RSS

Etiket arşivi: y sarıkaya

SÖZ BİTTİ BEN DE BİTTİM

22.02.2023- A. Yaşar SARIKAYA

Görünenin arkasındaki gerçek, aslında bize sessizce haykırır. Duyargalar durumu algılar ve her şey anlamını yitiriverir. Gerçek yüze tokat gibi iner, sarsılır insan. 99 depreminde de aynısı olmuştu. 24 sene geçti, bu sefer de 10 il felaketi yaşadı. Fay hattının dili vardı, o bizimle konuştu. Bilim adamları o sesi duydu ve deprem haritasını çıkardı. Bile bile lades olunca, binalar yıkıldığı gibi hepimiz de yıkıldık.

BİLKE olarak, 18 Şubat günü Sinop KYK’da misafir olan depremzede çocuklarla buluştuk. Pastel boyalarımızı ve resim defterlerimizi çocuk sayılarına ve yaş gruplarına göre aldık. Yönetim ve Denetleme Kurulundaki arkadaşlarımız ve çocuklarla birlikte salonda RESİM dersi yaptık.

Önce MUTLULUK öyküsü ile başladık konuşmaya. İlgiliydi çocuklar, önermesi, sorular ve cevaplar derken bir taraftan da resim yaptılar.

Çocuklardan biri bana seslendi

“resmime bak”diye.

Baktım “ne güzel kalp yapmışsın, bak önünde renkler de var istersen boyayabilirsin” dedim. “Hayır boyamak istemiyorum” dedi. İşte o an, SÖZ BITTI BEN DE BİTTİM

Deprem bir daha yaşanmasın demek çok kolay. Esas olan önlem almaktır. Artık bu ders yetmiş olmalı. Müteahhitlere verilen imar izinleri, izini veren yetkililer, belediyeler, resmi makamlar sorumluluğu almak zorunda. BU BÖYLE GİTMEMELİ.

 
 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , , , ,

SİNOP FOTOĞRAFLARI MİLLİ MÜCADELE DÖNEMİ

19.11.2022-BİLKE

foto-Milli Mücadele Dönemi Sinop ve Çevresi

Sinop tarihi konusunda kitap ve makaleler yazan Sayın Özhan ÖZTÜRK’ÜN çalışmalarından bazı bölümler ve fotoğraflar sunuyoruz bu gün. İlginizi çekeceğini umduğumuz fotoğraflar ve konulardan bölümler:

Fatih Sultan Mehmed, Sinop halkını İstanbul ve Trabzon gibi yeni fethedilen yerlere iskanla görevlendirmediği gibi avarızdan da muaf tutarak, Sinop Kalesi’ni beklemekle görevlendirmiş, kent 16. yüzyıla dek uygulanan bu sistem sayesinde hızla büyümüştür. Sinop’un nüfusuna paralel olarak liman ticareti de aynı oranda artarken, 1530 yılına gelindiğinde Sinop iskelesinin gümrük gelirleri 17 bin akçeyi bulmuştur. Sinop,  15 ve 16. yüzyıllarda kaza merkezi olarak Kastamonu Sancağı’na bağlanmış olup, 17. yüzyılda ise bölünerek Saray, Sahil, Akkaya ve Gerze kazaları ortaya çıkmıştır.

Kanuni Sultan Süleyman’ın oğulları II. Selim ve Beyazıd arasındaki taht kavgası sırasında (1558) Anadolu’da ortaya çıkan kargaşa ortamından olumsuz yönde etkilenmiştir. Zamanın Kastamonu Sancak Beyi Süleyman Bey, suhtelerin Sinop, Boyabat ve Durağan kadılarından zorla haraç istediğini İstanbul’a gönderdiği bir şikayet mektubunda belirtmiştir. 1567’de Bolu’dan Sinop’a kaçan iki suhte topluluğu üzerine Bursa sancak Beyi tarafından 200 sipahi gönderilmişse de sipahilerle çatışmaktan kaçınmamışlardır. 

“ÖNEMLİ NOT: Aynı tarihler, Anadolu Göçer Topluluklarının Anadolu içlerinde var olan çeteler, eşkiyalar, komitacılar tarafından kıyıldığı ve yürüyerek belki çarıklı belki çıplak ayaklı Sinop köylerine kadar yaşam hikayelerini kapsayan dönemdir.Y. SARIKAYA

foto-Milli Mücadele Dönemi Sinop ve Çevresi

foto-Milli Mücadele Dönemi Sinop ve Çevresi

Zaparog/Don Kazakları, 1614 yılı Ağustos ayında Sinop’u yağmalamış, kaleyi elegeçirerek yakmış, çok sayıda kadın ve çocuğu eseri alıp geri çekilmişlerse de Karadeniz muhafızı İbrahim Paşa peşlerinden giderek ani bir baskınla Kazak yağmacıları bozguna uğratmıştır.

ARAŞTIRMA: A. Yaşar SARIKAYA

 
Yorum yapın

Yazan: 19 Kasım 2022 in eski sinop

 

Etiketler: , , , , , , , , ,

SİNOP DİKMEN YÖRESİ KADIN KÜLTÜRÜ KAYBOLMASIN

08.11.2022- A. Yaşar SARIKAYA

Dikmen ilçe ve köylerinde yaptığım çalışmaları arşivlemiş olsam da, yöre insanının kültüre sahip çıkmasına ihtiyacımız var. Her emekli gibi, sohbet muhabbet, gezme, okey yerine yılarca kaybolan kültürlerimizin ardına düştüm. Araştırmalarım sayesinde de, yöre insanını tanıma şansına sahip oldum.

