09.032023- İsmet EBCİOĞLU



Tamamı: Neşredilmemiş yeni Sinope Şehri Sikkesi ve Onunla İlgili Bazı Sorunlar- İsmet EBCİOĞLU makalesinde
09.032023- İsmet EBCİOĞLU



Tamamı: Neşredilmemiş yeni Sinope Şehri Sikkesi ve Onunla İlgili Bazı Sorunlar- İsmet EBCİOĞLU makalesinde
04.03.2023-ÖZDEMİR KOÇAK TEZ ÇALIŞMASI-1993- İSTANBUL

Foto Sinop Drahmisi – Ö. ÖZTÜRK
“Hitit metinlerinde geçen Sinuuaıs ile antik dönemdeki Sinope’nin aynı yerler olduğu konusunda görüşler vardır. Bu görüşler genel olarak filolojik delillerin üzerine oturtulmaktadır(l9).
Hitit metinlerinde Sinuua ismi iki çivi yazılı metin cildinde geçmektedir(2o).
Bunlardan biri şöyledir;
“Bir kuzu Sinuua Şehri tanrılarına, bir kuzu Tauanaka Şehri tanrılarına “21 (Lev.XIII-XIV).
Buradaki metin Antuhşum Bayramı ile ilgilidir. Çivi yazılı tablette şehir tanrıları için sunulan kurbanlar ve onların sayılan anlatılmaktadır. Sinuua Şehri tanrılarına da 1 kuzunun kurban edildiği belirtilmektedir(22).
Ancak iki metni dayanak yaparak bu konuda kesin bir görüş ileri sürmek ne derece doğru olacaktır. Kaldı ki şu ana kadar bölgede yapılan araştımalar bu döneme tarihlenebilecek bir yerleşmenin varlığına işaret etmemektedir(23). Bundan dolayı Sinuua ile Sinope eşitliğini öne sürmek için vaktin henüz erken olduğu kanaatindeyiz.”

Sinop Drahmisi FOTO- Ö. ÖZTÜRK
18- KBO. iV 13 I 451 ; KBO .. \v142 Rs. 6′; Monde-Tischler, a.g.e., s. 3S8.
19- Umar, Torklye’dekl Yer Adları, s.342; 732. B.Umar ;” Sinuwa, Sinop kentinin ilkçağdaki adının
Hitit metinlerinde görOlen biçimJdir. Sinop ekonomJsinin o çağda ömllikle balıkçtlığıı bağımlı
olduğunu bilmekteyiz. Bu yüzden, kentin S(wa)- İnuwa, Güz.el-balıklık (balıkyurdu) adını taşıması
pek yerli yerindedir” demektedir. Aynca O, Sinuwa’mn Luwi dili. sö:zcük ve takılarıyla türetilmiş
adlann Paphlagonia’da kullanılan · örneklerinden biri olduğu görüşündedir. Aynca bk. Ertem,
Col,rafya Adları Dizini, s.125.
20- KBO. IV 13 I 45′ -,KBO XVI 42 Rs. 6′
21- KBO. IV 13 I 45′; Monde-Tischler, a.g.e.,s.358
22- KBO. IV 13 145′; Monde–Tischlcr, a.g.e., s.358
23- AraşbmıaJann, öı.ellikle bu yörelerde yetersiz oluşu da gözönüne alınmalıdır. · Çünkü yörede
sadece Gerze Köşk Höyilğil’nde M.Ö.1800’e ait Er Hitit malzemesi ele geçmJştir. bk.s.28.
26.02.2023-Ayşe TOSUNOĞLU Doktora Tezi – Tez Danışmanı: Prof. Dr. İsmet MİROĞLU
Katip Çelebi, Cihannüma’da Sinob’u şöyle anlatır(1):
Sinob Karadeniz sahilinde bir küçük murabba’ şekil adanın bir ince kumsal yolu ile büyük karaya payvestedir. O yol üzerinde bir
kale ve bir şehirdir ki, taşradan gelince Sinob’un kara kapısında ol adaya duhul olunur. Bu şehrin etrafı kumsaldır.
Şehir güya kum içinde kalmıştır. Ol adayı bir dağ ihata etmiştir. Ona Boztepe derler. Azinı mesire ve akarsuları vardı
ve ta zirvesinde ve bir havalesiz mahallinde bir latif pınar kaynayıp akar garaibtendir. Bu dağ da bir göl dahi vardır.
Karadeniz’in Sinob tarafları ekser taştan kesme yerlerdir”

FOTO.BİLKE ARŞİVİ
Sinob kalesinin inşa tarihi M. ö. 72’dir. Kurucusu büyük IV. Mitridat’dır. Ondan sonra kale, muhtelif ilaveler ve
ta’mirler gönnüştür . Asıl Sinob şimdiki Sinob olmayup, yine onun yanında ve hatta onun mevkii üzerinde diğer bir
kasaba idi. Şimdiki Sinob dahi aynı önemi taşıyan müstakim bir kasabadır.
Sinob Selçuklulardan sonra, Candaroğlu Kötürüm Bayezid ve en son olarak da Fatih Sultan Mehmed tarafından alınmıştır.
Sinob’un merkez halkı ticaret, zana’at, balıkçılık ve gemicilikle, köyler ise zira’at, hayvancılık, toprak mahsülleri
ve orman işleri ile geçinirler. Kuyumculuk ve cevizden sedefli sigara kutulan gibi ince zana ‘at, dülgercilik ve marangozlukla
tanınmışlardır. Balıkçılık ve gemicilik daha fazla orandadır. Toprak mahsüllerinden buğday, arpa, dan ve mısır gibi
hububat, elma, armut gibi meyveler. keten ve kenevir yetiştirilir.
1 Katıp Çelebi, Cihannüma, s.649.
KAYNAK:TAPU-TAHRİR DEFTERLERİNE GÖRE XVL YÜZYILDA\,1 KASTAMONU SANCAGI Doktora tezi- Ayşe TOSUNOĞLU
BİR BAŞKA KAYNAK:
Seyahatnameler’de Sinop
Süreyya Eroğlu- SDÜ. Fen-Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü
A. Alev Dİrer Akhan-NKÜ- Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü
17.yüzyılda kente gelen Katip Çelebi ise, “ Karadeniz sahilinde kareyi andıran, tek yanı ile karaya bağlı kalesi ile güzel bir kenttir. Sinop’un kara kapısından girerek kaleye ve adaya varmak için ada kapısına gidilir, oradan da adaya geçilir. Bu kentin çevresi
kumsallıktır, bol akarsularıyla güzel bir mesireliktir. Bostanı ve meyvesi boldur.
