RSS

Etiket arşivi: sinop bilke

1214 KEYKAVUS azamet ve haşmetle muzaffer olarak Sinop’a girdi

10.12.2022-BİLKE AKADEMİK YAZILAR

SİNOP İLİ ORTAÇAĞ BİBLİYOGRAFYA DENEMESİ
Mustafa ŞAHİN
Serhat ALTINKAYNAK

Trabzon Rum Devleti’nin Müslümanlara yaptıkları baskı ve katliamlar konusunda sürekli olarak şikâyetler geliyordu. Sultan Sivas’ta iken bölgedeki sınır muhafızları yine Tekfur Kir (Kyr) Aleksi’nin kendi topraklarının dışına çıkıp Sinop civarındaki Müslüman ahaliye zarar verdiğini haber verdiler. Sultan İzzeddîn Keykâvus bu habere üzülse de etrafındakilere belli etmedi(10).

Emîrler bu konuda Sultan ile istişâre ederek ona: “Her zaman siz sultanımıza haraç vermiş olan kâfir dinlinin küstahlığına bakın. Şimdi ülkemiz üzerinde hak iddia ederek haddini hududunu aşmaktadır. Eğer siz cihan pâdişâhımız ferman verirseniz kötü niyetlinin kanına susamış olan biz devlet kullarının hançeri o rezillerin uğursuz kellelerini kopararak susuzluğunu giderir. Onun beldelerinin tarlasını muzaffer askerlerin kahır orağıyla hasat ederiz. Böylece başını ihanet halkasından çıkarmış olan o şaşkın kara bahtlının yaptığı kötü işlerin karşılığı verilmiş olur”(11) dediler.


Sultan bölgeyi iyi bilenlerden neler yapılması gerektiği konusunda görüş sordu. Bölgeyi bilenler Sinop’un doğrudan yapılacak bir savaşla alınmasının mümkün olmadığını, ancak karadan ve denizden gelebilecek yardımlar kesilirse ve bu şekilde kuşatılırsa fethedileceğini kaydettiler. Kuşatma sırasında halkın açlık ve daha başka sıkıntılarla karşılaşacaklarını, yapılacak en iyi şeyin bu yıl bölgede askerî faaliyetlerde bulunarak şehrin ikmalini kesmek, zahire kıtlığına sebep olmak, Gayr-i Müslimleri birçok yönden zayıf düşürmek ve bu faaliyetleri uzun süre devam ettirmek olduğunu belirttiler. Emîrler de aynı görüşü paylaştılar(12.)


Bu istişareden sonra sultan, Sinop şehri ve Kir Aleksi’nin durumunu öğrenmek için bölgeye casuslar gönderdi. Bundan bir gün sonra da bölgeye ordu sevk etti(13).

Kir Aleksi, beş yüz atlı adamı ile avlanıp içkili eğlencelerle vakit geçiriyordu. Bu durumu fırsat bilen Selçuklu askerleri onu bu eğlence meclisine yaptıkları baskınla ele geçirip kendi ordugâhlarına götürdüler. Bu durumu da sultana müjdelediler(14).

Sultan bu haberi duyduktan üç gün sonra15 Sinop civarına ulaştı. Kir Aleksi de sultanın huzuruna getirildi. Sultan imparatoru teselli etti16. Selçuklular Sinop kalesinin teslimi için Kir Aleksi’yi kaledekilere göstererek teslim olmalarını sağlamaya çalıştılar. Kir Aleksi bir elçi göndererek şehri Selçuklulara teslim etmelerini istedi ve fakat içeriden red cevabı geldi17.

Bunun üzerine Behram Tranbulûsî, bin kişi ile deniz tarafından saldırıya geçip Trabzon Rumlarının gemilerini ateşe verdi ve otuz civarındaki Rum ve Frenk emîrini esir aldı18.
Sultan İzzeddîn Keykâvus, esir imparator Kir Aleksi kaleden görüle-bilecek bir yere getirilerek işkence edilmesini emretti. Bu işkence şehirdekiler tarafından da seyredilmeye başlandı. Bunun üzerine imparator Kir Aleksi; “Ey dinsizler! Şehri kimin için koruyorsunuz. Ben öldükten sonra sizi de zorla esir edip çoluk çocuğunuzu köle yaparlar. O halde bu direnişinizin bana ne faydası var!” dediyse de bu sözler İbn Bibi’nin de işaret ettiği gibi ancak rüzgârın granit taşına yaptığı kadar etkili oldu19.

Ertesi gün İmparator yeniden getirilerek baş aşağı şekilde uzaktan kaledekilere teşhir edildi20.

Kaledekiler imparatorun canına zarar verilmemesi koşuluyla şehri teslim edeceklerini ifade ettiler. Sultan da bunu kabul etti ve isteyen herkesin dilediği yere gidebileceğini, imparatorun kendisine itaati, vergi vermeyi ve istediği zaman orduya asker yardımı gönder-meyi kabul ettiği takdirde ona dokunmayacağını, Sinop’tan başka bütün Canik bölgesini de ona bırakacağını, ancak aksini yaparsa onu öldüreceğini ve ahaliyi de esir alacağını söyledi(21).

Bu haber şehre ulaştırılınca şehirdekiler sultana güvenip ondan Selçukluların bayrağını (Sultan-ı Sancak) istediler. Bunun üzerine bir grup emîr şehre girerek 26 Cemaziyelahir 611/2 Kasım 1214’te bayrağı kalenin burçlarına astı22.

İbn Bibi’nin deyimiyle Sultan İzzeddîn Keykâvus; Dârâ’nın, İskender’in, Vağfûr’un ve Kayser’in ruhunun gıpta ettiği şekilde azamet ve haşmetle muzaffer olarak şehre girdi23.
Sinop ele geçirildikten sonra sultan ile imparator arasında bir ahidnâme düzenlendi. İmparator: “Sultan benim canımı bağışlar, Sinop dışındaki Canit bölgesini, onun eklentilerini ve bağlı yerlerini benim çocuklarımın idaresine bırakırsa her yıl on bin dînâr, beş yüz at, iki bin sığır, on bin koyun ve ülkemin kıymetli şeylerinden meydana gelecek elli yükü kendi hayvanlarımla onun hazinesine, mutfağına ve ahırına gönderirim. Yardım istediği zaman imkânım ölçüsünde ona yardım gönderir askerimi ondan esirgemem”24 diyerek ahidnâ-meye uyacağına dair yemin etti.

Ahidnâmenin hazırlanmasından sonra taraflar şahidler gösterdi ve ahidnâme saklanmak üzere Selçuklu hazinesinde gönderildi25.
Sultan I. İzzeddîn Keykâvûs her bölgeden yetenekli, güçlü, itibarlı bir zengin seçerek Sinop’a gönderilmesini talep etti. Bu istek üzerine çevre bölgelerden isim yapmış hocalar adamları ile birlikte Sinop’a gönderildiler Sinop’tan kaçmış olanlar geri çağrılarak malları mülkleri onlara geri verildi. Selçuklular fetihten sonra Sinop’ta çok önemli imar faaliyetlerine giriştiler. Kilise camiye dönüştürüldü. Kadı, kâtip, hatip, müezzin ve muarrifler tâyin edildi. Kale komutanı ve muhafızlar görevlendirildi. Yaşanan olayların etkisiyle kale ve burçlarda oluşan tahribatlar tamir edildi Tüm bunları yapan sultan, askerî emîrlerinden birini Sinop subaşılığına tâyin ederek Sivas’a döndü26.

