Biz hem çok meraklıyız, hem de hazır bilgiyi seviyoruz ne dersiniz. Araştırma yapma ve kitap okuma alışkanlığımız yok. Bilgisayar ve cep telefonları da toplumu hep hazıra alıştırdı. Nereden geldi söz buraya derseniz, araştırmalarım ile ilgili çok soru ile karşı karşıya kalıyorum. Kaynak veriyorum, isteyen kaynak kitaba erişsin ve sorularının cevabını bulsun diye. Genellikle kolay olan tercih ediliyor.
Bu gün, 1927-1928 tarihinde Sinop Vilayeti ve kazalarında çalışan memur isimlerini paylaşacağım.
Sinop Vilayetinin ve kazalarının memurları ve isimleri 1927-1928 tarihli Devlet Salnamesine göre aşağıdaki tabloda verildiği gibidir(KAYNAK:Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesi 1927-1928, 936.-Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesi 1927-1928, 944-945.Hürü SAĞLAM TEKİR / KAÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi 13- 2014, 133-145)
Bu gün geçmişe doğru bir yolculuk yapalım yine. Biliyorsunuz sitemizde amaçsız bir konu işlemiyoruz. Köylerimize yerleşimler konusuna, sosyolojik açıdan değinmek istiyorum.
Belgelerden, dağınık grupların, farklı zamanlarda Sinop köylerine göç ettiği sonucunu çok net olarak görülür. 1487- 1580 hane sayılarının olduğu tabloda bulunmayan köylerde yerleşim olmadığı anlaşılıyor.
Biz Sinop’ta, 1487 yılından 1580 tarihine kadar köy yerleşimlerine bakalım:
.
Köylerde yaşayan halk, yaşam ihtiyaçlarını gidermek için birlikte hareket ediyor, temel ihtiyaçları karşılamak için el ele veriyorlardı. Birlik ve beraberlik içinde, imeceler yapılıyordu. Büyük şehirlerin rant merkezi oluşu, köyden göçlerin artması ve köylerin boşalması toplumun sosyolojisini oldukça etkilemiştir. Köyler, artık ziyaret edilen tatil merkezi gibidir.
Köy yollarımız, Karadeniz bölgesinin ihmal edilen yollarının başındadır. Toplum için el ele vermek, birlikte hareket etmek artık yerini bireyselliğe bıraktığından, ihmaller zinciri devam edegelmektedir. Zor yılların kahramanı olan bir nesil, artık yerini bu gün teknolojinin esiri olan nesle bırakmıştır. Toplumsal duyarlılığın yerini de bireysel doyumsuzluk almıştır.
Sosyolojik ve psikolojik etkiler, eğitimciler tarafından bilinmekte, uygulama aşamasına ne yazık ki geçilememektedir. Eğer toplum, bu konuda köydeki imeceler gibi aynı duyarlılıkla hareket etse, olumlu gelişmeler olabilir, iyi sonuçlar alınabilirdi.
Bu tablodan sonra hane sayımı olarak yapılan nüfus sonuçlarına bakalım:
1927 SİNOP ViLAYETi EĞiTiMDURUMU VE DERNEKLER Sinop Vilayetinde “73” talebeli bir orta mektep,
“16755” talebeli muhtelif “19” ilk Erkek ve Kız Mektebi vardı. Vilayette Cumhuriyet Halk Fırkası, Türk Ocağı, Hilal-i Ahmer, Teyyara, Himaye-i Etfal Ģubeleriyle Muallimler Birliği, Ticaret Odası ve Asar-ı Atika-yı Muhibler Cemiyeti vardı.
Boyabat, Ayancık, Gerze Kazalarında Cumhuriyet Halk Fırkası, Himaye-i Etfal, Türk Ocağı ve Teyyare Cemiyetlerinin Şubeleri de vardı. (15)
VİLAYETİN SAĞLIK DURUMU Vilayette malarya (sıtma), frengi, zatürre gibi hastalıklar görülmektedir. Ayrıca 40 yataklı bir “Memleket Hastanesi” mevcuttur. Gerze, Ayancık, Boyabat kazalarında muvazene-i umumiyeden idare olunan onar yataklı birer “Muayene ve Tedavi Evi” vardı. Bunların muamelat-ı sıhhiye ve idariyeleri mahalli hükümet etıbbasının (doktorlar) mesuliyeti altındaydı.(16) Sinop’un sağlık açısından en önemli sorunu yerleşim merkezlerinin birbirinden uzak ve küçük birimlere bölünmüş olmasıydı. Ayrıca yerleşim merkezleri arasındaki ulaşım güçlüğü sağlık merkezine ulaşmayı da geciktirmekteydi. Altyapı olanaklarının yaygınlaşmamış olması ve yerleşim birimlerinin dağınıklığı sağlık hizmetlerinin istenilen düzeye ulaşmasında en büyük engel olarak görülebilir.