Yeni bir camisi vardır. Minberin tavanı ve döşemesi, kapısı ve kapısının korkulukları tümüyle yekpare mermerdir. Duvarları baştan başa ayet ve hadislerle bezelidir. Sinop Kalesi dört kapılıdır, batı kapısı denize açılır. İç kalesi yüksek, sarp ve sağlamdır, iç kaleye asma köprü ile geçilir,” cümleleriyle Sinop’u tasvir eder. Seyyah, ağırlıklı olarak cami ve kalenin üzerinde durur (Özcanoğlu, 2005:122).
21.02.2023- Doç.Dr. Şafak Nakajima -Kinik Mikrobiyoloji, Viroloji, Klinik Psikoloji, Klinik Hipnoterapi
Deprem sonrası yardım ve kurtarma çalışmaları büyük ölçüde yaşam kurtarma, canlıların rehabilitasyonu, bina ve alt yapı hizmetlerinin onarılmasına yöneliktir. Oysa deprem, fiziksel yıkım ve ölüme yol açmanın yanı sıra yaşamda kalanlar için ciddi psikolojik sorunlar yaratabilen bir doğal felaketidir.

FOTO: son deprem bölgesi -NTV
Deprem deneyimi ile, psikolojik gerilim ve özellikle travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) gelişimi sorunları ilişkilendirilmiştir. Deprem mağdurlarının, kaygı, korku ve TSSB bulgularını azaltmada yararlı olduğu bilinen psikolojik tedavilerden yararlanması sağlanmalıdır. Bu yaklaşım, mağdurların gelecekte karşılaşabilecekleri depremler için de psikolojik olarak daha hazırlıklı ve dirençli olmalarını sağlayacaktır.
Deprem sonrası yapılan yardımlar, ağırlıklı olarak yaşam kurtarılması, fiziksel yaralanmaların tedavisi, barınak sağlanması ve alt yapı hizmetlerinin düzeltilmesine yöneliktir. Psikolojik etkilenme sürecinin saptanma ve tedavisinin daha karmaşık ve uzun süreli olması, bu alandaki hasarın, çoğu kez kendi haline bırakılmasıyla sonuçlanmaktadır. 1999 İzmitİstanbul, 2004 Endonezya, 2005 Pakistan ve 2011 Japonya depremlerinde, çok sayıda can ve mal kaybının yanı sıra insanların yaşadığı psikolojik yıkım, artan iletişim araçlarının yardımıyla, tüm dünyanın gözleri önüne serilmiştir (1).
Deprem ve sonrasında verilen tepkiler, olayın şiddeti, mağdurların kişilik yapıları, toplumsal değerler ve geçmiş deneyimler nedeniyle farklılıklar gösterir. Güvenli binalarda yaşayan ve deprem konusunda eğitimli bir Japon’un, güvenliksiz binalarda ve deprem konusunda hazırlıksız bir ülkede yaşayan bir bireyden farklı tepkiler vereceği açıktır.
Deprem ve Beyin
Deprem gibi yaşamı tehdit eden beklenmedik olaylar karşısında, insan beyni, anında iki tür tepki verir: Bunlardan ilki tehlikenin değerlendirmesini yapmak ve ikincisi ise tehditten korunmaktır (2).
Tehdit, ‘’Savaş ya da Kaç’’ yanıtı yaratır. Tehlikeden kurtulmak için ortaya çıkan bir dizi fizyolojik değişim sonucu, kalp atımı ve soluk alıp verme hızının artması, kas gerginliği, korku, şaşkınlık içinde olanlara inanamama hali, uyuşma hissi, terleme, titreme ve bulantı bulguları ortaya çıkabilir. Tehdit ortadan kalktıktan sonra ise, yaşanan zorlu sürecin, insanın duygu ve düşünce dünyasına ve yaşamının anlamına yaptığı etkiyle baş edebilme sorunu ortaya çıkar.
Deprem Sonrası İnsan Psikolojisi
Deprem sonrası psikolojik reaksiyonlar arasında konfüzyon, korku, keder, suçluluk ve öfke gibi güçlü zihinsel ve duygusal durumlara rastlanabilir. Uyku ve odaklanma sorunları ortaya çıkabilir. Yaşananlar zihinde sürekli canlanabilir (3).
İnsanların büyük çoğunluğu, deprem deneyiminden önce çok sarsıcı bir travmayla karşılaşmamış oldukları için, dünyayı güvenli bir yer olarak kabul eder ve yakınlarındaki insanların birdenbire ölebileceği düşüncesini taşımazlar.
Bu güven ve inanç, ömür boyunca yavaş yavaş inşa edildiğinden, ortaya çıkan ani değişime aynı hızla uyum gösterebilmek insan psikolojisi için çok zordur. Yaşamın paylaşıldığı insanlara ya da olgulara dair geçmişteki anılarla, depremin yarattığı, kayba dayalı yeni gerçeklik, bilinçte birbiriyle çelişen farklı duygu durumları yaratır.
Her koşulda yapılması gereken, ilk yaraların sarılmasından sonra, yaşanan trajedinin kabullenilmesi, yaşamın yeniden anlamlandırılması ve kalınan yerden yaşamsal sorumluluklara devam edilebilmesidir.
Travma Sonrası Stres Bozukluğu
İnsanların büyük bir bölümü birkaç hafta içerisinde yeni duruma alışıp, iç dengelerini kurar ve zorluklarla başa çıkarken, bazı insanlar için sıkıntılı süreç, aylar ve bazen yıllar boyu devam eder. Bu duruma, Travma Sonrası Stres Bozukluğu (TSSB) adı verilir (4).
