmeye çalışırdı. Nesneyi arıyordu, ama kıkır kıkır da gülümsüyordu. Hepimiz ne olacak diye bekliyorduk. Eski tip uzun camları vardı yurdun. Camların önünde de büyük çiçekler. Ayşe gitti, kocaman çiçeğin yaprakları ile örtülü dibindeki nesneyi buluverdi. Odada hep birlikte”aaaaaaaa” nidası duyuldu. Ayşe beli bükülen kadar eğiliyor gülüyor, sonra doğruluyor ve o da herkese gülüyordu. Benim bulamayacağımı mı sandınız dercesine. Kızlar inanmadı Ayşe’ye, çık dışarı anahtar deliğinden bakmışsındır dediler. Ayşe çıktı, bu sefer daha zor bir yere saklandı nesne. Ayşe içeri alındı, herkesi tek tek süzüyor, arada gülüyor, sonra aranıyordu. A a o da ne, Ayşe yine nesneyi buldu.
Yurt çocukları kanuni olarak 18 yaşını doldurana kadar yurtta kalıyorlardı. Ayşe18 yaşını doldurunca Fehmi AYDIN: ” 5 çocuğum olmasa bu çocuğu evime alır, Bakırköy’e göndermezdim” dedi. Ayşe için hepimiz çok üzgündük. Hele Müdür Baba Fehmi Aydın, evladıma bakamadım diye derin düşüncelere dalıyordu. Bir gün nöbetçiydim, hemşiremiz Nurten Abla, Müdür Baba ile beraber Ayşe’yi bir polise evrakla teslim ettik. O günü, Ayşe’nin gezmeye gidiyorum diye sevinmesini, içimizin kan ağlayışını hiç unutamıyorum. Ayşe Bakırköy Hastanesine yerleşti, müdür baba onu orada da görmeye gitti. İşte Fehmi AYDIN böyle bir eğitimciydi. Türkiye’nin dört bir yanında olan evlatları, toplanıp onun ziyaretine geliyorlardı.
Bilke olarak, babalar gününde değerli Fehmi AYDIN BABAYA plaket verdik. Günümüze katılan Eski Kız Yetiştirme Yurdu Müdür Yardımcısı Hümeyra KILIÇ, hemşire Nurten ÇINAR, öğretmen Kadriye SAYIN ve genç katılımcılara dernek yönetim kurulu adına çok teşekkür ediyorum.
Sinop ve evlatları Fehmi AYDIN’I unutmayacak. TÜM BBALARIN BABALAR GÜNÜ KUTLU OLSUN.