VİLAYETİN EKONOMİK DURUMU Hayvancılık
Sinop Vilayetinin dağlık ve ormanlık olması hayvancılığa elverişli bir ortam hazırlamıştı. Bunun yanında yüksek kesimlerde sert ve soğuk geçen kışlar hayvan yetiştiriciliğinde önemli yem sorunları yaratmıştı. Vilayette bargir, kısrak, merkep, katır, inek, öküz, manda, koyun ve keçi gibi hayvanlar beslenmekteydi. Hayvanlardan elde edilen ürünleri ise süt, yün, yapağı kılı ve keçi kılı oluşturmaktaydı.(17)
Sinop Vilayetinin genel olarak hayvancılık faaliyetlerine baktığımızda en çok keçi beslendiğini görmekteyiz. Keçinin küçükbaş hayvan olması ve hareket olanağının daha kolay olması, sütünün ve keçi kılının bir gelir kaynağı olması bunda etkili olmuş olabilir. İkinci sırada en çok yetiştirilen koyun için de aynı durum söz konusudur diyebiliriz. Dikkati çeken bir nokta da Sinop merkezde inek sayısının diğer kazalara nazaran az olmasına rağmen süt üretiminin fazla olmasıdır. Tabloda dikkati çeken bir durum da hayvansal ürünlerin üretiminin olmayışıdır. Buna sebep vilayette bu dönemde hayvansal ürünleri değerlendirecek kuruluşların henüz olmayışı olabilir. Ayrıca tabloda et üretimiyle ilgili bir bilgi de verilmemiştir. Karadeniz’e oldukça uzun bir kıyısı olan Sinop Vilayetinin su ürünleri ile ilgili bilgi de bu salnamede verilmemişken 1925-1926 Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesinde tuzlu balık üretiminin yapıldığı görülmüştür.(18)
Bunun sebebi mübadele sonucu Rum nüfusun göç etmiş olması ve büyük olasılıkla onların iş sahaları olan tütün işleme ve tuzlu balık üretiminin de yavaşlamasıdır. Bir başka ihtimal ise veriler aynı olduğu için belirtilmemiş olabilir.
Madenler
Sinop yeraltı kaynakları açısından oldukça fakirdir. Bundan dolayı madencilikle uğraşan insan sayısı da çok azdır. Boyabat ve Durağan’da linyit damarları mevcuttur.(22)
Salnamede de madenlerden Ģu şekilde bahsedilmektedir; Boyabat Kazasının Durağan mevkiinde Haziran 314 tarihinde Musa Ağa namında birisi tarafından imtiyazı alınan ve elyevm gayr-i faal bulunan arsenik madeni ile yine Boyabat Kazasının Ekinviran mevkiinde petrol madeni vardı.(23)
15 Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesi 1927-1928, 941.
16 Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesi 1927-1928, 941. 17 Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesi 1927-1928, 937.
18 Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesi 1925-1926, İstanbul.
22 Yurt Ansiklopedisi, “Sinop”, C. 9, 6747-6829, İstanbul. 23 Türkiye Cumhuriyeti Devlet Salnamesi 1927-1928, 938.
KAYNAK: Hürü SAĞLAM TEKİR-
Kafkas Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi Kafkas University Journal of the Institute of Social Sciences Sayı Number 13, Bahar Spring 2014, 133-145 (DOI:10.9775/kausbed.2014.009)
Ağlimanın dokuz mil mesafesinde, eski devirde PAMFİLAGONYA denilen eyaletin meşhur başşehri olan Sinop veya Sinap’ın doğu koyunda mükemmel bir limanı ve Roma devrinden kalmış olup içinde bugün Osmanlı Devleti için büyük gemiler inşa edilen bir tersanesi vardır. Polibios ve Strabon, Sinop’un meşhur bir şehir olduğunu ve iki iyi limanı bulunduğunu söylerler ki, bunlardan biri Ağliman olsa gerek. Bazı eski tarihçilere nazaran burasını, Asobos’un “peri” lakabı verilen SİNOPİ adlı kızı yaptırmıştır.
Büyük Sinop’un Gölgesi
Valerios da, Yason veya Argonotlar’ın “ Yüksek Karampe’ye doğru sahilden seyrederlerken büyük Sinop’un gölgesi denizde yüzüyordu” beyti ile şehrin o zaman esasen yapılmış olduğunu söyler. Diğer bazı yazarlar da, daha muhtemel olarak, şehrin Argonotlar‘dan olan ve şehirde heykeline tapınılan AUTOLİKOS tarafından yapılmış olduğunu söylerler. Plutarkos’un dediği gibi Romalılar şehri zapt ettikleri vakit, sahilde gördükleri güzel bir gencin heykelinin AUTOLİKOS’a ait olduğunu anlayarak Roma’ya götürmüşlerdir. Anlaşıldığına göre, orada önce ufak bir şehir yapılmış olup, Autolikos, Grek tarzındaki kaleyi inşa etmiş, sonra Akdeniz’den gelen Milezyalı bir kolon, mevkiin güzelliğini görerek, yerlilerin zaifliğinden dolayı kendileri oraya yerleşmiş, şehri büyütmüş, intizama koymuş ve refah içinde o kadar çoğalmışlardır ki, Giresun ve Trabzon’a da birer koloni göndermişlerdir.
