RSS

Kategori arşivi: BİLİMSEL MAKALELER VE YAZILAR

BİLKE bilimsel çalışmalara değer veriyor. Bu kategoride yayınlanan yazı ve makaleler, toplumsal kalkınmada baş vurulacak akademik verilerdir. Kurum ve kuruluşların, gerçek ve tüzel kişilerin faydalanacağı kaynak niteliği taşımaktadır.

DERİCİLİK SANATI

07.09.2023- Prof. Dr. Melda ÖZDEMİR -2007 Gazi Üniversitesi Endüstriyel Sanatlar Egitim Fakültesi Dergisi Sayı:20, s.66-82

Türklerin Orta Asya’da baslayan dericilik zanaatı, batıya göçle Anadolu’ya tasınarak gelisimine devam etmistir. Bu uzun süreç içinde sosyo-kültürel yapıya baglı olarak derinin kullanım alanları genislemis ve tasarımları da çogalmıstır. Bu çalısma, Türk dericilik sanatı; Orta Asya’da dericilik, Osmanlı İmparatorlugu Döneminde dericilik , Cumhuriyet’in ilanından sonra dericilik ve Günümüzde dericilik olmak üzere dört bölüm altında toplanarak incelenmistir.

görsel,bilke int. alıntı

Orta Asya’da Dericilik ve Deri Sanatı
Orta Asya Türk Topluluklarında doga kosulları ve yasayıs biçimi, derinin günlük yasamda
yaygın olarak kullanılmıstır. Türk topluluklarında deri süslemeciligi, ata verilen önemle ortaya çıkmaktadır. Orta Asya boylarındaki savaslardan, yaptıkları tüm seferlere kadar kendilerinin ve atlarının kusanmasına çok önem vermislerdir. Binicilikten baska at sürülerini beslemelerinin diger bir nedeni de etini yemeleri, sütünden kımız yapmaları ve derisini de giyimde kullanmalarıydı. Orta Asya’da deri pantolon, çizme ve kürk en yaygın giyim seklidir. Kosum takımları, deri tulumlar, su mataraları, yemek tabaklarının

mahfazaları, hep deridendir. Eger, baslık, at takımları ve araba kosumları deri, kösele ve mesinden üstün bir sekilde islenmistir. Ayrıca deri üstüne bezemeler son derece büyük ustalıkla yapılmıstır. Gerek deri üzerine bezemeler gerekse deri aplikasyonların çok ileri bir asamada oldugu belirtilmektedir ( Diyarbekirli, 1972: 78-79).
Orta Asya Türk bölgelerinde bulunan Pazırık kurganından çıkarılan Türklere ait deriden yapılmıs giyim esyaları, çizmeler, at kosum takımları, eyerler gibi örneklerin oldugu bilinmektedir (Yelmen, 1998: 227).
Hun kurganlarının dısında Göktürk, Uygur gibi Türk topluluklarına ait kurganlarda da deriden yapılmıs esyalar ele geçirilmistir. Türk deri sanatının izlenebilecegi en eski örnekler; Hun kurganlarından çıkarılan deri esyalardır. Hunlar deri at, eger ve kosum takımlarını, eyer altı örtülerini, kap-kacak gibi esyalarını, lahitleri yine deriden yapılmıs aplike motiflerle süslenmislerdir.
Hunlar, ustalıkla isledikleri deriyi boyayıp; günlük gereksinimlerine göre biçimlendirdikten sonra , geometrik motifler ya da bozkır kültürünün sanatında yogun olarak görülen hayvan figürleriyle süslemislerdir. Hayvan figürleri farklı renklerde boyanmıs deri yüzeyler üzerine yapıstırılmıs ya da dikilmistir. Hayvan figürleri, (hayvan mücadele sahneleri) en çok deri eyer apliklerinde görülmektedir (Sekil 1ve 2). (Gargı, 2000: 24).

Orta Asya’da kemer, çizme, çanta gibi deri aksesuarlar, bozkır yasantısına uygun biçimde yapılmıstır. Bu
aksesuarlar üzerinde hayvan figürleri, geometrik ve bitkisel motifler islenmistir. Orta Asya’da derinin kullanım alanları çok çesitlidir. Bu alanlardan biri olan ayakkabılar; Türk kültür tarihinde Orta Asya’dan baslayarak çesitlenmis ve degisik adlarla anılmıstır.
Orta Asya’da basta çizme olmak üzere çarık, edük-etik, basmak gibi ayakkabı türleri giyilmistir. (Sekil 3) Bu dönemi anlatan kaynak ve resimlerden çizmelerin geometrik ve stilize motiflerle, dikis ve isleme teknikleriyle , Hun aristokratlarına ait kurganlardan çıkartılan buluntulara göre; altın ve gümüs sırmalarla islenerek yapıldıgı görülmektedir.

görsel, bilke int alıntı

Selçuklularda Dericilik ve Deri Sanatı
Türklerde İslamiyet’in kabulüyle birlikte sanat gücü artmıs her alanda oldugu gibi dericilik
alanında da güzel örnekler ortaya çıkmıstır. Anadolu’da en zengin örneklere Selçuklu ve
Osmanlı döneminde rastlanmaktadır (İscan, 1970: 3).
Malazgirt zaferiyle Anadolu’ya yerlesen Türkler’in dericilik alanında oldukça ileri düzeyde oldukları bilinmektedir. Anadolu 1071’de Malazgirt Savası’nı kazanmaları, Türkler’e Anadolu kapılarını açmıstır. Bu tarihten sonra Orta Asya’dan yola çıkarak ; Horosan ve İran’da bir süre yerlesik yasamıs Türkler, kitleler halinde Anadolu’ya girmislerdir.
Selçukluları devrinde ilk sanat kurumu olan “Ahilik teskilatı” kurulmustur. Bu örgütlenmenin kurucusu Ahi Evren olmustur. Anadolu’da dericilik alanında en parlak dönem Ahilik kurumu içerisinde gelismistir (Tekin, 1993 : 53).
Türklerin baslıca geçim kaynagı hayvancılıktır. Derinin islenmesi için gerekli bitkiler Anadolu topraklarında yetismektedir.
Bu dönemde Anadolu’yu dolasmıs Saint Quentinli Simon adlı bir papaz, Anadolu tarımının yanı sıra, hayvancılıgına iliskin genis bilgiler vermektedir. Yetistirilen küçükbas hayvanları, bunlardan saglanan yünün ve kılın degerlendirilmesini aktarır. Hayvancılık bu denli yaygın olduguna, hayvansal ürünler bu denli iyi biçimde degerlendirildigine göre, bilinen deri ürünlerden yola çıkarak (giysi, ayakkabı, kemer), deri islemenin de gelismis oldugu ortaya çıkmaktadır. Özellikle o dönemlerde yasamıs Kasgarlı Mahmut’un ve İbni Batuta’nın yapıtlarında bol miktarda deriden yapılma esyaların adlarına rastlanması bunu
kanıtlamaktadır (Dagtas, 2002: 6-7).
Bugün çesitli müzelerde sergilenmekte olan Selçuklu minyatür, çini, keramik, fresk, tas kabartma ve maden eserleri incelendiginde, o dönem giyim kusamı içerisinde özellikle ucu kıvrık kırmızı, beyaz renkli çizmelerin, kemerlerin, meslerin yaygın biçimde kullanıldıgı anlasılmaktadır. Derinin bu denli yaygın kullanımı, elde edildikten sonra islendiginin önemli bir göstergesidir. Bunun dısında hayvanların yularları, okların içine kondukları, ‘tirkes’ adı verilen ok torbaları da deriden yapılırdı. Selçuklular, Orta Asya geleneginin devamı olarak çizmeyi yaygın biçimde kullanmıslardır. Selçuklu dönemine ait Varka ve
Gülsah Minyatürleri, Selçukluların çizmeyi yaygın biçimde kullandıklarını belgelemektedir. Bu minyatürlerde Selçukluların, burun kısmı sivri kesilen deriden yapılma, topuk ve yan kısımlarına ip geçirilerek ayaga göre biçimlendirilmis çarık giydikleri gözlenmektedir (Dagtas, 2002: 8).
Deriden yapılan ürün çesitliligi, ata meslegi dericilik olan Türklerin, Selçuklu döneminde de deri islemede ne kadar ileri düzeyde olduklarını ortaya koymaktadır.
İslamiyet sonrası Anadolu Türk Sanat’ında görülen tasarım anlayısının, tüm sanat dallarında oldugu gibi deri ürünlerin tasarımına da yansıdıgı görülmektedir. Selçuklu döneminden günümüze ulasan deri sanatının en güzel örnekleri deri ciltlerdir.
Selçuklu döneminde gelisen rekabet olgusu ve ürünlerdeki kalite kaygısı, Ahilik örgütlenmesinin bir sonucudur. Bu da deri ürün üretimini olumlu anlamda etkilemistir.