Travma sonrası stres bozukluğu tablosunda, travma yaratan asıl olayın sürekli olarak zihinde ve rüyalarda canlanması, travmayı anımsatan uyaranlardan kaçınma, duygusal küntleşme, yaşama yönelik umutsuzluk, uyuyamama, öfke ve huzursuzluk bulgularına rastlanır. Tanı için bu bulguların bir aydan daha uzun süre devam ediyor olması, sosyal yaşam, iş yaşamı ve diğer uğraşılarda ciddi bozulmalara yol açması kriterleri aranır. Her üç insandanbir i, yaşamı boyunca ağır stres yaşar. TSSB, bu olguların ortalama % 10’unda ortaya çıkar.
Japonya’da yapılan bir çalışma, TSSB tablosuna kimlerin yakalanabileceği konusunda öngörüde bulunan bazı sonuçlar ortaya koymuştur. 2011 yılında Japonya’nın Sendai bölgesinde yaşanan deprem ve onu izleyen tsunami, çok
sayıda can kaybına ve sosyoekonomik anlamda büyük bir yıkıma yol açmıştır (5). Deprem bölgesinde bulunan Tohoku
Üniversitesi’nde çalışan Japon nörobilim araştırıcıları, deprem öncesi arşivlerinde beyin görüntüleme verileri bulunan 42 kişiyi, depremden 3-4 ay sonrasında yeniden görüntüleme
ve TSSB bulguları için değerlendirmiş ve her iki döneme ait beyin görüntüleme bulgularını karşılaştırarak, beynin TSSB’na yatkınlığını ve travmanın beyin yapısına etkilerini incelemişlerdir (6).
Depremden sonra yüksek düzeyde TSSB bulgusu veren kişilerin beyinlerinin, deprem öncesi yapılan görüntülemelerinde, anterior
cingulate cortex bölgesinin, normalden daha küçük olduğunu saptanmıştır. Anterior cingulate cortex, duyguları monitorize etmek
ve kontrol altında tutmaktan sorumludur. Bu bulgu doğrultusunda, bazı olgularda, beyin yapısının, TSSB için uygun zemin oluşturma potansiyeli taşıdığı öngörülebileceği ileri sürülmüştür. Diğer yandan, aynı araştırma kapsamında,
beynin, korkuyla ilintili anıları elimine etmekten sorumlu orbitofrontal cortex bölgesinin, travma etkisiyle küçüldüğü ortaya konmuştur. Harvard Tıp Fakültesi psikiyatrlarından Roger Pitman, bu bulguların zamanla, askerlik gibi riskli mesleklerde çalışacak insanların, TSSB’na yakalanma potansiyellerinin önceden saptanmasında ve travmaya karşı koruyucu ilaçlar
geliştirmede yarar sağlayacağını bildirmiştir.
Makalenin Tamamı:
17.02.2023- MAKALE- İlay Çelik Sezer

FOTO: Hatay’da yıkılan bina tabelası
İlay Çelik Sezer – TÜBİTAK Bilim ve Teknik Dergisi- Depreme Dayanıklı Yapılara Yönelik Yeni Teknolojiler
Rijitlik ve Dayanım:
Yapıların uygun düşey ve yatay (ama özellikle de yatay) rijitliğe ve dayanıma sahip olması gerekiyor. Yapılar kendi kendilerine ayakta kalabilmeleri için çoğunlukla zaten düşey doğrultuda belirli bir dayanıma
sahip olacak şekilde inşa ediliyor. Ancak depremler binaya düşey yüklere ek olarak yatay yükler de getirdiği için yatay
doğrultudaki dayanımının ayrıca ele alınması gerekiyor.
Planda ve Düşeyde Düzenlilik:
Bu özellik binanın yatay yönde itki aldığında nasıl hareket ettiği ile ilgili. Deprem
güvenliği alanındaki uzmanlar deprem sırasında binanın her yerinin eşit derecede hareket etmesini, böylece enerjiyi herhangi bir tarafa daha fazla kuvvet gelmeyecek şekilde dağıtmasını ister. Eğer binanın planında veya düşeyde düzensizlik varsa bina sarsıldığında zayıf noktalarda hasar meydana gelebilir ve bu hasar binanın tamamına yönelik bir hasarı da beraberinde getirebilir.
Yedekli Tedbirler:
Uzmanlar binalarda depreme dayanıklılığa yönelik birden fazla stratejinin kullanılması gerektiği, böylece birinin bir şekilde işe yaramaması durumunda binayı koruyan diğer tedbirlerin de hazır bulunması gerektiği konusunda hemfikir.
Temel: Sağlam bir temel depremler ya da başka afetler söz konusu olsun ya da olmasın tüm binaların sahip olması gereken önemli bir özellik. Farklı zeminler, binaların temellerinin farklı şekillerde sağlamlaştırılmasını gerektiren farklı özelliklere sahiptir. İlgili profesyonellerin inşaata başlamadan önce zeminin özelliklerini iyi anlaması ve buna göre plan yapması çok önemlidir.
Kesintisiz Yük Zinciri:
Bu özellik binanın yapısal olan ya da olmayan tüm parçalarının birbirine sağlam bir zincir
gibi bağlanmış olmasını ifade ediyor. Binada çok sayıda güçlü nokta bulunması, deprem ya da başka afetler sırasında
etkiyen kuvvetlerin binanın belirli bir yerinde yıkıcı hasar oluşturmak yerine eşit şekilde dağılmasına yardımcı olur.
algılayıcılar depreme ilişkin sismik etkinlikleri belirlediğinde algılayıcı ağı bir hava kompresörüyle haberleşiyor ve kompresör uyarıdan sonraki yarım saniye içinde bina ile temeli arasına hava basıyor. Hava yastığı yapıyı yerden 3 santimetreye kadar kaldırarak yapıyı yıkıcı olabilecek kuvvetlerden yalıtıyor. Deprem sona erince kompresör devreden çıkıyor
ve bina yeniden temeline oturuyor. Bazı deprem yalıtımı yöntemleri verimli ve ekonomik açıdan elverişli şekilde eski
binalara da uygulanabildiği için avantajlı bulunuyor.