MAKALENİN TAMAMI:

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1080097

10 İbn Bibî, El-Hüseyin b. Muhammed b. Ali El-Ca‘feri Er-Rugadi, El-Evamirü’l Ala’iyye fi’l umuri’l-Ala’iyye (Selçuknâme), I, Çev. Mürsel Öztürk, Kültür Bakanlığı 1000 Temel Eser Dizisi, Ankara 1996, s. 169; İbn Bibî, El-Hüseyin b. Muhammed b. Ali El-Ca‘feri Er-Rugadi, Selçuknâme, Haz. Refet Yınanç-Ömer Özkan, Kitabevi, İstanbul 2010, s. 51; Yazıcızâde Ali, Tevârîh-i Âl-i Selçuk, Haz. Abdullah Bakır, Çamlıca Yayınları, İstanbul

11 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 169.

12 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 169; İbn Bibi, a.g.e., s. 51; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 221-222; Müneccimbaşı, a.g.e., s. 49.

13 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 169; İbn Bibi, a.g.e., s. 51; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 222.

14 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 170; İbn Bibi, a.g.e., s. 51; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 222; Müneccimbaşı, a.g.e., s. 49.

15 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 170; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 222.
16 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 171; İbn Bibi, a.g.e., s. 51; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 223; Müneccimbaşı, a.g.e., s. 50.
17 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 171; İbn Bibi, a.g.e., s. 51; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 223-224; Müneccimbaşı, a.g.e., s. 50.
18 Anonim, Anadolu Selçukluları Devleti Tarihi III Histoire des Seldjoukıdes d’asie Minure, Haz. Feridun Nafız Uzluk, Ankara 1952, s. 28-29; Anonim Tevârîh-i Âl-i Selçuk, Çev. Halil İbrahim Gök-Fahreddîn Coşguner, Atıf Yay., Ankara 2014, s. 40.
19 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 171; İbn Bibi, a.g.e., s. 52; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 224.
20 İbn Bibi, a.g.e., s. 52; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 224.
21 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 172; İbn Bibi, a.g.e., s. 52; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 224.
22 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 173; İbn Bibi, a.g.e., s.52; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s.225; Abû’l-Farac Sinop’un alınışını gün ve ay belirtmeden 611/1214 yılı olarak kaydetmiştir (Gregory Abûl-Farac, Abûl-Farac Tarihi, C: II, Çev. Ömer Rıza Doğrul, TTK, Ankara 1999, s. 497); Anonim Tevârîh-i Âl-i Selçuk ise Sinop’ta İzzeddîn Keykâvus’un sevk ettiği ordunun sabaha kadar savaş yaptığını, şafak vakti İslâm ordusunun yetişerek -muhtemelen sonradan ordunun arkasından gelen Sultan kastedilmekte- hep birlikte galip geldiklerini kaydetmiştir. Bu eser savaşın tarihini Şevval Bayramı (Ramazan Bayramı) 17 Şevval 612/8 Şubat 1216 yılı olarakkaydetmiştir. Sinop’un fethi ile ilgili verdiği bilgiler diğer kaynaklarla uyuşmamaktadır. Muhtemelen Kir Aleks’i Laskaris ile karıştırmış ve Selçukluların şehri Laskaris’ten aldıklarını zannetmiştir. (Anonim, a.g.e., Uzluk, s. 28-29; Anonim, a.g.e., Gök-Coşguner, s. 40); Müneccimbaşı da Sinop’un Türkiye Selçuklularının egemenliğine geçtiği tarihi 16 Cemâziyyelevvel 611/23 Eylül 1214 yılı olarak kaydetmiştir.

23 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 173; İbn Bibi, a.g.e., s. 53; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 225.
24 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 173-174; İbn Bibi, a.g.e., s. 53; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 225-226.
25 İbn Bibi, a.g.e., s. 53; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s.225-226; Sinop’un fethi sonrası Sultan İzzeddîn Keykâvus ile İmparator Kir Aleksi arasında yaşanan bir hadise dolayısıyla Gaşiye’nin hâkimiyet alameti olarak kullanıldığını görmekteyiz. Ayrıntılı bilgi için bkz. Mustafa Şahin-Zekiye Tunç, “Türkiye Selçuklularının Sinop’un Fethinde Gâşiye’yi Hâkimiyet Âlameti Olarak Kullanmaları ve Fetih İçin Gönderilen Fütüvvetnâme”, Gaziantep University Journal of Social Sciences, (2018), C: 17, S: 2, ss. 701-710.
26 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 174.

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

SİNOP FOTOĞRAFLARI MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ

19.11.2022-BİLKE

foto-Milli Mücadele Dönemi Sinop ve Çevresi

Sinop tarihi konusunda kitap ve makaleler yazan Sayın Özhan ÖZTÜRK’ÜN çalışmalarından bazı bölümler ve fotoğraflar sunuyoruz bu gün. İlginizi çekeceğini umduğumuz fotoğraflar ve konulardan bölümler:

Fatih Sultan Mehmed, Sinop halkını İstanbul ve Trabzon gibi yeni fethedilen yerlere iskanla görevlendirmediği gibi avarızdan da muaf tutarak, Sinop Kalesi’ni beklemekle görevlendirmiş, kent 16. yüzyıla dek uygulanan bu sistem sayesinde hızla büyümüştür. Sinop’un nüfusuna paralel olarak liman ticareti de aynı oranda artarken, 1530 yılına gelindiğinde Sinop iskelesinin gümrük gelirleri 17 bin akçeyi bulmuştur. Sinop,  15 ve 16. yüzyıllarda kaza merkezi olarak Kastamonu Sancağı’na bağlanmış olup, 17. yüzyılda ise bölünerek Saray, Sahil, Akkaya ve Gerze kazaları ortaya çıkmıştır.

Kanuni Sultan Süleyman’ın oğulları II. Selim ve Beyazıd arasındaki taht kavgası sırasında (1558) Anadolu’da ortaya çıkan kargaşa ortamından olumsuz yönde etkilenmiştir. Zamanın Kastamonu Sancak Beyi Süleyman Bey, suhtelerin Sinop, Boyabat ve Durağan kadılarından zorla haraç istediğini İstanbul’a gönderdiği bir şikayet mektubunda belirtmiştir. 1567’de Bolu’dan Sinop’a kaçan iki suhte topluluğu üzerine Bursa sancak Beyi tarafından 200 sipahi gönderilmişse de sipahilerle çatışmaktan kaçınmamışlardır. 

“ÖNEMLİ NOT: Aynı tarihler, Anadolu Göçer Topluluklarının Anadolu içlerinde var olan çeteler, eşkiyalar, komitacılar tarafından kıyıldığı ve yürüyerek belki çarıklı belki çıplak ayaklı Sinop köylerine kadar yaşam hikayelerini kapsayan dönemdir.Y. SARIKAYA

foto-Milli Mücadele Dönemi Sinop ve Çevresi

foto-Milli Mücadele Dönemi Sinop ve Çevresi

Zaparog/Don Kazakları, 1614 yılı Ağustos ayında Sinop’u yağmalamış, kaleyi elegeçirerek yakmış, çok sayıda kadın ve çocuğu eseri alıp geri çekilmişlerse de Karadeniz muhafızı İbrahim Paşa peşlerinden giderek ani bir baskınla Kazak yağmacıları bozguna uğratmıştır.