Dikmen yöresi kadınlarımız, yün kilimlerini düz çizgili dokumuşlar; ama elbise ve bel kuşaklarına çok güzel el nakışı motif ler işlemişlerdir. Bu işlemelerin tek, tek isimleri vardır. Resmi kurumlarla işbirliği çalışması için çok zaman harcadığımı takip edenler bilirler. İşkur Müdürü Lokman Ceylan’ı, kaybolan kültüre hassasiyetimle o kadar çok rahatsız ettim ki Dikmen’de bu nakışlar yaşasın diye kurs açıldı. Kursun açılması ile ilgili ısrarım, sandıklarda gizli saklı tavan aralarında atıl durumda olan bu ürünlerin toplanması, fotoğraflanması, özelliklerinin kayda geçirilmesiydi.

2012 yılı BİLKE-İŞKUR- DİKMEN HEM işbirliğinde açılan DİKMEN kaybolmaya yüz yutan el sanatları kursundan:

Dikmen Göllü Köyünde köy müzesi açıldığını sosyal medyadan gördüm ve çok sevindim. Aynı yerde kadın el sanatları bölümünün olmasını da isterim. Dikmenliler, ninelerinin renklerle ve desenlerle nasıl dost olduğunu bilmeliler ve gelecek kuşaklara kendilerine has el sanatları hafızasını oluşturmalılar. Bu müzenin açılmasına vesile olan Köy muhtarı ve Alaaddin DOLMA’ya örnek çalışmaları için teşekkür ediyor, tüm özverili çalışmalarında başarılar diliyorum. Yörenin internet fenomeni genci Hilmi İNCE’ye de müzenin tanıtımını yaptığı için kültüre katkısından ötürü teşekkür ediyorum. Hepiniz var olun, sağ olun emekleriniz çok değerli.

Yıllardır Kültür Müdürü, Halk Eğitimi Müdürleri, Valilik, Kuzka, İl Proje Ofisi ile çok görüşmelerim olmuştur. Bu hafta, başladığım ve sonuca ulaşmasını istediğim Dikmen kaybolan el sanatları ve Tilkilik köy kültür evi ile ilgili yine vali yardımcımız ile görüştüm. Çalışmalarımı zaten önceden beri biliyorlardı, gündemim konu hakkında kurumlar destek olabilir mi başlığıydı.

Mekan açılabilirdi ama orayı bekleyen bir sorumlu olmasında konu düğümlendi. Dikmen için, belediye başkanlığı bu konularda önder olabilir dediler. Yine omuzlarımda koruyamadığımız kültürümüzüm ağırlığı ile valilikten çıktım. Kadınlarımızın koyun güderken elindeki işine, gece tezgah başında yüreğini açıp kilime, dokuma bezine döktüğü duyguları hiç olmazsa görsel olarak saklayabilmeliyiz. Gelecek kuşaklar, yöremizin köyümüzün hafızası kaybolmadı desinler.

Dikmen bölgesinde kadınlarımızın işlediği ve kaybolan el sanatlarından 2012’de fotoğrafladığım görsellerden bazıları:

 
 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , , ,

YOK SAYILAN HİKAYELER

20.07.2022- A. Yaşar SARIKAYA

Suyu metre ile, ağırlığı litre ile ölçme alışkanlığımız var mı nedir, ölçemiyoruz bir türlü. Ölçü şaşıyor, tartı tartmıyor. Şöyle bir düşünüyorum da, güneş milyarca yıldır hiç ölçüsünü şaşmadan döngüsünü sürdürüyor.

İnsanoğlu, hep üstün varlık olarak övünür de, bu ölçme işini bir türlü beceremez, ne dersiniz. Üniversite sınavında iyi koşullarda yetişen ve özel ders alan öğrenciyi, çobanlık yaparak sınavlara hazırlananla aynı kefeye koyarız. Sınav sorularını çalanla, çalışarak başaranı da. Böylelikle başarıyı ölçmek şöyle dursun, sistemi üst sınıflara fırsat sunmak için kullanırız.

Nedense, yurdumun göz ardı edilen yaşam kesitleri, gazete sütunlarının kıyısında köşesinde kalmış haberlere benzer. Bürokratın, dizi dizi konvoylarla açılışlara katılması her zaman flaş haber olurken, yanlış uygulamalara kurban edilen insan haberleri unutulur.

Siyasi partilerin, varlıklarını korumak için kıran kırana yaptığı yarışlar da aynı. Gereksiz kavgalar, münazara benzeri tartışmalar ülkeye ve halka bir şey kazandırmadığı halde gündemden düşmez. Ana temadan ayrılmak gibi bir alışkanlığımız var. İşin özü, halkın refah düzeyinin artması olmalıydı. Ana öge HALK, ana tema HALKIN RAFAHI olmalıydı, baskın lider siyaseti yerine.

2016 baskılı kitabımdan bir bölüm sunmak istiyorum. Kahramanı babamın anneden kardeşi olan amcam. O çocukluğumuzda evimize geldiğinde hepimiz bayram ederdik. Alnının teri ile kazanılan bir başarı öyküsüdür hayatı. Yıl 1969, evimizin bahçesi, fotoğrafta amcam ve kardeşlerim. En küçük kardeş henüz dünyaya gelmeden önce.