Böylelikler Sinop’un kurucuları sayılan Milezyalılar, Mihridates’in korkusundan şehri çok tahkim etmişlerdir. Mihridates’ın zamanında payitaht şehri olan Sinop, sonra Romalıların eline geçmiştir. Memnon ve başkaları, Sinop’un Mihridates’ın doğduğu ve atalarının başşehri olduğunu söylerler.
Mabette Put
Sinoplular eskiden çok kuvvetli olup birçok savaşlar yapmışlardır. Başlıca ilahları, Mısırlıların Serapis Putunun aynı olan Dios olmuştur. Sinopluların kalenin içinde yaptıkları muhteşem bir mabette tapındıkları bu put, Tacitus’a nazaran, Mısır Kralı Ptolemeos tarafından Mısır’a götürülmüştür. Adı geçen Kral putu almak için üç sene uğraşmış ve Sinop kralına elçilerle büyük hediyeler göndermiştir. Nihayet putun, gemiye kendi kendine uçmuş olduğuna dair çıkarılan rivayetle halkı aldatmışlar ve put Mısır’a götürülerek orada muhteşem bir mabede konulmuştur. Bu put pek meşhur olup kahinleri de alim kimselerdi. Pontuslu filozof HERAKLİTES, mazkur putun :”önce ilah, sonra kelam ve ruh bir aradadır” diye bir mesajını nakleder.
Sinop Sikkesi
Sinop sikkesinin bir yüzünde, Autolikos’a ait olması muhtemel açık bir baş, diğer yüzünde de memleketin verimliliğini gösteren bereket boynuzu resmedilmiştir. Bulunan diğer eski bir sikkede, bolluk ilahı Pluton’un yan yatmış vaziyette resmi vardır. Diğer bir sikkenin üzerinde de, bu gün de görüldüğü gibi, balığın bolluğunu işaret etmek üzere bir balık resmi vardır.[1]
Romalıların bastırdıkları sikkelerin birinde C.J.F.SİNOPES, yani ”Julius kolonisi mesud Sinop kolonisine” yazılıdır ki bu, Roma imparatorlarının Sinop halkını kendi kolonileri saydıklarının ifadesidir.
Kale
Sinop kalesi Strabon zamanında çok güzelmiş. Fakat zamana eski bina yıkılmış ve Grekler zamanında kalıntıları ile yenisi yapılmıştır. bazıları yeni kalenin Cenovalılar tarafından yapıldığını söylerler. [2]
Peygamber Eremya ve Kale
EUSEBİOS, Sinop’un M.Ö.625’de peygamber EREMYA’nın zamanında yapıldığını söyler ki, bununla kalenin ikinci yapılışı ima edilse gerektir. Kale duvarları üzerinde birçok yerde taşlarla beraber örülmüş insan ve hayvan heykelleri, tezyinat ve sütun parçaları, Müslüman mezarlığında da sütun kaideleri parçaları gördük. Bunlar STRABON’un tasvir ettiği eski akademiya holunun kalıntıları olsa gerek.
Kalıntılar içinde Grekçe yazılar vardı; fakat kopya etmeye vaktim olmadı. Kale duvarının içinde bulunan çok eski şeylerin arasında yüzü bozulmuş, fakat boynu ve saçları görülen mermer bir büst vardı. Deniz tarafında, elinde bir kap yan gelmiş bir adam, bunun ayak tarafında da elinde bir kapla yatmış kadının yanında, üç geyik ayaklı halka biçiminde bir masanın resmedildiği mermer bir heykel vardır. Bunun biraz ötesinde bir tapınak duvarının kalıntısı görünür.
Kale kuzey taraftadır, güneyde iç kale vardır. Kapının birisinin üzerinde Grekçe yazı ve iki sed üzerinde Cenovalılar’dan kalmış tamamiyle mevcut iki arslan şekli vardır. Çevresi iki milden fazla olan kale, berzah üzerinde yapılmış olup bir ucu sahilin batısına, diğer ucu da büyük liman olan doğu koya kadardır. Kalenin kumluk arazi üzerinde bulunması, Türkler arasında bir efsanenin vücut bulmasına vesile olmuştur. Güya kale önce kumla örtülü imiş, sonra devler onu sihirle açmış ve kumu ağlimana dökmüşlerdir.