ARAŞTIRMA: A. Yaşar SARIKAYA

 
Yorum yapın

Yazan: 19 Kasım 2022 in eski sinop

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

BENİ DE ALIN

16.11.2022-Safak Gündüz SARIKAYA

Umutsuzluktan çöktüğü bir andı.

“Olmuyor işte, olmuyor”, dedi genç adam.

İçindeki ses susmuyordu,

“hayır pes etmek yok”, dedi, “ne olursan olsun hayallerimi gerçekleştireceğim.”

İşte böyle gelgitlerle kimi zaman deniz kenarında düşüncelere dalar, Gerze’ye bakıp,

“acaba eşimi, oğlumu ve kızımı yanıma alabilecek miyim?”, derdi.

Neden olmasındı, 14 yaşında bile köyden ilk kaçışında adada bir aile yanında hayvanlara bakmıştı. Babası Sinop’a gelip onu köye tekrar götürse de, ikinci kaçışında Bafra ve Ayancık’ta iş bulmuştu. Yorgun ayakları onu Tersane^ye doğru itti ve orada bir hareketlilik gördü. Amerikalılar gelmiş işçi alımı yapıyorlarmış diye duydu. Koşa koşa Kaleyazısında bekleyen askeri araca binmek istedi. Birden kalabalığın içinde buldu kendini,

“beni de alın”, diye bağırıyordu.

Ama ustabaşı gibi görünen bir adam, kalıplı uzun boylu işçi seçiyor; çelimsiz olan genç adamı itekliyordu.

“Sen işimize yaramazsın git” diye.

Kulağında çınlayan bu söz adamı durdurmadı. Vazgeçmiyor, tekrar tekrar deniyordu ama olmadı. Arabanın içinde bir Amerikalı subay, bu genç adamın çabasını fark etmiş ve tebessümle ona bakarak “hadi bir kez daha dene” der gibi adama baktı. O bakış yeni bir umuttu o bakış haydi bir gayret daha göster seni alalım diyordu.

Bir hamle daha yaptı, ustabaşı başka yere bakarken insanların arasından sıyrılarak bindi arabaya. Amerikalı sesinin çıkarmadı ve o günlerde daha yeni kurulan ve sadece çadırlardan ibaret Amerikan Üssüne böyle giriş yapmış oldu. 50’li yıllardı. Emekli oluncaya kadar önce işçilikle başlayan bu süreç dil öğrenme isteğiyle devam etti. Emekli subaydan aldığı birkaç dersle dil öğrenme hevesi pekişti.

Kalem kağıt bulamadığında taşlara yazıyor, kendi kendine kelimeleri tekrar ediyor, dilini geliştirmeye çalışıyordu. Subayların konuşmalarını dinliyor, kelime haznesini geliştiriyordu. Amerikalıların dikkatini çekmeyi başarmıştı ve bir müddet radarda tercümanlık yapmıştı. Eşi de yardım ediyor, gece gündüz çamaşırların ütü ve kolasında eşine yardım ediyordu. Motorpool , İtfaiye bölümlerinde sevk amiri görevlerini başarı ile sürdürdü.

“BENİ DE ALIN” haykırışı, bir motivasyon, özgüven ve hayata bir kafa tutuştu. Diktelerin ve kuralların boyun eğdirdiği bir yaşam içinde, bu dik duruş mücadelesiydi. İtaatkarlık yerine, çalışmak ve sorgulamaktı beni de alın.

Bir oyuncunun, istediği rolü alması yapımcı ve yönetmene; yedek futbolcunun sahaya girmesi antrenöre bağlı olsa da “BENİ DE ALIN” direnişi engelleri yıkacak, hayatın şansını yaratacaktır. Yetenek avcısı ustalar, meslekte başarıyı ölçen uzmanlar, hassas terazili yürekler gerekir bazen.

Beni de alın bireyci bir yaklaşım gibi gözükse de; aradan geçen yıllar genç adama çok şey öğretti. Kendi geçtiği yollardan geçenlerin elinden tuttu hep. Yaşlandığında ve çok ağır hasta olduğunda bile,

“para mı lazım benden de alın” derdi.

Her şey kötü gitse de, ümidimizi kaybetmeyelim ve asla vaz geçmeyelim. Hayaller er ya da geç gerçeğe dönüşür.

Kim bu adam, işte o adam benim babamdı.

ŞGS

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

SİNOP DİKMEN YÖRESİ KADIN KÜLTÜRÜ KAYBOLMASIN

08.11.2022- A. Yaşar SARIKAYA

Dikmen ilçe ve köylerinde yaptığım çalışmaları arşivlemiş olsam da, yöre insanının kültüre sahip çıkmasına ihtiyacımız var. Her emekli gibi, sohbet muhabbet, gezme, okey yerine yılarca kaybolan kültürlerimizin ardına düştüm. Araştırmalarım sayesinde de, yöre insanını tanıma şansına sahip oldum.

Dikmen yöresi kadınlarımız, yün kilimlerini düz çizgili dokumuşlar; ama elbise ve bel kuşaklarına çok güzel el nakışı motif ler işlemişlerdir. Bu işlemelerin tek, tek isimleri vardır. Resmi kurumlarla işbirliği çalışması için çok zaman harcadığımı takip edenler bilirler. İşkur Müdürü Lokman Ceylan’ı, kaybolan kültüre hassasiyetimle o kadar çok rahatsız ettim ki Dikmen’de bu nakışlar yaşasın diye kurs açıldı. Kursun açılması ile ilgili ısrarım, sandıklarda gizli saklı tavan aralarında atıl durumda olan bu ürünlerin toplanması, fotoğraflanması, özelliklerinin kayda geçirilmesiydi.

2012 yılı BİLKE-İŞKUR- DİKMEN HEM işbirliğinde açılan DİKMEN kaybolmaya yüz yutan el sanatları kursundan:

Dikmen Göllü Köyünde köy müzesi açıldığını sosyal medyadan gördüm ve çok sevindim. Aynı yerde kadın el sanatları bölümünün olmasını da isterim. Dikmenliler, ninelerinin renklerle ve desenlerle nasıl dost olduğunu bilmeliler ve gelecek kuşaklara kendilerine has el sanatları hafızasını oluşturmalılar. Bu müzenin açılmasına vesile olan Köy muhtarı ve Alaaddin DOLMA’ya örnek çalışmaları için teşekkür ediyor, tüm özverili çalışmalarında başarılar diliyorum. Yörenin internet fenomeni genci Hilmi İNCE’ye de müzenin tanıtımını yaptığı için kültüre katkısından ötürü teşekkür ediyorum. Hepiniz var olun, sağ olun emekleriniz çok değerli.

Yıllardır Kültür Müdürü, Halk Eğitimi Müdürleri, Valilik, Kuzka, İl Proje Ofisi ile çok görüşmelerim olmuştur. Bu hafta, başladığım ve sonuca ulaşmasını istediğim Dikmen kaybolan el sanatları ve Tilkilik köy kültür evi ile ilgili yine vali yardımcımız ile görüştüm. Çalışmalarımı zaten önceden beri biliyorlardı, gündemim konu hakkında kurumlar destek olabilir mi başlığıydı.