 
 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , ,

“IRIP” SÖZCÜĞÜ HAKKINDA

26.12.2021-A.Yaşar SARIKAYA

İlk insandan bu güne kullanılan sesli harfler aklıma geldikçe, ne evrelerden geçtiğimiz gözümün önüne geliverir. Kök heceler, uygarlıklarla birlikte iletişim ihtiyacını karşılamış; kabul görmüş yerleşmiştir. Kök heceler, yerleşik hayata geçişle zenginleşmiş, coğrafyalara taşınmış, yapısına eklentiler alarak, yeni anlamlar da kazanmıştır.

Gezgin ezgiler gibi, sözcükler de coğrafyaları aşarlar. Brother-birader, balcon-balkon, anni-anne, papa- baba gibi.

Annemin kullandığı, ırıp kelimesini Orhan Veli’nin şiirinde gördüm. Şair, “IRIPLARIN ÇALKANTISINDA” dizesi ile dalgalar arasındaki balık ağının deniz etkisi ile nasıl çalkalandığını anlatıyor. Annem de, “NE IRIP NE IRIP” “IRIPÇI SENİ” “IRIP YAPMA” biçimlerinde kullanır. Örnekler, uyanıklık yaparak öne geçme, sadece kendini düşünme, düzen kurarak iş başarma anlamlarını taşır. Annemin köyü denizden uzaktır. Ağ olarak kullanılan “IĞRIP”; hile, tuzak, yalan anlamlarında kullanılan biçimi ise “IRIP” tır.

Giresun yöresi sözlükte ırıp kelimesini buldum: Tuzak anlamında kullanılmış. Kaynak:(https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/208458)

“Yöntem, tutulması gereken yol” anlamında kullanılışı bir çok il ve ilçede rastladım:

-Denizli -Aydın- Çırpıköy, Bayındır *Düzce, İğneciler *Mudurnu -Bolu- Aliköy *Çaycuma, *Safranbolu -Zonguldak- Kayı *Tosya -Kastamonu- *Ilgaz, *Kurşunlu -Çankırı–Sinop

Çakıralan *Havza -Samsun- Kuzköy *Akkuş -Ordu- *Silifke -İçel

KAYNAK: -Kırklarelihttps://sozce.com/nedir/

15 000 yıldır kullanılan kelimelerle ilgili bir çalışmayı paylaşmak istiyorum:

EN ÇOK KULLANILAN KELİME HAYATTA KALIYOR(https://www.ntv.com.tr/turkiye/15-bin-yildir-kullanilan-kelimeler)
Dilbilimciler, akraba kelimeleri tespit ettikten sonra kelimelerin kullanılma oranı ve yaygınlığını ölçmeye çalıştı.

En çok tekrar edilen kelimenin en yavaş kaybolduğu anlaşılırken, günde ortalama 16 kez tekrarlanan bir kelimenin en az üç dilde hayatta kaldığı anlaşıldı.

Hayatta kalan kelimelerle ortaya çıkan tuhaf cümle ise şöyle:

“Sen, beni duydun! Bu ateşi şu yaşlı adama ver. Siyah solucanı ağaç kabuğundan çıkar ve anneye ver. Ve küllere tükürmek yok!”

Pagel, hayatta kalan kelimelerle kurulan cümlede ‘ağaç kabuğunun’ açıklaması ise şöyle yaptı: “Bazı antropologlarla konuştum. Eski insanların ormanlarda yaşayan, avcı-toplayıcı kabileler olması, ağaçların hayatlarında önemli bir yer tuttuğunu gösteriyor.”

Kelime Kökeni olarak araştırdım. “Yeni Yunanca grîpos γρῖπος  “balık ağı, bir tür balıkçı teknesi” sözcüğünden alıntıdır. Yunanca sözcük Eski Yunanca grîpos γρῖπος  “çubuklardan örülmüş balık avlama sepeti” sözcüğünden evrilmiştir. Bu sözcük Hintavrupa Anadilinde yazılı örneği bulunmayan *ghrebh- “yakalamak, tutmak” fiilinden türetilmiş olabilir; ancak bu kesin değildir. ” https://www.etimolojiturkce.com/kelime/%C4%B1%C4%9Fr%C4%B1p

Kaynaklarda rastlamadım ama, riba kelimesi ile ilgisi olabileceğini de düşünüyorum. Riba, artırma, faiz, yalan, hile anlamında kullanılan Arapça kökenli bir kelimedir.

Araba ve IRIB kelimesi arasındaki sessiz benzeşmesi de ilgimi çekti. Araba tekerleri döner de döner. Dönmek ile hile arasında da çok yakın olmasa da anlam açısından benzerlik vardır.

“Hotan Saka dilinde rraha “at arabası” sözcüğü ile eş kökenlidir. Sakaca sözcük Avesta (Zend) dilinde aynı anlama gelen raθa- sözcüğü ile eş kökenlidir. Bu sözcük Sanskritçe rátha- रथ  “iki tekerlekli tören arabası” sözcüğü ile eş kökenlidir. ” https://www.etimolojiturkce.com/kelime/araba

Annemin kullandığı kelimelere, yeri geldikçe yer vermeye çalışıyorum. Herkesin MAMALİKA olarak bildiği yemeğe KÖLHAMUR dediği gibi. Sözcüğün köle hamuru olduğunu, araştırmalarım hatırlattı. 1500 yıllarında HALEP yaylalarında konaklayan göçerler, köle ticaretini gördükleri için onların yediği “UN LAPASI” köle yemeğini hatırlatmış olmalıydı. Yaptıkları tereyağlı kaşık kesmesine de KÖLEHAMURU ismini vermiş oldukları anlaşılıyordu.

Eskiler, üreten nesillerdi. Artık, sanayileşme ve teknolojinin aydınlığında(!) tüketen toplum olduk. Ya kuru kuru eleştiriyor, ya da hep hazırı tüketiyoruz. Yeni bir yazıda buluşmak dileğiyle.