Yarımada
Sinop’un Boztepe ( Grekçesi KARAPİ) denilen yarımadası ucu sekizyüz adım genişliğinde bir dildir. Denildiğine göre, bu dil vaktiyle açık olduğundan kaleye gitmek için karadan bir köprü yapılmış, kayıklar da bir koydan diğerine geçerlermiş. Dilin çevresi 18 mil olarak hesaplanıyorsa da, kale üzerinden ölçüldüğü takdirde o kadar tutmaz.
Yarım adada Türbe ve şapel yanyana
Dilin üzerinde Seyyid Bilal Tekkesi denilen meşhur bir ziyaretgah ve mezarlık gördük. Orada iyi bir su dahi vardı. Yakınında, bir köşesi Ağlimana, biri kaleye, diğeri de limana bakan üçgen şeklinde bir harabe vardır ki, bunun bir şapele ait olması muhtemeldir. Romalılara ait mezarlar aynen kalmış olup buradan çok defa, eski taş ve sikkeler çıkarılır. Orada bulunduğumuz günlerde toprak kazılıp Mihridates’e ait birkaç altın sikke çıkarıldı. Romalılar, hazine ve dini yazılarını kal’ede hıfzederlerdi. Horenli Moses, Mihridates’in Sinop’a hakim bulunduğu zaman kahinlerin yazmış oldukları Ermeni Kralları tarihini Africanus tarafından, üçüncü asırda oradaki tapınaklardaki yazılardan çıkarılmış, bilahere de Pontus’dan Urfa’ya götürülmüş olup, kendisinin gördüğünü söyler. [3]
Strabon, Sinop dağ ve bahçelerinden büyük sitayişle bahseder. Hakikaten de bu gün dahi her tarafı ağaçlıkla süslü bir vaziyettedir. Buradan İstanbul’a büyük gemi inşaatına mahsus, muazzam keresteler sevk edilir. Burada bir nevi kırmızı kilden kaplar yapılır. Denildiğine göre Sinop dağlarında yeşil renkte bir kil de vardır.
Sinop’ta zeytin ağaçları yetişir ve zeytinyağı imal edilir. Sahilin bazı yerlerinde, eskiden “Pontos Absenti” dedikleri absente benzer otlar, dağlarda ise bundan başka çeşitli şifalı otlar vardır.
Hrıstiyan halk kale dışında oturur. Rumlar, cesur ve gururlu insanlar olarak kalmışlardır. Ermenilerin sayısı azdır ve bir kiliseleri vardır. Haçlılar İstanbul’u zapt ettikten sonra Sinop, Osmanlı fethine kadar Trabzon imparatorlarının başlıca bir şehri olmuştur.1461’de İsmail Bey orada tek başına hüküm sürüyordu ve Osmanlı fethinden evvel Trabzon imparatorları Sinop Beyi Şatir’e yıllık bir vergi öderlerdi.
Sinop’tan birçok meşhur adam çıkmıştır. Bunlardan filozof Diogenes M.Ö.340’da burada doğmuştur. Sinik ( Cynique) felsevi mezhebine ait olup sefil bir hayat süren ve bir fıçının içinde oturan mezkur filozofun mermerden mamul mezar taşı bulundu. Taşın üst tarafında bir köpek resmi, altında da sual- cevap şeklinde şu yazı vardır:
S- Söyle ey köpek, bu kadar dikkatle kimin mezarını bekliyorsun?
C- Köpeğin.
S- Köpek dediğin o adam kimdir?
C- Diogenes.
S- Bu adam nereli idi?
C- Sinopludur. O bir zaman fıçı içinde yaşardı, fakat şimdi meskeni yıldızlar olmuştur.” [4]
[1] Tournefort –II.206-, “Sinopluların kendi zamanında, İstanbul için urgan imalatı mükellefiyetinden başka, başlıca işlerinin balıkçılık olup, tuzlama ve balık yağı ticareti ile meşgul olduklarını; tuzlamayı daha çok uskumru ve palamut balıklarından yaptıklarını, yağı da yunus ve fok balığından çıkardıklarını söyler.”
[2] Aynı müellif kalenin kendi zamanında çok bakımsız olduğunu şehirde az sayıda yeniçeri bulunduğunu, Yahudilere tahammül edilmediğini, Rumların da müdafaasız açık bir mahallede ikamete mecbur edildiğini söyler. Feruhan Bey ise kendi zamanında (1847) içinde Türk evlerinin bulunduğu ve tamir edilmiş olan Sinop kalesinde 150 kadar top ve 500 asker bulunduğunu söyler.
Geçmişten beri, Sinop çokça uygarlığa yurt olmuş, Hitit ile başlayan ve daha bir çok medeniyetin var olduğu bu güzel coğrafya, Mithridates, Diyojen gibi nice ünlüleri konuk etmiştir. Eserleri ve yaşamları ile iz bırakanlar, bu gün de aramızda yaşıyor gibidirler.