BİLKE YORUM: Eski tarihlerde dünyada öncü ve örnek olan Türk toplumunu, bu gün dünya stratejisi içinde nerede diye düşünmeden geçemiyor insan. Sanayi devrimi aklımızı satın almamalıydı. Sanayi patronları, bizi esir etmemeliydi. Getiri savaşlarının yoluna, insanlar kurban edilmemeliydi. Gözümüzü açmalı ve kendimizi, yurdumuzu, milletimizi küreselleşen dünyanın canavarlarından korumalıyız.

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

18. YÜZYILDA SİNOP SAMSUN’DAN ETKİN Mİ?

05.09. 2023- Prof. Dr. İbrahim GÜLER-İstanbul Üniversitesi, Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi Öğretim Üyesi

Sinop ve Samsun’un 18. Yüzyıl Osmanlı İdare Teşkilatlanmasındaki Yeri

foto-eski Sinop 1950

Sinop ve Samsun’un söz konusu dönemde Osmanlı Devlet Teşkilatı içinde iki farklı idarî birimde yer aldığı görülmektedir. Bu dönemde, idarî olarak Sinop, merkezi Kütahya şehri olan Anadolu eyaletinin Kastamonu sancağına bağlı kaza birimlerinden biridir. Samsun ise, aynı dönemde idarî teşkilatlanmada, “muhassıllık”(1) biçiminde idare olunan bir birimdir ve Trabzon eyaletiyle irtibatı bulunmaktadır.(2)

Samsun’un, Kanunî Sultan Süleyman döneminde merkezi Trabzon şehri olan ve Kanunî devrinden itibaren eyalete dönüştürüldüğü görülen Trabzon eyaleti teşkilatı içinde yer almadığı anlaşılmaktadır. Kanunî döneminde ve bundan daha önceki devirlerde, örneğin II. Bayezid devrinde, Samsun (Canik)’un Erzincan valiliğine bağlı olduğu görülmektedir. 17. yüzyılın meşhur müelliflerinden Kâtip Çelebi ve
meşhur seyyahlarımızdan Evliya Çelebi de Trabzon eyaleti sancakları arasında Samsun’u saymamaktadırlar.(3) 18. Yüzyılın ilk yarısında Trabzon eyaleti idarî taksimatı ve tevcihatı hakkında yapılan bir incelemede de Samsun’un Trabzon eyaleti dâhilinde yer almadığına işaret edilmektedir.(4)

Samsun’un, sancak birimi (Canik sancağı) olarak, bir ara Sivas (Rum) beylerbeyliğine (eyaletine) bağlandığına, 19. yüzyılda Tanzimat’tan sonra da Trabzon eyaletine dâhil edildiğine dair bilgiler bulunmaktadır.(5)

18.yüzyılda Sinop, idarî yapı olarak, Samsun’a göre daha küçük bir birimi
teşkil ediyor görünmektedir. Ancak Sinop’un, aynı dönemde daha farklı bir yapılanma ile, malî ve evkaf nitelikli bir devlet teşkilatlanmasında “sancak”,(6) timar teşkilatlanmasında “nahiye”(7) birimi olarak anılması söz konusudur.
Sinop, her ne kadar devlet idare teşkilatlanmasında idarî birim olarak Samsun’a göre daha küçük bir teşkilatlanmayı temsil ediyor gibi görünmekte ise de, hem malî teşkilatlanma açısından hem de ticaret ve askerî(8) etkinlik bakımından 18. yüzyılda ondan çok daha etkin bir durumdadır ve etkisi daha geniş bir alana yayılmaktadır.

BİLKE YORUM: Eski tarihlerde Sinop’un Samsun’dan daha etkin oluşunu önemli bulduğumuz için bu çalışmayı paylaşıyoruz. Sinop M.Ö. de Dünya Ticaret Merkeziydi. Sinop, kabuğunu kırmalı ve suyun sinesinde sakladığı güzellikleri açığa çıkarmalıdır.

Sayın, Prof. Dr. İbrahim GÜLER’E teşekkür ediyoruz. Tamamını okumak isteyenler,

ONSEKİZİNCİ YÜZYILDA SİNOP – SAMSUN İLİŞKİLERİNE AİT BAZI GÖZLEMLER
İbrahim GÜLER yazarak internetten PDF olarak ulaşabilirler.

1 «Muhassıl, Tanzimat’a kadar devlete gelir getiren kaynakları [mîrî mukataaları] iltizam eden
[muayyen bir bedel karşılığında işletmeye alan] vezir ve vali, âyân ve sâireden kimselere
verilen ad» olarak tanımlanmaktadır ve bu tabirin, 1839’dan itibaren iltizam usulü
kaldırıldıktan sonra, her liva ve kazada devlet gelirlerini toplama işiyle görevli memurlar için

kullanıldığı görülmektedir. [Bk. Midhat Sertoğlu, Osmanlı Tarih Lûğatı, Düzeltilmiş ve İlâveli
İkinci Baskı, Enderun Kitabevi, İstanbul 1986, s. 228.]
Muhassıllık ise, bir çeşit vergi tahsildarlığı anlamına gelmekte olup, aynı zamanda XVIII.
yüzyılda bazı sancaklar yönetimi için kullanılmış bir tabirdir. XVIII. yüzyılda Aydın, Saruhan ve
Canik (Samsun) gibi bazı sancaklar muhassıllıkla yönetilmişlerdir. Muhassılların sancakbeyliği
görevini yaptıkları anlaşılmaktadır. Muhassıllıkla idare olunan Samsun (Canik) ve diğer
sancaklara sancakbeyi yerine atanan muhassıllar, vergi toplama işlerinin yanında sancakbeyi
gibi atandıkları yerde asayişi de sağlamakla görevli idiler.[Bk. Yücel Özkaya, XVIII. Yüzyılda
Osmanlı Kurumları ve Toplum Yaşantısı, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları: 600, Birinci Baskı,

Ankara 1985, s. 202.]
2 «Trabzon valisine ve Gresun ve Karahisar-ı şarkî ve Bayramlu ——kadılarına ve Canik
muhassılı Mîr Ali zîde mecdehüye hüküm ki, (…..)(…..)(…..)…… » [Bk. Başbakanlık Osmanlı
Arşivi (BOA), Trabzon Defteri, Nu: 2, sene 1173-1211, s. 61-62, hüküm: (numarasız), belge
tarihi: Fî evasıtı Za 1177 ( Mayıs ortaları 1764)].
XVIII. yüzyılda Samsun (Canik)’un, “müstakil sancak” sıfatıyla özel bir idare biçimiyle Osmanlı
Devlet teşkilatlanmasında yer aldığına dair bilgiler vardır.
3 Bk. M.C. Şehabeddin Tekindağ, “Trabzon” maddesi, İslâm Ansiklopedisi, XII/1, s. 464-467;
Özkaya, “XVIII. Yüzyılda Trabzon’un Genel Durumu”, Ondokuzmayıs Üniversitesi Eğitim
Fakültesi (OMÜEF) Birinci Tarih Boyunca Karadeniz Kongresi Bildirileri, 13‐17 Ekim 1986,
Yayına Hazırlayanlar: Mehmet Sağlam, Bayram Kodaman, Ahmet Nişancı, Celal Tarakçı,
Samsun 1988, s. 133-134.

4 Bk. Orhan Kılıç, “XVIII. Yüzyılın İlk Yarısında Trabzon Eyaleti’nin İdarî Taksimatı ve Tevcihatı”,
Uluslararası Katılımlı Trabzon Tarihi Sempozyumu (6‐8 Kasım 1998, Trabzon), Trabzon Tarihi
İlmi Toplantısı (6‐8 Kasım 1998) Bildiriler, 2. Baskı, Trabzon 2000, s. 181.

5 Bk. “Samsun”, Türk Ansiklopedisi, Cilt: XXVIII, Milli Eğitim Basımevi, Ankara 1980, s. 107.

6 Bu konuda ayrıntı için bk. İbrahim Güler, XVIII. Yüzyılın İlk Yarısında Sinop‐İdari Taksimat ve
Ekonomik Tarihi, Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü Yakınçağ Tarihi
Anabilim Dalı Doktora Tezi, İstanbul 1992, s. 32-43.
7 Bk. Güler, “XVIII. Yüzyılda Osmanlılarda Kale Mustahfızlığı Hakkında Bazı Bilgiler”, Prof. Dr.
Bayram Kodaman’a Armağan, Samsun 1993, s. 395, 407 (Ek: 2), 409 (Ek: 3) ve karşılaştırınız s.
410-411 (Ek: 4-a,b).
8 Bk. Güler, “XVIII. Yüzyılın İlk Yarısında Askeri Seferlerde Sinop’un Güvenlik ve Asayiş
Meselesi”, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dergisi, Sayı: 6 (Samsun 1991), s. 389-
412.