Mekan açılabilirdi ama orayı bekleyen bir sorumlu olmasında konu düğümlendi. Dikmen için, belediye başkanlığı bu konularda önder olabilir dediler. Yine omuzlarımda koruyamadığımız kültürümüzüm ağırlığı ile valilikten çıktım. Kadınlarımızın koyun güderken elindeki işine, gece tezgah başında yüreğini açıp kilime, dokuma bezine döktüğü duyguları hiç olmazsa görsel olarak saklayabilmeliyiz. Gelecek kuşaklar, yöremizin köyümüzün hafızası kaybolmadı desinler.

Dikmen bölgesinde kadınlarımızın işlediği ve kaybolan el sanatlarından 2012’de fotoğrafladığım görsellerden bazıları:

 
 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , ,

SİNOP CEZAEVİNİN KAHRAMANLARI VE KAHRAMANLAŞTIRMA

05.11.2022- Doç.Dr.Zeliha Nilüfer NAHYA

Yazının bir bölümünü sizlerle paylaşıyoruz. Bir başka akademisyenin gözüyle Sinop cezaevi:

Koşullara Rağmen Cezaevi İçinde Kurulan Egemenlik

Yerel halk, her ne kadar şehirlerinin cezaeviyle anılmasından ve tanınmasından rahatsızlık duyuyorlarsa
da, cezaevini ünlü yapan ilk unsurun cezaevinin koşulları, ikinci unsurun da cezaevinde kalan ünlü kişiler olduğunu dile getirmektedir. Fakat bu ünlü kişilere bakıldığında ortaya şöyle profil çıkmaktadır. Öncelikle bu kişiler, zor koşullarda egemenlik kurabilmiş kişilerdir ve bu çerçevede iki gruba ayrılabilirler.

İlk grup, tüm Türkiye tarafından bilinen ve döneminin ünlü mafya liderleri ya da kabadayıları olarak görülen, gazetelerde sık sık işledikleri veya karıştıkları suçlarla gündeme gelen kişilerdir.

İkinci grup ise daha çok yerel halkı tarafından bilinen, çoğu zaman ancak yerel gazetelerde adı geçen, ama daha çok halk anlatılarıyla ünleri yayılmış ve yaşamakta olan kişilerdir.


Cezaevi koşullarına tekrar dönersek, kaynak kişilerin birçoğu, cezaevi içindeki yaşamda tüm koşulların
yanında kendine özgü bir ekonomik sistem kurulu bulunduğunu belirtmektedirler.
Bu ekonomik sistem, kumar, uyuşturucu satışı, haraç, banyo için sıcak su satılması ve yiyeceklerin
paralı olmasını kapsamaktadır. Hapishane dışında olduğu gibi içinde de farklı sınıflardan insanlar yaşamakta ve geçimlerini (en basitinden kantin alışverişlerini) sağlamak için paraya ihtiyaç duymaktadırlar:


“Yani burası böyle yani. Ya kalbur üstü yaşayacaksın, ya da ayaktakımı olacaksın, ya da dindar olacaksın.
Kalburüstü yaşayanlar cezaevinde parası olanlar, ağa takımları gibi. Etrafında adam doyurabilen. Ayaktakımı da hizmet eden takım olabilir. Meydancıdır, hizmetçidir falan. Dindarlar da hiç kimsenin işine karışmaz beş vakit namaz kılar, kimsenin önünü kesmez, birisinin yanına gidip oturmaz. O Allah’la baş başa. Onların da bir sorunu olmaz yani. Ama birinci dediklerimin sorunu çoktur. Kavgalar olur, ölümler oradan başlar.”(Eski Mahkûm)


“Eskiden yüz kişi seksen kişi bir yerde yatıyor. Orda tabi neyle vakit geçirsin adam, kumarla vakit geçirecek. Kumarı kim oynar, dışardan parası gelen oynar. İçerde parası olmayan orda o kabadayı mahkûmlara aşçılık yapar, şebekecilik yapar, temizlikçilik yaparlar. Orda fakirlerin işi o. Orda zenginler de krallar gibi onların üstünden para kazanırlar.” (Esnaf)


Bazı mahkûmlar, cezaevi içinde kendi geçimlerini sağladıkları gibi bazıları da ailelerinden yardım almaktadırlar ki anlatırlar, mahkeme masrafları da dâhil edildiğinde hapishane yaşamının ne kadar zor olduğunu göstermektedir:
“Ankaralı bay bayan bir aile geliyor. Bu hadise, oğlu yapmadan önce cinayeti, çok zenginmiş[ler]. Oğlu cinayet yaptıktan sonra ziyarete gelecek, Sinop cezaevine, parası yok. Komşusundan yol parasını alıyor. Geliyor bize durumu anlatıyor. Otel parası, yemek parası almıyoruz, idare ediyoruz. Çok zengin bir aile bu duruma düşüyor.” (Esnaf)


Bu koşulların hapishane içindeki egemenlik ilişkileri için doğrudan kullanıldığını da bir başka hikâyeden
öğreniyoruz:
“Şimdi Marmara Hasan, esmer, renkli mavi gözlü, olağanüstü yakışıklı. Yani şöyle, şimdikinin bazı kabadayıları, kamuoyunda isimleri geçer, Türkiye’de nam salmış kabadayılardan çok, halkın sevdiği fakirleri koruyan bir kişi. Şimdi cezaevindeki diğer nüfuzlu kabadayılar bunu hiçbir şeyle yola getiremiyorlar. Ne rüşvetle ne dövmekle çünkü çok güçlü, kendisini koruyor, mahkûm seviyor. Marmara lakaplı Hasan’ı esrara alıştırıyorlar, uyuşturucuya ve Hasan bitiyor; gidiyor. Bütün kişiliği bitiyor. Onun için
derler Marmara Hasan gibi yandı.” (Avukat)
Bu hikâyedeki bir başka nokta, hapishanedeki ekonomik ilişkileri ve bunun mafya, kabadayılar vb. ile
ilişkisini ortaya koymaktadır: “Fakir babası”. Daha çok zengin mahkûmlar olarak bilinen mafya liderlerinden ve büyük kabadayılardan korkulmasına ve yanı sıra merhametsiz ve katli olarak anlatılmalarına karşın, fakir insanları koruyup kolladıkları görüşü de genel olarak hâkimdir.
“Çok merhametli, halkın dışardan bildiği gibi değil. Mağdurun, yoksulun yanındadır.”(Ev Hanımı)


“Kabadayılar, külhanbeyi insanlar en efendi insanlardır. Aynı zamanda gariban babalarıdır bunların
ekseriyeti. Onun için onu idare ve herkes, yani cezaevindeki insanlar, korur. En rahat korunacak yer de Sinop cezaevidir.”(Eski Mahkûm)


Benzer örnekler dünya mafya tarihinde görülebilir. Al Capone, ünlü bir mafya lideri olmasının yanında en
yardımsever mafya lideri olarak da ün salmıştır. ABD’deki Büyük Bunalım sırasında, Chicago’da çorba mutfakları kurdurmuş ve birçok insanı doyurmuştur (Civitello 2008:310).

Başka örnekler veren Sifakis ise, bu yardımseverliği, mafya liderlerinin “kendi itibarlarını parlatmak için en iyi yol” olduğu şeklinde yorumlamıştır (Sifakis 2005: 93-94).
Topluma karşı büyük suçlar işlemeseler de, devlet ya da sistem tarafından suçlu ilan edilen ve buna göre
bir yaşam süren kişilerin fakirlikle ya da fakirlerle ilişkilendirilmesi, diğer birçok kahramanlık hikâyesinde
de görülmektedir. Cezaevindeki bu kişilerin kahramanlaştırılmasına en yakın tipler, özellikle kırsal kesim
hikâyelerinin kahramanları olan eşkıyalardır.