 

Etiketler: , , , , , , , ,

1927 SİNOP SALNAMELERİ

23.12.2021-BİLKE

1927 SİNOP ViLAYETi EĞiTiM DURUMU VE DERNEKLER
Sinop Vilayetinde “73” talebeli bir orta mektep,

“16755” talebeli muhtelif “19” ilk Erkek ve Kız Mektebi vardı.
Vilayette Cumhuriyet Halk Fırkası, Türk Ocağı, Hilal-i Ahmer, Teyyara, Himaye-i Etfal Ģubeleriyle Muallimler Birliği, Ticaret Odası ve Asar-ı Atika-yı Muhibler Cemiyeti vardı.

Boyabat, Ayancık, Gerze Kazalarında Cumhuriyet Halk Fırkası, Himaye-i Etfal, Türk Ocağı ve Teyyare Cemiyetlerinin Şubeleri de vardı. (15)

VİLAYETİN SAĞLIK DURUMU
Vilayette malarya (sıtma), frengi, zatürre gibi hastalıklar görülmektedir. Ayrıca 40 yataklı bir “Memleket Hastanesi” mevcuttur. Gerze, Ayancık, Boyabat kazalarında muvazene-i umumiyeden idare olunan onar yataklı birer “Muayene ve Tedavi Evi” vardı. Bunların muamelat-ı sıhhiye ve idariyeleri mahalli hükümet etıbbasının (doktorlar) mesuliyeti altındaydı.(16)
Sinop’un sağlık açısından en önemli sorunu yerleşim merkezlerinin birbirinden uzak ve küçük birimlere bölünmüş olmasıydı. Ayrıca yerleşim merkezleri arasındaki ulaşım güçlüğü sağlık merkezine ulaşmayı da geciktirmekteydi. Altyapı olanaklarının yaygınlaşmamış olması ve yerleşim birimlerinin dağınıklığı sağlık hizmetlerinin istenilen düzeye ulaşmasında en büyük engel olarak görülebilir.

VİLAYETİN EKONOMİK DURUMU
Hayvancılık

Sinop Vilayetinin dağlık ve ormanlık olması hayvancılığa elverişli bir ortam hazırlamıştı. Bunun yanında yüksek kesimlerde sert ve soğuk geçen kışlar hayvan yetiştiriciliğinde önemli yem sorunları yaratmıştı.
Vilayette bargir, kısrak, merkep, katır, inek, öküz, manda, koyun ve keçi gibi hayvanlar beslenmekteydi. Hayvanlardan elde edilen ürünleri ise süt, yün, yapağı kılı ve keçi kılı oluşturmaktaydı.(17)


Sinop Vilayetinin genel olarak hayvancılık faaliyetlerine baktığımızda en çok keçi beslendiğini görmekteyiz. Keçinin küçükbaş hayvan olması ve hareket olanağının daha kolay olması, sütünün ve keçi kılının bir gelir kaynağı olması bunda etkili olmuş olabilir. İkinci sırada en çok yetiştirilen koyun için de aynı durum söz konusudur diyebiliriz. Dikkati çeken bir nokta da Sinop merkezde inek sayısının diğer kazalara nazaran az olmasına rağmen süt üretiminin fazla olmasıdır.
Tabloda dikkati çeken bir durum da hayvansal ürünlerin üretiminin olmayışıdır. Buna sebep vilayette bu dönemde hayvansal ürünleri değerlendirecek kuruluşların henüz olmayışı olabilir. Ayrıca tabloda et üretimiyle ilgili bir bilgi de verilmemiştir.
Karadeniz’e oldukça uzun bir kıyısı olan Sinop Vilayetinin su ürünleri ile ilgili bilgi de bu salnamede verilmemişken 1925-1926 Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesinde tuzlu balık üretiminin yapıldığı görülmüştür.(18)

Bunun sebebi mübadele sonucu Rum nüfusun göç etmiş olması ve büyük olasılıkla onların iş sahaları olan tütün işleme ve tuzlu balık üretiminin de yavaşlamasıdır. Bir başka ihtimal ise veriler aynı olduğu için belirtilmemiş olabilir.

Madenler

Sinop yeraltı kaynakları açısından oldukça fakirdir. Bundan dolayı madencilikle uğraşan insan sayısı da çok azdır. Boyabat ve Durağan’da linyit damarları mevcuttur.(22)

Salnamede de madenlerden Ģu şekilde bahsedilmektedir; Boyabat Kazasının Durağan mevkiinde Haziran 314 tarihinde Musa Ağa namında birisi tarafından imtiyazı alınan ve elyevm gayr-i faal bulunan arsenik madeni ile yine Boyabat Kazasının Ekinviran mevkiinde petrol madeni vardı.(23)

15 Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesi 1927-1928, 941.

16 Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesi 1927-1928, 941.
17 Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesi 1927-1928, 937.

18 Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesi 1925-1926, İstanbul.

22 Yurt Ansiklopedisi, “Sinop”, C. 9, 6747-6829, İstanbul.
23 Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesi 1927-1928, 938.

KAYNAK: Hürü SAĞLAM TEKİR-

Kafkas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi
Kafkas University Journal of the Institute of Social Sciences
Sayı Number 13, Bahar Spring 2014, 133-145
(DOI:10.9775/kausbed.2014.009)

PDF tamamı:

https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/116204

 
Yorum yapın

Yazan: 23 Aralık 2021 in eski sinop

 

Etiketler: , , , , , , , , , ,

SİNOP KÖYLERİNDE ÜZÜM ÜRETİMİ 1487

29.06.2021-BİLKE

Köylerimiz ve eski tarihli üretimler hakkındaki yazılarımız yoğun ilgi görüyor. İlgi gördükçe de biz araştırmaya devam ediyor ve sizlerle beraber biz de bilgileniyoruz.