 

Etiketler: , , , , , , , ,

KUTADGU BİLİG TÜRKÇESİNDEN ANADOLU AĞIZLARINA

03.09.2023-Prof. Dr. Gürer GÜLSEVİN

KUTADGU BİLİG’DE OLUP TÜRKİYE TÜRKÇESİ YAZI DİLİNDE KULLANILMAYAN, ANCAK TÜRKİYE TÜRKÇESİ AĞIZLARINDA YAŞAYAN KELİMELER

Anadolu’ya gelen Oğuzlar, Orta Asya’daki ortak edebi yazı dilini kullanmak yerine, kendi diyalektlerini yazı dili haline getirmişlerdir. Bu yüzden, ses ve şekil özelliklerinin yanı sıra, söz varlıklarında da bazı farklı tercihleri olmuştur. Bu durum Kutadgu Bilig’in dili ile Türkiye Türkçesi karşılaştırıldığında daha açık
görülür. Ancak Türkiye Türkçesinde kullanılmasa bile ağızlarında yaşamaya devam eden pek çok kelime de saklanmıştır. Aşağıda bunlardan bazıları listelenmiştir.

Ağızlara ait kelimeler, Derleme Sözlüğü’nden (DS.) alınmıştır:

Kutadgu Bilig’de (ARAT II) Türkiye Türkçesi Ağızlarında (DS)

adaş : arkadaş, dost adaş 1. Arkadaş, dost; 2. Kardeş, kardeş edinilmiş olan (DS.64)

ağ- : yükselmek, çıkmak ağmak 1. Aşağı inmek; 2. Aşmak; … 10. Yükselmek, yukarı çıkmak (DS.102)

al : hile al Hile (DS.165)

alım : alacak, borç alım (III) [→algı (II)-3] Vergi (DS.s.218)

anık : hazır anık (II) Hazır, mevcut (DS.s268)

asıg : fayda, kar, kazanç ası (III) (asıg, asık, assı) Fayda (DS.s.342)

asrakı : alttaki asra Aşağıda (DS.s.347)

aşa- : yemek, aş yemek aşamak (I) Yemek yemek (DS.s.350)

atık- : ad sahibi olmak, ismi yayılmak, meşhur olmak

atıkmak (I) 1. Kötü ünü çıkmak, 2. Ün kazanmak (DS.s.369)

aya- : acımak, korumak ayamak [ayalamak I] 1. Uz kullanmak, kayırmak, korumak, 2. menetmek, 3. Karşı koymak, dayatmak, 4. Çok yüz vermek, şımartmak, 5. Serbest bırakmak, …(DS.s.406)

ayak : çanak, kase, hadek ayak (I) 1. Tas, maşraba, 2. Kadeh, 3. Bardak (DS.s.399)

basıt- : bastırmak basitmek Hızla sokup yerleştirmek (DS.s.541)

başçı : başkan, baş, şef başcı (I) [→ başçıl – 1] Başkan, başbuğ, lider (DS.s.556)

bayu- : zenginleşmek bayımak (I) [bayırmak] Zengin olmak (DS.s.579)

beki- : sağlamlaşmak bekimek 2. [→ berkimek–II] iyileşmek, sağlamlaşmak (DS.s.602)

belgü : alamet, nişan belgi (III) Nişan (DS.s.616)

Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı : 20 Yıl : 2006/1 (109-121 s.)

111

belingle- : korkmak, ürkmek belinlemek, beliŋlemek Şaşkınlıkla karışık korku duymak, irkilmek, ürkmek, uykudan sıçrayarak korku ile uyanmak, afallamak, şaşırmak (DS.s.618)

bert- : berelemek, yaralamak bertmek 1 [→ bertilmek (I)-1] İncinmek, burkulmak, 2 [→ berkitmek I, 3] Yara azmak (DS.s.638)

botu : çocuk, yavru, bebek bottu Kısa boylu (DS.s.744)

böke : pehlivan böke (II) Güçlü, elebaşı, pehlivan yapılı (DS.s.767)

böri : kurt börü (I) Kurt (DS.s.772)

bulak : pınar bulak (I) 1. Kaynak, 2. çeşme (DS.s.785)

buyruk : müşavir, vezir buyruk 1. Önder, amir, sözcü, 2. Emir (DS.s.808)

çal : alaca, kır çal (VI) 1. Ala renk (DS.s.1047)

çıbun : sinek çıbın Sinek (DS.s.1153)

egin : sırt eğin (II) [→ eyin II-1] 1. Vücut, beden, 2. Sırt, arka, 3. Göğüs kemiği (DS.s.1821)

elik : dağ keçisi, yabani keçi elik (I) Dağ keçisi, karaca (DS.s.1717)

em : ilaç em (I) İlaç, merhem (DS.s.1729)

etükçü : ayakkabıcı etik (II) [→ edik I] 1. Köylü çizmesi, 2. Patik, çocuk

ayakkabısı (DS.s.1664)

eymen- : utanmak, çekinmek eymenmek 1. Korkmak, korkuyla canı sıkılmak, ürkmek,

2. Utanmak, sıkılmak, çekinmek (DS.s.1827)

idi : sahip, Rab, Tanrı iye 1. Koruyan, sahip, 2. Ev sahibi (DS.s.2573)

ig : hastalık, hasta iğ Hastalık, dert (DS.s.2508)

ini : yaşça küçük kardeş ini Kayınbirader (DS.s.2543)

iw- : acele etmek, koşmak, çırpınmak ivmek 1. Acele etmek, 2. Çok istemek (DS.s.2572)

kadaş : kardeş, akraba gadaş (II) [→ gada II] 1. Kardeş (DS.s.1888)

kadıt- / kayıt- : dikilmek, geri dönmek, yüz çevirmek, inat etmek

kayıtmak 1. Geri dönmek (DS.s.2702)

kargış : beddua kargış İlenç, beddua (DS.s.2660)

karmak : çengel garmak Olta, zincir çengeli (DS.s.1928)

kayır : kum kayır (I) 1. Kalın kum, 2. İnce kum (DS.s.2700)

kırgıl : kırçıl kırkıl (II) Allı karalı, kır renkte olan (DS.s.2829)

koldaş : arkadaş koldaş Bir işi beraber yapan kimseler (DS.s.2910)

kuç- : kucaklamak guçmak Kucaklamak, sevmek (DS.s.2187)

Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı : 20 Yıl : 2006/1 (109-121 s.)

112

kulan : yaban eşeği kulan İki üç yaşında dişi tay, kısrak (DS.s.2995)

gulan (II) Üç dört yaşındaki dişi tay (DS.s.2191)

kurugsak : gönül gursak 1. kursak, 2. Mide, 3. Kalp, 4. Akıl, 5. Yemek borusu (DS.s.2200)

kurut : peynir kurut (I) 1. Kurutulmuş süzme yoğurt, 2. Çökelek (DS.s.3013)

gurut 1. Suyu süzülmüş ayranla çökelek karışımının kurutulmuş şekli, 2. Çökelek (DS.s.2201)

küd- : beklemek küymek (I) 1. Gözlemek, beklemek (DS.s.3056)

güymek (I) Dayanmak, beklemek (DS.s.2242)

kişen : köstek gişendillik Hayvanın ağzına gem gibi vurulan yular (DS.s.2085)

közüngü : ayna gözüngü [→ gözgü] Ayna (DS.s.2184)

nelük : niçin, neden, nasıl nelik (I) 1. Niçin, 2. Ne işe yarar (DS.s.3245)

okı- : 1. okumak, 2. çağırmak okumak Düğün, mevlit vb. yerlere çağırmak (DS.s.3276)

okşa- : benzemek okşamak [ → ohşamak (I)] Benzemek, andırmak (DS.s.3273)

öl : ıslak, yaş, nem öl (I) Toprağın nemi, tavı (DS.s.3328)

höl (I) 1. Az ıslaklık, 2. Yaş (toprak, çamaşır vb.) (DS.s.2430)

örtüm : müshil ötürmek (I) İshal, sürgün olmak (DS.s.3359)

sak : uyanık sak (I) 1. Uyanık, tetikte, 2. Uykusu hafif kimse (DS.s.3516)

sanç- : sançmak, dürtmek, vurmak sançmak 1. Saplamak, batırmak, 2. Isırmak, sokmak (DS.s.3535)

saw : söz, haber, öğüt, nasihat sav (I) 1. Söz, laf, dedikodu, 2. Bilgi, haber (DS.s.3551)

say : çakıl say (I) 1. Düz, tabaka biçiminde ince yassı taş, 2. İri, büyük kaya (DS.s.3556)

sın- : kırılmak, bozulmak, incinmek sınmak (I) Kırılmak (DS.3612)

süçig : tatlı; içilecek şey, şurup süci Şarap (DS.s.3704)

süngük : kemik sümüh / sümük (I) Kemik (DS.s.3713)

tamu : cehennem tamu Cehennem (DS.s.3818)

tap- : tapmak, bulmak, kavuşmak; hizmet etmek

tapmak (I) 1. Bulmak (DS.s.3828)

Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı : 20 Yıl : 2006/1 (109-121 s.)