Şehirleşmeyle beraber, merkezi yönetimden daha kopuk ve kontrolsüz bir yapı gösteren kırsal kesimde, çoğunlukla yönetime karşı çıkan kişilerdir eşkıyalar. Hâkimiyet kurdukları bölgeler tarım ve hayvancılıkla
geçinen, şehre göre çok daha fakir konumda bulunan kırsal kesimdir. Cezaevi ortamıyla benzerlik gösteren
ilk nokta da bu ekonomik yönüdür. Haydutların genel özellikleri zenginden alıp fakire vermeleri ya da
genel anlamda yoksulluk çeken köylüye dokunmayarak; zengin, üst sınıf, egemen sınıfların mal ve mülklerine zarar vermeleridir (bk. Hobsbawm 1969). Mafya liderleri ya da kabadayılar bazı kişilerce tam anlamıyla fakir babası olarak görülmüşlerse de bazı yorumlarda cezaevi içindeki haraç kesen,
haksız kazanç sağlayan yönleri de zaman zaman dile getirilmiş; hatta benzetmeler dahi yapılmıştır.
“Yani rüşvet doğru; yani şöyle, ekmeklerini, muhakkak gıdalarını verirlerdi.
Tabiri caizse mafya babaları gibi orada büyük fareler, gemeler; mafya babası gibiydi, muhakkak bölüşürlerdi.”(Avukat)
Bu kişilerin “zenginlikleri”, “yardımseverlikleri”, “fakir babası” oluşları dışında halkın gözündeki bir başka
vasıfları da “efendilikleri”dir. Bu özellikleri bu yazıda yer alan doğrudan alıntıların satır aralarına bakıldığında açıkça görülebilir. Böylece cezaevi kahramanları, maddi olduğu kadar davranışsal tavırlarıyla da olumlu bir imaja sahip görünmektedirler. Cezaevi içindeki ekonomik yapıyı hareketlendiren bir başka unsur, Tarihî Sinop Cezaevinde çeşitli atölyelerin bulunmasıdır. Özellikle paraya ihtiyaç duyan, fakir ya da gönüllü kişiler, oldukça sıkı bir kontrol altında, mobilya, halı, dokuma vb. atölyelerde çalışmışlar ve para kazanmışlardır. Bu ekonomik sistem, kaçınılmaz olarak kendi rekabet sistemini de kurduğundan,
çekişmeler ve iktidar mücadelesi cezaevine, kavgalar, isyanlar ve hatta cinayetlerle yansımıştır. Bu konuda
yerel halk arasında en öne çıkan hikâye Benli Taci ve Abaza Basri arasındaki cinayetle sonuçlanan olaydır.
Hikâyelerin tümü bir araya getirildiğinde kaynak kişilerin hikâyeyi Benli Taci ya da Abaza Basri tarafından
anlattıkları görülmektedir. Kahramanların arasında bir çekişme olduğu aşikârdır; fakat bazı insanların haklı
kahramanı Benli Taci’yken; bazılarınınki Abaza Basri’dir.(7)


Bir kabadayı ya da külhanbeyi olmamasına karşın özellikle Sinoplu olduğu belirtilerek anlatılan Abaza
Şahadettin’in hikâyesi de dikkat çekicidir. Abaza Şahadettin’i bu kadar popüler yapan cezaevi yaşamından çok, tahliyesinin ardından Sinop’ta herkesin gözünün önünde bir çocuk tarafından öldürülmesidir.


“Ben çocukken Abaza Şahadettin, çok cesur, gözü pek, kahraman bir insan olarak yani halk tabiriyle mert,
cesur bir insan olarak [anlatıldı]. Onu tanıyanlar bize bizim çocukluk ve gençlik yıllarımızda bu şekilde naklettiklerini hatırlıyorum ben. (…) Onun tabi bugün çocuklarını tanıyoruz; işte genç, bize yakın yaşlarda insanlar. Sinop halkı tarafından iyi olarak tabir edilen insanlar arasındır Abaza Şahadettin”(Gazeteci).


Emiroğlu’nun da belirttiği üzere“Eşkıya olabilmek için her zaman yüreklilik gerekir.” (Emiroğlu 2003:273)
ve bu kişiler, yerel halk tarafından da mevcut düzene isyan edebildikleri için, yürekli, cesur, mert ve yiğit olarak kabul edilmektedirler. Kahramanlaştırılan kişilerin hikâyelerine bakıldığında da, onlar için bu yüceltici sıfatların kullanıldığı görülmüştür.


Son olarak kabadayı, mafya lideri veya külhanbeyi olarak görülen kişilerin fiziksel yapılarına değinilebilir.
Birçok kişinin gözünde bu kişilerin iri yapılı, yakışıklı, sert mizaçlı bir görünüşe sahip olarak hayal edildikleri; ancak onları zayıf ve güçsüz gördüklerinde derin hayal kırıklıkları yaşayabildikleri
gözlemlenmiştir: “Görmek isterdim, göremezdim. Büyük müdür küçük müdür? Bizim gibi insan
mıdır?”(Öğrenci)

tamamı:

 

Etiketler: , , , , , , , ,

SİNOP TURİZMİNE YÖNELİK LİSANSÜSTÜ TEZLERİN BİBLİYOMETRİK ANALİZİ

25.10.2022-BİLKE

Sinop Üniversitesi, Sinop turizmine yön vermek amacıyla kaç tane lisans üstü tez çalışması yayınlamış ve konu hakkında ne kadar çalışma yapılmıştır, ilgili bölümlerine bakalım mı? Tamamının yer aldığı bildiriler kitabı linki yazının sonundadır.

  1. YÖNTEM-Dr. Handan ÖZÇELİK BOZKURT
    Bu çalışmanın amacı bugüne kadar Sinop hakkında turizm alanında yapılmış lisansüstü tezlerin
    çeşitli parametrelere göre bibliyometrik analizinin yapılmasıdır. Bu sayede bundan sonra ilgili konu ve
    alanda yapılacak olan çalışmalar için genel bir veri çerçevesi çizilecek ve yapılmış olan çalışmaların
    nicelik olarak miktarının ortaya konulması sağlanacaktır. Ayrıca lisansüstü tezlerde kullanılan anahtar
    kelimelerin bir araya getirilmesi ve ön plana çıkan sözcüklerin belirlenmesi amacıyla “kelime bulutu”
    tekniğinden faydalanılmıştır. Kelime bulutu tekniğinde ortaya konan görseller araştırmayı inceleyenler
    için akılda kalıcı ve pratik bulgular sunmaktadır (Fronza vd., 2013).
    Araştırma kapsamında Ulusal Tez Merkezi veri tabanı üzerinde Sinop konulu ve turizm alanında
    yapılmış olan çalışmalar taranmıştır. Söz konusu konu ve alanda toplam 6 adet lisansüstü tez olduğu
    tespit edilmiştir. Sinop konulu turizm alanında yapılmış olan lisansüstü çalışmaların tümünün yüksek
    lisans tezi olduğu gözlenmiştir.

 

Etiketler: , , , , , ,

SİNOPLU OLMAK

01.10.2022- Ayşe Yaşar SARIKAYA

Ekimin ilk günü, zamanın en büyük ve en küçük dilimleri hep mutluluk dolsun dileğiyle. Sinop’un güzellikleri saymakla bitmez ya, insanları da sonsuz bir derya gibidir. Güler misin, ağlar mısın örneklerimiz o kadar çoktur ki.