Üretim konusunda eski belgelerle günümüzü karşılaştırdığımızda, gerçek apaçıktır. Üretme konusu ihmal edildikçe halk zorunlu alıcı olma mecburiyetinde kalmaktadır. Üretime ağırlık verme yerine, gökdelenler dikmeyi tercih edenler, toprağın ve doğanın AHI ile karşı karşıya olduğumuzu bilmiyorlar mı diye düşünmeden edemiyoruz. Sorunları temelinden çözme neden tercih edilmez ki?

Sinop bağ üzümü, Sinop köy üzümleri konusunda yıllardır yazıyor, akademik bulguları paylaşıyoruz. Dernek Yönetim Kurulu, yetkililerle bu konuda çok görüşmeler yaptı. Sinop’ta kesinlikle canlanması gereken bir üretim. Görüşmelerimizden sonuç alamadık, ama biliyoruz ki doğanın gücü cehaleti yenecek. Eski üzüm bağları kökleri ile direnecek ve geleceğe taşınacak. İbn_i Batuta, Evliya Çelebi ve diğer yabancı seyyahlar, eski tarihlerde Sinop’ta üzüm bağlarının varlığını anlatmaktadırlar.

SİNOP KOKULU ÜZÜM

1487 SİNOP’TA ÜZÜM ŞIRASI ÜRETİMİ VE ALINAN VERGİLER:

Kaynak: Prof. Dr. M. Ali Ünal-Osmanlı Devrinde Sinop

İmparatorluk ve Beylikler döneminde köylü ürettiği her mahsulün vergisini devletine misli ile ödemiştir. Günümüzde artık o topraklar boş, üretim yok denecek seviyededir. Halk AVM, dış ticaret ve ithalat bağımlısı durumundadır. Yerli üretim için canla başla çalışacak samimi, yurdu için kendisini feda eden insanlara özlem duymaktayız.

 
Yorum yapın

Yazan: 29 Haziran 2021 in eski sinop köyleri

 

Etiketler: , , , , , , , , , , , , , ,

SİNOP TİCARİ PAZARI HAK EDİYOR

16.06.2021-BİLKE

Önceliğimiz, sürdürülebilir olması ve bu işten halkın faydalanmasıdır. Yazılarımızın da temel dayanağı budur. Konu, Sinop el sanatları ürünlerinin kamu ve sektörel alanlarda tanıtımının sağlanması için özellikle ele alınmaktadır. Kastamonu, Çorum, Çankırı, Sinop Kuzey Anadolu Kalkınma Ajansı kapsamındadır. Bu iller arasında biz neredeyiz?

Sinop el sanatları bakımından gereken donanıma sahiptir. Sadece Safranbolu, Denizli, Kastamonu gibi bu değerleri üst aşamaya taşıyacak kurumsal adımlar gerekmektedir.

tasarım: Y. SARIKAYA- 2004- dikiş: Hamdiye ŞAHİN- Manken: Bengül ÖZKARA

Gelin bu gün Boyabat ve Durağan çemberi hakkında yapılan bir çalışmayı okuyalım:

Seyfullah GÜL -SİNOP’UN KÜLTÜR COĞRAFYASI

Boyabat- Durağan Çember Dokuma
Çember, yörede çok eskiden beri dokunan ve başörtüsü olarak kullanılan kenarları renkli şeritlerle çevrili ortası renkli ipliklerle işlenmiş motiflerle bezeli Boyabat, Durağan ve Saraydüzü ilçelerinde sıklıkla görülen bir dokuma
türüdür.

Çember, Orta Asya kültürü kökenli olmakla birlikte kültür aktarımı ve kültürel yayılma ile yöreye gelmiş, yöreye has bir biçim kazanmış kültür ürünüdür. Halen yörenin kırsal kesimine ait köylerde yüzlerce çember tezgâhı
bulunmaktadır.

FOTO-S.GÜL

Günümüzde Vezirköprü, Durağan, Boyabat ve Saraydüzü gibi yerleşim yerlerinde başörtüsü olarak kullanılmaya devam eden çember, bu işlevinin yanı sıra masa, sehpa gibi yüzeylerde örtü olarak, ayrıca gömlek, bluz gibi elbiselerde model veya aksesuar olarak da kullanılmaya başlanmıştır.

baygın isimli çember deseni-S.GÜL

Önceleri sadece pamuk ipliğiyle dokunan çember, günümüzde sentetik ipliklerle de dokunur olmuştur. Doğal beyaz ya da ağaç külüyle ağartılmış pamuk ipliklerle dokunan çemberin kenarları makam ipi denilen kök boyasıyla elde edilmiş
bordo renkli pamuk ipliğiyle oluşturulmaktadır.

büyük demirkırat isimli çember deseni-S. GÜL

Çözgü dolabında çözme işlemi yapıldıktan sonra bezayağı dokuma örgüsüyle yörede düzen ya da işlik denilen dokuma tezgâhlarında dokunmaktadır. Tarak boyuna göre genellikle
50‐60 cm eninde ve 100‐120 cm boyunda dokunur. Kenarları şerit halinde orta kısmı bütün olarak desenlidir. Çemberin üzerine dokuma yapılırken demir kırat, kibrit kabı, baygın gibi nakışlar atılır.