113

tart- : tartmak, çekmek, uzatmak, çıkarmak

tartmak (II) Çekmek (DS.s.3836)

tetik : zeki, akıllı tetik 1. Uyanık, 2. Çabuk davranan, çevik, 3. Becerikli (DS.s.3898)

tıd- : geri koymak, mani olmak dıyan Akan suyun önüne kazık ve çalılarla yapılan bent (DS.s.1475)

tılmaç : tercüman dilmaç Çeviren (DS.s.1497)

tiying : sincap tiyin [→ tiyik (I) ] Sincap (DS.s.3942)

tün : Gece tün Gece (DS.4011)

tüne- : gecelemek dünemek (I) 1. Barınmak, 2. Uyumak (DS.s.1631)

tüs : renk, güzel, koku, rayiha tüs Renk (DS.4014)

ul- : eskimek, dağılmak ulmak 1. Çürümek, ezilmek, kokmak, 2. İncelip kırılmak,

eskiyip üzülmek, parçalanmak (DS.s.4034)

umunç : ümit, umut umunç [→ umulcama] Umulan, beklenen, olması istenen şey (DS.s.4038)

ülüg : hisse, nasip, pay, kısmet ülü (I) 1. Düğünde gönderilen çerez armağanı, 2. Çocuklara

verilen küçük armağan, 3. Sadaka, 4. Armağan, 5. Pay, kısmet (DS.s.4064)

ülüş : hisse, nasip, pay, kısmet ülüş (I) Komşuların birbirine gönderdiği yemek (DS.s.4064)

ür- : üflemek ürmek (II) Üfleyerek şişirmek (DS.s.4070)

üyük : sulak yer, bataklık üyük (II) Cıvık çamur (DS.s.4084)

yagı : düşman yağı Düşman (DS.s.4119)

yakşı : güzel, iyi yağşı İyi, güzel, değerli (DS.s.4124)

yalavaç : elçi, peygamber yalvaç Peygamber (DS.s.4150)

yıra- : uzaklaşmak yıramak Uzaklaşmak (DS.s.4273)

yırak : uzak yırah /yırak Uzak, ırak (DS.s.4273)

yırla- : terennüm etmek, zikretmek yırlamak 1. Şarkı, türkü söylemek, 2. Koşuk okumak (DS.s.4274)

yiti : keskin yiti 1. Çok acı ya da ekşi, 2. Tatlı, 3. Tadı sertleşmiş, keskinleşmiş (DS.s.4281)

yod- : silmek, bozmak yoymak (IV) 1. Yazılan yazıyı silmek, bozmak, 2. Bozmak, işe yaramaz duruma getirmek (DS.s.4301)

yond : at yont Başıboş hayvan (DS.s.4294)

yund At (DS.s.4320)

yumuş : hizmet, vazife yumuş İş, hizmet buyruğu (DS.s.4318)

yülüg : saçı sakalı düzgün yülük Sakalsız (DS.s.4330)

Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Sayı : 20 Yıl : 2006/1 (109-121 s.)

114

Türkiye’ye yerleşmiş muhacir bölgelerinden derlenen bazı sözler de Derleme Sözlüğü’nde gösterilmiştir. Biz, bu tür kelimeleri yukarıdaki listeye katmadık.

Bunlardan birkaç örnek:

Kutadgu Bilig’de (ARAT II) Türkiye Türkçesi Ağızlarında (DS)

ıduk : kutlu ve mübarek olan, mukaddes ıyıh kün Pazar günü (KARAÇAY AŞİRET)(DS.s.2498)

ışan- / işen- : itimad etmek, inanmak, güvenmek, ışanmak Güvenmek (KIRIM GÖÇMENLERİ, İst;

KARAÇAY AŞİRETLERİ…..) (DS.s.2494)

köp : çok köp (II) Çok (KIRIM GÖÇMENLERİ)

ong : sağ, sağ taraf, doğru oŋ (I) Sağ (RUMELİ GÖÇMENLERİ) (DS.s.3280)

orun : yer, mekan, mevki orun (I) Yer, oturacak yer (DS.s.3290)

tör : başköşe tör Evde ya da odada saygıdeğer kişilerin oturduğu

başköşe (KIRIM GÖÇMENLERİ) (DS.s.3983)

Derleme Sözlüğü’ndeki bazı kelimeler için sadece tek bir referans verildiği görülmektedir. Bunlardan bir kısmı, o zamanki derleyicilerin yanlış tespitleri olabilir. Hatta, Hasan Eren’in belirttiği gibi, bunlardan bir kısmı, eski metinlerde rastlanmış olan bazı sözlerin derleyiciler tarafından kendi yörelerinde kullanılıyormuş gibi gösterilmelerinden de kaynaklanmış olabilir. Biz, yukarıdaki listeye bu tür örnekleri almadık. O tür kelimelerden bazıları şunlardır:

Kutadgu Bilig’de (ARAT II) Türkiye Türkçesi Ağızlarında (DS)

çaw : şöhret, şan, ses çav (V) Şöhret (DS.s.1093) (tek örnekte)

çıgay : fakir, yoksul çıgay Fakir (DS.s.1158)

kıw : kut, devlet, mutluluk kıv (I) Yazgı, baht (DS.s.2849)

kirtü : gerçek kirti (I) Ciddi, doğru (DS.s.2882)

komıt- : heyecanlandırmak, coşturmak komutmak Harekete geçirmek (DS.s.2917)

öç- : gitmek, sönmek öçmek Sönmek (DS.s.3309)

öd : zaman, vakit öd (I) Zaman (DS.s.3309)

sandvaç : bülbül sanduvaç Bülbül (DS.s.3536)

serin- : sabretmek serinmek (II) Sabırla beklemek (DS.3589)

simiş : simiş, çekirdek simişka / sımışka Ayçiçeği (DS.s.3637)

yıpar : misk yıpar Güzek koku (DS.s.4272)

BİLKE YORUM: Sayın Prof. Dr. Gürer GÜLSEVİN’e değerli ve gelecek için çok önemli olan bu çalışma için teşekkür ederiz. Sinop köylerinde yaşayan kelimelerin çoğu bu sözlükte var. Yabancı sözcükler yerine TÜRKÇE kelimeler kullanalım. Çalışmanın tamamın PDF olarak ulaşabilirsiniz:

KUTADGU BİLİG TÜRKÇESİNDEN
ANADOLU AĞIZLARINA
Prof. Dr. Gürer GÜLSEVİN

Ege Üniversitesi Türk Dünyası Araştırmaları Enstitüsü

 

Etiketler: , , , , , , , ,

Türkeli – Ayancık Yöresinde İdari Sınır Değişiklikleri

31.08.2023- Prof. Dr. Cevdet YILMAZ

Türkeli – Ayancık Yöresinde İdari Sınır Değişiklikleri Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş sürecine girmesi yerel anlamda otorite boşluğu yaratmış, bu boşluk kaza merkezinin Hamamlı köyü (Türkeli) ile Çaylıoğlu köyü (İstefan) arasında yer değiştirmesine sebep olmuş, Cumhuriyet Dönemi’ne böyle geçilmiştir. Ayancık’ın kaza merkezi olmasının ardından (Cumhuriyet Dö-nemi ile birlikte) bu kez de Helâldı ile Yarna (Türkeli’nin eski adı) arasında nahiye merkezinin neresi olacağı konusunda zıtlaşmalar yaşanmıştır(5). Nahiye merkezi Tür-keli ile Helâldı arasında gidip gelmiştir.
Bu arada 1 Haziran 1954’te Kastamonu’nun Çatalzeytin ilçesinin kurulma-sıyla daha önce Sinop ili, Ayancık kazası, Türkeli nahiyesine bağlı olan 11 köy (Farya, Epçeler, Paşalı, Piri, Çepni, Somay, Hacıreis, Hacıreissökü, Çatak, Kavaklı, Yunuslar) Çatalzeytin ilçesine bağlanmıştır. (Daha sonra halk oylaması ile 1968’de

Karacakaya köyünün de Çatalzeytin’e geçmesiyle) Sinop-Kastamonu il sınırı, aynı zamanda Türkeli – Çatalzeytin ilçe sınırı Akçay (Çatalzeytin çayı) olacak şekilde yeniden çizilerek bugünkü duruma gelinmiştir.
1957’de Türkeli’nin Ayancık’tan ayrılarak müstakil ilçe olması ise (her ikisi de Sinop’a bağlı ilçeler olmakla birlikte) bu iki idari merkez arasında köylerin yeni-den paylaşımına sebep olmuştur. Bu tarihlerde bağlandığı kaza merkezini beğenme-yen köylüler de yine arzuhaller yazarak Ankara’dan mağduriyetlerinin giderilmesini istemişlerdir.
Bu çekişmeler halkın dilekçeleri ile en üst yönetime kadar ulaştırılmış, ileri sürülen talepler gerekçelendirilerek çözüm istenmiştir. Cumhuriyetle birlikte gelen yeni yönetim halkın taleplerine kulak vermiş, belki de otoritesini halkın sesine kulak vermede bulmuştur. Bu nedenle olsa gerek Türkeli ile Helâldı arasında Cumhuriyetin ilk yıllarında kendini gösteren rekabet Ankara’ya taşınmıştır. Ankara’daki merkezî otorite bu iki yerleşim birimi arasında zamana ve mekâna bağlı olarak tercih yapmak zorunda kalmıştır.

Başkent Ankara’da bu tercihler yapılırken, yerel idarelerde halkın sunduğu gerekçeler oldukça ilginçtir. Bu gerekçeler dikkatle incelendiğinde, sanki merkezî otorite sıkıntı yaşamasın, yerel halkın talepleri doğrultusunda verilen kararlarda bu kararı alanların eli güçlü olsun gibi bir izlenim edinmek mümkündür. Cumhuriyetin daha ilk yıllarında Mustafa Kemal Atatürk ve sonrasında İsmet İnönü imzası ile bu taleplere cevap verilmesi ve talep edilen değişikliklerin yerine getirilmesi yeni Türkiye Cumhuriyeti devletinin duyarlılığını ve Osmanlıdan Cumhuriyete geçtikten sonra da devlet geleneğinin halâ ne kadar güçlü bir şekilde devam ettiğini göstermesi bakımından önemlidir.

Araştırmada, belgelere dayalı olarak sunulan örnekler üzerinden vatandaşla-rın devlete bağlılıklarının temelinde yatan bu hususa dikkat çekilmiş, devlet-millet ilişkisinin dilekçe hakkı üzerinden ne kadar güçlü bir şekilde kurulduğu ortaya konulmuştur. Aşağıda sırasıyla idari sınır değişiklikleri ve bunların dayanakları zamana ve yönetici tercihlerine göre gerekçeleri ile birlikte verilmiştir.

Çalışmanın tamamı:

CUMHURİYETİN İLK YILLARINDA SİNOP’TA
İDARÎ SINIR DEĞİŞİKLİKLERİ VE DEVLET – MİLLET İLİŞKİSİ Prof. Dr. Cevdet YILMAZ

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,

1487 DURAĞAN KÖYLERİ

15.08.2023- Ayşe TOSUNOĞLU -Doktora Tezi

Sinop ilçe ve köylerine yerleşim konusunda tapu tahrir kayıtları, tahrir defterleri, mufassal defterlerinin çevirisi yapıldıkça sanılardan çok verilere dayalı yorum yapma fırsatı doğuyor. Son zamanlarda Sinop Çepni yerleşimi diye bir inanış üzerinde duruluyor. Böyle toptancı bir yaklaşım doğru olamaz. Çünkü 1487 yılı ve sonrası açıklanan veriler, Sinop’ta bir kaç Çepni köyü olduğunu açıklar.

Eskiden kaydedilen Çepni Köyleri:

Çepni             köy       Sinop      Gerze

 Çepni             köy       Sinop       Ayancık

(KAYNAK:İçişleri Bakanlığının, Cumhuriyet döneminde yayınladığı KÖYLERİMİZ adlı eserde, Türkiye’deki tüm köy isimleri çıkarılmıştır. Bu kitapta, 16. yüzyıl listesinde olan Türkmen ve Yürük köylerinin hepsi vardır.)

 

Etiketler: , , , , , ,

ESKİ ÇAĞDA SİNOP’TA TÜRK VARLIĞI İLE İLGİLİ TEZLER

22.07.2023- TÜRKİYE SELÇUKLULARI DÖNEMİNDE AŞIKLAR ADASI “SİNOP”UN FETHİ
Dr. Zekiye TUNÇ- Doç. Dr. Mustafa ŞAHİN

Eski Çağ’da Sinop’ta Türklerin Varlığı ile İlgili Tezler
Karadeniz Bölgesi’nde Türk varlığı milattan önceki yüzyıllara dayandırılmaktadır. Araştırmalara
göre bölgeye ilk olarak MÖ 3. bin ile 2. bin yılları arasında Oğuzların kollarından sayılan “Gas/Kas” ve
“Gud/Gutîler”in geldiğinden bahsedilir (İnan, 2003: 72). Sonrasında Kimmerler ve İskitler ard arda
Karadeniz’de görülmüşlerdir. İskitlerin vatanının Asya olduğu ve buradan göç ederek Kimmerlerin
yurtlarına geldikleri Heredot’un kayıtlarında anlatılmıştır: “Göçebe Skyt4’hler Asya’daydılar.
Massagetlerle yaptıkları bir savaştan yenik çıktılar, Araxes ırmağını geçtiler, Kimmerlerin yanına göç
ettiler. (Skythlerin oturdukları yerler eskiden Kimmerlerinmiş, öyle derler)” (Heredotos, 2012: 298).
İskitlerin sıkıştırması ile bugünkü Gürcistan’dan Doğu Anadolu’ya, oradan da İç Anadolu’ya gelen
Kimmerler MÖ 695 civarında Frig Devleti’ni yıkarak bölgede bozkır-göçebe geleneklerini devam
ettiren bir devlet kurmuşlardı. Bu sırada bir kısım Kimmer boyları da kuzeye çıkarak Karadeniz
Bölgesi’ne yayılmaya başlamışlardır (Tellioğlu, 2007: 655). Anadolu’da gittikleri her sahada olduğu
gibi Karadeniz Bölgesi’ni de siyasi ve sosyal bakımdan önemli ölçüde etkileyen Kimmerler,
hâkimiyetleri süresi boyunca Sinop’tan Trabzon’a kadar uzanan kıyı şeridinin kontrolünü ellerinde
bulundurmuşlardır (Tellioğlu, 2007: 23-24).
Kimmerleri takiben Anadolu’ya giren İskitler MÖ 665’ten itibaren Kür Nehri’nin sağ yakasına
yerleşmeye başlamışlardır. MÖ 401 civarında bölgedeki İskit hâkimiyet sahası Çoruh boylarına
ulaşmıştır. Bu süre içerisinde, Sinop’tan Trabzon’a kadar olan sahil şeridi de bazı İskit boylarının eline
geçmiştir (Tellioğlu, 2007: 655). Güney Karadeniz sahilinde Sinop’tan başlayan İskit hâkimiyeti bu
şehrin yüz seksen km batısına kadar uzanıyordu. Yunanlılar, Karadeniz Bölgesi’nde koloni kurmaya
başladıklarında, Sinop’tan Kolhis’e uzanan sahada mitolojilerinde ve edebiyatlarında büyük yer
tutacak İskit kadınlar topluluğu olan Amazonlarla karşılaşmışlardır (Tellioğlu, 2007: 33).

(Sinop Tersane Kapısı üstünde kilit taşı olarak yerleştirilen taşın üstündeki simgeler “ticaret yapanlara ait damga, marka” gibi düşünen bilim adamları varsa da, farklı düşünenler de var, çünkü çok dikkat çekici. 2023 tahrip olduğunu gördük, kim sahip çıkacak bu değerlere BİLKE)

Orta Çağ’da Sinop’ta Türk Yerleşmeleri
Orta Çağ’da Sinop’ta çeşitli Türk kavimlerinden Bulgar ve Kıpçak yerleşmeleri görülmüştür; ancak
en güçlü tesiri Selçuklular yapmışlardır.
Bulgarlar, Bizans topraklarına 482 ile 559 yılları arasında saldırıları sıralarında Bizans’a esir
düşmüşlerdir. 530 yılında bir Bulgar birliğinin yenilmesi sonucunda Bizans ordularına alınıp Armenie
ve Lazique bölgelerine yani Çoruh ve Yukarı Fırat çevresi sahalarına yerleştirilmişlerdir. Bulgarların
özellikle nakledildikleri Armenie ve Lazique olarak isimlendirilen bölgenin bugün aşağı yukarı
Trabzon’dan Sinop’a oradan da güneye Tuz Gölü’nün doğusundan geçerek Kayseri’yi de içine alan bir
hat takip ettiği söylenebilir (Anzerlioğlu, 2003: 66).
Bulgarların Sinop’taki varlığına dair bilgilerimizin yanında Kıpçaklarda bölgede yerleşmişlerdir.
MS 13. yy.’ın ilk yarısında Moğol istilası ile Kıpçaklardan bir kısmının Balkanlara, diğer bir kısmının ise
Kırım’a geçtikten sonra Sinop’a geçerek Karadeniz’in güney sahillerinde yerleştikleri bilinir. Moğol
baskısı sonucu bir başka Kıpçak kolunun ise Gürcistan üzerinden Doğu Karadeniz’e geçtiğine
bakıldığında Karadeniz’e çeşitli yollardan Kıpçak göçlerinin olduğu sonucu ortaya çıkmaktadır (Acun,
1999: 27).

çalışmanın tamamına;

22-23 ağustos 2016 Gostivar Makedonya

14. Uluslararası Türk Dünyası Sosyal Bilimler Kongresi

Akademisyenlerimize teşekkürler BİLKE

 

Etiketler: , , , , , , , , , , ,

SİNOP ‘TA ARKEOLOJİK HÖYÜKLER

05.05.2023- Prof.Dr. Serkan DEMİREL İTÜ

Kayda alınan höyük- tepe- tümülüs için emeği geçenlere teşekkürler. Bir gün bu tepeler araştırılır ve yeni bulgular gün ışığına çıkar dileriz. BİLKE

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

XVIII. Yüzyılda Köylüler: Sinop Örneği

29.04.2023- Doç. Dr. İbrahim GÜLER

…………..Sinop örneğindeki Osmanlı köylüleri hakkında olan bu çalışmamın, belirtilen alandaki boşlukları doldurma konusunda bir katkı sağlayacağı kanaatini taşıyorum.

Çalışmam ağırlıklı olarak şu hususları içermektedir: Sinop köylülerinin barınma biçimleri, köy içindeki ilişkileri, yaptıkları ziraat ve hayvancılık, ürettikleri ürünler, ürettiklerini pazarlamaları, çevre şehir kasaba ve köylerle münasebetleri, yaşadıkları sorunlar (eşkıyalık, zulüm ve baskılar, baskınlar, göçler), aile yapıları (aile bireyleri) ve ekonomik güçleri.

Osmanlı Devleti’nin, toprak düzeni içinde, köylülerin varlığını sürdürebilmeleri için gerekli koşulları tanıdığı görülmektedir. Bu koşullar sayesinde köylüler, uzun vadeli ve günlük ihtiyaçlarını karşılayabilmekteydiler. Onlar, Osmanlı toplumunda, ekonomik ve sosyal hayatın akışına katkı sağlayan hareketli ve önemli bir zümre idiler.

Köylülerin Barınması

Köylüler, bir taraftan devlet için malî (tarım topraklarını işleyerek vergi vermek, kereste ve odun temin etmek, öküz ile beygir ve katır vermek, köprü inşa ve tamirini gerçekleştirmek, maden hizmetlerinde bulunmak vs.) mükellefiyetlerini yerine getirirken diğer taraftan kendilerinin geleceği için de çaba göstermekteydiler. Memleketlerindeki yaşamlarını güven içinde sürdürebilmek, doğa şartlarına karşı korunabilmek ve barınmak için devlet tarafından onlara, birtakım binalar inşa etmek hakkı tanınmıştı. “Menziller (evler)”, “odalar” ve “havlular” onların bu inşa haklarındandı.

Köylüler “menzil” adıyla belgelere yansıyan evlerde otururlardı. Menziller tek katlı olabildiği gibi çift katlı (fevkanî ve tahtanî) da olabilirdi. Havlular, ekseriyetle menzillerin bitişiğinde inşa ediliyordu. Belli bir toprağı da içeren bu yerlerde muhtelif cinsten ağaçlar bulunabilirdi. İnşa edilen bu yerler, insanlar içindi.

Köylüler, barındıkları bu yerlerin yanında, beslenmek ve gücünden yararlanmak maksadıyla yetiştirdikleri veya besledikleri hayvanları muhafaza için de, birtakım binalar inşa ediyorlardı. “Damlar”, “samanhaneler” bu amaçla yapılanlardandı. “Damlar”, hayvanların barınmalarını gerçekleştirmek, “samanhaneler” ise kışlık yiyeceklerini saklamak içindi. Köylüler, ayrıca, sahip oldukları mal ve erzakların muhafazası için “anbarlar” da kuruyorlardı.

Sinop’ta Seyyid Osman bin Abdullah’ın oturduğu Korıcak köyünde emlâk olarak bir “menzili (evi)”, ev içinde “küçük anbarı”, “samanhane”si; Gurezfat adlı köyde de “daireli bir evi”, “anbar”ı, “samanhane”si, “öküz damı” vardı.[5] Begcekarıhı adlı köy sakini Tutmakzade’nin ise köyünde fevkânî ve tahtanî (çift katlı) bir “menzil”i, bir adet “anbar”ı, köy evine bitişik bir “bahçe”si, Sinop şehri Arslan mahallesinde de fevkânî ve tahtanî bir “menzil”i ile “topraklı havlu”su ve “meyve ağaçları” bulunuyordu.[6] Karasu nahiyesi Şahaneköy’de oturan Ahmed bin Receb bin Hasan’ın da bu amaçla sahip olduğu biri büyük diğeri küçük, bir diğeri de harab (hurdedat) “üç menzil”i, ayrıca “samanhane”si bulunuyordu.[7] Çeharşenbe nahiyesi Çobanlar köyü sakini Misrî-zâde Osman Ağa ibn Mehmed’in de, köyünde biri yeni diğeri eski iki adet “menzili” ile mahsül ve samanlarını muhafazası için “anbar” ve “samanhane”si vardı.[8]

Bütün bu saydığımız mal, mülk ve yapılar, XVIII. yüzyılda köylülerin barınma şeklini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Bunlar, muhteviyatlarıyla birlikte tamamen köylülere aittir. Köylü gerektiğinde onları satabilmekte, aile fertlerine miras olarak bırakabilmekte, herhangi bir durum dolayısıyla rehin olarak gösterebilmektedir. Ancak, köylünün, tereke kayıtlarından da anlaşıldığına göre, tarla satışlarına rastlanmamaktadır. Bu durum, köylünün işlediği toprakların mîrîye yahut vakıflara ait olduğunu, arazileri icarcı gibi işlediğini ortaya koymaktadır.

Köylü Ailesi

Köylü ailesinin yapısı, Osmanlı toplumunun diğer üyelerinin aile yapısından farklı değildir. Hukukî olarak da aynı saygınlığa sahiptir. Aile üyeleri, baba, anne ve çocuklardan meydana gelmektedir. Emmi oğulları, ailede miras sahipleri olarak yer almaktadır. Köylü ailelerin nüfusu, şehirlilerinki gibi, fazla değildir.[9] İncelediğimiz köylü terekelerinde, Tablo 1’de de görüleceği üzere, köylü ailelerinin çok geniş ve çok çocuklu aileler olmadığı dikkat çekmektedir. Bu durum Sinop’un idarî birim olarak kapsadığı bütün yerleşim birimlerinde gözlenebilmektedir. Bununla ilgili örnekleri çoğaltmak mümkündür.[10]

Köylü ailesi içinde eşlerden birinin ölümü halinde, diğerinin, daha sonra yeni bir evlilik yapması söz konusudur. Sinop’un Karasu nahiyesine bağlı Şahaneköy adlı köy sakinlerinden iken ölen Arab Ahmed’in (veya Arab Ahmed bin Receb bin Hasan), Meryem adındaki ölen ilk eşinden sonra, Hadice binti Nasır Kethüda Hatun’la evlenmesi buna işaret etmektedir.[11] Ancak bu uygulamanın dönemin Osmanlı toplumunda ne derece yaygın olduğu konusunda kesin bir rakam ve yüzde oranı vermek zordur.

Köylü ailesi içinde dikkat çeken bir husus da kimsesiz kalan bir çocuğa mahkemece güvenilir birinin vasi tayin edilmesidir. Vasî tayin edilen şahıs, kimsesiz kalan çocuğun haklarını ve mallarını korumakla görevlidir. Bunlar hizmetleri mukabilinde belli oranda vakıf malından günlük vasilik ücreti almaktadırlar.[12] Sinop’un Karasu nahiyesine tâbi Şahaneköy’nden Ali bin Mansur bin Mansur adlı çocuğa mahkemece (kıbel-i şer’den), Mahmud Beşe ibn el-Hac Şaban “vasî” tayin olunmuş ve bu şahıs, mahkemede, amcasının oğlundan (emmi-zâdesinden) çocuğa intikal eden miras haklarını, amcası oğlunun eşinin vekîline karşı korumuştu; bu maksatla Sultan Bayezid-i Velî Hazretleri Vakfı “cabi”sini dava ederek çocuğun hakkını almayı başarmıştı.[13]

Köylü kadınlar, mahkemede, ölen kocalarından kalmış terekedeki mehr-i müecccel ve mu’accele haklarını almak için, dava açma ve kocasının terekesinden bu haklarının tahsil edilmesini isteme hakkına sahiptiler. Açılan bu davalar sonunda onlar, haklarını elde edebiliyorlardı.[14]

————————————————————————————————

.[5] Bk. Sinop Şer’iye Sicili (SŞS), Nu: 86, sene 1157-1160, s. 43, belge: 267, belge tarihi: Zilkade başları 1157

[6] Bk. SŞS, Nu: 86, sene 1157-1160, s. 51, belge: 281, belge tarihi: Zilkade başları 1157.

[7] Bk. SŞS, Nu: 89, sene 1149-1152, s. 70-71, belge: 77, belge tarihi: 14 Zilkade 1149.

[8] Bk. SŞS, Nu: 86, sene 1157-1160, s. 29, belge: 245, belge tarihi: Cemaziyelevvel’in sonu 1158.

[9] Şehirlilerin aile nüfusları hakkında bk. İbrahim Güler, “Bir Osmanlı Şehrinde XVIII. Yüzyıl Aile Hayatı Üzerine Tesbitler: Sinop Örneği”, İstanbul Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü X. Millî Türkoloji Kongresi (25-27 Eylül 1998), İstanbul, s. 6-7; Baskı ve dizin hatalı olmakla birlikte bk. Aynı müellif, “Sinop’ta Medenî Durum:”, Tarih ve Düşünce, Sayı: 2001/03 (Mart 2001, İstanbul), s. 24-27.

[10] Sinop kazasının Karasu nahiyesine bağlı Begcekarıhı adlı köy sakinlerinden olan Tutmakzade diye bilinen Mustafa bin Abdurrahman’ın, terekesinin hak sahipleri arasında sadece eşi Aişe binti el-Hac Hasan ile kendi adını taşıyan küçük oğlu Abdurrahman vardı. (Bk. SŞS, Nu: 86, sene 1157-1160, s. 51, belge: 281, belge tarihi: Zilkade başları 1157.) Ayrıca, Çeharşenbe nahiyesine bağlı Çobanlar adlı köy sakinlerinden Misrî-zâde diye tanınan Osman Ağa bin Mehmed’in terekesinin hak sahipleri arasında da sadece eşi ve küçük oğulları Mehmed ve Ömer bulunuyordu. (Bk. Aynı defter, s. 29, belge: 245, belge tarihi: Cemaziyelevvel’in sonu 1158.). Yine Karasu nahiyesi köylerinden Şahaneköy’de oturan aslen Bozok kazası ahalisinden ve Arap taifesinde olan Ahmed bin Receb bin Hasan’ın terekesinin hak sahipleri arasında ise, sadece eşi Hatice binti Nasır Kethüda ile emmioğlu olan Ali bin Mansur bin Mansur vardı ve bu tereke sahibinin hiç çocuğu yoktu. (Bk. SŞS, Nu: 89, sene 1149-1152, s. 70-71, belge: 77, belge tarihi: 14 Zilkade 1149). Sinop merkez köylerinden olan Korıcak sakini Seyyid Osman bin Abdullah’ın da, terekesinin hak sahipleri arasında sadece büyük oğlu Seyyid Mustafa ve büyük kızı Aişe ve ismi belirtilmeyen bir diğer kızı bulunuyordu (Bk. SŞS, Nu: 86, sene 1157-1160, s. 43, belge: 267, belge tarihi: Zilkade başları 1157). Bu örnekler, sadece yukarıdaki Tablo-1’ de gösterilenlerdi.

[11] Bk. SŞS, No.: 89, s. 68-69, belge: 81, belge tarihi: 15 Zilkade 1149; Aynı defter, aynı belge; Aynı defter, s. 69-70, belge 79, belge tarihi: 15 Zilkade 1149; Aynı defter, s. 69, belge: 80, belge tarihi: 15 Zilkade 1149.

[12] Vasîlik hakkında teferruat için bk. İbrahim Güler, “Bir Osmanlı Şehrinde XVIII. Yüzyıl Aile Hayatı.”, s. 7-10; Baskı ve dizin hatalı olmakla birlikte, Aynı müellif, “Sinop’ta Medenî Durum:”., s. 25-26.

[13] Bk. SŞS, N° 89, s. 69-70, belge: 79, belge tarihi: 15 Zilkade 1149.

[14] Karasu nahiyesi Şahaneköy oturanlarından iken ölen Arab Ahmed’in eşi Hadice binti Nasır Kethüda, çocukları da olmadığından, kendisi gibi miras hakkı bulunan kocasının amcasının küçük oğlunun vasisi“ni dava edip, kocası üzerindeki 8000 akçelik mehr-i müeccel ve mu‘accele haklarının, kocasının terekesinden tahsilini Mahkeme’de istemiş ve bu isteği kabul görmüştü [Bk. SŞS, N° 89, s. 69, belge: 80, belge tarihi: 15 Zilkade 1149].

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,

SİNOP’TA KYBELE KÜLTÜ

28.03.2023-PhD Candidate- Eleni T. MENTESİDOU

Eleni T. Mentesidou; Democritus University of Thrace, University Campus, 69100, Komotini, Greece;
ementesi@bscc.duth.gr.

Karadeniz’de Kültürel ve Dini Etkileşimler: Sinop’ta Ana Tanrıça veya Kybele Kültü

ÖZET

Ana Tanrıça veya Kybele, Orta Anadolu’da MÖ 18-17. yüzyıllarda popüler olan Kubaba’nın Yunanlaştırılmış halidir. Tanrıçanın

Yunanlaştırılmış kültü Yunan dünyasına Geç Arkaik Dönem’den itibaren yayılmış ve kısa süre sonra Kybele Yunan dininin en

popüler tanrıçalarından biri haline gelmiştir. Karadeniz’in güney kıyılarında bulunmuş olan arkeolojik eserler, Kybele kültünün bu

uzakta kalmış bölgedeki dağılımının başlıca kanıtlarıdır.

Bu çalışma Sinope’deki Kybele kültü üzerine odaklanmaktadır. Çalışma kapsamında özellikle Sinop Müzesi’ndeki

naiskos tipi adaklar üzerinde durulacaktır. Sinope kökenli naiskos biçimli adakların Yunan Anakarası ve Küçük Asya’daki başka

adaklar ve Kybele’ye adanmış kaya anıtları ile karşılaştırmalı bir değerlendirmesi, bu coğrafyalardaki gelenekleri izleyen

Sinoplular’ın Kybele kültünün karakteri ve kültürünün bireyselliğini gözler önüne serecektir.

İng-Türkçe int. çeviri:

Sinop’ta Kybele

Sinop’tan elde edilen arkeolojik buluntular Kybele’nin kent ve çevresindeki kültünü doğrulamaktadır. harika

Sinop Arkeoloji Müzesi’nde sergilenen iki heykelcik önemlidir.

Heykelciği Env. HAYIR. 9-1-98, Kybele’yi tahtta oturmuş, sırtı alçak bir şekilde tasvir etmektedir (Res. 1).23

Tanrıça uzun chiton ve duvaklı/epiblemalı yüksek pololar giyer. Uzun saçları uzuyor omuzlar. Sağ eli tahtın yakınında oturan bir

aslanın başına dayanmaktadır. heykelcik kötü koruma durumu ve arkeolojik bağlamının olmaması, güvenli bir şekilde

tarihlenmesini engellemektedir. Env. HAYIR. 5-1-76 (Şek. 2) 1.-2. yüzyıla tarihlenmektedir.24

Tanrıça bir tahtta oturmuş ve elinde bir kılıçla tasvir edilmiştir. akroteri şeklinde iki üçgen çıkıntılı kaide şeklinde yüksek sırtlık.