Bir gün dolmuşa hastaneden gözü bantlı bir yolcu bindi. Ben oturduğum için gözünü gördüm, ama onun arkasında olanlar adamın gözünün pet ile kapalı olduğunu göremediler. Şoför kapıyı örtecek ” ilerleyin diyor”, gözü bantlı adam düşme korkusu ile koltuğa tutunmuş duruyor. Arkasındaki adam da ” KÖRMÜSÜN BE ADAM” demez mi. Dolmuştakiler birbirimize bakıştık, gülmekten de utandık. Sen baksana adamın gözüne, görmeyen kim acaba dedik.

Sinoplu’nun espritüel, nükteci yapısı vardır. Ceziret ül Uşşaki( aşıklar adası) ismi verilen dönem ve daha öncesinin izlerini taşıyan dönemlerden kalan aşıklık geleneğine, 2010 baskılı kitabımdan örnekler vererek değinmek istiyorum.

bu merdiven yok artık, en üstte ben ve yanımda abim-Sinop Kuruçeşme Sokak

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

Sinop’ta Köçeklik Geleneği-Berna KURT- Yüksek Lisans Tezi

03.09.2022-BİLKE

Sinop’ta yaşayan bu gelenek, tüm ilçe ve köylerde yaygın değildir. iki üç köy ve akraba bir kaç aile ile sürdürülmektedir. Kastamonu, Bartın, Zonguldak, Bolu, Sinop illerinde yaşatılır. Tezin tamamı okunduğunda detayları bulacaksınız. Halk Dansları dünyada öyle bir seviye kat etmiştir ki, davul zurna ekiplerinin bu standartları yakalaması dileğimizdir. Tezin Sinop ile ilgili bölümü:

T.C. İSTANBUL KÜLTÜR ÜNİVERSİTESİ SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ YÜKSEK LİSANS TEZİ- BERNA KURT

Berna KURT

Görüşülen kişiler ve cevapları:
Araştırma için, ikisi İstanbul’da Kadıköy Meydanı’nda, ikisi Sinop’un pazar meydanındaki
bir erkek berberinde, biri de Sinop’un Şerefiye köyündeki bir kahvede olmak üzere toplam
beş görüşme gerçekleştirilmiştir.
Görüşülen kişilerden biri İstanbul’da yaşayan davulcu Ömer Terzi’dir. Terzi’yle İstanbul-
Kadıköy’de Eylül 2006’da düzenlenen Karadenizliler Haftası etkinliklerindeki Sinop gecesinde görüşülmüştür. Gecede, Sinop’un geleneksel köçek ekibinin geleceği söylenmiş ancak organizasyon son anda iptal edilmiştir. Canlı yayın olacağı, çekim yapılacağı için köçek çıkarılması istenmediği söylenmiştir. Ayrıca Terzi’den edinilen bilgiye göre de, son dönemde televizyonda yayınlanan bir klip, içinde oynayan bir köçek bulunduğu için yasaklanmıştır.
Gaziosmanpaşa’da oturan Terzi, davul-zurna-köçek ekibiyle ilgili ayrıntılı bilgi vermiştir.
Mesleğin babadan oğula geçtiğini söyleyen Terzi, köçeklerin yaklaşık 25 yaşına kadar dans
ettiğini, sonra davulculuğa başladıklarını söylemiştir. Bunun nedeni sorulduğunda cevabı:
“Öyle yakıştırılıyor, yaşlı köçek olmaz”dır. Belli bir yaştan sonra dansçılık yeteneğinin düştüğünü eklemiştir.
Sinop’ta pazar kurulduğu günlerden birinde bir berber dükkânında Fazlı Şentürk ve Bülent
Taşlık ile görüşülmüştür. Erfelekli olan ve Kabalı’da oturan Fazlı Şentürk 12-13 yaşında
başladığı köçekliği 20 yaşında askere gidene kadar sürdürmüştür. Baba mesleği olarak
başladığı köçekliği bıraktıktan sonra davul ve zurna çalmaya başlamıştır. Köçekliği neden
bıraktığı sorulduğunda ise şöyle cevap vermiştir: “Yani belli bir yaştan sonra olmuyor…
Şekilsiz oluyor. Küçük olursa köçek daha iyi oluyor”.
Bülent Taşlık, belli bir yaşı geçip de köçekliği sürdüren ender kişilerdendir; 43 yaşındadır.
Görüşmeciler arasında da profesyonel olarak bu mesleği devam ettiren tek kişidir. Sadece bu
işi yapması ve ek iş yapmamasıyla da çoğu köçekten ayrışır. Gerzeli Taşlık, köçeklik mesleği,
köçek dansları, kostümleri…vs. hakkında ayrıntılı bilgi vermiştir.

Taşlık, bu mesleği nasıl bu kadar uzun zamandır sürdürdüğü sorulunca “Köçekliğin ilerledi
mi davula geçiliyor, ben davula geçmedim, devam ettim.” demiştir. Yaş ilerledikçe dans
etmenin zorlaştığını ancak kendisinin devam ettirmek istediğini söylemiştir: “… Benim
yaşımda çoğu yapamıyor figürleri.”
Taşlık’a, köçekliğin neden erken yaşta bırakıldığı sorulduğunda da cevabı: “Bilemiyorum ki;
kimisi bırakıyor, kimisi devam ediyor. Ben devam ettim yani.” olmuştur. Taşlık, “Etek giydiği
için kendisine karşı olumsuz bir tutum geliştiren oluyor mu?” sorusuna “Türkiye’de neredeyse
gitmediğim yer kalmadı, bana hiç böyle bir şey denk gelmedi.” şeklinde cevap vermiştir.

Taşlık’ın İstanbul’da Eminönü Belediyesi’nde çalışan bir oğlu vardır. Kendisine “Burada olsa
ister miydiniz köçeklik yapmasını?” diye sorulduğunda cevabı “hayır” olmuş, bunu da maddi
imkânların kısıtlılığıyla açıklamıştır. İşinden memnun olup olmadığı sorulduğunda ise cevabı:
“…Biz memnun olmasak 43 yaşımıza kadar gelmezdik de; şimdi yeni nesil okuduğu için
yapmak istemiyor” olmuştur.
Sinop’un Şerefiye köyünün kahvesinde görüşülen zurnacı Mustafa Kalyoncu ise görüşülen
kişilerin en yaşlısıdır. Köylerde erkeğin kadın gibi oynamasının doğru karşılanmadığını, bu
yüzden ailelerin çocuklarının köçek olmasına hatta davulcu-zurnacı olmasına bile pek izin
vermediğini söylemiştir. 60’lı yıllarda köçek oynatmanın yasaklandığını söyleyen Kalyoncu,
yine de gizli gizli düğünlere gidildiğini eklemiştir. Köçeklerin hâlâ şehrin sokaklarında çalıp
oynamadığını, gelini salona kadar getirdikten sonra salonun kapısında oynadıklarını
söylemiştir.
Köçekliğin neden belli bir yaştan sonra bırakıldığı sorulduğunda, cevabı “…Belli bir yaştan
sonra yakışmaz” olmuştur. O da kendi çocuğunun bu mesleği seçmesini istemediğini
söylemiş, bunu Bülent Taşlık gibi maddi zorluklarla açıklamış ve yıllardır bu işi yaptığı halde
elinde hiçbir şey kalmadığını eklemiştir.