SİNOP’UN KÜLTÜR COĞRAFYASI-Seyfullah GÜL

 
Yorum yapın

Yazan: 16 Haziran 2021 in Genel Kültür

 

Etiketler: , , , , , , , ,

CAFER SARIKAYA ANILAR

30 TEMMUZ 2020-BİLKE

ASKERLİK

18 yaşımda evlendim, cicim ayların devamında sıra geldi vatani göreve. Asker olup evden ayrıldım. O zamanlar elbiseyi askerlik şubesi veriyordu. Potinler dar geldi ve ayaklarımı yara yaptı. Tam da Gerze’nin panayırı idi. Şube askerleri toplayıp vapurla yol verecekti. Elbiseyi giymeden önce 1-2 gün Gerze’de kaldık. Panayır olduğu için Gerze’nin bütün sokakları plak ve davul zurna sesleri ile yıkılıyordu. Benim isteyip de hiç görmediğim bir manzara. Tam tamamına özgür olmuşum ve kendimi müziğe kaptırmışım, şarkı türkü ne çalarsa söylüyorum. Tanıdıklardan bazıları beni görmüşler ve Cafer’e ne olmuş sanatçı gibi sokaklarda türkü söylüyor diyorlarmış.

Neyse  bu coşkulu hava çok sürmedi, şube bizi Tarı vapuruna bindirdi.  Vapur İstanbul’da askerlerle dolmuş. Trakya, Ege, İstanbul derken askerleri toplayarak Karadeniz’e açılmış ve hep birlikte gidiyorduk. Bütün kamaralarda askerler balık istifiydi. Vapur şehir kasaba geçse de hiç bir iskeleyi geçmiyor. Her yere uğruyorduk. Gel zaman git zaman 3 günlük yolu bir haftada varabildik. Trabzon’a 3. Orduya ait olan askerleri indirdiler. Değirnmendere mevkiinde, 3 gün içtima eğitim ve talim atışlarını yaptık.Eline silah almayan bir kişi olarak hedefi tam vurdum. Çok güzel bir Türkçesi olan bir Amerikalı subay vardı, bana “hedefi tam vurdun aferin ” dedi ve bir paket palmel sigarası verdi. Evde sandığa koy çok güzel kokar dedi. Eğitimin sonunda 45 gün sonra bizi sınıflara ayırdılar. Benim sınıfım aslında piyadeydi. Başarı gösterdiğim için muhabereye aldılar.

Değirmendere’de Boztepe mevkii bambaşka koskoca bir alandı. 143. Piyade alayı,çok kalabalıktı. Yemek ve yatak işleri,temel ihtiyaçlar zordu, tuvaletimiz bile yoktu. Kepçe geliyor, boş bir alana uzunca bir ark yarıyor, gece olunca asker buraya tuvaletini yapıyordu. Asker içine düşmesin diye su matarası misali içi gaz yağı dolu gaz lambası bırakılıyordu. Su yoktu taharet yapılmıyordu. Çamaşırlarımızı tatil günü derelerde yıkıyorduk. Bir gün hiç unutmadığım bir dönüş ve çıkış olayı ile karşılaştım. Tabaklarımız elimizde yemek için kuyruktayız. Elimdeki tabak dörtgen alüminyum, 20-15 cm ve tel saplarını elle tutuyoruz. Kuyrukta beklerken arkadaki biri elindeki dürülü çamaşırlarını benim aşıma attı. Atan kişiyi gördüm. Ben de ona elimdeki tabağı attım. Bir de üzerine çullandım. Çocuk fena halde ağlıyor. Ne de olsa köylü delikanlıyız, ufak tefeğim ama yaptığının altında kalmadım. Çocuk şehirli, anasının kuzusu ben hem tabağı attım, hem de üzerine çullandım. Çocuk ağlıyor da ağlıyor. Sivaslı uzun boylu çavuş beni ve çocuğun ağladığını gördü. İkimizi de koğuşa götürdü, arkadaş ağladığı için bana dönüp “ulan burasını dağ başımı sandın” diyerek destekleme bana bir salladı ama gözlerimde şimşekler çaktı. Askerde yiyip de unutamadığım asker dayağı buydu.

Değirmendere ve Sarıkışladaki eğitim sonrası kalabalık asker grubuna muhabere kursu verdiler. Ne kadar kaldığımı hatırlamıyorum, ama orada da büyük oranda başarı aldım ki kursun sonunda beni Erzurum’daki uzman çavuş kursuna ayırdılar.  Erzurum’a gitmeden önce kaledeki kursumuz esnasında telli telsiz hatlar nedir hiç öğrenmedik. Kuru pil sulu pil öğrenmedik, usta asker bizim gibileri bulunca hiç eğlenmeden durur mu. Usta askerler acemilerin eline mikrofonu veriyor cereyan akımına bağlıyordu. Bu sefer acemi askerin elleri titremeye başlıyor, usta olanlar da gülüşüyorlardı. Ben usta olunca hiç kimseye öyle şaka yapmadım. Ve de takılmadım.

Burada başarı göstermeme rağmen takım komutanımız üsteğmen Ali Rıza İleri hem beni severdi hem de üsteğmen Şevket Kuleli benimle samimi diye sık sık bana tokat atardı ama bana fotoğrafını verdi. “Cafer biliyorum  bu fotoğrafımı sana veriyorum beni sevmen için değil bana küfür etmen için veriyorum demişti”.  Üsteğmen Şevket Kuleli ise Rizeli bir subaydı, adam beni çok severdi. Alayda ün salmıştı, büyük küçük Şevket Bey diye tanınır sevilirdi, hiç kimseyi  de takmayan birisiydi.

Kalede beni hatlı muhaberede başarı gösterince hatsız muhabere yani mors kısmına ayırdılar. Burada öyle ilerledim ki tabur komutanının telsizine verdiler. Manipleyi öyle kullanıyorum ki dakikada 80- 100  üzerinden alma  ve gönderme yapabiliyorum. Bu başarımın sonucu 3. Ordudan tek kişi olarak Erzurum’daki kursa gönderdiler. Erzurum’un kavak denilen yerde yatıyor, yemeği de kursun mareşal hastanesinin  yanındaki kurs binasında görüyorduk. Bir yandan 1. 2. ve 3. Ordulardan seçme gönderilen kursiyerlerin sayısı 50-60 kadar olduk. Kurs hocalarımız çok iyi kimselerdi bizlere şanslı olduğumuzu söylüyorlardı. Kurs tamir atölyesi çok değişik genel anlamda tamirat ve tadilat montaj işlerini yürüten bir yerdi. Kursumuz devam ederken bir gün kurs hocamız bizi topladı, “çocuklar çok üzgünüm atölyeyi Erzincan’a kaldırıyorlar, sizleri de kıtalarınıza  gönderiyorlar” dedi. Kursun istikbalini iyi gördüğüm için ben babama mektubumda o zamanlar Kore’ye asker gönderiliyor gidebilr miyim diye babama sordum. Babamdan gelen cevap görevini bitir ve köye gel oldu. Köyden benim ayrılmamı kesinlikle istemiyordu. Öyle  olunca kurs da dağıldı Kore’ye gitmeme de izin olmadı.

Bulunduğum kıtadan iyi bir telsizci olmam nedeni ile beni Artvin’e göndermek istemediler. Yazı ile durumu bildirdiler. Oradan gelen cevapta ise onbaşı Cafer”in sınır alayına ve sınır alayının dokunulmazlığı olduğu için kıtamda kalamayacağımı bildiren cevaptan sonra beni Artvin’e gönderdiler. Oraya gidince bazı eski arkadaşlarda karşılaştım. Havamız gayet iyi, iyi kötü bir de onbaşı rütbesi var. Bir de bana bonservis vererek, direk santralde görevlendirdiler. Havadaki durum ve rahatımız Trabzon’dan çok daha iyi. Bir ara Rus sınırındaki arkadaşların günleri bitmiş tezkereleri gelmiş. Onlar başkaları ile değiş olacak. 1 asteğmen 1 çavuş ve bir onbaşı 15-20 tane askerin yer değiştirme görevi bizlere verildi. Dağ taş düştük yollara seyyar mutfak var, her türlü ihtiyaç yanımızda. Tam bir askeri disiplin içinde yol alıyorduk. Dağa sapınca gece yolu şaşırdık. Zifiri karanlık, önümüzü zor görüyoruz. Köpek ve horoz sesleri dinliyoruz. O da yok. Nihayet sola doğru bir ev bulduk. Yol soruyoruz Gürcüce biliyorlar, zar zor anlaşabildik. Nihayet karakola varabildik. Rus sınırında Diyaban karakolunda askeri değiştirdik.

Askeri koğuşumuz şehre yakın muhit küçük 211. Sınır alayının tabur bölükleri ve karargahın  tam teşekküllü alayı biz şimdi muhabere bölüğündeyiz. Bölük komutanımız yüzbaşı Cavit Tunç  üsteğmen Şevket Kuleli takım komutanı, üsteğmen Ali Rıza İleri. Ben Ali Rıza üsteğmenin takımındayım. Adamın benimle arası hiç yok. Çok tokadını yedim. Sonradan öğrendik sebep Şevket Kuleli Rizeli ben de Karadenizliyim, adam kopuk mu kopuk efe hiç kimseyi takmıyor, beni de çok seviyor. Diğer subaylar nöbetlerinde hep ders yaparlar, askerler sevmezlerdi. Rizeli komutana gelince çağırır çalgıcıları sabaha kadar vur paylasın çal oynasın askere moral verirdi . Ali rıza ise bu adama çok gıcık olurmuş. Ali Rıza üsteğmen bana fotoğrafını verirken “ikimiz de birbirimiz sevmiyoruz, bu fotoğrafı bana küfür etmen için veriyorum”derken komutana kızdığı için sanki hıncını benden çıkarıyordu.

Trabzon’da da  asker arkadaşı olduğum bir terzi vardı.  Yüzü sanki Zeki Müren’e benziyordu. Arkadaş hem terzi hem de güzel bağlama çalıyordu. Ben Artvin’e gelince gene karşılaştık. Bana da yeni elbise verilmişti,elbise bol geliyordu. Ona elbiseleri düzeltmesi için verdim. Ama düzeltmeyi bırak adeta ilgi çekici bir vaziyette yapmış, beni görenler kıyafetime imreniyordu. Neyse bir sabah eğitimine çıktık, mola verildi ben bir kenarda ayaklarım üstünde çömelmiş vaziyette iken bizim üsteğmen asteğmen ve bir de yüzbaşı bana doğru geliyorlar. Ayağa kalkıp selam durdum. Yüzbaşı başımdan kepi aldı kendi başına koydu. Şevket üsteğmene soruyor nasıl yakışıklı mıyım diye. Biraz eğlendiler ve “sana bu elbiseyi kim dikti “diye sordular. Ben de söyledim, o arkadaşla birlikte onun istediği saatte üsteğmenin huzuruna geldik. Arkadaş çok korktu. “Ulan bu elbiseyi sen mi diktin” dedi, “evet komutanım” dedi. “Derhal aldığın parayı geri ver” dedi Benim de kıçıma dayak vurdu. Biz çıktık. Ama ben de o elbiseyi öylece eskittim. Ama terzi çok güzel diktiği için herkes kıyafetini ona yaptırdı.