Sinop’ta mimari anlamda Osmanlı döneminden kalan eser yok desek yalan söylememiş oluruz. Yazılı eser olarak, Saltuk Gazi Destanı vardır. Selçuklu döneminde yaşanan olaylar Fatih döneminde el yazması olarak bu güne dek bu destanda korunmuştur. Selçuklu ve Beylikler döneminde ise çeşmeler, medreseler ve camiler yapılmış, günümüzde de turizm tanıtımlarında önemli yer tutmaktadır.
Bu gün Diyojen ve etik anlayışı konusunda bir akademik yazıyı sunuyoruz
Sinoplu Diogenes (Diogenes of Sinope) ya da Kinikli Diogenes’in, M.Ö.404 ya da 412 yılında Sinop’ta doğduğu, M.Ö. 323 yılında ise Corinth1’te öldüğ rivayet edilmektedir.
Sinop’ta doğması sebebi ile Dionegenes of Sinope2 olarak anılmaktadır. Diogenes hayatının ilk dönemlerini, Paphlagonia3 olarak bilinen bir bölgede, Euxine4 denizinin (Karadeniz) güney sahilinin orta noktasında gelişen bir Yunan kentinde, diğer bir deyişle Sinope’de ya da şu anki modern adıyla Sinop’ta geçirmiştir. M.Ö. 5. yüzyıla denk gelen bu dönemde Sinope en zengin ve refah dönemlerini geçirmiş ve Karadeniz kıyılarındaki en önemli Yunan yerleşimlerinden biri olmuştur (Navia, 1998: 9).
Diogenes, Atina sokaklarında ve pazar yerinde (Agora) insanların yüzüne gündüz vakti fener tutarak dürüst bir insan aradığını söylemesi ile tanınan ve Platon’un “Sokrates’in çıldırmış hali olarak” tanımladığı Yunanlı bir Kinik (chreia) düşünürdür (Laertius, 1925: 6. kitap: bölüm 40).
Diogenes’in doğum yeri olan Sinope şehrinden kalpazanlık yapmasından dolayı sürüldüğü söylenmektedir. Ancak bazı kaynaklarda, sahte para basan kişinin Diogenes’in kendisinin değil, banker olan babası Hicesias’ın olduğunu belirtilmektedir. Diogenes’in ise sürülen babasını yalnızca takip ettiği ifade edilmektedir. Ancak, sonuç olarak hangi sebeple olursa olsun Diogenes, Sinoptan ayrılmış ve Antisthenes ile tanıştığı Atina’ya gitmiştir. Diogenes’in filozof Antisthenes’in öğrencisi olduğu söylenmektedir. Diogenes, Anthisthenes’in öğrencisi olmak istediğinde, Anthisthenes öğrenci almak gibi bir alışkanlığının olmadığını belirterek, Diogenes’in isteğini geri çevirmiş ve ondan kurtulmaya çalışmıştır. Ancak Diogenes, ısrarlı ve sabırlı bir şekilde talebini yenilemiş ve sonunda kendisini Antisthenes’in öğrencisi olmaya kabul ettirmiştir. Diogenes’in ısrarcı tavrına yönelik hikaye, Diogenes Laertius’un “Ünlü Filozofların Yaşamları ve Öğretileri5” (Lives of Eminent Philosophers) adlı kitabında şu şekilde aktarılmaktadır:
Diogenes bir kere Antisthenes tarafından sopa ile tehdit edildikten sonra, ona başını uzatarak, “Hadi vur” demiş ve ardından Antisthenes’e dönerek “bana söyleyecek bir şeyin olduğunu düşündüğüm sürece beni senden uzaklaştıramaya yetecek sertlikte bir sopanın var olmayacağını” (Laertius, 1925: 6. kitap: bölüm 20‐21) ifade etmiştir. Bu olayın ardından Diogenes onun öğrencisi olmayı başarmış, yalın ve sade bir sürgün hayatı yaşama yolunda ilk adımını atmıştır.
Diogenes’in uzun yıllar yaşadığı ve doksanlı yaşlarını gördüğü düşünülmektedir. Ancak, Diogenes’in ölümünün nedenine ilişkin, diğer birçok konuda olduğu gibi farklı görüşler vardır. Muhtemel ölüm nedenlerinden birisi kendi isteğiyle nefesini tutup hayatına son vermesidir.
Diğer bir yorum ise Kinik yaşam tarzına uygun olarak, Diogenes’in ahtapotu en doğal şekliyle pişirmeden yemesi üzerine zehirlenip öldüğüdür. Ölüm nedenine ilişkin son görüş ise ahtapotu köpeğin önüne yem olarak koyarken köpeğin bacağını ısırması ve almış olduğu yara neticesinde ölmüş olmasıdır. Sonuç olarak, ölümüne ilişkin nedenler farklılık gösterse de, Diogenes’in geç yaşında öldüğü bilinmektedir (Dobbin,2012: 69)
1 Peloponez Yarımadası’nın kuzey kıyısında yer alan Yunanistan’da bir şehir. 2 Sinop şehrinin eski adıdır. 3 Paphlagonia veya Paflagonya, Anadolu’nun, Karadeniz’in kıyısında, Pontus ve Bitinya arasında kalan eski bir bölgedir. 4 Eski Yunancada Karadeniz’e verilen isimdir.