Darbe Emiciler:
Binalara depreme karşı dayanım kazandırdığı kanıtlanmış bir diğer teknoloji de taşıt endüstrisinden ilham
aldı. Motorlu taşıtlardaki istenmeyen sarsıntıları kontrol eden amortisörler, yoldaki sarsıntılardan kaynaklı
kinetik enerjiyi bir hidrolik sıvı tarafından emilen ısı enerjisine dönüştürerek titreşimlerin şiddetini azaltır.
MAKALENİN TAMAMI:
21.01.2023-BİLKE
Sinoplu Hasan Reis’in yaşayan akrabaları varsa, hafızalara kaydedilen anılardan hatırlayacaklar olabilir. Sadece Hasan Reis değil, bu yazıda İncirpınarı köyü hakkında da yaşanan olayları bulacaksınız. İlgili 2 sayfaya yer veriyoruz. Tamamına ulaşmak isteyenler için kitabın kapak sayfasını paylaştık.
18. YÜZYILDA SİNOP- SAMSUN İLİŞKİLERİNE AİT BAZI GÖZLEMLER-Prof. Dr. İbrahim GÜLER



10.12.2022-BİLKE AKADEMİK YAZILAR
SİNOP İLİ ORTAÇAĞ BİBLİYOGRAFYA DENEMESİ
Mustafa ŞAHİN
Serhat ALTINKAYNAK
Trabzon Rum Devleti’nin Müslümanlara yaptıkları baskı ve katliamlar konusunda sürekli olarak şikâyetler geliyordu. Sultan Sivas’ta iken bölgedeki sınır muhafızları yine Tekfur Kir (Kyr) Aleksi’nin kendi topraklarının dışına çıkıp Sinop civarındaki Müslüman ahaliye zarar verdiğini haber verdiler. Sultan İzzeddîn Keykâvus bu habere üzülse de etrafındakilere belli etmedi(10).
Emîrler bu konuda Sultan ile istişâre ederek ona: “Her zaman siz sultanımıza haraç vermiş olan kâfir dinlinin küstahlığına bakın. Şimdi ülkemiz üzerinde hak iddia ederek haddini hududunu aşmaktadır. Eğer siz cihan pâdişâhımız ferman verirseniz kötü niyetlinin kanına susamış olan biz devlet kullarının hançeri o rezillerin uğursuz kellelerini kopararak susuzluğunu giderir. Onun beldelerinin tarlasını muzaffer askerlerin kahır orağıyla hasat ederiz. Böylece başını ihanet halkasından çıkarmış olan o şaşkın kara bahtlının yaptığı kötü işlerin karşılığı verilmiş olur”(11) dediler.

Sultan bölgeyi iyi bilenlerden neler yapılması gerektiği konusunda görüş sordu. Bölgeyi bilenler Sinop’un doğrudan yapılacak bir savaşla alınmasının mümkün olmadığını, ancak karadan ve denizden gelebilecek yardımlar kesilirse ve bu şekilde kuşatılırsa fethedileceğini kaydettiler. Kuşatma sırasında halkın açlık ve daha başka sıkıntılarla karşılaşacaklarını, yapılacak en iyi şeyin bu yıl bölgede askerî faaliyetlerde bulunarak şehrin ikmalini kesmek, zahire kıtlığına sebep olmak, Gayr-i Müslimleri birçok yönden zayıf düşürmek ve bu faaliyetleri uzun süre devam ettirmek olduğunu belirttiler. Emîrler de aynı görüşü paylaştılar(12.)
Bu istişareden sonra sultan, Sinop şehri ve Kir Aleksi’nin durumunu öğrenmek için bölgeye casuslar gönderdi. Bundan bir gün sonra da bölgeye ordu sevk etti(13).
Kir Aleksi, beş yüz atlı adamı ile avlanıp içkili eğlencelerle vakit geçiriyordu. Bu durumu fırsat bilen Selçuklu askerleri onu bu eğlence meclisine yaptıkları baskınla ele geçirip kendi ordugâhlarına götürdüler. Bu durumu da sultana müjdelediler(14).
Sultan bu haberi duyduktan üç gün sonra15 Sinop civarına ulaştı. Kir Aleksi de sultanın huzuruna getirildi. Sultan imparatoru teselli etti16. Selçuklular Sinop kalesinin teslimi için Kir Aleksi’yi kaledekilere göstererek teslim olmalarını sağlamaya çalıştılar. Kir Aleksi bir elçi göndererek şehri Selçuklulara teslim etmelerini istedi ve fakat içeriden red cevabı geldi17.
Bunun üzerine Behram Tranbulûsî, bin kişi ile deniz tarafından saldırıya geçip Trabzon Rumlarının gemilerini ateşe verdi ve otuz civarındaki Rum ve Frenk emîrini esir aldı18.
Sultan İzzeddîn Keykâvus, esir imparator Kir Aleksi kaleden görüle-bilecek bir yere getirilerek işkence edilmesini emretti. Bu işkence şehirdekiler tarafından da seyredilmeye başlandı. Bunun üzerine imparator Kir Aleksi; “Ey dinsizler! Şehri kimin için koruyorsunuz. Ben öldükten sonra sizi de zorla esir edip çoluk çocuğunuzu köle yaparlar. O halde bu direnişinizin bana ne faydası var!” dediyse de bu sözler İbn Bibi’nin de işaret ettiği gibi ancak rüzgârın granit taşına yaptığı kadar etkili oldu19.
Ertesi gün İmparator yeniden getirilerek baş aşağı şekilde uzaktan kaledekilere teşhir edildi20.
Kaledekiler imparatorun canına zarar verilmemesi koşuluyla şehri teslim edeceklerini ifade ettiler. Sultan da bunu kabul etti ve isteyen herkesin dilediği yere gidebileceğini, imparatorun kendisine itaati, vergi vermeyi ve istediği zaman orduya asker yardımı gönder-meyi kabul ettiği takdirde ona dokunmayacağını, Sinop’tan başka bütün Canik bölgesini de ona bırakacağını, ancak aksini yaparsa onu öldüreceğini ve ahaliyi de esir alacağını söyledi(21).
Bu haber şehre ulaştırılınca şehirdekiler sultana güvenip ondan Selçukluların bayrağını (Sultan-ı Sancak) istediler. Bunun üzerine bir grup emîr şehre girerek 26 Cemaziyelahir 611/2 Kasım 1214’te bayrağı kalenin burçlarına astı22.