Sonra Şevket Bey beni izine gönderdi, izinden önce oğlum Mehmet’in dünyaya gelişini komşumun oğlu Şükrü’den öğrenmiştim. Evde karım çocuğum var biliyorum, eve geldim yoklar. Onlar eve geldiler, benim de iznim bitti. Asker ocağı bana uğurlu geldiği için rahatım  çok iyiydi. Çok kilo aldım, izinden dönünce iskelet gibi geri döndüm. Şevket komutan beni seviyor hediye beklermiş. Tilkilik kaşında ben kotra  nedir nereden bilecem.

 

29 Mayıs için tiyatro hazırlandı. Önemli rol için beni seçtiler, çok mutluydum. Başarı ile tiyatromuzu gerçekleştirdik

Nihayet teskere geldi ve ben eve döndüm. Ev eski tas eski hamam. Evde karı yok çocuk yok. Hanım babasının evine gitmiş. Babam bana git karını çocuğunu getir dedi. C.SARIKAYA

 
 

Etiketler: , , ,

SİNOP BURNU SEKİZ YÜZ ADIM

27.07.2020-BİLKE

Yaşar SARIKAYA

Sinop BOZTEPE yarım adasının ucunun, sekiz yüz adım genişliğinde bir dil olduğunu biliyor musunuz? Eski araştırmacılar ve bilim insanları bu günlere bıraktıkları belgeler, günümüze ışık tutmaktadır. Bu gün hala o belgelerden yararlanıyoruz.

Kaynak: KARADENİZ KIYILARI TARİH VE COĞRAFYASI- MİNAS BIJIKYAN- 1817-19-İKİNCİ BÖLÜM

“Sinop’un Boztepe(Grekçesi Karapi) denilen yarımadası ucu sekiz yüz adım genişliğinde bir dildir. Denildiğine göre bu dil, vaktiyle açık olduğundan kaleye gitmek için karadan bir köprü yapılmış. Kayıklar da bir koydan diğerine geçerlermiş. Dilin çevresi onsekiz mil olarak hesaplanıyorsa da kale üzerinden ölçüldüğü takdirde o kadar tutmaz. Dilin üzerinde Seyit Bilal Tekkesi denilen meşhur bir ziyaretgah ve mezarlık gördük. Orada iyi bir su dahi vardır. Yakınında bir köşesi Ağliman’a, biri kaleye, diğeri de  limana bakan üçgen şeklinde bir harabe vardır ki bunun bir şapel’e ait olması muhtemeldir. Romalılara ait mezarlar  aynen kalmış olup buradan çok defa eski taş ve sikkeler çıkarılır.”

Vaktiyle açık olduğu anlatılan ve üstüne köprü kurulan oluşumun hangi tarihte olduğu konusunda bilgi yoktur. Strabon kitabında Sinop’un 2 burnunun, bu günkü gibi olduğundan bahseder açıklıktan söz etmez. Strabon’un doğum tarihi M.Ö. 63, ölüm tarihi M.S. 23 yılıdır. O tarihlerde bu oluşumun olmadığı açıktır. Yüksek köylerde araştırma yaparken, görenler dağ kayalarının içinde gemi zincirlerinin bağlandığı demir halkalar olduğunu anlattı. BIJIKYAN ‘IN “mışlı geçmiş” zamanla naklettiği bilgi, eski zamanlarla ilgili olabilir.

Sinop çevresine vuran rüzgar ve dalgalarla bir çok mağaranın varlığını kaynaklardan öğreniyoruz. Güçlü dalgaların, burunun en dar yerini doldurduğu ve akıntının kum kapıdan girip ceza evi altına doğru yol bulup aktığını anlamak mümkün. Doğal olan mevsimsel olay mı yapay yapılmış kanal mı konusunda bilim insanlarının bilgisine ihtiyaç vardır. Jeolojik zamanlara göre, karalar ve suların oluşumları ile ilgili bu gerçekler, jeoloji uzmanlarınca değerlendirilir.

Kumkapı’da, kale surlarının denizle birleştiği yerde, taşla örülerek kapatılan duvarın, yukarıda anlatılan “dilin açık olan yeri” olabilir mi düşüncesi akla gelebilir. Sinoplu olarak kalelere zarar verilmemesi, doğal yapının bozulmaması hepimizi ilgilendirir.

PALA kültürü konusuna dikkat çektiğim araştırmalarımı 2010 yılında yayınladım. Yüksek köylerde karşılaştığım tarihi doku  ve bulgular ne yazık ki define arayıcıları tarafından tahrip edildi. Bakanlık başvuruma hemen cevap gelmesine karşın, Sinop’ta iş çok yavaş ilerledi. O zamana kadar da kalıntılar tahrip edildi.

Strabon, Sinop’u Karadeniz’in cenup sahillerindeki en meşhur ve en ehemmiyetlisi sayar. Mela  da Sinop’u, Amissus ile beraber bu havalinin en meşhur iki şehri olarak gösterilir.

Sinop yine güzelliklerine  kavuşsun, yine önemli bir il olsun. BİLKE

 

 
Yorum yapın

Yazan: 27 Temmuz 2020 in Bilinmeyenler

 

Etiketler: , , , , , ,