5 Laertius, D. (1925). Lives of Eminent Philosophers, translated by RD Hicks. Vol. 2. Loeb Classical Library, no. 185.
Bundan tam 550 yıl önce, köylerde yaşayan tüm vatandaşlar, kazandığı her ürün için vergi ödemiş. Koyunu, keçisi, buğdayı, arpası ektiği, biçtiği ne varsa devlete kuruşu kuruşuna vergi vermekle mükellefmiş. Bu toprağın efendileri sözü bu değeri bilen tarafından söylendi biliyorsunuz. Toprağa değer verene, toprak da her zaman karşılığını vermiştir. Hayvancılık, tarım gereği gibi yapılınca, doğa da insana verir.
Eskiden arıcılık da köylerimizde yaygınmış. Hangi köylerimizde kaç kovan varmış bakalım:
KAYNAK: Prof. Dr. Mehmet Ali ÜNAL-Osmanlı Devrinde Sinop
Köylerimizin adı ve arı kovan sayıları tabloları devam ediyor. Şimdi aynı kitaptaki bilgilere yer verelim, devamında köylerimizin adı ve kovan sayıları tablosunu verelim.
Eflatun, antik dönemdeki ismi Pontos Euxeinos olan Karadeniz’in kıyıları boyunca sıralanmış kolonileri bir havuzun etrafında oturan kurbağalara benzetir. Ona bu benzetmeyi yaptıran, Miletoslular’ın tüm Karadeniz kıyısı boyunca kurdukları doksan kadar kentin varlığıdır.
RESİM:William G. Alan’a göre Antik dönemde Sinop (Delaney, 1960).
Bunların çoğu emporion düzeyini aşamamışken, Sinope, Amisos, Kerasus ve Trapezus kentleri zamanla önemli birer yerleşim alanı olmuşlardır (Işık, 2001).
Hiç şüphe yok ki Sinop, yarımada ile ana karayı birbirine bağlayan bir berzahta yer alan konumu nedeniyle antik dönem insanı için olağanüstü bir yerleşim alanı olarak görülmüştür. Doğu’ya doğru uzanan yarımada, Güneydoğuya bakan derin ve demirlemeye olanaklı limanı, kuzeybatı, kuzey ve doğu rüzgarlarından koruyan bir yapıya dönüştürmüştür. Bu karakteristik oluşum kente, Karadeniz kıyısı boyunca var olan tek doğal liman olma özelliğini kazandırmıştır.
Bıjışkyan seyahatnamesinde bunun altını çizer: Karadeniz’de liman denilen pek çok yer bulunmasına karşın kışlık limanların çok az oluğunu, en büyük ve en iyisinin Sinop limanı olduğunu söyler. Kentin ikinci emin doğal limanı ise kuzeybatısındaki Ağlimanı’dır (Akliman); ancak yeterince geniş değildir (Bıjışkyan, 1998).
İşte bu nedenledir ki Sinop, ilk kolonist girişimlerle birlikte zamanla coğrafik ve stratejik konuma da sahip olmuş, iki doğal limanı ile Anadolu’nun kuzey bölgesinde bir liman şehri olarak tarihin hemen her döneminde önemini korumuştur. Dahası, Anadolu’dan Karadeniz’e belli başlı çıkış yerlerinden birisi olması, hemen karşısında yer alan Kırım Yarımadasıyla bağlantı noktası konumunda olması bu önemini daha da artırmıştır (Demir, 2001).
Bu, kentin ilk kolonist hareketlerden başlayarak sürekli yerleşim alanı olduğu ve sürekli imar edildiği anlamını
taşımaktadır ki, farklı dönem ve kültür katmanlarının izlerini bugün kentin fiziksel dokusu üzerinden kısmen de olsa okumak olasıdır. İşte bu çalışmada bir bakıma kentin fiziksel okumasının gerçekleştirildiği söylenebilir. Kentsel doku üzerinde gözlenen aşikar bu izlere ek olarak tarihsel yazılı kaynaklarda geçen bilgi ve bilgi kırıntıları, bu fiziksel
okumayı olanaklı kılan diğer önemli kaynaklar olmuşlardır.
ARAŞTIRMA:Fulya Üstün (2008) tarafından, Yrd. Doç. Dr. Ömer İskender Tuluk danışmanlığında hazırlanan “Tarihsel Kaynaklara Göre Sinop Şehrinin Fiziksel Gelişimi (Antik Dönemden 19. Yüzyıl Sonuna Kadar)” başlıklı yüksek lisans tezi temel alınarak hazırlanmıştır.
“Zekiye TUNÇ-Dr. Öğr. Üyesi, Sinop Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi, Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, ztunc@sinop.edu.tr, ORCID: 0000-0002-4308-0704”
“Arzu ÖZBEK-Öğretmen, Özel Öncü Çağdaş Özel Öğretim Kurumu, arzukaraahmetoglu@hotmail.com, ORCID: 000-0003-0348-9908”
Sa’deddin Mesʻud: Selçuklu döneminde yaşamış âlim, şair ve tabiptir (Turan, 1988, s. 156; Hasan b. Abdülmü’min el-Hôyî, 2018, s. 20). Hakkındaki bilgileri mektuplarından tespit edebiliyoruz. Sa’deddin Mesʻudʼun özel mektuplarının olduğu kitabında, dostlarıyla mektuplaştığı görülmektedir. Kitabındaki mektuplar Selçuklu devlet yönetimine dair bilgiler içermekle birlikte, dönemin sosyo-kültürel ve edebi hayatını da yansıtırlar (Turan, 1988, s. 156). Sa’deddin Mesʻudʼun Sinop ile ilgili yazıları (Peacock, 2010, p. 115) Selçuklular zamanında şehrin durumu hakkında bilgi verdiğinden önemlidir. Eski Çağ yazarlarından Strabon’un doğa ve insanlar bakımından güzel olarak tasvir ettiği Sinop (Strabon, 2009, s. 23) için Sa’deddin Mesʻudʼ da benzer ifadeler kullanmıştır ve şehir ile ilgili yazdığı metinler şöyledir:
“Latif, neşeli ve güzel bir yer olan Sinop beldesi hakkında ne denilebilir! İki deniz arasında bulunan bu şehrin toprağı amber ve havası misktir. Bağ bağ üzerine, dal dal üstüne, sofa sofa üzerinde, köşk köşk üstündedir. İnsanları zarif, tabiatları hoştur. Gönül bağlarlar ve âşina yüzlüdürler. Zemini cennet gibidir, orada âhû gözlü inciler vardır. Çocukları nar tanesine benzer; öpmek ve sarılmak için çok parlak, dudakları şeker ve yanakları naziktir. Pervin yıldızı onların incilerinden çok sönük bir hale gelir. Orada bulunan kızlar bedr-i tam gibidir ve her ne arzun var ise hâsıl olur. Her biri Tatar âhusûna benzer; zülüfleri misk gibi kokar; dudakları kırmızı gül çiçeğidir. Memeleri fildişi hokkasına benzer. Bunlar Rus, Alan, Rum; Kıpçak, Karluk (Ḫalluḫ) ve Keşmir dilberleri olup hepsi kendi güzelliğinde sultandır ve her birine can müştaktır. Boy ve bosları nârvan ağacı gibi olup gül yanaklı ve gümüş tenlidirler; endâmları mevzun, yüzleri güzel, bakışlarından da ne kadar lütufkârdırlar. Onlardan bir tane ele geçirirsen o anda bahtiyar olursun. Hoş şehirler vardır, ama Allah’ım böyle bir şehir nerede bulunur!” (Turan, 1988, s. 159-160). Sa’deddin Mesʻudʼ Sinop için yine şöyle demektedir:
“Burası şehir değil, meğer cennet imiş; toprağı amber, suyu baldır. Sağa sola koşan çocukları meleklere eş, âhû gözlüdür. Bunlar Rum, Kıpçak veya Uygur güzeli midir? Meğer burası Çin yolu üzerinde bir put-hâne imiş. Leylâ olur, mecnun gibi söyler: O hoş Husrev, o güzel Şîrîn budur!. Bu şehirde ne din kalır, ne dünya; dünya yoksa dinin yeri nedir?” (Turan, 1988, s. 160-161). Sa’deddin Mesʻud’un şiirlerinde kozmopololotik bir şehir olarak gördüğümüz Sinop’ta yaşayan milletler şunlardır: “Rus, Alan, Rum, Kıpçak, Karluk (Ḫalluḫ) ve Keşmir” (Peacock, 2010, p. 115; Turan, 1988, s. 159-160). Orta Çağ kaynaklarında “Âşıklar Adası” manasına gelen Cezîret ül-ʿuşşak lakabının Sinop için kullanılması Sa’deddin Mesʻud’un şiirlerindeki temaya uygun görülmektedir (Turan, 1988, s. 161).
Eski çağlardan beri SİNOP insanlığa yurt olmuştur. Bu güzel coğrafya, kaçıncı zamanda kaçıncı kez canlılara ve insanlara kucak açtı diye düşünebiliriz. Bu konularda araştırmalar olsa da, daha fazla araştırmaya, daha fazla kazıya, daha fazla incelemeye ihtiyacımız vardır. Şurası kesindir ki, SİNOP doğal konumu ile her zaman insanların ve uygarlıkların dikkatini çekmiştir.