İbn Bibi’nin deyimiyle Sultan İzzeddîn Keykâvus; Dârâ’nın, İskender’in, Vağfûr’un ve Kayser’in ruhunun gıpta ettiği şekilde azamet ve haşmetle muzaffer olarak şehre girdi23.
Sinop ele geçirildikten sonra sultan ile imparator arasında bir ahidnâme düzenlendi. İmparator: “Sultan benim canımı bağışlar, Sinop dışındaki Canit bölgesini, onun eklentilerini ve bağlı yerlerini benim çocuklarımın idaresine bırakırsa her yıl on bin dînâr, beş yüz at, iki bin sığır, on bin koyun ve ülkemin kıymetli şeylerinden meydana gelecek elli yükü kendi hayvanlarımla onun hazinesine, mutfağına ve ahırına gönderirim. Yardım istediği zaman imkânım ölçüsünde ona yardım gönderir askerimi ondan esirgemem”24 diyerek ahidnâ-meye uyacağına dair yemin etti.
Ahidnâmenin hazırlanmasından sonra taraflar şahidler gösterdi ve ahidnâme saklanmak üzere Selçuklu hazinesinde gönderildi25.
Sultan I. İzzeddîn Keykâvûs her bölgeden yetenekli, güçlü, itibarlı bir zengin seçerek Sinop’a gönderilmesini talep etti. Bu istek üzerine çevre bölgelerden isim yapmış hocalar adamları ile birlikte Sinop’a gönderildiler Sinop’tan kaçmış olanlar geri çağrılarak malları mülkleri onlara geri verildi. Selçuklular fetihten sonra Sinop’ta çok önemli imar faaliyetlerine giriştiler. Kilise camiye dönüştürüldü. Kadı, kâtip, hatip, müezzin ve muarrifler tâyin edildi. Kale komutanı ve muhafızlar görevlendirildi. Yaşanan olayların etkisiyle kale ve burçlarda oluşan tahribatlar tamir edildi Tüm bunları yapan sultan, askerî emîrlerinden birini Sinop subaşılığına tâyin ederek Sivas’a döndü26.
MAKALENİN TAMAMI:
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1080097
10 İbn Bibî, El-Hüseyin b. Muhammed b. Ali El-Ca‘feri Er-Rugadi, El-Evamirü’l Ala’iyye fi’l umuri’l-Ala’iyye (Selçuknâme), I, Çev. Mürsel Öztürk, Kültür Bakanlığı 1000 Temel Eser Dizisi, Ankara 1996, s. 169; İbn Bibî, El-Hüseyin b. Muhammed b. Ali El-Ca‘feri Er-Rugadi, Selçuknâme, Haz. Refet Yınanç-Ömer Özkan, Kitabevi, İstanbul 2010, s. 51; Yazıcızâde Ali, Tevârîh-i Âl-i Selçuk, Haz. Abdullah Bakır, Çamlıca Yayınları, İstanbul
11 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 169.
12 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 169; İbn Bibi, a.g.e., s. 51; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 221-222; Müneccimbaşı, a.g.e., s. 49.
13 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 169; İbn Bibi, a.g.e., s. 51; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 222.
14 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 170; İbn Bibi, a.g.e., s. 51; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 222; Müneccimbaşı, a.g.e., s. 49.
15 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 170; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 222.
16 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 171; İbn Bibi, a.g.e., s. 51; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 223; Müneccimbaşı, a.g.e., s. 50.
17 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 171; İbn Bibi, a.g.e., s. 51; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 223-224; Müneccimbaşı, a.g.e., s. 50.
18 Anonim, Anadolu Selçukluları Devleti Tarihi III Histoire des Seldjoukıdes d’asie Minure, Haz. Feridun Nafız Uzluk, Ankara 1952, s. 28-29; Anonim Tevârîh-i Âl-i Selçuk, Çev. Halil İbrahim Gök-Fahreddîn Coşguner, Atıf Yay., Ankara 2014, s. 40.
19 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 171; İbn Bibi, a.g.e., s. 52; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 224.
20 İbn Bibi, a.g.e., s. 52; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 224.
21 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 172; İbn Bibi, a.g.e., s. 52; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 224.
22 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 173; İbn Bibi, a.g.e., s.52; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s.225; Abû’l-Farac Sinop’un alınışını gün ve ay belirtmeden 611/1214 yılı olarak kaydetmiştir (Gregory Abûl-Farac, Abûl-Farac Tarihi, C: II, Çev. Ömer Rıza Doğrul, TTK, Ankara 1999, s. 497); Anonim Tevârîh-i Âl-i Selçuk ise Sinop’ta İzzeddîn Keykâvus’un sevk ettiği ordunun sabaha kadar savaş yaptığını, şafak vakti İslâm ordusunun yetişerek -muhtemelen sonradan ordunun arkasından gelen Sultan kastedilmekte- hep birlikte galip geldiklerini kaydetmiştir. Bu eser savaşın tarihini Şevval Bayramı (Ramazan Bayramı) 17 Şevval 612/8 Şubat 1216 yılı olarakkaydetmiştir. Sinop’un fethi ile ilgili verdiği bilgiler diğer kaynaklarla uyuşmamaktadır. Muhtemelen Kir Aleks’i Laskaris ile karıştırmış ve Selçukluların şehri Laskaris’ten aldıklarını zannetmiştir. (Anonim, a.g.e., Uzluk, s. 28-29; Anonim, a.g.e., Gök-Coşguner, s. 40); Müneccimbaşı da Sinop’un Türkiye Selçuklularının egemenliğine geçtiği tarihi 16 Cemâziyyelevvel 611/23 Eylül 1214 yılı olarak kaydetmiştir.
23 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 173; İbn Bibi, a.g.e., s. 53; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 225.
24 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 173-174; İbn Bibi, a.g.e., s. 53; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s. 225-226.