Uzun bir süredir İstanbul’da yaşayan, Sinop derneklerinde çalışan ve köçeklerle ilgili
araştırma yapan Türkelili avukat Fikret Özdemir’le yapılan görüşmelerin temel ekseni
Kastamonu ve Sinop derneklerinin köçeklere karşı yaklaşımı olmuştur. Özdemir’in
aktardığına göre, Kastamonu dernekleri bu geleneği reddetme eğilimindedir, yavaş yavaş aynı
eğilim Sinop derneklerinde de görülmeye başlanmaktadır. Özdemir, reddetme eğiliminin daha
çok sağ eğilimli ya da memleketlerinden tamamen kopmuş kişilerde olduğunu da belirtmiştir.
Erkeğin etek giymesi kabul edilmediği, bu durum hazmedilmediği için bu geleneğin ekinin bir
unsuru olduğu yadsınmaktadır. 2000’li yılların başlarında Kastamonulu bir milletvekilinin
Kastamonu köçeklerini programa çıkaran bir televizyona telefon açarak bu geleneğin
kendilerine ait olmadığını söylediğini, bunun üzerine kamuoyunda bir tartışma başladığını,
hatta aynı televizyon kanalında bunun üzerine Kastamonuluların katıldığı bir panel
düzenlendiğini söylemiştir. İstanbul’daki bir Sinop derneği başkanının da aynı dönemlerde da
bir Sinoplular gecesinde dans eden köçekleri kovaladığını belirtmiştir. Günümüzde de
özellikle il derneklerinin gecelerinde köçek oynatılmadığını bunun ancak köy
derneklerinkinde olabildiğini belirtmiştir.

https://docplayer.biz.tr/32761647-Kadin-kiyafeti-icindeki-kocek-ve-ailesi-1.html

 

Etiketler: , , , ,

EMEKLİ OLDUM-SEYFULLAH ÇALIŞKAN

03.08.2022- BİLKE KONUK YAZARLAR

İlk olarak ne zaman para kazanmak için çalıştığımı anımsamıyorum. On on bir yaşlarındayken sergiden üzüm kaldırmaya yardım etmiş olabilirim. Ya da akşamüzeri pamuk yüklü traktör kasasının (romörkun) sayaya boşaltılmasına gitmiş de olabilirim. İhtimal iki buçuk lira falan vermişlerdir. İlk olarak gündelikçi olarak çalıştığımda on iki yaşındaydım. Akif Abi Toto Abdurrahman ile beni soğan çapasına götürmüştü. Yanımızda Ünver de vardı. Saruhanlıya doğru uzanan kanal boyunda bir tarlaydı. Kanal ile zeytinlik arasında bir iki dönüm kadar boş bir alana soğan ekilmişti. O gün ilk kez soğanları köstebeğim kestiğini de öğrenmiştim. Akif abi köstebek tümseklerinin bir ikisini kazıp kapan yerleştirmişti. Deliklerin ağzının açılması köstebeği çok rahatsız edermiş. İlla açılan deliğin ağzını gelip kapatırmış. Ünver’in annesi yanımıza yoğurt ve ıspanak yemeği de koymuştu. Sanırım turşu da vardı. Ve sapsarı teneke tulum peyniri… Çarşı ekmeği ile güzelce karnımızı doyurmuştuk. Akşam olunca Akif Abi bana çıkarıp on iki lira verdi. Büyüklerin gündeliği de büyük bir ihtimalle on beş falan olmalıydı.

O günden sonra okuldan arta kalan zamanlarda gündeliğe gitmeye başladım. Pamuk çapası, pamuk toplama, zeytin silkme, zeytin çapası, bağ beli, set ve tir yapma, tava bölme, ark açma, kavun, karpuz taşıma, üzüm kesme, kerter çekme, suculuk… Çok çalışkan, becerikli ve gayretli bir yevmiyeci değildim. Ama kimsenin tarlasında görmeyi istemeyeceği bir adam da olmadım. Bin dokuz yüz seksen üç kışının yirmi sekiz Kasımında devlete atandım. Elbistan’ın Demircilik köyüne bayram sevinci yaşayan bir çocuk kadar mutlu gittim. Devlet Baba ilk maaşımda bana tam yirmi dört bin lira verdi. Mutemet hatalı olmasın diye parayı iki kez saydı. Kendimi hiç iyi hissetmedim. Okulda çocuklarla olmak beni delicesine mutlu ediyordu. Bu kadar eğlencenin üzerine bir de çıkarıp para veriyorlardı. Bu sanki haksız bir kazanmış gibi hissetmiştim. Bu sevincim ve mutluluğum tam otuz yıl sürdü. İki bin on beş senesinde işimin gazı kaçtı, hevesimin balonu sönüverdi. Kendimi çok gereksiz, önemsiz hatta verimsiz hissettim. Yaptığım işi herhangi biri, hatta sokaktan geçen biri bile yapabilir gibi hissetmeye başladım. Yazdığımızın, çizdiğimizin hiçbir önemi yoktu. Madem öyle işimize son verirler diye bekledim. Öyle de yapmadılar. Yeniden düzenlenir, iyileştirilir, bir amaca hizmet eder diye düşündüm. Olmadı… Bir şeyler değişir gibi oldu ama ben artık soğumuştum.

Otuz yedi yıl iki ay süren çalışma yaşamımı bu gün sona erdirdim. Ne yapacaksın diye soranlar oldu. Bilmiyorum, dedim. Gerçekten bilmiyorum. Çünkü emekli olmak için önüme bir hedef koymadım. A, B ve hatta C planım falan da yok. Büyük bir ihtimalle sıkılacağım. Gittikçe daha huysuz ve çekilmez biri olacağım. Dünya hızla değişmeye devam edecek. Ben elbette ayak uyduramayacağım. Yaşam beni nehrin durgun bir yerine sürükleyip bir süre daha oyalayacak. Ve son bulacak.

Ağustos 2022

Seyfullah-İzmir

 
Yorum yapın

Yazan: 03 Ağustos 2022 in KONUK YAZARLAR

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

SİNOP VE BANDIRMA VAPURU

28.07.2022-BİLKE

BİLKE, SİNOP için 18 Mayıs 1919 tarihinin önemini sürekli hatırlatıyor. 2016 HALKBİLİM ÖDÜL TÖRENİMİZ

Alpay TIRIL akademik dalda ödülünü alırken

İsyan Benim Adımdır Kitabı- Ergun HİÇYILMAZ

BÖLÜM:19 Mayıs 1919…

Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a çıktığı ve Milli Mücadele ışığını yaktığı tarih…

Peki ama bu ışığı kimler yakmıştı? Sadece Bandırma Vapuru ile Samsun’a çıkanlar mı? Kimler Bandırma’ya “Tam Yol” vermişti? Özetle 19 Mayıs’tan önce ve 19 Mayıs’tan sonra neler olmuştu?

Şimdi Bandırma Vapuru nasıl demir almış onu görelim.