Kybele, göğsünün altından kuşaklı ve bacaklarının arasına katlanmış uzun bir khiton giyer. alt vücudunun bir kısmı himation ile

sarılıdır. Tanrıça duvaklı/epiblemalı bir polo giyer bu onun sol omzunu örter. Tahtın iki yanında yarı oturan iki aslan tasvir

edilmiştir. Onunla sağ elinde Kybele bir phiale tutmaktadır. Heykelciğin kaidesindeki

Μητρì Θεων κατ’ εύχńν Πρεñϲκοϲ Ϲαβεñνοϲ áνέθηκεν’ yazıtı,

Tanrıların Annesi/Kybele ile oturan figür.25 Priskos yazıtına göre Savinos, heykelciği Tanrıların Annesine adadı.

Kybele’nin yukarıda belirtilen örneklerdeki temsili, tanrıçanın Helenleşmiş halini takip eder.

MÖ 6. yüzyılın ortalarında Küçük Asya’daki Yunan şehirlerinde ortaya çıkan ve Kybele’nin standart ikonografik tipi olarak geç

antik dönem. Tanrıça khiton, himation ve alçak bir taç veya duvaklı pololar. Sol elinde bir kulak zarı ve elinde bir phiale

tutmaktadır. sağ el. Tahtın her iki yanında ona bir veya iki aslan eşlik ediyor. Tüm Kybele’ler değil temsiller, yukarıda bahsedilen

özelliklerin tümüne sahiptir.26 Aslanın çeşitli kombinasyonları, phiale ve timpan yaygındır.

Sinope’de bulunan ve tanrıçaların kutsal alanlarına adak olarak sunulan arkeolojik buluntular veya yerli türbeler, Kybele kültünün

kent ve çevresindeki uygulamasını doğrulamaktadır. İkisi de Sinop Kybele kültünün merkezi ve tanrıçanın Sinop metropolünde

popülaritesi olan Frigya yakınlığı, Milet, kültünün Kara’nın güney kıyısındaki bu belirli şehre yayılmasını açıklayabilirdi.

Deniz.27 L. E. Roller’in Kybele kültünün bu konudaki görüşü ilginçtir.

Miletos’a Marmara Denizi ve Akdeniz’in güney kıyısındaki kolonilerinden tanıtılmıştır. Karadeniz.28 Ancak Kybele kültünün yayılma şeklini tespit etmek bu yazının kapsamı dışındadır. Küçük Asya ve Karadeniz bölgesinde.

kaynak:

RELIGION AND CULTURAL INTERACTIONS IN THE BLACK SEA: THE
CULT OF THE MOTHER OF THE GODS OR CYBELE / KYBELE IN SINOPE
Eleni T. MENTESIDOU

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

SİNOP KIRMIZI AŞI BOYASI

20.03.2023- BİLKE

Zengin tarihi geçmişi olan Sinop’ta yaşıyoruz. Kaynakları karıştırdığımızda, hep karşımıza bağımsız koloni olan SİNOP çıkıyor. Güzel kentimizin tarihi zenginliklerinden biri de SİNOP KIRMIZISI adı ile anılan toprağıdır. Sinopya adı da verilen bu toprak, Sinop Sülük Gölü alanında bulunan volkan ağzından püsküren lavların etkisiyle değerini kazanmıştır. Kapadokya Bölgesi de lav atıklarından peri bacalarının oluştuğu yerdir. İki bölge toprağının, değerini lav atıklarından aldığı aklımıza geliyor.

O zaman, gelin dünya üzerinde AŞI BOYASI nerelerde ve nasıl kullanılmış sorusuna cevap arayalım. Sinop Aşı Boyası hakkında yazılı kaynakların temeline inme fırsatına erişiriz. İnsan kültürü, coğrafyaları ve tarihleri aşarak seyreder çünkü. Bu konuda yapılan akademik çalışmalar:

foto: dünyada en eski aşı boyası -kaynak arkeofili

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/779091

ANADOLU’DA ERKEN PREHISTORİK DÖNEM
KIRMIZI AŞI BOYASI KULLANIMI- Neyir KOLANKAYA-BOSTANCI-Hacettepe Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü

Özet:

Bu makalede, kırmızı aşı boyasının Anadolu’daki kullanımı ve sembolik anlamı, arkeolojik ve etnografik çalışmalar ışığında sunulmaktadır. Siyah ve kırmızı boyalar Prehistorik dönemlerde en eski boyaları oluşturmaktadır. Bu iki renkten kırmızı, genellikle aşı boyası, hematit ya da demir oksit şeklinde Prehistorik renk paletinde hakim olan rengi oluşturmaktadır. Her ne kadar bazı bilimsel çalışmalar, kırmızı aşı boyasının taş aletlerin sapa takılmasında ve deri hazırlanmasında kullanılan bir
malzeme olduğunu ortaya koysa da sembolik ve ritüel geleneklerin ilk kanıtı arkeolojik kayıtlarda kırmızı aşı boyası formunda görülmektedir. Yaşam, yeniden doğum, bereket, dönüşüm ya da statüyü temsil eden güçlü sosyal ve kültürel bir sembol olarak kırmızı renk, insan kapasitesinin fosil göstergesidir. Arkeolojik veriler, Alt Paleolitik Dönem’den tarihi dönemlere kadar kırmızı aşı boyasının, ritüel vücut ve yüz boyama, aletlerin ve sembolik buluntuların süslenmesi, mezarlarda sembolik kullanımı,
kadın figürinleri ve mağara resimlerinin boyanması gibi farklı bölgelerde çeşitli kullanımlara sahip olduøunu göstermektedir. Anadolu’da ise aşı boyası kullanımı ilk kez Üst Paleolitik Dönem’de görülmekte fakat Neolitik Çağ’da, sembolik ve ritüel işlevleri ile birlikte doruk noktasına ulaşmaktadır.

Paleolitik Çağda Avrupa ve Asya’daki birçok buluntu yerinde çeşitli boya örneklerine rastlanılmış olmasına rağmen, en yoğun grup Afrika’da saptanmıştır. Afrika’da en eski aşı boyası kullanımı Zambiya’da yer alan Twin Rivers buluntu yerinde GÖ 270 000-170 000 yılları arasına tarihlendirilmektedir. Söz konusu buluntu yerinde 300’den fazla boya kalıntısı
ele geçmiştir(6)
Bu örnekler, aşı boyasının doğadan ham olarak toplanıp hazırlanmasına yönelik en erken kanıtları oluşturmaktadır(7).
İlk örneklerden biri olan ve günümüzden 40 000 yıl öncesine tarihlenen, Fas’ta bulunmuş olan ve üzeri kırmızı boya ile kaplanmış olan Tan-Tan heykelciği de dikkat çekicidir(8).

6 Barham 2002, 181-189; Pedru 2006, 204.
7 Wreschner ve diø. 1980, 632. 8 Power 2004, 80.


Kırmızı aşı boyası-( ESKİ ÇAĞ TARİHİNDE SINOPE-ÖZDEMİR KOÇAK- lSTANBUL ÜNİVERSlTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ ESKİÇAĞ TARİHİ ANABİLİM DALI)

Bu aşı boyası miltos (μıAtocr) ya da Evcotıcr diye isimlendirilmektedir. Aslında Sinope’den ziyadeK appadokia’da bulunmaktadır. Fakat ana ihraç merkezinin Sinope olması sonucu, zamanla Sinopis toprağı adıyla anılmaya başlanmıştır.

Parlak kırnızı rengi ve kum taşı içermesinden dolayı ragbet görnekte idi. Genelde ev, gemi ve tahta eşyalarda kullanılmakta idi. Mobilya dekorasyonu,tahta oymacılığı, küçük terra-kota heykelciklerde bile sanatsal amaclarla kullanılmakta idi (l 9)

Plinius, Sinope aşı boyasının resım yapmakta kullanıldığını anlatırken, bunun Ephesos’daki benzerine tercih edildiğini de
kaydetmektedir20.

Plutarkhos ise Sinope kırmıızı toprağını minerolojik olarak incelemektedir(21). M.Ô.4. yüzyılın sonlarında Ephesos’un
Lykaonia’da Sızma yanındaki madenlerden toprak getirip Sinope aşıboyası pazarna darbe vurması ile bu ticaretide azalmıştır”.

19- Plinius, NH, XXXVI.13; Ramsay, JHS, VI1 (1882), s.260; Robınson, AJP, XXVll-2 (1905), s.140 vd.; BIOıruner, a.g.e., s.315; Ramsay, Klio., xxxm (1929), s.369.
20- Slrabon, lli.2.6; aynca bk. Plinius, NH, XXXIII.39.
21- Plutarkhos, Mora/la, 436.b-c.
22- Strabon, XII.2.10; aynca bk. Roebuck. a.g.e., s,21

 

Etiketler: , , , , , , , , , , ,