25 İbn Bibi, a.g.e., s. 53; Yazıcızâde Ali, a.g.e., s.225-226; Sinop’un fethi sonrası Sultan İzzeddîn Keykâvus ile İmparator Kir Aleksi arasında yaşanan bir hadise dolayısıyla Gaşiye’nin hâkimiyet alameti olarak kullanıldığını görmekteyiz. Ayrıntılı bilgi için bkz. Mustafa Şahin-Zekiye Tunç, “Türkiye Selçuklularının Sinop’un Fethinde Gâşiye’yi Hâkimiyet Âlameti Olarak Kullanmaları ve Fetih İçin Gönderilen Fütüvvetnâme”, Gaziantep University Journal of Social Sciences, (2018), C: 17, S: 2, ss. 701-710.
26 İbn Bibi, a.g.e., C: I, s. 174.
01.12.2022-BİLKE
Moğol dönemi saldırı ve zulümleri, olayların içeriği ve göçlere yansıması hakkında kaynak bulmak çok zor. Ezilen toplulukların ölüm ve işkence karşısında kaçmaktan başka çözüm üretemediği yıllar. Dönemin kahramanı olan insanların olayın derinliklerini araştırmaması da ayrı bir konu.
Bu konularda bulduğumuz bilge, belge ve tarihi yorumlar, kültür tarihi alanı için kaynak olur düşüncesi ile paylaşıyoruz. BİLKE

Türkiye Selçuklularının Sinop’taki Hâkimiyetlerini Kaybetmeleri–SİNOP İLİ ORTAÇAĞ BİBLİYOGRAFYA DENEMESİ- Doç. Dr. Mustafa ŞAHİN- Serhat ALTINKAYNAK
Moğolların Anadolu’daki hâkimiyeti II. Gıyâseddîn Keyhüsrev döne-minde yapılan Kösedağ Savaşı ile başlasa da Anadolu’daki etkileri II. İzzeddîni Keykâvûs döneminde ağır bir şekilde hissedilmiştir. Bu dönemde Moğolların tahakkümü artmış ve ilk defa Türkiye Selçuklu hükümdarı Moğollar tarafından
belirlenmiştir(34).
1253 yılında Sinop hâlâ Selçukluların hâkimiyetindedir. Ruysbroeckli Willem’in eserindeki dönemi aydınlatıcı tespitleri şöyledir:
“Size söyleyeyim ki, kutsal Majesteleri, 1253 yılının 7 Mayıs’ında, halk arasında Büyük Deniz diye bilinen Pontus Denizi’ne girdik. Tacirlerden öğrendiğim kadarıyla bin dört yüz mil uzunluğunda ve sanki iki parçaya ayrılmıştı. Ortada biri kuzeyde, ötekisi güneyde iki kara çıkıntısı vardır. Güneydekinin adı Sinopolis’tir ve burası Turkia Sultanına ait bir kale ve limandır. Kuzeydeki ise bugünlerde Latinlerin Gasaria diye adlandırdıkları, ama orada yaşayan Yunanlıların Cassaria -yani Caesarea- dedikleri bölge bulunur. Güneye doğru, Sinopolis doğrultusunda denize uzanan başka burunlar da vardır. Sinopolis ile Cassaria arası üç yüz mildir. Dolayısıyla bu [iki] noktadan diyagonal olarak Konstantinopolis’e doğru yedi yüz mil; doğuya, İberia’ya -yani Gürcülerin topraklarına- doğru yedi yüz mildir.“(35)
Trabzon kralları 1214 yılında Sinop’u Selçuklulara kaptırdıktan sonra şehri yeniden ele geçirme isteklerinden asla vazgeçmemişlerdir. İstanbul’a uzanan deniz yolu üzerinde önemli bir liman kentine hâkim olmak Karadeniz’in kârlı ticaretini kontrol altına alma açısından son derece önemliydi. Bu amaçla Trabzon İmparatoru Manuel, Selçukluların karışık durumundan da faydalanarak 24 Haziran 1254 tarihinde Sinop’u ele geçirdi(36).
Anadolu’daki Moğol hâkimi-yeti sayesinde Trabzon Rumları yaklaşık olarak otuz yıl bölge için önemli olan Sinop limanının kontrolünü ellerinde tutmayı başardılar(37).
*******
34 Mehmet Suat Bal, “Türkiye Selçuklu Devleti Tarihinde Bir Dönüm Noktası; II. İzzeddin Keykavus Dönemi”, Tarih Araştırmaları Dergisi, 24/38, 2005, s. 240.
35 Ruysbroeck Willem, a.g.e., s. 77-78.
36 Murat Keçiş, Trabzon Rum İmparatorluğu ve Türkler 1204-1404, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Yayımlanmamış Doktora Tezi, Ankara 2009, s.71-72.
37 Keçiş, a.g.e., s. 156-157.
**********
KAYNAK- EKŞİ SÖZLÜK: 13. yüzyıl flaman fransisken rahibi. moğollar hakkındaki en detaylı ve değerli batılı raporun yazarı*. “itinerarium fratris willielmi de rubruquis de ordine fratrum minorum, galli, anno gratia 1253 ad partes orientales” başlıklı bu rapor kubilay’ın* marco polo‘yu kabul etmesinden yirmi yıldan fazla bir süre önce yazılmıştı. moğol asya’sını boydan boya geçen ve kubilay’ın kardeşi büyük han mengü‘yü ziyaret eden willem; bu raporunda moğolların özelliklerinden, coğrafik gözlemlerinden bahseder. raporun anlatısı onun ve arkadaşlarının karşılaştığı durumlara kişisel tepkileriyle yüklüdür. sık sık göze aldıkları tehlikelere değinir ve mengü’nün sarayına ulaşmak için bozkırdaki yolculuğun korkunç zorluklarını hafifletmeye çalışmaz. moğollar konusunda da sözünü esirgemez. onlar için tevrat’taki “insan olmayan*” ve anlayışsız bir “ulus” ifadesini kullanır. onların dünyaya hakim olma iddialarını küstahlık olarak niteler ve dünyanın her yerinde onlara karşı savaş vaaz etmekten mutluluk duyacağını itiraf eder. ama raporun en sonunda moğol liderlerin ve onların askerlerinin sergilediği tahammül gücüne dolaylı bir övgü vardır; latin batı bunu taklit ederse iyi edecektir*
1. http://depts.washington.edu/…oad/texts/rubruck.html
2. mengü han’ın sarayına yolculuk, ruysbroeckli willem; editörler: peter jackson, david morgan çeviri: zülal kılıç
3. http://www.gutenberg.org/…e/epub/10636/pg10636.html
ARAŞTIRMA-YAŞAR SARIKAYA
çalışmanın tamamı:
https://dergipark.org.tr/tr/download/article-file/1080097
05.11.2022- Doç.Dr.Zeliha Nilüfer NAHYA

Yazının bir bölümünü sizlerle paylaşıyoruz. Bir başka akademisyenin gözüyle Sinop cezaevi:
Koşullara Rağmen Cezaevi İçinde Kurulan Egemenlik
Yerel halk, her ne kadar şehirlerinin cezaeviyle anılmasından ve tanınmasından rahatsızlık duyuyorlarsa
da, cezaevini ünlü yapan ilk unsurun cezaevinin koşulları, ikinci unsurun da cezaevinde kalan ünlü kişiler olduğunu dile getirmektedir. Fakat bu ünlü kişilere bakıldığında ortaya şöyle profil çıkmaktadır. Öncelikle bu kişiler, zor koşullarda egemenlik kurabilmiş kişilerdir ve bu çerçevede iki gruba ayrılabilirler.