Yazı, Harbiye Nezareti’nden Sadaret’e yazılmıştı: İlga edilen Yıldırım Orduları Kumandanı Miralay Mustafa Kemal Paşa Hazretleri, Dokuzuncu Ordu Kıt’aları Müfettişliğine tayin olunmuş ve tayin keyfiyeti padişah huzuruna arz edilmek üzere, Sadaret makamına arz kılınmıştır. Adı geçen zatın emri altında bulunacak olan Üçüncü ve Onbeşinci Kolorduların mıntıkalarını ihtiva eden Sivas, Van, Trabzon, Erzurum vilayetleri ile Samsun Sancağı mülki memurlarının Mustafa Kemal Paşa tarafından yapılacak tebliğleri icra etmelerinin emir buyrulmasını istirham ederim.” (30 Nisan 1919)

Harbiye Nezareti’nin bu yazısı ile Mustafa Kemal Paşa’ya Sivas, Amasya, Tokat, Şebinkarahisar, Van, Hakkari, Trabzon, Dize, Gümüşhane, Samsun, Erzurum, Erzincan, Hınıs ve Şarki Beyazıt sancaklarının bütün askeri ve mülki idaresi tam salahiyetle verilmişti. Sadaretin müspet cevap verdiği bu tezkireden sonra Harbiye nezareti, Erkan-ı Harbiye-i Umumi’ye yaptı tamimde “tayinin aynı gün Zat-ı Şahanenin (Padişahın) irade-i seniyelerine arz kılındığını ve İstanbul’da bulunan Paşa’ya tebliğ edildiğini” bildirmişti.

Harbiye Nazırı Müşir Şakir Paşa ile Sadrazam Damat Ferit Paşa, Mustafa Kemal Paşa’ya vazife ve salahiyetlerini gösteren bir talimat yazısı vereceklerdi. Bu talimat yazısında yukarıdaki sancakların Paşa’nın emrinde olduğu teyit ediliyor, ayrıca Diyarbakır, Mardin, Ankara, Kayseri, Kastamonu, Malatya gibi vilayetlerin Dokuzuncu Ordu Müfettişliği’nin her türlü müracaatına cevap vermesi isteniyordu.

Buraya kadar olan gelişmeler göstermiştir ki, Mustafa Kemal Paşa 9. Ordu müfettişliğine tayin edilmiş ve hem Harbiye Nazırı Şakir Paşa hem de Sadrazam Damat Ferit Paşa’dan salahiyetine dair “talimat tezkiresi” almıştır. Yani Paşa’nın gideceğinden, hem aralarında geçen konuşmadan, hem de verdiği “irade”den dolayı Padişahın haberi vardır. Bu derece geniş ve mühim bölgeler üzerinde o döneme kadar çok az kişiye verilen bu salahiyetle, Harbiye Nezaretine sadece bilgi vermek kaydıyla bütün nezaretlere hitap edebilecekti. Açıkçası Mustafa Kemal Paşa bütün orta, doğu, kuzey ve güneydoğu Anadolu üzerinde muvafık gördüğü işleri yapabilecekti. Padişah’ın bu tayin meselesine irade çıkarması bazı çevrelere göre “lütuf” gibi irdelenmektedir. Bu kadar geniş yetkiye sahip kumandana bu irade hak ettiği için verilmiştir. Ülkeyi düze çıkaracak “tek adam” odur. Önemli olan bu tayinle milli mücadeleyi başlatmaktır. Ve başlatmıştır.

Samsun’a hareket öncesi

Mustafa Kemal Paşa’nın Samsun’a hareketinden önceki görüşmelerinde hem silah arkadaşları hem de Sadrazam ve Padişah Vahdettin de vardır. Paşa 15 Mayıs 1919’da Damat Ferit Paşa’nın, Nişantaşı’ndaki evinde kendisine verdiği özel akşam yemeğine, yeni Genelkurmay Başkanı Cevat Paşa ile birlikte katılmıştı. Sadrazam, Mustafa Kemal’in salahiyetlerini hangi ölçüde ve nasıl kullanacağını merak ediyordu. Sadrazamın bu konuda tereddütlerinin olduğu anlaşılıyordu. Mustafa Kemal Paşa, “İngiliz raporlarına göre Samsun ve havalisinde bazı karışıklıklar varmış. Yerinde yapacağım tetkikat ile hallederiz” demişti. Sadrazam bu defa Cevat Paşa’ya dönerek “Siz ne dersiniz?” diyecekti. Cevat Paşa bu soruyu, tereddüdü ortadan kaldırmak gayesiyle şöyle cevaplayacaktır: “Efendim, Paşa tabiî o mıntıkadaki kuvvete kumanda edecek, zaten nerede kuvvet kaldı ki?”

Sabah Genelkurmay Başkanlığı’na giden Paşa, Cevat Çobanlı ve Fevzi Çakmak ile vedalaşmış, oradan Babı-ali’ye geçerek, İzmir’in işgali üzerine toplanan kabinenin, Dahiliye ve Hariciye nazırlarıyla vedalaşmak imkanını bulabilmişti (15 Mayıs 1919).

Padişah’a veda için Yıldız Sarayı’na da giden Mustafa Kemal, bu buluşmayı şöyle anlatacaktı:

“Yıldız Sarayı’nın ufak bir salonunda Padişah’la adeta diz dize denecek kadar yakın oturduk. Sağında, dirseğini dayamış olduğu bir masa ve üstünde bir kitap vardı. Padişah hiç unutmayacağım şu sözlerle konuşmaya başladı: ‘Paşa, Paşa şimdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunların hepsi artık bu kitaba girmiştir. Tarihe geçmiştir.’ O zaman bunun bir tarih kitabı olduğunu anladım. Dikkatle ve sükûnla dinliyordum. “Bunları unutun.” dedi. “Asıl şimdi yapacağın hizmet hepsinden mühim olabilir. Paşa, Paşa devleti kurtarabilirsin.” Bu son sözlerden hayrete düştüm. Acaba Vahdettin benimle samimi mi konuşuyor? Kendisine, “Merak buyurmayın efendim. Nokta-i Nazar-ı Şahanenizi anladım. İrade-i seniyeniz olursa hemen hareket edeceğim ve bana emir buyurduklarınızı bir an olsun unutmayacağım.” (İstiklal Savaşı, Ömer Sami Coşar)

Mustafa Kemal Paşa “Muvaffak ol” diyen Padişah’a veda ederek, derhal Şişli’deki evine dönerek hazırlıklarını tamamlayacak, Akaretler’e giderek annesi ile vedalaşacaktır. Hareket saati gelmiştir. (16 Mayıs 1919)

Paşa ve refakatindekiler Galata Rıhtımı’na otomobil ile inmişler ve açıkta demirli bulunan Bandırma Vapuru’na sandalla geçmişlerdi. Önceden kararlaştırıldığı gibi rıhtımda herhangi bir uğurlama merasimi yapılmamıştır. Vapur işgal kuvvetlerinin mutat kontrolü için Kız Kulesi açıklarında demir atmış bir İngiliz binbaşısı komutasındaki heyet tarafından araştırmaya tabi tutulmuştur.

Bandırma Vapuru’nun hareket halinde olduğu tarihte İngilizler 100 kadar asker ve harp malzemesini Samsun’a çıkarmıştı (17 Mayıs 1919).

Bandırma Vapuru önce Sinop’a gelmiş ve Samsun’a karayolu ile geçilmesinin imkanı aranmıştı (18 Mayıs). Ancak güvenlik sebebiyle tekrar vapura dönülecek ve Bandırma, Samsun’a müteveccihen demir atacaktı.

 
Yorum yapın

Yazan: 28 Temmuz 2022 in 18 Mayıs 1919

 

Etiketler: , , , , , , , , ,