Anadolu, en eski uygarlıkların anasıdır. Ne Ortadoğu’ya ne de Avrupa’ya benzemez. Eski dönemlerden kalan olumsuz geleneklerin izlerini yaşatanlar hala olsa da; bunun yanında 3 tarafı denizle çevrili olan ANAKARA, dünya ülkeleri ile ticari ilişkileri ile modernliği de yakalayabilmiştir. Yerinde bilime, modernliğe önderlik etmiş, yerinde uygarlığa ANA olmuştur.
Sinop da 3 tarafı denizle çevrilidir. Uygarlık konusunda, Anadolu gibi zengindir. Hangi uygarlıklar , hangi tarihlerde Sinop’ta bulunmuşlar, birlikte bakalım:
Sinop tarihindeki bazı önemli eski çağ dönüm noktaları ise söyledir (Bilge Umar, 2000, 168); • M.Ö. 2200-2000 Akaların Sinop’a gelisleri, • M.Ö. 1800 Sinop’un bir ara Hititlerin faydalandıgı bir iskan yeri olusu,
• M.Ö. 1330 Gaskaların Sinop ve çevresine egemen olusları, • M.Ö. 1344-1180 Sinop’un zaman zaman Hitit kontrolüne girisleri, • M.Ö. 1200-1180 Hititlerin tarihten silinisi, • M.Ö. 1117-1090 Asurluların Karadeniz’e çıkısları, Sinop’la ilgilendikleri sanılır. • M.Ö. 679 Sinop’a Friglerin egemen olusları, • M.Ö. 676 Frig kralı Midas’ın Kimmerlere yenilisi ve kendisini öldürmesi, • M.Ö. 676 Kimmerlerin Sinop’u baskent yapmaları, • M.Ö. 650 Kimmerlerin tarihten silinmesi, • M.Ö. 690 Sinop’un Milletlerin kolonisi haline gelisi, • M.Ö. 656-546 Sinop’un Karadeniz’de Lidya’nın en önemli bir ticaret limanı olusu, • M.Ö. 480 Sinop’un bagımsızlıgı ve ilk kez para bastırılması, • M.Ö. 169-120 Sinop’un Pontus krallıgının baskenti olusu, • M.Ö. 70 Sinop’un Romalıların eline geçmesi.
SİNOP ARAŞTIRILDIKÇA, TARİHİ KAZILAR YAPILDIKÇA DAHA NE ZENGİNLİKLER GÜN YÜZÜNE ÇIKACAK. KÖYLER, DAĞLAR, TÜMÜLÜSLER ARAŞTIRILMAYI BEKLİYOR.
YAZILARIMIZ, ARAŞTIRMALARIMIZ DAHA GELİŞMİŞ, DAHA ZENGİN BİR SİNOP İÇİN…BİLKE
İnsanların kentlere göç etmediği çiftçilik ve hayvancılıkla uğraştığı dönemlerde, köylü kendi yağı ile kavruluyor geçimini sürdürüyordu. “KÖYLÜ MİLLETİN EFENDİSİDİR” sözü, bu üreten insanlarımızla tam da örtüşüyordu.
Sanayi ve teknoloji köylüyü yenince, akın akın kentlere göç başladı. Ayancık 1934 yılında Kereste Fabrikası kurulurken geçen bir diyalog dikkatimizi çekti.
(1)foto
(2)yazı foto
Türk mühendis hakkında, bir yabancının düşüncesi nasılsa; kentlinin de köylü hakkındaki düşünceleri birbirine benziyor mu konusu düşündürücü. Sosyolojik dengeleri göz ardı etmeden, insanları ayırmadan eşit görmek “UYGARLIK” düzeyine erişmektir. Hala yaşayan bir gerçeğe değinelim:
Kristof Kolomb Amerika kıtasını keşfedince Hindistan zannediyor ve Kızılderililere İNDİAN diyor. Kolomb’dan kalan bu isimlendirme, daha sonraki tarihlerde Kızılderililer için kullanılmaya devam ediliyor. Yukarıda paylaştığımız yazıda, Türkler için aynı benzetmenin kullanılması bize ilgi çekici geldi. İlkel gördükleri insanlar için kullanılan bir kelime.
Yaylacı, çadırcı alışkanlıklardan kent kültürüne adapte olmak, toplumsal bir sorundur. İnsanları aşağılamak kolay, sistemi oluşturmak ise zordur. Sistemi oluşturamamak da yaylacı çadırcı olmak da ortadaki sorunun sorumluluğunu eşit olarak paylaşmakta diyebiliriz. Değerlerimizin kıymetini bilmek, üretmek ve eşit paylaşmak dileğiyle. BİLKE- BİLKE- BİLKE