İlk grup, tüm Türkiye tarafından bilinen ve döneminin ünlü mafya liderleri ya da kabadayıları olarak görülen, gazetelerde sık sık işledikleri veya karıştıkları suçlarla gündeme gelen kişilerdir.
İkinci grup ise daha çok yerel halkı tarafından bilinen, çoğu zaman ancak yerel gazetelerde adı geçen, ama daha çok halk anlatılarıyla ünleri yayılmış ve yaşamakta olan kişilerdir.
Cezaevi koşullarına tekrar dönersek, kaynak kişilerin birçoğu, cezaevi içindeki yaşamda tüm koşulların
yanında kendine özgü bir ekonomik sistem kurulu bulunduğunu belirtmektedirler.
Bu ekonomik sistem, kumar, uyuşturucu satışı, haraç, banyo için sıcak su satılması ve yiyeceklerin
paralı olmasını kapsamaktadır. Hapishane dışında olduğu gibi içinde de farklı sınıflardan insanlar yaşamakta ve geçimlerini (en basitinden kantin alışverişlerini) sağlamak için paraya ihtiyaç duymaktadırlar:
“Yani burası böyle yani. Ya kalbur üstü yaşayacaksın, ya da ayaktakımı olacaksın, ya da dindar olacaksın.
Kalburüstü yaşayanlar cezaevinde parası olanlar, ağa takımları gibi. Etrafında adam doyurabilen. Ayaktakımı da hizmet eden takım olabilir. Meydancıdır, hizmetçidir falan. Dindarlar da hiç kimsenin işine karışmaz beş vakit namaz kılar, kimsenin önünü kesmez, birisinin yanına gidip oturmaz. O Allah’la baş başa. Onların da bir sorunu olmaz yani. Ama birinci dediklerimin sorunu çoktur. Kavgalar olur, ölümler oradan başlar.”(Eski Mahkûm)
“Eskiden yüz kişi seksen kişi bir yerde yatıyor. Orda tabi neyle vakit geçirsin adam, kumarla vakit geçirecek. Kumarı kim oynar, dışardan parası gelen oynar. İçerde parası olmayan orda o kabadayı mahkûmlara aşçılık yapar, şebekecilik yapar, temizlikçilik yaparlar. Orda fakirlerin işi o. Orda zenginler de krallar gibi onların üstünden para kazanırlar.” (Esnaf)
Bazı mahkûmlar, cezaevi içinde kendi geçimlerini sağladıkları gibi bazıları da ailelerinden yardım almaktadırlar ki anlatırlar, mahkeme masrafları da dâhil edildiğinde hapishane yaşamının ne kadar zor olduğunu göstermektedir:
“Ankaralı bay bayan bir aile geliyor. Bu hadise, oğlu yapmadan önce cinayeti, çok zenginmiş[ler]. Oğlu cinayet yaptıktan sonra ziyarete gelecek, Sinop cezaevine, parası yok. Komşusundan yol parasını alıyor. Geliyor bize durumu anlatıyor. Otel parası, yemek parası almıyoruz, idare ediyoruz. Çok zengin bir aile bu duruma düşüyor.” (Esnaf)
Bu koşulların hapishane içindeki egemenlik ilişkileri için doğrudan kullanıldığını da bir başka hikâyeden
öğreniyoruz:
“Şimdi Marmara Hasan, esmer, renkli mavi gözlü, olağanüstü yakışıklı. Yani şöyle, şimdikinin bazı kabadayıları, kamuoyunda isimleri geçer, Türkiye’de nam salmış kabadayılardan çok, halkın sevdiği fakirleri koruyan bir kişi. Şimdi cezaevindeki diğer nüfuzlu kabadayılar bunu hiçbir şeyle yola getiremiyorlar. Ne rüşvetle ne dövmekle çünkü çok güçlü, kendisini koruyor, mahkûm seviyor. Marmara lakaplı Hasan’ı esrara alıştırıyorlar, uyuşturucuya ve Hasan bitiyor; gidiyor. Bütün kişiliği bitiyor. Onun için
derler Marmara Hasan gibi yandı.” (Avukat)
Bu hikâyedeki bir başka nokta, hapishanedeki ekonomik ilişkileri ve bunun mafya, kabadayılar vb. ile
ilişkisini ortaya koymaktadır: “Fakir babası”. Daha çok zengin mahkûmlar olarak bilinen mafya liderlerinden ve büyük kabadayılardan korkulmasına ve yanı sıra merhametsiz ve katli olarak anlatılmalarına karşın, fakir insanları koruyup kolladıkları görüşü de genel olarak hâkimdir.
“Çok merhametli, halkın dışardan bildiği gibi değil. Mağdurun, yoksulun yanındadır.”(Ev Hanımı)
“Kabadayılar, külhanbeyi insanlar en efendi insanlardır. Aynı zamanda gariban babalarıdır bunların
ekseriyeti. Onun için onu idare ve herkes, yani cezaevindeki insanlar, korur. En rahat korunacak yer de Sinop cezaevidir.”(Eski Mahkûm)
Benzer örnekler dünya mafya tarihinde görülebilir. Al Capone, ünlü bir mafya lideri olmasının yanında en
yardımsever mafya lideri olarak da ün salmıştır. ABD’deki Büyük Bunalım sırasında, Chicago’da çorba mutfakları kurdurmuş ve birçok insanı doyurmuştur (Civitello 2008:310).
Başka örnekler veren Sifakis ise, bu yardımseverliği, mafya liderlerinin “kendi itibarlarını parlatmak için en iyi yol” olduğu şeklinde yorumlamıştır (Sifakis 2005: 93-94).
Topluma karşı büyük suçlar işlemeseler de, devlet ya da sistem tarafından suçlu ilan edilen ve buna göre
bir yaşam süren kişilerin fakirlikle ya da fakirlerle ilişkilendirilmesi, diğer birçok kahramanlık hikâyesinde
de görülmektedir. Cezaevindeki bu kişilerin kahramanlaştırılmasına en yakın tipler, özellikle kırsal kesim
hikâyelerinin kahramanları olan eşkıyalardır.
Şehirleşmeyle beraber, merkezi yönetimden daha kopuk ve kontrolsüz bir yapı gösteren kırsal kesimde, çoğunlukla yönetime karşı çıkan kişilerdir eşkıyalar. Hâkimiyet kurdukları bölgeler tarım ve hayvancılıkla
geçinen, şehre göre çok daha fakir konumda bulunan kırsal kesimdir. Cezaevi ortamıyla benzerlik gösteren
ilk nokta da bu ekonomik yönüdür. Haydutların genel özellikleri zenginden alıp fakire vermeleri ya da
genel anlamda yoksulluk çeken köylüye dokunmayarak; zengin, üst sınıf, egemen sınıfların mal ve mülklerine zarar vermeleridir (bk. Hobsbawm 1969). Mafya liderleri ya da kabadayılar bazı kişilerce tam anlamıyla fakir babası olarak görülmüşlerse de bazı yorumlarda cezaevi içindeki haraç kesen,
haksız kazanç sağlayan yönleri de zaman zaman dile getirilmiş; hatta benzetmeler dahi yapılmıştır.
“Yani rüşvet doğru; yani şöyle, ekmeklerini, muhakkak gıdalarını verirlerdi.
Tabiri caizse mafya babaları gibi orada büyük fareler, gemeler; mafya babası gibiydi, muhakkak bölüşürlerdi.”(Avukat)
Bu kişilerin “zenginlikleri”, “yardımseverlikleri”, “fakir babası” oluşları dışında halkın gözündeki bir başka
vasıfları da “efendilikleri”dir. Bu özellikleri bu yazıda yer alan doğrudan alıntıların satır aralarına bakıldığında açıkça görülebilir. Böylece cezaevi kahramanları, maddi olduğu kadar davranışsal tavırlarıyla da olumlu bir imaja sahip görünmektedirler. Cezaevi içindeki ekonomik yapıyı hareketlendiren bir başka unsur, Tarihî Sinop Cezaevinde çeşitli atölyelerin bulunmasıdır. Özellikle paraya ihtiyaç duyan, fakir ya da gönüllü kişiler, oldukça sıkı bir kontrol altında, mobilya, halı, dokuma vb. atölyelerde çalışmışlar ve para kazanmışlardır. Bu ekonomik sistem, kaçınılmaz olarak kendi rekabet sistemini de kurduğundan,
çekişmeler ve iktidar mücadelesi cezaevine, kavgalar, isyanlar ve hatta cinayetlerle yansımıştır. Bu konuda
yerel halk arasında en öne çıkan hikâye Benli Taci ve Abaza Basri arasındaki cinayetle sonuçlanan olaydır.
Hikâyelerin tümü bir araya getirildiğinde kaynak kişilerin hikâyeyi Benli Taci ya da Abaza Basri tarafından
anlattıkları görülmektedir. Kahramanların arasında bir çekişme olduğu aşikârdır; fakat bazı insanların haklı
kahramanı Benli Taci’yken; bazılarınınki Abaza Basri’dir.(7)
Bir kabadayı ya da külhanbeyi olmamasına karşın özellikle Sinoplu olduğu belirtilerek anlatılan Abaza
Şahadettin’in hikâyesi de dikkat çekicidir. Abaza Şahadettin’i bu kadar popüler yapan cezaevi yaşamından çok, tahliyesinin ardından Sinop’ta herkesin gözünün önünde bir çocuk tarafından öldürülmesidir.
“Ben çocukken Abaza Şahadettin, çok cesur, gözü pek, kahraman bir insan olarak yani halk tabiriyle mert,
cesur bir insan olarak [anlatıldı]. Onu tanıyanlar bize bizim çocukluk ve gençlik yıllarımızda bu şekilde naklettiklerini hatırlıyorum ben. (…) Onun tabi bugün çocuklarını tanıyoruz; işte genç, bize yakın yaşlarda insanlar. Sinop halkı tarafından iyi olarak tabir edilen insanlar arasındır Abaza Şahadettin”(Gazeteci).
Emiroğlu’nun da belirttiği üzere“Eşkıya olabilmek için her zaman yüreklilik gerekir.” (Emiroğlu 2003:273)
ve bu kişiler, yerel halk tarafından da mevcut düzene isyan edebildikleri için, yürekli, cesur, mert ve yiğit olarak kabul edilmektedirler. Kahramanlaştırılan kişilerin hikâyelerine bakıldığında da, onlar için bu yüceltici sıfatların kullanıldığı görülmüştür.
Son olarak kabadayı, mafya lideri veya külhanbeyi olarak görülen kişilerin fiziksel yapılarına değinilebilir.
Birçok kişinin gözünde bu kişilerin iri yapılı, yakışıklı, sert mizaçlı bir görünüşe sahip olarak hayal edildikleri; ancak onları zayıf ve güçsüz gördüklerinde derin hayal kırıklıkları yaşayabildikleri
gözlemlenmiştir: “Görmek isterdim, göremezdim. Büyük müdür küçük müdür? Bizim gibi insan
mıdır?”(Öğrenci)
tamamı:
